Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə98/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   94   95   96   97   98   99   100   101   ...   181

KUB f. "Vuran, vurucu, döven" mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: (Leked-kub: Tekme vuran)

KUBA' Hınzır avazı. * Büyük ölçek.

KUBAA Serçe gibi küçük bir alaca kuşun adı. * Avcıların giydiği hırka.

KUBAKIB Acele eden kimse, aceleci.* Bir yıldan sonra olan yıl.

KUBALE Mukabele. * Kapı önü.

KUBAN (Kub. C.) f. Vurucular, dövücüler. * Vurarak, döverek mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.

KUBB Kürk.

KUBBE Yarım küre şeklinde yapılan bina damı.

KUBBE-İ ÂLİYE Yüksek kubbe.

KUBBE-İ HADRÂ Yeşil kubbe.

KUBBE-İ KANEK Ağzın tavanı. Damak.

KUBBE-İ MİNA Gökyüzü. Gök kubbesi.

KUBBE-İ ULYÂ Sema, gökyüzü.

KUBBE-İ ZERRİN Güneş, şems.

KUBBET-ÜL İSLÂM İslâmın kubbesi. * Belh şehrinin başka bir adı.

KUBBE ALTI Tar: Topkapı Sarayı'nda başta sadrazam olmak üzere devlet adamlarının ve vezirlerin toplanıp devlet işlerini görüştükleri yer.

KUBBE-NİŞİN f. İstanbulda Topkapı Sarayı'nda Kubbealtı denen yerde toplanan kabine üyeleri denebilecek toplantıya katılan vezirlerin herbiri.

KUBBERE (C: Kubber-Kabbere) Turgay dedikleri küçük kuş. * Bacaksız, kısa boylu kimse.

KUBBİTÎ Beyaz helva satan kimse.

KUBEB (Kubbe. C.) Kubbeler, kemerler. Tepesi yuvarlak, yarım küre şeklinde yapılan binâ damları.

KU'BERE Bileği meydana getiren iki kemiğin küçüğü.

KUBH Günah ve çirkin hareket. Kabahat. Suç. * Fık: Aklen ve şer'an müstehcen olup dünyada zemme, âhirette azaba ve itaba mahal olan şey.

KUBHİYYAT (Kubh. C.) Çirkin hareketler ve işler. Günah ve çirkin şeyler.

KUBKUBA Acele etmek.

KUBLE Öpme.

KUBTİYYE (KIBTIYYE) (C: Kubâti) Mısırda yapılır parlak ince keten bezi.

KUBU' Kirpinin büzülüp başını derisine çekmesi. * Bir kimsenin başını yakasına çekmesi.

KUBUB Kuruluk.

KUBUL Erlerin ve kadınların önü. * Evvel, önce, ilk.

KUBUN Gitmek.

KUBUR (Kabr. C.) Kabirler, mezarlar, türbeler.

KUBUS Sür'atle yürüdüğünden yere tırnağının ucundan başka yeri değmeyen at.

KUBZA (KABZA) (C: Kubzât) Bir tutam nesne.

KUÇE f. Dar sokak, küçük sokak. * Pazar, çarşı.

KUDAHİS Bahâdır, kahraman, şucâ.

KUDAM f. Hangisi? Hangileri? (mânasına sorudur)

KUDAR Büyük yılan. * Aşçı, tabbah. Deve boğazlayıcı, deve kasabı.

KUDAS Gümüş boncuk.

KUDAT (Kadı. C.) Kadılar. Şeriat kanunlarıyla hâkimlik edenler.

KUDDAM Ön taraf. İleri taraf.

KUDDAMÎ Ön.

KUDDİSE "Mübarek, kudsi ve mukaddes olsun." anlamına gelen bir kelimedir.

