FİKRİYYAT Fikir ve düşünce ile olan işler.
FİL (C.: Efyal-Füyul) Daha ziyade Hindistan ve Asya gibi yerlerde bulunan iri vücudlu, hortumlu bir hayvan.
FİL SURESİ Kur'an-ı Kerim'de 105. sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
FİL VAK'ASI (Bak: Ebrehe)
FİLAHET Çiftçilik, tarla işleri, rençberlik, çift sürmek.
FİLASL (Fi-l-asl) Aslında olduğu gibi.
FİLCÜMLE (Fi-l-cümle) Ezcümle, minelcümle. Bir hayli. Emsalinden beri.
FİLHAKİKA (Fi-l-hakika) Hakikatte, esasında, hakikaten, doğrusu.
FİLHAL (Fi-l-hâl) Şimdi, hemen. * Bu halde. * Hadd-i zâtında.
Fİ'LİYAT İş olarak yapılan şeyler, işler, fiiller.
FİLİZ Ağaç ve çiçek fidanı, taze sürgün. * Eritilip temizlenmemiş olan altun, gümüş,demir, bakır gibi külçe, ham maden. * Erimiş bakır.
FİLK Zahmet, meşakkat. * Acib emir. * Parça.
FİLL Yağmur yağmayıp ot bitmeyen yer, otsuz yer.
FİLMEDİNE(Tİ) (Fi-l-Medine(ti)) : Medine şehrinde.
FİLMESEL Misaldeki gibi, meselâ.
FİLO Birkaç savaş gemisinden mürekkep donanma parçası. Donanmanın bir kısım ve bölüğü.
FİLOZOF (Bak: Feylesof)
FİLS Put, sanem.
FİLUS (Bak: Fülus)
FİLVAKİ' Vâki hâle göre. Vakide olduğu gibi.
FİLZE (C: Fülüz-Eflâz) Parça, kıt'a.
Fİ-MABA'D Bundan böyle, bundan sonra, bundan itibaren, bir daha.
FİNÂ Evin önü. Civar.
FİNÂ-İ BELDE Beldenin civarı.
FİND Dağ burnu.
FİNHAN Leğen dedikleri kap.
FİNTÎSE Kurt ve kuş ağzı.
FİRAD (Ferd. C.) Fertler, kişiler.
FİRAK Ayrılık. Ayrılmak. Hicran.
FİRAR Kaçmak. Kaçış.
FİRARÎ Kaçkın, kaçak.
FİRAS Çok fazla kırmızı nesne.
FİRASET Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. Bir kimsenin ahlâk ve istidadını yüzünden anlamak. Firasetin bir nev'i, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir. Diğer nev'i ise kesbîdir. Muhtelif huy ve tabiatları bilmek neticesinde hâsıl olur. (L.R.) * Yiğitlik. * Binicilik.
FİRAŞ Döşek. Yatak. Yere serilen şey. Minder. şilte.
FİRAŞ-I İSTİRAHAT Rahat döşeği.
FİRAŞ-I KAVÎ Fık: Evli kadının firaşı mânâsına gelir bir tabirdir. (Bununla bilâdavet neseb sabit olup, nefy ile neseb nefy olunmayıp, lâkin laan ile nefy olunur.) (O.T.D.S.)
FİRAŞ-I MÜTEVASSIT Fık: Ümmü veledin firaşı mânâsına gelen bir tabirdir. Firaş-ı mütevassıtta bilâ davet neseb sahih olmaz.
FİRAŞ-I SAHİH Fık: Nikâh ve mülk-i yemine müstenid bulunan istifraş. Mülk-i yemin, bir kimsenin temellükünde bulunan cariye demektir. Binaenaleyh bu iki şarta dayanan istifraştan, meydana gelecek çocuk, varis addolunur. Ancak, cariyeyi istifraşta husule gelen çocuğun kendisinden olduğunu müstefrişin söylemesi lâzım gelirdi. (O.T.D.S.)
FİRAŞ-I ZAİF Fık: Cariyenin firaşı. (Bununla neseb sâbit olur) (O.T.D.S.)
FİRAŞİYET Karılık. * Fık: Birisinin karısı oluş. Zevciyet.
