HAREKET-İ MER'İYYE Gerçekte olmadığı halde, var imiş gibi görünen hareket.
HAREKET-İ MİHVERİYE Mihver, eksen etrafındaki muntazam hareket.(Şems, hareket-i mihveriyesi ile silkinse, meyveleri düşmez, silkinmezse yemişleri olan seyyarat düşüp dağılacaktır. M.)
HAREKET-İ MÜSTAKİME Fiz: Doğru bir çizgi üzerinde olan hareket.
HAREM Herkesin girmesine müsaade edilmeyen yer. Kadınlara mahsus oda. (Misafirlere ve erkeklerin girmesine müsaade edilen yere de"selâmlık" denir.)(Tesettür kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünkü, kadınlar hilkaten zaife ve nâzik olduklarından kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan; kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var. L.)
HAREM-İ ŞERİF Kâfir ve müşriklerin girmesi yasak olan ve canlı mahlukun öldürülmesi men'edilen Mukaddes Kâbe ve civârı.
HAREMEYN İki mukaddes harem. Müşrik ve kâfirlere yasak olan mukaddes Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere.
HAREMEYN-İ ŞERİFEYN Mekke'deki Kâbe ile Medine'deki Ravza-i Mutahhara.
HAREM-SERAY Sarayların kadınlara mahsus olan kısımları. Buna "Harem-i Hümayun" da denilir. * Câmi içi.
HARES (Haris. C.) Bekçiler, muhafızlar.
HARES Dilsizlik, ebkemiyyet.
HAREŞE Sinek.
HAR'ET Terslemek.
HAREZ (C.: Ehrâz) Çocukların oynadıkları ceviz.
HAREZE (C.: Harez-Harezât) Boncuk.
HARF Ağızdan çıkan her bir sese âit verilen işaret. Alfabeyi meydana getiren şekilli çizgilerden herbiri. * Müstakil bir mânâya değil de başka harflerle birleşerek, başka muayyen ve müstakil çok mânaların ifadesi için kullanılan şekil. Başkasının mânalarını gösteren işaret. * Vecih, üslub. * Her şeyin ucu, kenarı, sivri ve keskin kıyısı.
HARF-İ ÂB-DÂR Güzel ve mânidar söz.
HARF-İ ASLÎ Gr: Arabça bir kelimenin kökünü teşkil eden harften olan. (Ekserisi üç harften ibaret olur.)
HARF-İ ATIF Gr: İki kelime veya cümleyi birbirine bağlayan harf. Vav ve fe gibi. Arabçada on şekilde harf-i atıf şunlardır: Bunlar bir kelimeyi veya cümleyi diğer bir kelime veya cümle üzerine atıf ve rabtederler. Bu harflerden evvelkine: ma'tufun aleyh, sonrakine ise, ma'tuf denir. (Bak: Atf)
HARF-İ CERR Gr: Kelimenin sonunu esre ile (i diye) okutan harf. Bunlar arabçada şu şekil altında toplanmıştır. (Vav-ı kasem), (Ta-yı kasem)
HARF-İ İLLET Gr: Elif, vav, ya harfleri.
HARF-İ MASDARÎ Fiil mânasında olan bir kelimeyi, masdar mânâsına çeviren harf.
HARF-İ MEDD Kendinden evvel gelen harflerin uzun sesli okunmasına vesile olan "elif, vav, yâ" harfleri.
HARF-İ MEZİD Arabçada masdar olan kelimeye harf ilâvesi ile başka masdar yapılır. Bu ilâve edilen harflere "Harf-i mezid" denir. Meselâ: kelimesinde harf-i aslî üçtür. (mükâtebe) dendiği zaman, "Müfâale masdarı şekline göre, mim ve elif harfleri, harf-i meziddendir" denir.
HARF-İ NÂSIB Muzari fiilinin sonunu üstün (e, a diye) okutan harf. (Bak: Huruf-i nâsibe)
HARF-İ NİDÂ' Ya, ey, â gibi harflerle çağırılanın ismine eklenen harf. Ünlem.