KUDDİSE SIRRUHU "Sırrı ve hakikatı muazzez ve müşerref olsun" meâlinde bir hürmet ifadesidir.(S- Sahabe-i Kiram Hazeratına Radıyallahu Anh denildiğine binaen, başkalara da bu mânada söylemek muvafık mıdır?Elcevap: Evet, denilir. Çünkü Resul-i Ekrem'in bir şiarı olan Aleyhissalâtü Vesselâm kelâmı gibi Radıyallahu Anh terkibi, sahabeye mahsus bir şiar değil, belki sahabe gibi Veraset-i Nübüvvet denilen Velâyet-i Kübrada bulunan ve makam-ı rızaya yetişen Eimme-i Erbaa, Şâh-ı Geylâni, İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali gibi zatlara denilmeli. Fakat örf-ü ulemada Sahabeye, Radıyallahu Anh; Tâbiin ve Tebe-i Tâbiine, Rahimehullah; onlardan sonrakilere, Gaferehullah; ve Evliyaya, Kuddise Sırruhu denilir. M.)

KUDDUS Kusur ve noksanlıklardan müberrâ olan, en mukaddes. Hiç eksiği olmayan, pâk, temiz. Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarındandır. * Mübarekliğin hadsiz derecesini ifâde eder. "En mukaddes" gibi.

KUDDUSÎ Cenab-ı Hakk'ın Kuddus sıfatına dair ve müteallik. Kusursuz olan Cenab-ı Hakk'a ait. * Kudsi ve temiz olana ait ve ona müteallik.

KUDEGÎ f. Çocukluk.

KUDEK (C.: Kudegân) f. Çocuk, sabi.

KUDEK-MENİŞ f. Çocuk tabiatlı. Çocuk mizaclı.

KUDEMA (Kadim. C.) Kadimler. Eski büyükler. Eski adamlar. İleri gelen büyükler. Eski zamanda gelmiş olanlar.

KUDEYH Küçük kadeh, kadehcik.

KUDMUS Kadim nesne, eski.

KUDRET Güç. Takat. * Her yeri kaplayan kudretullah. * Varlık. Ehliyet. Becerebilme. * Zenginlik. * Kabiliyet. * İlm-i kelâmda: Allah Teâlâ'ya mahsus ezelî ve ebedî ve bütün kâinatta tasarruf eden sıfattır.(Arkadaş bir kelime-i vâhidenin işitilmesinde; bir adam, bin adam birdir. Yaratılış hususunda da Kudret-i Ezeliyeye nisbeten bir şey, bin şey birdir. Nev ile fert arasında fark yoktur. M.N.)

KUDRET-İ İLÂHİYE Allah'ın kudreti.(Cenab-ı Hakk'ın kudret, ilim, iradesi; şemsin ziyâsı gibi bütün mevcudata âmm ve şâmil olup, hiçbir şeyle müvazene edilemez; Arş-ı Azama taalluk ettikleri gibi, zerrelere de taalluk ederler. Cenab-ı Hak, şems ve kameri halkettiği gibi, sineğin gözünü de O halketmiştir. Cenab-ı Hak; kâinatta vaz'ettiği yüksek mizan gibi, hurdebinî hayvanların bağırsaklarında da pek ince ve lâtif bir nizam vaz'etmiştir. Semadaki ecramı birbiriyle rabteden câzibe-i umumî kanunu gibi, cevahir-i ferdi de, yani zerratı da o kanunun bir misliyle nazmetmiştir. Sanki bu zerrat âlemi, o semavî âleme küçük bir misaldir. Hülâsa, aczin müdahalesi ile, kudret mertebeleri ayrılır. Aczi mümteni' olan kudretçe; büyük, küçük birdir.Kudret-i Ezeliye, en evvel eşyanın melekût, yani içyüzüne taalluk eder. bu yüz ise, alelumum güzel ve şeffaftır. Evet, şems ve kamerin yüzleri parlak olduğu gibi, gecenin ve bulutların da iç yüzleri ziyadardır. İ.İ.)

KUDRET-İ KÜLLİYE Cenab-ı Hakk'ın küllî ve mutlak olan kudreti.

KUDRETYÂB f. Gücü yetebilen, yapabilen, kuvvet ve kudreti olan.

KUDS Mübareklik. Kudsilik. Nezafet. Pâk olmak. Noksanlardan uzak olmak.

KUDSÎ (Kuds. dan) Mukaddes, kutsal, muazzez.

KUDSİYAN Kudsiler. * Melekler. Melâike taifesi.

KUDSİYET Kudsilik, mukaddeslik, azizlik. * Temizlik, paklık.

KUDSÜMAN Erkek örümcek.

KUDUM Uzak ve uzun bir yoldan gelmek. * Ayak basmak. * İleri geçmek. İlerilik.