FİRAVAN f. Bol, çok, ziyade, aşırı, fazla.
FİR'AVN Mısır'da, hususan Hazret-i Musa (A.S.) zamanında Allah'a isyan edip ilâhlık dâvasında bulunan, Musa Peygamber'e inanmayan hükümdar. * İlâhlık iddia eden dinsiz, azgın ve şaşkın insan. (Bak: Enaniyet, Mumya)
FİR'AVNÎ f. Firavunluk. Firavun ile ilgili.
FİR'AVNİYYET Firavun gibi oluş, isyankârlık ile Allah'ı tanımayış. İnat ile Allah'a isyan edip halkı sapık yollara, dalâlete ve dinsizliğe sevke çalışmak.
FİRAZ Ayrılmak.
FİRAZ f. Yukarı, yüksek. * Çıkış, yokuş. * Kaldıran, yükselten, yücelten.
FİRAZÎ f. Yukarılık, yükseklik.
FİRAZ Geniş, vâsi. * Irmak ağzı. * Sokak ağzı. * Elbise.
FİRBAR Ululuk, azamet. * Ardınca gelicilik, peşinden gelmek.
FİRC Sır saklamayan kişi.
FİRDEVS Cennet. Cennette altıncı kat. * Bostan.
FİREUNÎ Hat, minyatür, tezhib gibi güzel san'atlarda kullanılan bir kâğıt cinsi.
FİREZDEK (C: Ferâzık) Hamur yuvarlağı, hamur parçası.
FİRFÎR Menekşe.
FİRFİS Yaban sineği.
FİRİB f. Aldatıcı, aldatan, kandıran manasında birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dil-firib $ : Gönül aldatan. Nazar-firib $ : Göz aldatan.
FİRİBENDE f. Kapılmış, aldanmış.
FİRİFTE f. Kandırılmış, aldanmış, aldatılmış.
FİRİFTE-DİL f. Gönlü aldanmış.
FİRİSTADE (C.: Firistâdegân) f. Elçi, gönderilmiş. * Peygamber.
FİRİŞTE (C.: Firiştegân) f. Mâsum, suçsuz, günahsız. * Melek. * Mc: İyi huylu kimse.
FİRİŞTE-SIFAT f. İyi huylu kimse, huy ve tabiatça melek gibi olan.
FİRK Koyun sürüsü. * Parça.
FİRKAT (Fürkat) İftirak. Dostlardan ve sâir sevdiği şeylerden ayrılış. Firak. Müfarakat.
FİRKATEYN Buharın icadından evvel kullanılan harp gemilerindendir. Bu gemiler, güvertelerinin altında bir batarya topu hâvi olup hızlı giderlerdi. Bu gemilerin üç direkleri vardı ve içlerinde mürettebatının binbeşyüzü bulanları da vardı.
FİRMA ing. Tescil edilmiş ticarî müessese.
FİRNAS (FÜRÂNİS) (C: Ferânis) Boynu kalın arslan. * Köylü reisi.
FİRS Bir nevi ot.
FİRSA (C: Firâs) hayız bezi.
FİRSAD Kırmızı dut. * Böğürtlen.
FİRSEK (C: Ferâsik) Çekirdeğinden ayrılmayan şeftali.
FİRŞAT(A) Genişlik, vüs'at. * İki ayağının arasını ayırıp genişletmek.
FİRUDEST f. Birkaç hânendenin hep bir ağızdan usûlüne uygun olarak söyledikleri nağme.
FİRUZ Said, hurrem, saadetli, uğurlu, muzaffer, mansur.
FİRUZ ABADÎ (Mecdüddin Muhammed) (Hi: 729 - 817) İran'ın Şiraz Eyâletinde Firuzâbad isimli beldenin Kâzrun kasabasında doğmuştur. Büyük âlimlerdendir. Yedi yaşında Kur'anı hıfzetmişlerdi. Çok seyahat etmiştir. Bursa'ya geldiğinde Yıldırım Bayezid Han tarafından kendisine fevkalâde ikrâm olundu. En meşhur eseri olan altmış ciltten müteşekkil El-Lâmi lügat kitabından hülâsa ettiği Kamus'tur. Yemen'de kadı iken vefat etmiştir. (R. Aleyh)
FİRUZ-BAHT f. Şanslı, uğurlu.