HARF-İ TÂRİF Arabçada, elif lâm harflerinin ismin başına gelmesi hali. (Bak: Lâm-ı ta'rif)
HARF-İ ZÂİD Gr: Kelimenin bazı tasrifinde düşen harf. Fazla, zâid harf. Te'kid için yazılan harf. Sonradan ilâve olan harf.
HARF Yemiş toplama.
HARF-AŞİNA Harfleri birbirinden ayırdedebilen. * Mc: Sözden anlayan.
HARF BE HARF Aynen, aslı gibi, olduğu gibi.
HARFECE Güzel gıda.
HARF-ENDAZ Söz atan; dokunaklı, haysiyete ilişen söz söyleyen.
HARF-GİR f. Her işte ayıp ve noksan arayan.
HARFÎ Harfe âit. * Sahibi tanıtmak için olan. * Başkasının mânası için yazılan. (Bak: Mâna-yı harfî)
HARFİYE Kendi başına müstakilen bir mânası ve te'siri olmadığı halde, kendi cinsinden bir topluluğun içinde olduğu zaman ancak bir vazife gören şeylere denir.
HARFİYEN (HARFİYYEN) Harfi harfine. Hiçbir değişiklik yapmadan.
HARGÂH f. Otağ. Büyük çadır.
HARGAR(E) f. Hakaret eden, hakaret edici.
HARGELE f. Eşek sürüsü. * Terbiyesiz, görgüsüz ve azılı kimseler.
HARGUŞ Tavşan.
HARHAR f. Devamlı arzu, sürekli istek. * Gönül üzüntüsü, iç sıkıntısı. * Devamlı kaşıntı.
HARHARA Uykuda horlamak. * Kedinin mırıldayışı. * İki dere arasındaki düzlük.
HARHİŞE f. Kavga, gürültü, patırtı.
HARIK Muhalefet eden, aykırı olan, karşı gelen. * Yırtıcı, yırtan.
HÂRIK-I ÂDE Âdeti yırtan, âdetin dışarısında, hârikulâde.
HARIK Yakan, yakıcı. Yanan, tutuşmuş. Ateş, od.
HARIS Hırslı olan, haris.
HARISA İnsanın başında veya yüzünde kan çıkmaksızın yalnız deri yırtılmış olarak peyda olan yara.
HARÎ Müstehak, lâyık.
HARÎ f. Hakirlik, horluk.
HARÎ' Kimseden çekinmeyen, fâcire kadın. * Çok gülen, gülegen.
HARİB Yıkan, harab eden. * Haydut.
HARİB Kaçan, firar eden.
HARÎB Yağma olunmuş, soyulmuş, talan edilmiş.
HARÎBE (C.: Harâib) Bir kimsenin geçineceği şey.
HARÎC Dar, ensiz. * Kuşatılmış.
HÂRİC Bir şeyin veya mahallin veya memleketin dışında kalan. * Ecnebi.
HÂRİC-İ VATAN Vatanın harici.
HARİC Günahkâr, günah işlemiş. Allahın emrini dinlememiş olan.
HARİCEN Dışardan, dıştan. Hariçten.
HARİCE TEMESSÜL Zihnî olan kelâmın hâricî âlemdeki kanunlara uygun şekilde tanzim edilişi.
HARİCÎ Dışarıya âit olan. İçeriye âit olmayan. Dış ile alâkalı. Ecnebiye âit. * Zorba ve âsi olan. * Seyyid olmadığı halde seyyidlik iddia eden. * Vaktiyle Hazret-i Ali Kerremallâhü veche'ye âsi olan fırka-i dâlle ashabından herbiri. (Bak: Havaric Vak'ası)
HARİCİYYE Hariçle alâkalı. Dış işleri. * Ameliyatla tedavi edilebilen hastalıklar. * Haricilik. (Bak: Havâric vak'ası)
HARİD Satın alma.
HARİD Öfkeli, hidetli, kızgın.
HARÎD Tek, ayrı.
HARİDAR Satın alıcı, satın alan.
HARİD(E) (C.: Harâid) Kız, evlenmemiş kız. * Delinmemiş inci.
HARİDE Satın alınmış.
HARİF (Hırfet. den) Meslekdaş, san'at arkadaşı. Teklifsiz dost. * Herif, âdi insan.