KUDUMİYYE Uzak yoldan gelen bir büyük zâta, oranın halkı tarafından takdim edilen hediye. * Edb: Böyle bir vaziyetten dolayı yazılan kaside.

KUDUR (Kıdr. C.) Çömlekler, tencereler. Yemek pişirilen kaplar.

KUDURÎ (Hi: 362 - 428) Bağdadlıdır. Ahmed İbn-i Muhammed Bağdâdi diye de anılır. Hanefi fıkıh âlimlerindendir. Bu zatın, fıkha dâir meşhur kitabının ismi de Kudurî'dir.

KUDVE Halkın uyup tâbi oldukları kimse.

KUF f. Baykuş denen bir kuş cinsi.

KUFAHİR (KUFÂHİRÎ) Büyük ve iri cüsseli kimse.

KUFAÎ Burnu sıcaktan kavlar kızıl kimse.

KUFAN Zahmet, meşakkat. * Kufe dedikleri beldenin adı.

KUFAR (Kafr. C.) Issız ve susuz yerler. Çöller, sahralar.

KÛFE f. Küfe. Dayanıklı ve kaba büyükçe sepet.

KÛFE Kızıl kum. * Kızıl kumlu bir yerin adı ki o sebebten "Kûfe" diye isim verilmiştir.

KUFF Yüksek yer.

KUFFAZ Kadınların ellerine ve ayaklarına taktıkları bir süs eşyası. * Eldiven.

KUFFE (C: Kıfâf) Pamuk sepeti. * İçine kumaş konan nesne. * Yüksek yer. * Kurumuş. * Çürük ağaç.

KUFÎ Kûfe şehrine mensub. Bu şehirle alâkalı.

KUFL (C.: Akfâl) Kilit, sürgü.

KÛFTE f. Kıyılıp ezilmiş veya dövülmüş et, köfte.

KUFTEHAR f. Köfte yiyen. * Geveze, çenesi düşük. * Şarlatan. Kendini beğenmiş. * Çapkın.

KUFUF Kişinin korkudan tüyü ürperip kalkmak.

KUFUL (Kufl. C.) Kilitler. * Seferden veya yolculuktan dönme.

KÛH f. Dağ.

KÛH-U KAF Efsânelerde geçen Kafdağı.

KÛH-U TUR Tur dağı, Sina dağı.

KUHAB At ve deve öksürüğü.

KUHAMUN f. Tepesi düz olan dağ.

KUHAN f. Kambur. * Eyer, at eyeri. * Sığır veya deve hörgücü.

KUHARİYE Yaşlı kadın. * Yaşlı hayvan.

KUHAZ Koyunlara ârız olan bir hastalık.

KUHBEDEN f. Dağ gibi iri vücutlu kimse. İri yarı kişi.

KUHCİĞER f. Dağ yürekli, kahraman, bahâdır, yiğit.

KUHE f. Dağ. * Hücum, saldırma. * Dağ tepesi gibi kubbeli ve sivri olan şey. * Deve hörgücü. * At eyeri.

KUHH Halis, saf, katıksız.

KUHÎ f. Dağa mensub. * Dağla alâkalı. * Dağlı.

KUHİSTAN f. Dağlık bölge, dağlık yer.

KUHKEN f. Dağ kazan, dağ deviren.

KUHKUB f. Dağ vurucu. Dağı yerinden oynatan. * Kuvvetli at veya katır. * Kale veya sur döven top.

KUHL Göz ilâcı. * Göze çekilen sürme.

KUHLÎ Sürme gibi siyah olan.

KUHME Düşünmeden bir işe girişme. * Şiddet. * Kıtlık senesi. * Zor iş.

KUHNÜMUN f. Heybetli, azametli. Dağ gibi görünen.

KUHPARE f. Kuvvetli at. * Dağ parçası.

KUHPAYE f. Dağlık arazi.

KUHPÜŞT f. Kanbur.

KUHSAR f. Dağ tepesi. * Dağlık yer.

KUHUT Kıtlıktan sıkıntı ve eziyet çekme.

KUKNAS Hindistan'da olan bir cins beyaz kuş.

KU'KU' Alaca renkli, uzun gagalı bir büyük kuş.