FİRUZE Nişabur'da çıkan açık mavi renkli ve kıymetli bir taş.
FİRUZE-FAM Açık mavi renkli, gök renkli.
FİRUZENDE f. Meşhur bir cins lâle.
FİRUZE-RİVAK Gökyüzü, sema.
FİRUZ-MENDÎ f. Galebe, zafer.
FİRYE Yalan, kizb.
FİRZAH Göğsü geniş, etli kimse.
FİRZAN (C: Ferâzine) Arif. * Fen sahibi kimse.
FİRZE Parça.
FİRZEL Demircilerin demir kestikleri alet. Kayıt.
FİSAL (Fasıl. C.) Ayrılmış olanlar. * Yavrunun sütten kesilmesi. * Kısa duvar. * İnsanların lehinde veya aleyhinde söz söyleyerek para toplıyan. * Ana sütünden kesilmiş hayvan yavrusu (Füslan, fislan şeklinde de olur.)
FÎSEBİLİLLAH Allah yolunda. Allah için.
FİSFİSE Yonca otu.
FİSK (Bak: Fısk)
FİSKİL Yarış atlarından cemeleden sonra geleni.
FİSL Ahmak.
FİSSÎK Fıskı dâim olan.
FİSTAN Kadınların bellerinden aşağı giydikleri geniş ve uzun elbise. Ayrıca Arnavutlarla Rumların, dizlerine kadar giydikleri kırmalı elbiseye de bu ad verilir. * Direklerin güverte ıskaçalarını sudan muhafaza için üzerine kalın bırandadan çevrilen kılıf. (O.T.D.S.)
FİTAM Çocuğu sütten kesmek.
FİTAN Eyer örtüsü.
FİTEN (Fitne. C.) Fitneler.
FİTİL Eskiden ağırlık ölçüsü olarak kullanılan dirhemin kesirlerinden biri. Dirhemin dörtte birine: denk; dengin dörtte birine: Kırat; Kıratın dörtte birine: Fitil denilir. * Eski Fitilli tüfeklerin namlusundaki baruta ateş vermek için kullanılan kükürtlü ip veya kaytan parçası. * Topa veya lâğıma ateş vermek için baruta ıslak batırılıp güneşte kurutulmuş bükme. (O.T.D.S.)
FİTNE İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey. * Muhârebe. * Azdırma. * Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu. * Küfr. Fikir ihtilâfı. * Şikak. Kavga. * Delilik. * Mihnet ve beliye. * Mal ve evlâd. * Potada altın ve gümüşü eritmek. * İmtihan ve tecrübe etmek.(Mübarek İslâmiyet ve nurani Asr-ı Saadetin başına gelen o dehşetli kanlı fitnenin hikmeti ve vech-i rahmeti nedir? Çünki onlar, kahra lâyık değil idiler?Elcevab: Nasılki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her tâife-i nebatatın, tohumların, ağaçların istidatlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; herbiri kendine mahsus çiçek açar; fıtri birer vazife başına geçer... Öyle de: Sahabe ve Tâbiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatları tahrik edip kamçıladı; "İslâmiyet tehlikededir, yangın var!" diye her tâifeyi korkuttu. İslâmiyetin hıfzına koşturdu. Her biri, kendi istidadına göre, câmia-ı İslâmiyetin kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemâl-i ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadislerin muhafazasına, bir kısmı, Şeriatın muhafazasına, bir kısmı hakaik-ı imâniyenin muhafazasına, bir kısmı Kur'anın muhafazasına çalıştı ve hâkeza... herbir tâife bir hizmete girdi. Vezaif-i İslâmiyette hummalı bir surette sa'yettiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. Pek geniş olan Âlem-i İslâmiyetin aktârına, o fırtına ile tohumlar atıldı; yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat, maatteessüf o güller ve gülistan içinde ehl-i bid'a fırkalarının dikenleri dahi çıktı.Güya dest-i kudret, celâl ile o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi. O hareketten gelen bir kuvve-i anil-merkeziye ile pek çok münevver müçtehidleri ve nurani muhaddisleri, kudsi hâfızları, asfiyâları, aktabları âlem-i İslâmın aktarına uçurdu, hicret ettirdi. Şarktan garba kadar ehl-i İslâmı heyecana getirip, Kur'an'ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı... M.)