HARİF Güz mevsimi, sonbahar. * Meyve toplama zamanı.
HARİF Yemiş toplayan.
HARİFANE f. Esnafça. Herkes kendi masrafını, hissesine düşeni vermek suretiyle, ortaklıkla yapılan.
HARİFE (C.: Harâif) Ev için sonbahar hazırlığı.
HARİFÎ Sonbaharla alâkalı.
HARİK Omuz küreklerinin arası.
HARÎK Yangın, ateş.
HARÎK-I KEBİR Büyük yangın. * Büyük Cihan Harbi.
HARÎK Erkekliği olmayan adam.
HARİK Zeyrek akıllı kimse.
HÂRİKA İmkânların üstünde olan şey, hayret uyandıran, hayranlık vren. Büyük ve görülmedik eser. Görülmedik derecede kıymetli.
HÂRİKA Ateş, nâr, od.
HÂRİKA-İ SEVDÂ Aşk ateşi.
HARÎKA Acı, sızı. * Bulâmaç. Yulaf lâpası.
HÂRİKA-PİŞE f. Hârikalı. Hârika işler yapan.
HÂRİKAT (Hârika. C.) Şaşılacak şeyler, hârikalar. İnsanda hayret uyandıran şeyler.
HÂRİKAVÎ Harika cinsinden, harika gibi.
HÂRİKULÂDE Fevkalâde, âdetin hâricinde bulunan şey, eser. Görülmedik derecede. Son derece kıymet ve ehemmiyeti hâiz olan şey.
HARÎK-ZEDE (C.: Harikzedegân) f. Yangından zarar görmüş kişi. Evi ve eşyaları yanmış kimse.
HÂRİM Fakir.
HARÎM Herkesin giremiyeceği, dokunmıyacağı şey. Haram dairesi. * Şerik. * Bir kişinin olup, başkasının duhul ve taarruzundan masun yer. * Hacıların Mekke-i Mükerreme'de giydikleri libas.
HARÎM-İ HÂSS Büyük bir kimsenin kendi dairesi.
HARÎM-İ İSMET Namus ocağı, mukaddes ocak. Kudsi âile yuvası.
HARÎM Saygısız, çekinmez. Kayıtsız kimse.
HARÎME Bir kimsenin, istediği gibi kulanabilecek hakka sahib olduğu malı.
HARİR İpek. İpekten yapılmış. * Harâretli. Sıcak.
HARÎR Su akarken çağlamak. * Yel eserken fışıldamak. * Horuldamak.
HARİRÎ İpek eşya. * İpek tüccarı. * Bir nevi kâğıt.
HARİRÎ (Kasım bin Ali) (Mi: 1054-1122) Irak'ta doğdu. İnhitat (çöküş) devrinin ediblerindendir. "Makamat" adlı eseriyle şöhret bulmuştur. Bediüzzaman-ı Hemedanî'nin Makamları misal alınarak yazılmış elli makameyi (nutukları) ihtiva eder.
HARİRİYE Un ve süt ile yapılan bulamaç.
HARİS Süngü demiri. * Soğuk olan şey.
HÂRİS Eken, ekici. Çiftçi.
HÂRİS-İ GAYUR Çalışkan ve gayretli çiftçi.
HÂRİS Muhafız. Bekçi. * Gözcü. Himaye eden. Bekleyen.
HÂRİS-İ VATAN Vatanın koruyucusu, vatanın bekçisi.
HARİS Son derece hırslı olan.
HARÎS Bir şeye fazlası ile düşkün. Hırslı.
HARÎS-İ CÂH Mevki, makam ve rütbe düşkünü.
HARÎS-İ ŞÖHRET şöhret ve nam düşkünü.
HARÎSA (HÂRİSA) Yağmuruyla yer yüzünü süpürüp gideren bulut. * Kan çıkmayan azıcık baş yarığı.
HARÎSANE f. Hırslıcasına. Çok haris olarak. Hırslılara mahsus bir tavırla.
HARÎSET (C.: Harâyis) Zayıf deve.
HARİSTAN f. Çalılık, dikenlik.