KUL De, söyle, bildir (meâlinde emirdir)("Kul" kelimesi Kur'anın çok yerlerinde mezkûr veya mukadderdir. "Kul" emri risalet ve nübüvvete işarettir. İ.İ.)Türkçede "Kul", emir dinleyen hizmetkâr, Allah'ın mahlûku, Allah'a itaat ve ibadet eden veya köle mânasındadır.

KUL'A(T) (C: Kulu') Ödünç mal. Yurt edinmeye müsait olmayan yer.

KULA' Ağız ağrısı.

KULAA Suyu emip yarılmış ve yerden koparılmış balçık. * Büyük taş.

KULAB f. Büyük dalga. * Göl, büyük havuz.

KULAB Bir çeşit deve hastalığı.

KULAFE Kılıf, kın, kabuk. Zarf.

KULAKIL İhlâs ve Muavvezeteyn sureleri.

KULAL Az, kalil.

KULAME Tırnak kesintisi. Kesinti.

KULAMETEYN İki tırnak kesintisi. Parantez. ( )

KULB Bilezik. * Bir yılan cinsi.

KULE (C: Kulul-Kılâl) Çocukların oynadıkları bir oyun.

KULEL (Kulle. C.) Kuleler. * Dağ tepeleri.

KULEL-İ SEB'A İstanbul'daki yedi tepe.

KULFE Zeker ucundaki sünnet edilecek deri.

KULİS FAALİYETİ Toplantı yapılan yerlerde, toplantı haricinde çeşitli grupların yaptığı gizli çalışma.

KULKALAN Bir nevi ot.

KULKUL Şen, çevik, atik. * Bir şeyin deprenmesiyle çıkan ses. * Büyük, derin deniz. * Hızlı giden at.

KULKULANİ Üveyik kuşuna benzer bir kuş.

KULLAB (C.: Kalalib) Çengel, kanca. Ucu eğri nesne.

KULLAM Çöğene benzer bir otun adı.

KULLE (C.: Kulel) Doruk, dağ tepesi, zirve. * Kule. * Bazı harp gemilerinin güvertelerinde bulunan ve makine ile hareket eden ağır top.

KULMUH Bir ot.

KULUB (Kalb. C.) Kalbler, gönüller.

KULUCE Ekin ekmek için yeri ıslah etmek.

KULUNÇ Tıb: Şiddetli bağırsak ağrısı. Omuzlarda ve vücutta bir ağrı.

KULZÜM Deniz, bahr. * Kızıldeniz.

KUMAME (C: Kumâm) Cemaat, topluluk. * Süprüntü.

KUMANYA ing. Bir gemi içinde bulunan kimselerin beslenmeleri için gemiye doldurulan erzak. Gemi zahiresi. * Eskiden piyade kayığının arka kısmındaki dolapçık. * Gemi kileri. Geminin erzak koymağa mahsus yeri.

KUM (KUMİ) (Kavm. den) Kalk (mânasına emir).

KUMAR Para vs. karşılığında oynanılan oyun. Meşru bir ihtiyacın karşılanması için bir çalışma sonucu olmadan piyango ve şans oyunları gibi haram yollarla kazanç elde etmektir. Dinimizde böyle oyunların her türlüsü haramdır. Bir müslüman kendi menfaatini isteyip zararını istemediği gibi; diğer bir müslümanın da çıkarını gözetip kötülüğünü isteyemez. Halbuki kumara katılan herkes, karşı tarafın zarariyle kendi çıkarlarını düşünmektedir.Eğer böyle bir menfaat ve zarar oyunda konulmamışsa ve dince yasaklanan maksadlar da yoksa, yine de her insan için en kıymetli mal olan zamanını boş yere harcamak olur ki bu da zarardır.Maksatsız, fikirsiz ve dünyaya ne için geldiğini bilmeyen basit bir insan böyle yollara düşer ve gittikçe perişan olur. Halbuki insan, sonsuz ve yüksek gâye sahibi, yüksek şahsiyetli ve nizamlı bir hayat yaşamalıdır. (Bak: Meysir)

KUMARBAZ Kumar oynayan. Kumarcı.

KUMAR-HANE f. Devamlı olarak kumar oynanan yer.

KUME Bir yere toplanmış olan şeyler. * Yüksek, yüce yer.