FİTNE-İ ÂHİRZAMAN Âhirzamandaki fitne. Deccal fitnesi.(Rivayette var ki: "Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz. " Bunun için binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberîyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azâb-ı kabirden sonra $ vird-i ümmet olmuş. Allahu a'lem bissavab, bunun bir te'vili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler. Meselâ: Rusya'da hamamlarda, kadın erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebâirleri ve bid'aları, birer câzibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz. ş.)
FİTNE-ÂMİZ f. Fitne çıkaran, fesat karıştıran.
FİTNE-CİHAN f. Fitne koparan, fesat karıştıran, bozgunculuk yapan.
FİTNE-CU f. Fesat arayan.
FİTNE-ENGİZ f. Fitne çıkaran.
FİTNE-KÂR f. Ortalığı bozmağa çalışan. Fitneci. Fesâd verici. Fitne çıkarmak isteyen.
FİTNET-ÜD DEHMA (Fitnetüddehmâ) Küfürde olmak, kara fitne. Rezil olmak.
FİTRAK f. Atın terkisi, terki kayışı, eyerin ardındaki tasma.
FİTRE (Bak: Sadaka-i fıtır)
FİTRE İmtihan. * Belâ, musibet.
FİTRET (Bak: Fetret)
FİTYAN (Fetâ. C.) Delikanlılar, yiğitler, bahadırlar, gençler, mertler.
FİTYE (Fetâ. C.) Gençler. Genç yiğitler.
FİZAR f. Ağlayıp inlemek. Sesli ağlamak.
FİZR Koyun sürüsü. * Yaşlı, ihtiyar kimse.
FİZYOLOJİ Doku ve organların vazifelerini ve bu görevlerin nasıl yapıldığını inceleyen ilim kolu.
FLAMA Mızrak ve süngü ucuna takılan, gemi direğine çekilen ince bayrak.
FLANDRA Harp gemilerinin ve bilumum beylik gemilerin grandi direklerine çekilen ensiz ve uzun şerit sancaklar.
FOBİ (Fobya) Fr. Bâzı hal veya şeylere karşı duyulan hastalık halindeki korku.
FONOĞRAF Fr. Gramofonun ilk şekli. Ses cihâzı. Sesi alıp tekrar veren âlet.
FORMA Fr. Cüz. Kısım. Parça. * Şekil. Biçim. Askeri nişan. Rütbe işareti. * Bükülünce 8, 16, 32 sayfa olan kitap dizgisi.
FORMALİTE Fr. Resmi işlerin gerektirdiği muameleler.
FORSA Buharlı gemilerin icadından evvel yelkenli gemilerde kürek çekmeğe mahkum harp esirleri. Bunlar, kaçmamaları için birer ayakları güvertelere çakılı bulunurlardı. Ayaklarından bağlı olmaları münasebetiyle bunlara payzen namı da verilirdi. Bununla birlikte payzen tabiri, daha çok cürüm ve cinayet erbabından küreğe mahkum olanlar hakkında kullanılırdı. Harp esirlerinin gençleri ve çocukları, saraylara ve acemi olanları kışlalarına verilir, yirmi yaşından yukarı olanları da küreğe konulmak üzere tersaneye gönderilirdi. Gemilerde harp esirlerine kürek çektirmek âdeti 15 ve 16. yüzyıllarda çok revaç bulmuştu. Venedik, Ceneviz, Barselona, Cezayir, Malta ve Osmanlı kaptanları, harp esirlerine, hatta mensub oldukları milletlere karşı vuku bulan muharebelerde bile zorla kürek çektirerek, bu tarik ile harbi kazanmağa çalışırlardı. (O.T.D.S.)
FOSİL Fr. Eski jeolojik devirlerde toprağa gömülerek kalmış bitki, hayvan; bunların parçaları veya izleri.