HARÎSUN ALEYKÜM Tevbe Suresi'nin bir âyetinde geçen bu ifade, birinci derecede Peygamberimiz (A.S.M.) hakkında olup ümmetini ve bütün insanları doğru yola irşadda yılmadan, büyük bir sebat ve azim ve gayretle devam etmesine işaret edilerek böylece tavsif edilmiştir.
HARİŞ f. Kaşınma, kaşıma.
HARÎŞ Bir cins yılan.
HARİTA yun. Yeryüzünün veya bir parçasının belli bir ölçüye göre küçültülerek muvafık bir yere çizilen taslağı. * Dağarcık, kulplu kese.
HARİYE Yavuz bir yılan.
HARÎZ Tâkatsiz kimse, güçsüz ve kuvvetsiz insan.
HARÎZ Mahfuz, hıfzolunmuş, saklanılmış.
HARİZME Azgın hayvanların ağzına ve ayının dudağının üstüne geçirilen demir halka.
HARK Yakmak. Yanmak. Yangın.
HARK-I KEBİR Büyük yangın. * Cihan Harbi. (daha ziyade ihrak olarak kullanılır)
HARK Yarma. Yırtma. * Su akacak yarık yer.
HARKA' Kulağı delik koyun. * Çeşitli yönlerden esen rüzgâr.
HARKAFA (C.: Harâkıf) Kalça kemiği. Uyluk kemiğinin baş tarafı.
HARKAHE Koyuncuların kara evi.
HARKEKET (C.: Harâkîk) Uyluk başı.
HARKÜRRE f. Eşek yavrusu, sıpa.
HARK VE İLTİYAM Yarmak ve yapıştırmak. Yırtılmak ve iyileşmek.
HARM Muhkem etmek, sağlamlaştırmak. * Davara yük vurmak. * İşinde çabuk çabuk olmak. * Udul etmek. * Kat'etmek.
HARMED Kokusu ve rengi değişen. * Kara balçık.
HARMEL Üzerlik otu.
HAR-MENİŞ f. Eşek huylu, eşek tabiatlı.
HARMEŞ İfsad etmek, bozmak.
HARNUB Keçiboynuzu adı verilen bir cins yemiş.
HARP (Bak: Harb)
HAR-PÜŞT f. Diken sırtlı. * Mc: Kirpi.
HARPÜŞTE f. Balıksırtı şeklinde olan, harpuşta.
HARR Hararet, sıcaklık. Sıcak.
HARR-I ŞEDİD Şiddetli hararet, fazla sıcaklık.
HARR Yarmak.
HARR(E) Hararetli. Kızgın. Çok sıcak. Yakıcı.
HARRA (Hurur) Yüksekten aşağı düşmek.
HARRAKA Eskiden düşman gemilerini veya düşman şehirlerini ateşlemek için, yakıcı âletlerle donatılmış olan harp gemisi.
HARRAN Susuz.
HARRARE Gürleyerek, çağlayarak akan su.
HARRAS (Harâset. den) Çiftçi, ekinci. Toprağı işleyip ekin eken.
HARRAS Yalancı.
HARRAS Küp yapan.
HARRAT Doğramacı, çıkrıkçı. Tornacı.
HARRAZ Terzi.
HARRE (C.: Hurer) Değirmenin buğday konulan deliği.
HARRE (C.: Hırâr-Hırârât-Harrun) Kara taşlı yer.
HARRUB "Keçiboynuzu" adı verilen bir yemiş cinsi.
HARS Yarmak, yırtmak.
HARS Koruma. Muhafaza etmek. Hırz mânasınadır.
HARS (C.: Hırâs) Küp.
HARS Tahmin etmek. * Yalan söylemek. * Acıkmak.
HARS Tarla sürmek. * Maarif. * Mal toplamak, kazanmak. * Teftiş ve tedbir eylemek.
HARS-I IRKÎ Milli maarif, ırkî hars.
HARSA' Dilsiz kadın. * Gürlemeyen bulut. * Belâ. (Müz: Ahrâs)
HARSEK Küçük cisim.
HARSİNÎ Tunç.
HARŞ Avlamak. * Kaşımak.
HARŞ Kesbetmek, almak. * Tırmalamak.
HARŞA Bir cins ot.