KUMİSTAN f. Kumluk çöl veya arâzi.

KUMKUMA (C: Kamâkım) İçine mürekkep, zemzem gibi şeyler konulan yuvarlak testi. * Bakır şişe, bakır ibrik.

KUMME Arslanın, ağzı ile aldığı şey.

KUMMEHAN Za'ferân. * Şarap köpüğü.

KUMMELE (C: Kummel) Kene cinsinden bir böcek.

KUMPANYA Fr. şirket. * Mc: Cemaat, zümre.

KUMRÎ (C: Kamâri) Kumru. Dişisine "kumriye", erkeğine "sakhar" derler.

KUMUDD Sağlamak, sert, katı. * Uzun, tavil.

KUMUS Suya batıp kaybolmak.

KUMZE Toplanmış hurma.

KÛN Kuyruk sokumu bölgesi. Arka, mak'ad, kıç.

KUNABE Toplu yapraklar (Buğdayın başı onun içinde olur.)

KUNAH Çomak.

KUNAİS (C: Kanâıs) Büyük cüsseli, iri vücutlu kişi.

KUNAN Koltuk kokusu. * Gömlek yeni.

KUNBUA (C: Kanâbi) Kestikten sonra yine içinde kalan nesne (Ot kökü gibi)

KUNBUL(E) (C.: Kanâbil) Kalın vücudlu kimse. Sinirli ve hiddetli olan. * 30 ilâ 40 yaş arasındaki kimse. * At. * Bomba.

KUNBURA (C: Kanâbir) Çökük kuşu.

KUNBUZA (C: Kunbuzât) Kısa boylu kadın. (Müz: Kunbuz)

KUNDAK Küçük çocukları sıkı bağlamaya yarıyan bezler takımı. * Yangın çıkarmak için bir yere sokulan, tutuşturulmuş yağlı bez çıkısı.

KUNDAK SOKMAK Mc: Ara bozacak bir söz söylemek veya böyle bir harekette bulunmak. * Yangın çıkarmak.

KUNEFHAR Büyük cüsseli, iri vücutlu.

KUNFUZ(E) (C: Kanâfiz) Kirpi. * Fare. * Devenin, kulakları ardında terleyen ve teri akan yerleri. * Otları dolaşık yer.

KUNN Gömlek yeni.

KUNNE(T) (C.: Kanan-Kunen-Kınan) Dağ başı.

KUNNEB Kendir. Kenevir.

KUNNEBİT (C.: Kannâbit) Lahana cinsinden bir bitki.

KUNTA Karalık.

KUNU' Kanaat etme, kâfi bulma. * Suâl ve tezellül.

KUNUT Yatsı veya sabah namazlarında ayakta okunan duâ. İbadet. Duâ. Taat. Şükür eylemek. * Namazda dünya kelâmından imsak eylemek, yani kendini tutup konuşmamak.(Kunut, birşeye o suretle devam ve mülâzemet edip durmaktır ki, taat, huşu, sükut, kıyam mânalarını tazammun eder ve lisanımızda, divan durmak tâbir edilir. Bunun için kunut taattir, kunut tul-i kıyamdır, kunut sükuttur, kunut huşu ve hafd-ı cenah ve sükun-ı etraftır diye çeşitli nokta-i nazardan târif edilmiştir. Bir hadis-i şerifte "Efdal-üs salâti tul-ül kunut" buyurulmuştur ki, kıyam demektir. Binaenaleyh namazda kıyam ve kıraeti, duayı veya huşu ve sükutu uzatmağa da kunut denilir. E.T.)

KUNUT Ümidsizlik. Ye'se kapılma.

KUNV (C: Kınân-Kınyân-Aknâ) Üzerinde hurması olan hurma salkımının çöpü.

KUNYAN (KINYÂN) Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal.

KUNYE (KINYE) Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal.

KUNZUA (C: Kanâzı') Çakıl taşı. * Tıraş edilmiş başın üstünde bırakılan bir tutam saç.

KÛPAL f. Gürz. Demir topuz.

KÛR (C.: Kûrân) f. Kör, âmâ.

KUR'A Talih denemek maksadı ile çekilen kapalı pusla veya fal açma.

KURA (Karye. C.) Karyeler, köyler, kasabalar.