FOŞTINA Eskiden Tuna nehrinden istifade edenlerden alınan su resmi.
FOYA İtl. Gizli oyun, hile. Göz boyacılığı, sahtekârlık. * Elmasların yuvalarında yatağına konulan ince madeni yaprak.
FRENGİSTAN f. Avrupa, garb âlemi, batı memleketleri.
FRENK Avrupalı. Fransız. (Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız!... Ayâ Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetden sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki!... siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz!... Çünki şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır! L.)
FRENK SAKALI Eskiden frenkleri taklid suretiyle bırakılan sakal hakkında kullanılan bir tabirdi. Çeneye gelen kısım uzunca bırakılıp, yukarı tarafları kısa kesilen veya traş edilen sakal demektir.
FRENKVÂRİ f. Frenk gibi.
FUA Keler, kertenkele. * Her nesnenin evveli. * şiddetli koku. Güzel koku.
FUAD Kalb, gönül, yürek.
FUADÎ Gönül ve kalble alâkalı.
FUAK Can çekişme. * Midenin çekilip toplanması. * Hıçkırık.
FUALA (Fâil. C.) Fâiller, özneler, işi yapmış olanlar.
FUDALA (Fazıl. C.) Faziletliler. Fâzıllar.
FUHŞ Edeb ve terbiyeye uymayan hareket. * Haddini aşmak. Çirkin, kötü. İş ve sözde taşkınlık. Haram. * Çok günah ve çok fena bir fiil olan zina.
FUHŞİYYAT (Fuhş. C.) Çok çirkin işler, günahlar.
FUHUL (Fahl. C.) Büyük âlimlerin ileri gelenleri. Emsalinden üstün olanlar. (Bak: Fahl)
FUHUL-İ MÜFESSİRÎN Tefsircilerin en ileri gelenleri, müfessirlerin en önde olanları.
FUHUL-İ ŞUARA şâirlerin en üstünleri.
FUHUL-İ ULEMA İlim ve faziletçe emsallerinden üstün olan âlimler.
FUKAHA (Fakih. C.) Fakihler. Fıkıh âlimleri. (Bak: Fıkıh)
FUKARA (Fakir. C.) Yoksullar, fakirler.
FUKARA-YI SÂBİRÎN Sabreden ve avuç açmayan fakirler.
FUKARA-PERVER f. Fakire bakan. Fukarayı koruyan.
FUKKA' Ekseriya şerbet içilen kap. * Yağmur suyunun üstünde olan kabarcık ve köpük.
FUKM (Fukum) Çene.
FUKU' (C: Faki) Çok sarı olmak. * Safi olmak.
FUKVE (C: Fukâ) Ok gezi.
FUL Bakla. Fasulye.
FULAD Çelik.
FUM Buğday.
FUNDUK Fındık. * Misafirhane, han. Otel.
FURAG f. Işık, ziya, parıltı.
FURKAN Hak ile bâtılı birbirinden ayıran. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı farkedip ayıran. * Kur'an-ı Kerim. * Kur'an-ı Kerim'in 25. suresinin ismi.(Furkan; ayırmak, ayırd etmek mânalarından masdardır. Ekseriyetle fark ma'kulâtta, tefrik mahsusatta kullanılır. Sonra furkan, fârık veya mefruk mânasına da gelir. Bu suretle mühim davaları hall ü fasleden kat'i bürhanlara, mu'cizelere furkan ıtlak olunur. Bu mâna ile Kur'an-ı Kerim'in bir ismi de "El-Furkan'dır. E.T.)
FURSA (C: Furus) İçmek, şirb. * Nöbet.
FURSAT Müsait an, elverişli durum, uygun zaman, elden kaçırılmayacak faydalı hâl veya vakit. Nöbet.
FURSAT-CÛ f. Fırsat bekleyen, fırsat arıyan.
FURSAT-YÂB f. Eline fırsat geçen, fırsat bulan.
FURUDE f. Alçaklık, âdilik, hasislik. * Kavrulmuş, yanmış. * Alçak, âdi, deni, hasis.