HARŞEF (C.: Harâşif) Kalkan balığı. * Balık pulu. * Enginar bitkisi.
HARŞUF Enginar bitkisi.
HART El ile ağacın yaprağını sağmak. * Ağaç kabuğu soymak, yaprak toplamak. * Nikâh.
HART Katı katı ovmak. * Davarın yulaf yerken çıkardığı ses.
HARTAVÎ Tar: Sipahilerin yeniçeri keçesine mümasil olarak giydikleri toparlak keçe külâh.
HARTUC f. Topa merminin ardından sürülen barut kesesi.
HARUF Küçük kuzu, hamel. * Tâze et.
HARUN Musa Peygamber'in (A.S.) yardımcısı ve büyük kardeşi. * Bağdad Abbasî Halifelerinden Harun-ür Reşid.
HARUN İlerleyeceği yerde duran veya geri giden hayvan.
HARUNÎ Hayvanın ilerlemeyip durması veya gerilemesi. Hayvanın huysuzluğu.
HARUR Sıcaklık. Güneşin kızgınlığı. * Gece esen sıcak rüzgâr.
HARUR Yüksekten düşmek. * Akla gelmedik cihetten hücum etmek.
HARUS Sütü az olan kadın. * Evlenip hâmile olan kız.
HARUT Mukaddes kimse. * İpini sahibi elinden çekip kaçan davar.
HARUT VE MARUT Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen iki meleğin ismidir.
HARVA Büyük kumlu tepe. * Yüce, yüksek. * Bir dağın adı.
HAR-VAR f. Eşek yükü.
HARY Noksan etmek, noksanlaştırmak, eksiltmek.
HARZ Dikmek.
HAR-ZAR f. Çalılık, dikenlik.
HARZE Yaban şalgamı.
HARZEM (HAREZM) Türkistan'da Aral gölünün güneyindeki delta ve çevresindeki ülke.
HAS' Reddetme. * Uzak olmak. Uzaklaştırmak.
HASA' Saman parçası. * Hurma kabı.
HASA Toprak saçmak.
HASA Sığır terslemek.
HASA' Bulamaç aşı. * Kavun.
HASA Saymak. * Taş atıp vurmak.
HASA' Suya kanmak ve kandırmak. * Dolmak. * Doymak. * Ufak taş.
HASAB Odun.
HASEBE Hurması çok olan hurma ağacı.
HASAD Ekin biçmek. Ekin biçme mevsimi.
HASADET Hasedcilik, kıskançlık. Çekememezlik.
HASAFE (C.: Hasif) Hurma yaprağından örülen kap. * Hurma yaprağı.
HASAFET Rey sağlamlığı. Hükümde kuvvet ve olgunluk.
HAS AHUR Tar: Hükümdarın hayvanlarına mahsus ahır.
HASAİL (Haslet. C.) Hasletler. (Bak: Haslet)
HASÂİS Bir şeye, birine has olan keyfiyetler.
HASÂİS-İ İNSÂNİYYE İnsanlık hassaları.
HASAİS (Hasîse. C.) Kötü huylar, fena tabiatlar.
HASAK Büyük bir kuşun adı. (Çin'de, Babil'de ve Türk vilâyetlerinde olur.)
HASAL Yüreğin ağrıması.
HASAL Ağacın, zeminde yanlara sarkmış uçları. * Bir işte ortaya konulan ödül.
HAS'AM Yemen diyarında bir kabilenin adı.
HASAN Nâmahremden korunur üzere olmak, korunmak.