KURÂ-YI MÜTECÂVİRE Komşu köyler.

KURA' İbâdet eden.

KURAA Kalem kesintisi. Kalem yongası.

KURAB (Kurbet. C.) Yakınlar, akrabalar.

KÛRABE f. Kubbeli mezar, türbe.

KURAD (C: Kırdân-Ekride) Kene adı verilen böcek.

KURAKIR Güzel sesli kimse.

KUR'AN Allah (C.C.) tarafından Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtası ile (yâni vahiyle) gönderilen ve beşeriyetin bütün saadet düsturlarını hâvi en mukaddes ve en son kitâb-ı semâvidir. Din ve dünyanın nizâmını en iyi şekilde bildirir, kâinatın neden ve niçin yaratıldığını ve hikmetlerini beyan eder. Başıboşluk ve serserilikten kurtarıp ibâdet ve taata, emniyet ve nizâma ve saadete sevkeder ve insanın ebedi selametine vesile olur. * Lugat mânasına göre Kur'ân: Tilâvet, okumak, cem' ve zammolunmuş, okunmuş mânâlarına gelir. Fürkan, Zikir, Hüdâ, Hitab, Kitab, Mushaf, Nur, Necm, Hüdâ, Mev'iza, Aziz, Besâir, Bürhan...gibi elli beş kadar isimle de anılır. (Bak: Kelâmullah)



KUR'AN-I HAKÎM Hakim olan Kur'an-ı Kerim. Hakim: Hikmetli, hikmet sâhibi, yahut çok hâkim ve muhkem mânalarına gelir.