FUSAHA (Fasih. C.) Fasih kimseler. Güzel ve usule uygun konuşabilenler. Güzel söz söyleme kabiliyetinde olanlar.
FUSSİLET (Fasıl. dan) Ayırd edilmiş, izâh ve tafsil edilmiş.
FUSSİLET SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 41. suresidir. Mekkî'dir. Secde, Sure-i Akvat ve Mesabih Suresi de denir.
FUSTAT (Fistat) Göçebelerin kıldan yapılan çadırı. Büyük çadır. * Kapıya asılan perde. * Cemaat.
FUSUL (Fasıl. C.) Fasıllar. Mevsimler. Bölükler. Kısımlar.
FUSUL-Ü ERBAA Dört fasıl olan, ilkbahar, yaz, sonbahar, kış mevsimleri.
FUS'UL Akrep. Yaramaz, kötü kimse.
FUSUS (Fass. C.) Yüzük taşları. (Bak: Fass)
FUTA f. Hamamlarda kullanılan bir kumaş cinsi. * Peştemal. Havlu.
FUTR (Fitre) Yaratmak, halk.
FUTUNC Yarpuz denilen ot.
FUTUR (Fatır. C.) Yarıklar. Çatlaklar.
FUTUR Büyük ve beyaz mantar.
FUZALA (Bak: Fudala)
FUZAZ Ayrılmış ve dağılmış nesne.
FUZLA (Müe.) Daha, en faziletli. Çok faziletli.
FUZUH Gizli işlerin zahir olup açığa çıkması.
FUZUL (Fazl. C.) Fazla şey. Lüzumsuz söz.
FUZULAT Ziyade olup işe yaramayan şeyler. Fazlalıklar.
FUZULEN Yersiz, usulsüz, haksız olarak.
FUZULÎ Fazladan olup boşu boşuna söylenen söz. İşe yaramayan. Boşu boşuna. * Boşboğaz. Ahmak. Vazifesinden hariç lüzumsuz şeye teşebbüs eden. * Haksız olarak fiile çıkarılan iş. * Fık: Şer'î izin olmadığı halde diğer bir kimsenin hakkında tasarruf eden kimse. * Büyük bir şâir ismidir. Türk Divan Edebiyatı'nın birçok sahalarında kuvvetli te'sir ve nüfuz sâhibi olan bu büyük şâir, Azeri-Osmanlı edebiyatı kurucularındandır. Türkçe, Arabça, Farsça manzum ve mensur birçok eserler yazmıştır. Leylâ ile Mecnun mesnevisi meşhurdur. Milâdi 16. asırda yaşımış ve tâundan 1555'de vefat etmiştir. Asıl adı Mehmed'dir.
FÜCCAR (Fâcir. C.) Günahkârlar. Açıktan günah işleyenler.
FÜC'E Ansızın, birdenbire.
FÜC'ETEN Apansızın. Birdenbire. Ansızın. Hiç beklenmedik anda.
FÜCLE Turp.
FÜCRE Suyun çıkıp aktığı yer.
FÜCUR Günah. Zina. Namusları pây-mâl etmek gibi şeytanî iştiha. Dinsiz ve ahlâksızların durumu.(Fücur, haktan udul etmek, hak yolunu yarıp nizamından çıkarak fısk u isyana düşmektir. Bilhassa zina etmek, yalan söylemek, edebsizlik etmek mânasına isimlendirilir. E.T.)
FÜDS (C.: Fedese) Örümcek.
FÜFS Kırman dağlarında bulunan bir taife.
FÜGEN f. Yıkıcı, atıcı, düşürücü.
FÜKAHET (C.: Fükâhât) Hoşa giden söz, lâtife, şaka, mizah.
FÜKUK Yaşamak. * Kocalmak, ihtiyarlamak. * Ayrılmak.
FÜLC (C: Füluc) Fevz ve zafer. * Yarık.
FÜLFÜL (C: Felâfil) Karabiber.
FÜLFÜL-İ TAVİL Uzun biber.
FÜLGUR Kuzukulağı dedikleri ot.
FÜLK Gemi, sandal, kayık.
FÜLLEYK Bir şeftali cinsi.
FÜLS (Fels) Mangır, akça, pul.
FÜLS-İ AHMER Bakır sikke, kızıl mangır.
FÜLÛ' Yarıklar.
FÜLUS (Fels. C.) Bakır paralar. * Balık pulu.
FÜNDAK Hesap defteri.
FÜNUK İnat etmek.
FÜNUN (Fen. C.) Fenler, ilimler. (Bak: Fenn)
FÜNUN-U EKVÂN Kâinata dair fenler. Âlemlere, vücudlara, keyfiyetlere dair olan fenler.
FÜNUN-U KEVNİYE Kevne (kâinattaki fizikî, kimyevî ve hayatî hâdiselere) dair fenler.
FÜRADE Yalnızlık.
FÜRAFÜR Kulağı yırtık kişi.
FÜRAGA Nutfe, meni.
FÜRAKIS Galiz ve şiddetli nesne.
FÜRAT Tatlı su. * Fırat Nehri.
FÜR'AL Sırtlan eniği.
FÜRAYIK (C: Ferâyık) Yumuşak bedenli güzel yiğit.
FÜRCE Medhal, girecek yer, boşluk, açıklık, çatlaklık.
FÜRFUR Semiz, besili koç. * Bir kuşun adı.
FÜRHÜD Arslan eniği. * Yüzü güzel oğlan. * Kaba şiş.
FÜRKAN (Bak: Furkan)
FÜRKAT (Firâk) Ayrılık.
FÜRRAA Kalem silmekte kullanılan bez.
FÜRRE Katılık, şiddet. * Evvel.
FÜRS şark kavimleri. (Bak: Fars)
FÜRSİYYAT Fars dili ve edebiyatı bilgisi.
FÜRTUM Pabuç burnu.
FÜRTUSE Hınzır burnu.
FÜRU' (Feri'. C.) Bir kökten ayrılmış kısımlar. Dallar. Budaklar. * Bir sülâleden gelmiş torunlar. Çocuklar. * Fık: Cüz'î hüküm ve kaideler. Ahkâm-ı cüz'iyye.
FÜRU f. Aşağıda. Âciz. Beceriksiz. Geride kalmış... mânaları ifade eder, kelimenin önüne veya sonuna getirilerek ek olarak kullanılır.
FÜRUAT Kökten ayrılan kısımlar. Füru'lar. Esastan olmayıp geniş bilgide ortaya çıkan mes'eleler.
FÜRU-BERDE f. Öne eğilmiş, aşağı eğilmiş.
FÜRUC Çatlaklık, yarık. * Geçit, kapı. * Boşluk. * Ayıp, kusur.
FÜRUG Işık. Ziya. Aydınlık. Nur.
FÜRUG-EFŞAN f. Işık saçan.
FÜRUHT f. Satım. Satış.
FÜRUHTAR f. Satıcı.
FÜRUK (Fark. C.) Farklar. Ayırma vasıfları. Alâmetler.
FÜRU-MANDE f. Yorgun. bitkin. * Şaşkın, şaşırmış. * Âciz, beceriksiz. * Aşağıda, geride kalmış olan.
FÜRU-MANDEGÎ f. Yorgunluk, bitkinlik. Beceriksizlik.
FÜRU-MAYE Soyu alçak. Kötü soylu. Sütü bozuk.
FÜRUN Ekmekçi fırını.
FÜRU-NİHADE f. İndirilmiş, tenzil edilmiş.
FÜRUSÎ f. İyi binici, ata iyi binen.
FÜRUŞ f. Satan. Satıcı.
FÜRUŞ (Firaş. C.) Döşemeler. Yerlere serilen örtüler. * Yataklar.
FÜRUT (C: Efrât) Haddini tecavüz eden. * İsraf. * Zayi. * Yüksek mevzi.
FÜRUZ f. Parlatan. Nurlandıran.
FÜRUZAN f. Parlak, parlayıcı, parlayan.
FÜRZA Irmak kenarından başka yere su gitmesi için açılan gedik. Deniz kenarında gemilerin durmasına mahsus yer. Liman.
FÜRZEL Sırtlan eniği.
FÜRZUM Yuvarlak ağaçtan yapılıp, üstünde bir şey yontmağa mahsus dülgerler örsü.
FÜSA Yellenmek.
FÜSAFİS Keneye benzer murdar kokulu bir böcek. * Tahta kurusu.
FÜSAT (Füstât) Kıl. Büyük çadır. * Kapıya asılan perde. * Cemaat. * Mısır'da bir mahallin adı.
FÜSEHA (Bak: Fusaha)
FÜSEYFİSA Küçük boncuk taneleriyle veya taş ve cam parçalarıyla süslenmiş satıh.
FÜSHAM Göğsü geniş olan.
FÜSHAT Vüs'at, genişlik, açıklık.
FÜSHAT-KEDE f. Geniş yer.
FÜSHAT-SERÂY f. Geniş yer, geniş saray.
FÜSHAT-ZÂR f. Geniş yer.
FÜSUK (Fısk. dan) Yalancılık. Doğruluk ve itatten ayrılmak. Sıdk u taatten huruc.
FÜSUL (Bak: Fusul)
FÜSUN f. Şaşırtıcı, hayret verici ve kendine cezbedici bir güzellik. * Büyü.
FÜSUNGER f. Sihirbaz.
FÜSUNKÂR f. Büyüleyici. Cezb ve celbedici. Hayranlık verici.
FÜSUNPERVER f. Büyüleyici, hayranlık verici, cezbedici, celbedici.
FÜSUNSÂZ f. Büyüleyici, câzibedâr.
FÜSÜRDE f. Donmuş, sertleşmiş. Müncemid.
FÜSÜRDE DİL (EFSÜRDE DİL) Kalbi donmuş. Hissiz. Kalbi katılaşmış.
FÜSUS Nükte, maskaralık.
FÜSUS f. Eyvah! Yazık!
FÜŞAG Sarmaşık otu.
FÜŞÜRDE f. Direnen, inad eden, ısrar eden.
FÜŞÜRDE-KADEM f. Ayak direyen, inad eden, ısrar eden.
FÜŞV Aşikâre ve zâhir olmak. Görünmek.
FÜTADE (C.: Fütâdegân) f. Mübtelâ, tutkun. * Biçare, zavallı. * Düşkün, düşmüş.
FÜTAHA Hükmetmek.
FÜTAN f. Düşen, düşerek.
FÜTAR Kesmez kılıç.
FÜTAT Parçalanmış ve dağılmış olan şey. * Her nesnenin ufağı, parçası.
FÜTL (Eftel. C.) Kolları göğsünden uzak olan kimseler.
FÜTTAK (Fâtik. C.) Fırsat buldukça adam öldürenler.
FÜTUH (Feth. C.) Fetihler. * (C: Fütuhât) Açılmak. * Yardım. * Lütf-u İlâhîye ulaşmak. * Zafer. Galibiyet. * Açıklık. Gönül ferahlıkları.
FÜTUHAT (Fütuh. C.) Fetihler, zaferler, galibiyetler.
FÜTUN İmtihan ve tecrübe etmek. * Birbiri ardınca mihnete ve şiddete düşmek.
FÜTUR Yeis. Ümidsizlik. Usanç. * Zaaf. * Keder, gam. * Gevşeklik.
FÜTÜVVET Dostlara afv ve safh ile muamele. * Yiğitlik. Cömertlik. Lütuf ve ihsankârlık. * Kerem ve seha. * Soy temizliği.
FÜTÜVVET-MEND f. Elaçıklık, cömertlik.
FÜUS (Fe's. C.) İki yüzlü baltalar.
FÜVAK (C: Efâvık) Hıçkırık.
FÜVEYSİKA Fare.
FÜVFE (C: Füvek) Pamuk. * Tırnakta olan beyazlık. * Hurma çekirdeği içinde olan beyaz tane. (Hurma ağacı ondan biter). * Çekirdek içinde olan yufka kabuk. * Şey.
FÜVH (C: Efvâh) Hoş koku.
FÜVK (C: Efvâk) Ok gezi. * Rum meliklerinden birinin adı.
FÜVLE (C: Füvel) Bakla. * Sırtlan eniği.
FÜVM Buğday. Hınta.
Dostları ilə paylaş: |