HASAN Güzel. (Bak: Hasen)
HZ. HASAN Hz. Ali'nin (R.A.) oğludur. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) sevgili torunudur. Cennet'le tebşir olunmuştur. Hz. Peygamber (A.S.M.) kendisi için cennet gençlerinin seyyidi buyurmuştur. (Hi: 3-49)(Hazret-i Hasan ve Hüseyin'in Emevilere karşı mücadeleleri ise, din ile milliyet muharebesi idi. Yâni, Emeviler, Devlet-i İslâmiyeyi, Arab milliyeti üzerine istinad ettirip râbıta-i İslâmiyeti, râbıta-i milliyetten geri bıraktıklarından, iki cihetle zarar verdiler:Birisi: Milel-i sâireyi rencide ederek tevhiş ettiler. Diğeri : Unsuriyet ve milliyet esasları, adâleti ve hakkı tâkip etmediğinden zulmeder. Adalet üzerine gitmez. Çünki: Unsuriyet-perver bir hâkim, milletdaşını tercih eder, adalet edemez. ferman-ı kat'isiyle: Râbıta-i diniye yerine râbıta-i milliye ikame edilmez; edilse, adalet edilmez; hakkaniyet gider.İşte Hazret-i Hüseyin, râbıta-i diniyeyi esas tutup muhik olarak onlara karşı mücadele etmiş, tâ makam-ı şehadeti ihraz etmiş. M.)
HASAN İyilik. Güzel muamelede bulunmak.
HASANET Bir yerin çok sağlam ve korunulacak tarzda olması. * Kadının kendisini haramdan koruması.
HASAN-I BASRİ (Hi: 21-110) En ileri Tâbiînden olup hadis ve fıkıhta büyük âlimlerdendir. Basra'da medfundur. Mezheb sahibi bir müçtehiddir. Sahabe-i Kiram'dan 130 zat ile görüşmüş, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, İbn-i Mace kendisinden hadis nakletmişlerdir.
HASAR (C.: Hasâret) Ziyan, zarar.
HASAR Soğuk, berd.
HASARAT (Hasâret. C.) Ziyan ve zararlar. Hasaretler.
HASAR-DİDE f. Zarara uğramış, hasar görmüş.
HASARET Hasar. Alış-verişte zarar, ziyan. Yoldan sapmak. Sapıtmak. Dalâlete düşmek.
HASARET Cıvık ve sulu şeyin koyulaşıp katılaşması. * Dahâmet peyda etme, irileşme.
HASAS Başta saçın az olması.
HASASA (C.: Hasâs) Fakirlik. * Hali yaramaz olmak. * Küçük delik. * İki kişinin arasındaki açıklık.
HASASE(T) Tamahkârlık. Cimrilik. Alçaklık. Hasislik.
HASASET İhtiyaç. Yoksulluk. Züğürtlük. * Rahne. * Kalbur ve elek gibi şeylerdeki küçük delik, gedik.
HASÂT Küçük taş parçası. Çakıl. * Tıb: Sidik yolunda taş peyda olmak.
HASÂT-I BEVLİYYE Tıb: Sidik yollarında ve böbreklerde meydana gelen taş.
HASÂT-I MESANE Tıb: Sidik kesesinde meydana gelen taş.
HASB (Haseb) Birisinin sülâlesi cihetinden iftihar yolu ile saydığı iyilik. Mal, din, millet. Kerem, fiil ve amelde yüksek şeref, iyi iş, sâlih amel. Şeref, asalet, şan, kadr ve haysiyet. * Dolayı, cihetiyle, gereğince.
HASB-EL BEŞERİYYE İnsanlık hali olarak, insanlık dolayısıyla.
HASB-EL KADER (Bak: HASBEL KADER)
HASB-EL LÜZUM İcabettiği için.
HASB (C.: Havâsıb) Taş atmak. * Ufak taşları savuran rüzgâr.
HASBA Hafif tahkir yerinde kullanılan bir tabirdir. Halk dilinde "haspa" şeklinde kullanılır.
HASBA' (C.: Hasubâ) Ufak taş.
HASBE Kızamık hastalığı. Tane tane gövdede çıkan bir hastalıktır. (Hasta kişiye "mahsub" derler.)
HASBE Re'y. Tedbir. (Aslı: Ecir ve sevab mânasına gelen "hisbe" dir)
HASBEL HAMİYYE (Hasb-el hamiyye) Hamiyet icabı, hamiyet için.
HASBEL İCAB (Hasb-el icâb) Durum icabı olarak, hâl ve durum iktiza ettiği için, durum dolayısıyla.
HASBEL İKTİZA (Hasb-el iktizâ) İktiza ettiği için, gerektiğinden dolayı.
HASBEL KADER (Hasb-el kader) Kader cihetiyle.
HASBEL MEVSİM (Hasb-el mevsim) Mevsime göre.
HASBETEN LİLLAH Allah rızası için. Allah yoluna. Karşılık istemeksizin.
HASBÎ Karşılıksız. Allah rızası için. (Hakiki mürşid âlim, koyun olur; kuş olmaz. Hasbî verir ilmini. Koyun verir kuzusuna hazmolmuş musaffâ sütünü. Kuş veriyor ferhine lüâb-âlud kayyını. S.)
HASB-İ HAL Halleşme. Görüşüp konuşma.
HASBİYE âyetinin kısaca ismidir.
HASBÜNA Bize yeter. Bize kâfidir (meâlinde).
HASDA' Yaprağı çok olan ağaç.
HASEB (Bak: Hasb)
HASED Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak.(Hasedin çaresi: Hâsid adam, hased ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevi hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattır. Faidesi az; zahmeti çoktur. Eğer, uhrevi meziyetler ise; zâten onlarda hased olamaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa, ya kendisi riyakârdır; âhiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsudu riyakâr zanneder, haksızlık eder zulmeder.Hem ona gelen musibetlerden memnun ve ni'metlerden mahzun olup kader ve rahmet-i İlâhiyeye onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Adeta kaderi tenkid ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkid eden başını örse vurur kırar. Rahmete itiraz eden rahmetten mahrum kalır. M.)
HASEDE (Hâsid. C.) Kıskananlar, hased edenler, çekememezlik edenler.
HASEK Kin, adavet, hased. * Savaş âletlerinden, üç köşeli diken şeklinde bir silâh.
HASEKE (C.: Husek) Kin tutmak, adavet etmek. * Demir dikeni denilen üç köşeli diken. * Demirden yapılan üç köşeli "bıtırak" denilen harp âletleri.
HASEKİ Tar: Vaktiyle sarayda görevli bazı subaylara verilen isim.
HASELE Tıb: Karnın göbek ile kasık arasındaki kısmı.
HASEM Burnun yassı ve geniş olması.
HASEN Güzel. Hüsünlü. Güzellik. * Güzel olmak.
HASEN-ÜL HULK Huyu ve tabiatı güzel.
HASEN-ÜS SAVT Güzel sesli.
HASENAT Güzellikler. İyi ameller. İyilikler. (Hasenât da ya kalb ile olur veya kalb ve beden ile olur; veyahut mal ile olur. A'mâl-i kalbinin şemsi imândır. A'mal-i bedeniyenin fihristesi namazdır. A'mâl-i mâliyenin kutbu zekâttır. İ.İ.)
HASENE İyilik. Güzellik. Hayırlı amel. Allah rızasına çok uygun iş. * Eski altun paralardan biri.
HASER Gözün tam görmemesi, göz nurunun zayıf olması.
HASF Ay tutulması. * Işığı sönmek.
HASFOLMAK Parlaklığı gitmek.
HASF Ayakkabı dikmek. * Birbirine yapıştırmak. * Tasmalı nâlin. * Ağacın yaprağının dökülmesi.
HASHAS Zâhir olma, açık ve âşikâr olma, görünme.
HASHAS Koparılmış olmak.
HASHAS Cömert kimse.
HASHAS Toprak. * Ufak taş.
HASHAS Seri, çabuk, hızlı.
HASHASA Açık ve âşikâr olma. * Bir şeyi diğer bir şey içinde "iyice birleşmesi için" karıştırıp sallama.
HASHASE Anlaşılmayan ses. * Hınzır avazı.
HASHASE Ateş üzerinde eti pişirip kebap yapmak. * Bir şeyi döndürmek.
HASHASE Kandırmak. * Koparmak. * Çok fazla deprenmek.
HASIB Tipi. Ortalığı toza toprağa boğan şiddetli rüzgâr.
HASID Ekin biçen.
HASIF Zayıf.
HASIK Süngü demiri.
HÂSIL Peyda olan. Husule gelen. Çıkan, meydana gelen.
HÂSIL-I BİLMASDAR Hakiki müessirden hâsıl olan fiildir. Kendi sebeb ve şartlarından meydana gelen şey. Meselâ: Bir şeye vurmak, masdardır; o vurmaktan hâsıl olan ses çıkmak, hâsıl-ı bilmasdır'dır. Tüfek atarak bir adamı öldürmekte tüfek atmak fiili, masdar: adamın ölmesi ve tüfeğin sesi çıkması da hâsıl-ı bilmasdar'dır.
HÂSIL-I CEM' Mat: Toplam. Bir kaç sayının birlikte toplanmasından meydana gelen yekûn.
HÂSIL-I DARB Mat: Çarpım. Çarpmak işinin neticesi. 5 sayısı 2 sayısıyla çarpılırsa, çıkan 10 sayısı, hâsıl-ı darbdır.
HÂSILAT Gelirler. Kazançlar. Elde edilenler. Kâr. Mahsul. Îrad.
HÂSILAT-I SÂFİYE Sâfi kazanç. Net kâr. Bütün masraflar çıktıktan sonra kazanç olarak geri kalan hâsılat.
HÂSILAT-I SENEVİYYE Senelik kazançlar, yıllık gelirler.
HÂSILI KELÂM (Hâsıl-ı kelâm) Sözün kısacası, sözün kısası.
HASIM (Bak: Hasm)
HASIN(E) (C.: Hâsınât) İffetli, namuslu ve şerefli kadın.
HASIR (Hasr. dan) Muhâsara eden, etrafını çeviren, hasreden.
HASIRALTI ETMEK Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.
HASÎ (Has'. den) Herkes tarafından kovulan. Sürülüp tardedilen.
HASÎ Kuru.
HASİB Hesab eden, hesab edici.
HASÎB Cömert kimse. Hayır sahibi ve eli açık adam. * Bolluk yer, ucuzluk.
HASÎB Muhterem, itibarlı, değerli ve soyu temiz kimse. şahsi meziyet sâhibi insan. * Muhâsebeci.
HÂSİD Hased eden, kıskanan.
HÂSİDANE f. Kıskanarak, kıskançlıkla. Hased edercesine.
HASÎD (C.: Hasâyıd) Tarlada kalan ekin.
HÂSİF (Husuf. dan) Sararmış. Rengi, parlaklığı kalmamış. Husufa uğramış.
HASÎF (C.: Husef) Suyu hiç kesilmeyen su kuyusu. * Yağmuru çok olan bulut.
HASÎF Ak ile kara, alaca renkli urgan. * İki çeşit renkten meydana gelen.
HASÎF Aklı başında, kâmil ve olgun adam.
HASÎFANE Aklı başında ve olgun olan bir adama yakışacak suretde.
HASÎFE Gizlenen kin, hased ve düşmanlık.
HASÎL(E) Sığır buzağısı.
HASÎL Ot.
HASÎLE İyeği arasında olan et.
HASÎLE (C.: Hasâyil) Bakiyye, artan, geri kalan.
HASÎM Hasım olan, husumet eden, düşmanlık eden.
HÂSİM Kat'eden, hasmeden, kesip atan.
HASÎN Sağlam. Metin. Mustahkem. * Sağlam muhafaza eden.
HASÎN Küçük balta.
HASÎR Bir şey söyler veya okurken dili tutulan kimse. Kekeme insan. * Hasır.
HÂSİR Hasarete uğrayan. Zarara, ziyana uğrayan.
HASÎR Feri gitmiş, donuklaşmış göz. * Hasret çeken. Meramına nail olamayan. * Yorulmuş. * Açılmış. * Zayıf.
HASÎR Hüsranda olan. Sapıtan, dalâlete giden. Azgın. * Eli boş. Müdafaasız. Çaresiz.
HÂSİREN Ziyana uğrayarak, zarar gördüğü halde.
HÂSİRÎN (Hâsir. C.) Zarar görmüş olanlar, ziyana uğramış kimseler.
HÂSİRUN Zarar ve ziyana uğrayanlar. Eli boş kalanlar.
HASİS Çabuk. Çok aceleci. * Ayartılan, tergib ve teşvik edilen.
HASİS Gizli ses. Ateş gürültüsü. * Fitil.
HASİS(E) (Hisset. den) Kötü huy, fena tabiat. * Ufak, değersiz. * Tamahkâr, cimri.
Dostları ilə paylaş: |