KUR'AN-I MU'CİZ-ÜL BEYAN Beyan ve ifadesi mu'cize olan Kur'an.(Kur'an: Şu kitâb-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.. ve âyât-ı tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedisi.. ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri... ve zeminde ve gökde gizli Esmâ-i İlâhiyenin mânevi hazinelerinin keşşâfı.. ve sutur-u hâdisatın altında muzmer hakaikın miftahı.. ve âlem-i şehâdette âlem-i gaybın lisanı... S.)(-Kur'an-ı Kerim-, bütün mebâhis-i esasiyeyi ve mühimmeyi öyle bir tarzda beyan eder ki, o beyan, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden ve dünyâyı ve âhireti iki oda gibi açıp kapayan; ve zemin bir bahçe; ve semâ, misbahlariyle süslendirilmiş bir dam gibi tasarruf eden; ve mâzi ve müstakbel, bir gece ve gündüz gibi nazarına karşı hazır iki sahife hükmünde temaşa eden; ve ezel ve ebed, dün ve bugün gibi silsile-i şuunatın iki tarafı birleşmiş, ittisal peyda etmiş bir surette, bir zaman-ı hâzır gibi onlara bakan bir Zât-ı Zülcelâle yakışır bir tarz-ı beyandır.Nasıl bir usta, bina ettiği ve idare ettiği iki haneden bahseder, proğramını ve işlerinin liste ve fihristesini yapar; Kur'an dahi, şu kâinatı yapan ve idâre eden ve işlerinin listesini ve fihristesini tabir câiz ise, proğramını yazan, gösteren bir Zâtın beyanına yakışır bir tarzdadır. Hiç bir cihetle eser-i tasannu ve tekellüf görünmüyor. Hiç bir şâibe-i taklid veyâ başkasının hesâbına ve onun yerinde kendini farzedip konuşmuş gibi bir hud'anın emaresi olmadığı gibi, bütün ciddiyetiyle, bütün safvetiyle, bütün hulusiyle sâfi, berrak, parlak beyânı, nasıl gündüzün ziyâsı, "Güneşten geldim" der. Kur'ân dahi," Ben Hâlık-ı Âlem'in beyanıyım ve kelâmıyım" der. Evet şu dünyâyı antika san'atlarla süslendiren ve lezzetli nimetlerle dolduran ve san'atperverâne ve nimetperverane şu derece san'atının acibeleriyle şu derece kıymettar nimetlerini dünyanın yüzüne serpen, sıravâri tanzim eden ve zeminin yüzünde seren, güzelce dizen bir Sâni', bir Mün'imden başka şu velvele-i takdir ve istihsanla ve zemzeme-i hamd ve şükranla dünyâyı dolduran ve zemini bir zikirhâne, bir mescid, bir temaşagâh-ı san'at-ı İlâhiyeye çeviren Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan kime yakışır ve kimin kelâmı olabilir? Ondan başka kim ona sâhib çıkabilir? Ondan başka kimin sözü olabilir? Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur'an, Şems-i Ezelî'den başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin? Onun taklidini yapsın?Elhak, bu dünyayı san'atlarıyla zinetlendiren bir san'atkârın, san'atını istihsan eden insanla konuşmaması muhaldır. Mâdem ki, yapar ve bilir, elbette konuşur. Mâdem konuşur, elbette konuşmasına yakışan Kur'andır. Bir çiçeğin tanziminden lâkayd kalmayan bir Mâlik-ül Mülk, bütün mülkünü velveleye veren bir kelâma karşı nasıl lâkayd kalır? Hiç başkasına mal edip hiçe indirir mi? S.)(Kur'an-ı Hakim yirmi üç sene mütemadiyen damarlara dokunduracak ve inadı tahrik edecek bir tarzda meydan okudu ve der idi ki: "Şu Kur'anın Muhammed-ül Emin gibi bir ümmiden nazirini yapınız ve gösteriniz. Haydi bunu yapamıyorsunuz, o zât ümmi olmasın, gayet âlim ve kâtip olsun. Haydi bunu da getiremiyorsunuz; bir tek zât olmasın, bütün âlimleriniz, beliğleriniz toplansın, birbirine yardım etsin, hattâ güvendiğiniz âliheleriniz size yardım etsin. Haydi bununla da yapamıyacaksınız, eskiden yazılmış beliğ eserlerden de istifade edip, hattâ gelecekleri de yardıma çağırıp, Kur'anın nazirini gösteriniz, yapınız. Haydi bunu da yapamıyorsunuz; Kur'anın mecmuuna olmasın da, yalnız on Suresinin nazirini getiriniz. Haydi on Suresine mukabil hakiki doğru olarak bir nazire getiremiyorsunuz; haydi hikâyelerden asılsız kıssalardan terkib ediniz. Yalnız nazmına ve belâgatına nazire olsun getiriniz. Haydi bunu da yapamıyorsunuz, bir tek suresinin nazirini getiriniz. Haydi Sure uzun olmasın, kısa bir Sure olsun, nazirini getiriniz. Yoksa, din, can, mal, iyalleriniz; dünyada da âhirette de tehlikeye düşecektir..." M.)(Amerikalı Filozof Karlayl (Carlyle) şöyle diyor: Kur'anı bir kerre dikkatle okursanız, O'nun hususiyetlerini izhara başladığını görürsünüz. Kur'anın güzelliği diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden kabil-i temyizdir. Kur'anın başlıca hususiyyetlerinden biri, (O'nun asliyyetidir. Benim fikir ve kanaatıma göre Kur'an serâpa samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) cihana tebliğ ettiği dâvet, hak ve hakikattır. İ.İ.)

KÛRÂN (Kur. C.) f. Körler. âmâlar.

KÛRÂNE f. Körcesine.

KURARE Çömlek içindeki yemek piştikten sonra yanmasın diye içine konulan su.

KURAT Fitil ucundan yanmış yer.

KURAZ (KARİZA) Isırgan otu.

KURAZE Altun ve gümüş kırıntısı. * Kumaş parçaları.

KURB Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak. (Zamanda, mekânda, nisbette, hatvede ve kuvvette kullanılır.) * Tıb: Böğür. Karnın yumuşaklığına kadar olan yer.

KURB-İ DERECE Ölen bir kimseye yakınlık derecesi.

KURB-İ HÜDÂ Allah'a manevî yakınlık.

KURB-İ MESÂFE Yer, mekân yakınlığı.

KURBAN Allah'ın rızasını kazanmağa sebep olan şey. * Etleri, fakirlere parasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib veya sünnet olarak kesilen koyun, keçi, deve, sığır.. gibi hayvan. * Bir maksad uğrunda feda olma. * Beylerin ve meliklerin yakınlarından olan kimse.

KURBET Yakınlık. * Fık: Allah'a manevî yakınlığa sebeb olan amel-i sâlih.

KURBİYYET Yakınlık kazanmak. Yakınlık. Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmak. (Bak: Akrebiyyet)(Sahabelerin kurbiyet-i İlâhiyye noktasındaki makamlarına velâyet ayağıyla yetişilmez. Çünki: Cenâb-ı Hak bize akrebdir ve herşeyden daha ziyade yakındır. Biz ise, ondan nihayetsiz uzağız. O'nun kurbiyetini kazanmak iki surette olur.Birisi: Akrebiyetin inkişafiyledir ki, nübüvvetteki kurbiyet ona bakar ve nübüvvet veraseti ve sohbeti cihetiyle sahabeler o sırra mazhardırlar.İkinci Suret: Bu'diyetimiz noktasında kat-ı meratib edip bir derece kurbiyete müşerref olmaktır ki, ekser seyr-i sülûk-u velâyet ona göre ve seyr-i enfüsî ve seyr-i âfâkî bu suretle cereyan ediyor. İşte, birinci suret sırf vehbîdir, kesbî değil, incizabdır, cezb-i Rahmânidir ve mahbubiyettir. Yol kısadır, fakat çok metin ve çok yüksektir ve çok hâlistir ve gölgesizdir. Diğeri kesbîdir, uzundur, gölgelidir. Acaib hârikaları çok ise de, kıymetçe, kurbiyyetçe evvelkisine yetişemez. Meselâ: Nasıl ki dünkü güne bugün yetişmek için iki yol var. Birincisi: Zamanın cereyanına tâbi olmıyarak, bir kuvvet-i kudsiye ile, fevkaz-zaman çıkıp, dünü bugün gibi hazır görmektir. İkincisi: Bir sene kat'-ı mesafe edip, dönüp dolaşıp, düne gelmektir; fakat, yine dünü elde tutamıyor; onu bırakıp gidiyor. Öyle de, zâhirden hakikata geçmek iki suretledir. Biri: Doğrudan doğruya hakikatın incizabına kapılıp, tarikat berzahına girmeden, hakikatı, ayn-ı zâhir içinde bulmaktır. İkincisi: Çok merâtibden seyr-i süluk suretiyle geçmektir. Ehl-i velâyet, çendan fena-i nefse muvaffak olurlar, nefs-i emmareyi öldürürler. Yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünki, sahabelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden; nefsin mahiyetindeki cihazat-ı kesire ile, ubudiyetin envâına ve şükür ve hamdin aksamına daha ziyade mazhardırlar. Fena-i nefisten sonra, ubudiyet-i evliya besatet peyda eder. S.)

KÛR-BOĞAZ f. Obur, körboğaz.

KURBUK Mevzi ismi. * Yardım. * Dükkân.

KURDAH Maymun.

KÛRDİL f. Câhil. Gönlü kör.

KURDUH Maymun. * Küçük karınca.

KÛRE f. Demirci ocağı. Kuyumcu ocağı. * Küre.

KURENA Bir padişâhın yakınında bulunan ve onun sohbetine iştirak edenler. Yakınlar. Arkadaşlar.

KURENG f. Al at.

KUREVÎ (Kurâ. dan) Köylü. Köye âit, köye dâir.

KUREYŞ Kökü Hz. İbrahim'e (A.S.) dayanan, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in de (A.S.M.) mensub olduğu Arab kabilesi.

KUREYŞ SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 106. Suresidir. Liilâfi Suresi de denir. Mekkîdir.

KUREYŞÎ Kureyş kabilesinden olan. Kureyş'e mensub.

KUREYZA Medine-i Münevvere yakınında Yahudi taifesinden bir kavim.

KURFUSA (KARFESA) Mak'adı üstüne oturup dizlerini karnına yapıştırıp iki kolunu baldırları üstüne kavuşturmak.

KURHA (C: Kuruh) Silâh yarası. * Çıban.

KURHANE (C: Kurhân) Bir cins mantar.

KÛRÎ f. Körlük, âmâlık.

KURKUBE Et, lahm.

KURKUL Çekirge.

KURKUR Büyük gemi.

KURKUS Geniş, bol, vâsi.

KURMAY Ordunun muharebeye hazırlanmasında ve savaş sırasındaki sevk ve idaresi için hususi tarzda yetiştirilmiş subay. * Mc: Becerikli.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   94   95   96   97   98   99   100   101   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin