Peşaver geceleri


Ömer’in; “Nübüvvet ve Saltanat Bir Ailede



Yüklə 3,04 Mb.
səhifə87/185
tarix27.05.2018
ölçüsü3,04 Mb.
#51853
1   ...   83   84   85   86   87   88   89   90   ...   185

Ömer’in; “Nübüvvet ve Saltanat Bir Ailede

Toplanmaz” Sözüne Reddiye


Sizin, Ömer’in sözüne dayanarak; “Nübüvvet ve saltanat bir ailede toplanmaz” şeklindeki sözünüze gelince; bu söz “Nisa” suresinin 54. ayetiyle reddedilmiştir. Ayet şudur:

Yoksa onlar, Allah’ın kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu biz, İbrahim ailesine kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk (saltanat) de verdik.”

Bu ayetin hükmüne göre sizin deliliniz geçersizdir. Kesinlikle bu hadis zayıf, hatta uydurulan hadislerden olup halife Ömer’e istinat edilmiştir. Zira Resulullah (s.a.a) asla Kur’ân’a aykırı bir söz buyurmaz. Böylece bu ayet nübüvvet ve saltanatın bir yerde olabileceğine en açık bir delildir. Nitekim Âl-i İbrahim ve başkalarında bu iki özellik bir araya toplanmıştır.

Buna ilave olarak, hilafet makamı, nübüvvetin bir parçası hatta o makamın devamıdır. Sizin kastettiğiniz manada, bir arada toplanacak olan sultanlık ve padişahlık değildir.

Eğer Hz. Musa’nın kardeşi Hz. Harun, Musa (a.s)’ın hilafet makamından uzak idiyse, Hz. Ali (a.s) da Hatem’ul- Enbiyan (s.a.a)’in hilafet makamından uzak olmalıdır. Kur’ân’ın hükmü gereğince, nübüvvet ve hilafet Hz. Musa ve Harun (a.s)’da bir arada olduğuna göre, geçen gecelerde arz ettiğim “Menzilet” hadisi gereğince, Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Ali (a.s)’da da bir araya toplanmıştır. Sizin bu hadisiniz, kesinlikle Emevilerin uydurdukları sahte ve asılsız sözlerdir; hiçbir açıdan kabul edilemez.

Eğer nübüvvet ve hilafet (halife Ömer’e göre saltanat) bir arada toplanmıyorsa, o zaman neden halife Ömer, şura meclisinde Hz. Ali (a.s)’ı hilafet için aday gösterdi? Sizin kendiniz de O Hazreti dördüncü mertebede halife olarak kabul ediyorsunuz.



Acaba aralıksız hilafet, (uydurulmuş bir hadisle) nübüvvet ile bir arada olamıyorsa, aralıklı hilafet ile bir arada olabilir mi?!

Göz açık, kulak açık, bu körlük!

Allah’ın göz kapatmasına şaşırıyorum!

Üstelik, Resulullah (s.a.a) açıkça; “Ali’nin gittiği yoldan gidin; başkalarının yolundan değil” diye buyurmaktadır.

Siz diyorsunuz ki; “nübüvvet ve saltanat bir ailede toplanmaz” halbuki Resulullah (s.a.a), önceki gecelerde, senetleriyle huzurlarınıza arz ettiğim her iki fırkanın kabul ettiği Sekaleyn hadisi gereğince, Ehl-i Beytine itaat edilmesini ümmete farz kılmış, onlara muhalefet etmeyi ise apaçık sapıklık olarak beyan etmiştir. Hazret defalarca şöyle buyurmuşlardır:

Sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Allah’ın kitabıyla itretim olan Ehl-i Beytimi; bunlara sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz.”

Nasıl ki Hz. Nuh’un zamanındaki tufan olayında onun emriyle gemiye binenler kurtuldu ve binmeyenler de -hatta kendi sulbünden olan oğlu bile- helak oldularsa, Hatem’ul- Enbiya (s.a.a) de bu ümmet içerisinde Ehl-i Beytini, ihtilaflı konularda kurtuluşa ermeleri, O’nların akıl, fikir, ilim, zahir ve batınlarından yararlanmaları için O’nları Nuh’un gemisi konumunda tanıtmıştır. Hz. Nuh’un gemisine binmeyen nasıl helak olduysa, Ehl-i Beyt’e sarılmayanlar da öylece helak olurlar. Bu konuya daha önce de genişçe değindik.

Bunun gibi açık naslar gereği bu ümmet, karşılaştıkları olaylar ve ihtilaflı meselelerde Ehl-i Beyt’in görüş ve fikirlerinden yararlanmaları gerekir. Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) bir takım şahsi özellikleri ve Hz. Peygamber (s.a.a)’in O’nun hakkındaki tekitle buyurmuş olduğu sözlerine ilave olarak O, Ehl-i Beyt’inin en kamil ve üstün bir şahsıdır. Öyleyse neden, O’nun doğru görüş ve fikirlerinden faydalanmaları ve yardım almaları için bir saat bile beklemediler.

Bu işin içerisinde bir sır olmasaydı, ilim ehli, akıl ve fikir sahibi kimseler şaşırıp kalmazlardı. Ellerini vicdanlarına koyup insafla hüküm verdiklerinde hakikatin derinliğine ulaşıyor, öncekilerin körü körüne gittikleri yolu gitmiyor ve siyaset oyuncularının, alelacele Ebu Bekir’i hilafet kürsüsüne getirerek Hz. Ali’yi sabit olan hakkından uzaklaştırmaları için böyle bir düzene başvurduklarını anlamış oluyorlar.

Şeyh: Hangi delile göre sadece Ali bin Ebi Talib’e (k.v) itaat edilmesinin gerekli olduğunu, sahabenin fikir ve icmasının ise üzerine çizgi çekilmesini buyuruyorsunuz?

Hilafet Tayini Hakkında Yine Gerçeklerin Beyanı


Davetçi: Birinci olarak; biz, sahabenin görüş ve icmasının muhterem olmadığını arz etmedik. Bizim, sizinle olan farkımız şudur ki; siz sahabe ismiyle herhangi bir kimseyle karşılaştığınızda, münafık bile olsa, ikinci halifenin kırbaçladığı ve yalancı olarak nitelendirdiği Ebu Hureyre bile olsa kayıtsız şartsız onun karşısında teslim oluyorsunuz. Ama biz öyle değiliz; biz sahabeden, Resulullah’la musahebet şartlarını yerine getiren, ömrünün sonuna kadar Allah ve Resulü’nün emrine itaat eden, heva ve hevesine uymayan bir sahabeye önem verip onun ayaklarını gözümüzün üzerine koyarız.

İkinci olarak; biz, delillerle ispatladık ki biat günü Sakife’de Ebu Bekir’in hilafeti için herhangi bir icma gerçekleşmemiş ve ümmetin icmasıyla da Ebu Bekir hilafete tayin edilmemiştir. Eğer davetçinin (kendisini kastediyor) sözlerine doğru-dürüst bir cevabınız varsa, buyurun da toplantıda bulunan beyler hüküm versinler, ben de sahabenin icması karşısında boyun eğeyim. Eğer siz kendi kitaplarınızda, tüm ümmetin veya azından size göre ümmetin ileri gelenlerinin Sakife’de toplanarak oy birliğiyle Ebu Bekir’i halife tayin ettiklerini gösterebilirseniz biz de kabul ederiz. Ama eğer Ömer, Ebu Ubeyde ve Evs kabilesinden (ki Hazreç ile aralarında bulunan eski husumetten dolayı) bir grup kimseler dışında Ebu Bekir’e biat etmediklerini görecek olursanız, o zaman bizim doğru yol üzere hareket ettiğimizi tasdik ediniz.

Üçüncü olarak; sizin sözünüzü tenkit ederek diyoruz ki; dünyanın bütün akıllılarını hüküm vermeleri için çağırıp da sorsak: “Acaba sahabeden olan üç kişi birbirlerine iltifatta bulunarak birisini seçip de ümmetin kaderini belirlemeye ve daha sonra zorla, tehditle, ihanet etmekle, korkutmakla halkı kendi planlarına teslim olmaya mecbur etmeye hakları var mıdır?” Kesinlikle verecekleri cevap olumsuzdur.

Yine sözümü tekrarlayarak arz ediyorum ki; bizim eleştirimiz şunadır ki, o gün o üç kişi (Ömer, Ebu Bekir, Ebu Ubeyde) Sakife’ye gittikleri zaman hilafetten konuşulduğunu gördüklerinde, neden Resulullah (s.a.a)’in evinde kefen-defin işleriyle meşgul olan ve Usame’nin ordusunda bulunan ashabın büyük şahsiyetleri ve ileri gelenlerini çağırıp da onların görüş ve fikirlerinden yardım almadılar?



Seyyid: Biz diyoruz ki; bir gaflet olmuş veya olmamış, biz orada yoktuk ki onların sorunlarının ne olduğunu bilelim. Ama şimdi yapılmış olan bir işle karşı karşıya kalmışız; icma zamanın geçmesiyle yavaş yavaş oluşmuş olsa da, onun karşısında durmamalı, hatta ona saygı duyarak onların gittiği yolu gitmemiz gerekir.

Davetçi: Ne de güzel istidlal ediyorsunuz! Aferin böyle yüce bir fikir ve inancınıza! Mukaddes İslâm dininin körü körüne bir din olduğunu mu söylemek istiyorsunuz? İslam dini, her nerede birkaç kişi toplanıp bir karar alırsa ve birkaç kişi de onların başlarına toplanırsa, diğer Müslümanların yapılıp biten bir iş karşısında yer aldıklarında körü körüne onu kabul etmelerini mi emrediyor? Tertemiz hatemiyet dininin manası bu mudur? Oysa İslam dini Zümer suresinin 19. ayetinde şöyle buyuruyor:

Öyleyse sözü dinleyip de (araştırarak) en güzeline uyan kullarımı müjdele.”

İşte İslâm dini tahkik ve araştırmayı emreden bir dindir; Ebu Ubeyde Cerrah (mezarcı) gibi birini körü körüne taklit etmeyi emreden bir din değildir. Resulullah (s.a.a)’in kendisi yolu bize göstermiştir; ümmet iki grup olduğunda, kurtuluşa erebilmemiz için hangisinin yanında yer almamızı bize açıklamıştır. Hangi delile göre “Emir’ul- Muminin Hz. Ali’ye uymamız gerekir?” diyecek olursanız, Kur’ân’ın apaçık ayetleri ve sizin güvenilir kitaplarınızda yer alan sağlam hadisler kılavuzluğuyla cevabı apaçık ve nettir.

Hz. Ali’den (a.s) hadise ve ihtilaflı konularda itaat etmenin gerekliliğini bildiren naslardan biri de Ammar-ı Yasir’in (r.a) rivayetidir. Sizin büyük alimlerinizden Hafız Ebu Naim İsfahani “Hilye”de, Muhammed bin Talha Şafii “Metalib’us- Süul”da, Belazuri kendi Tarihinde ve Şeyh Süleyman Belhi Hanefi (Yenabi’ul- Mevedde Bab 43 de) Himvini’den, Mir Seyyid Ali Hemedani Şafii “Meveddet’ul- Kurba” 5 de, Deylemi “Firdevs”de ve diğer güvenilir kaynaklarınız Ebu Eyyub-i Ensari’den uzunca bir hadiste nakletmişlerdir. Toplantının vakti kısıtlı olduğundan dolayı hepsini nakletmekten mazuruz. Ama yine de özet ve hulasası şöyledir: Ebu Eyyub’dan sorduklarında (itiraz ettiklerinde) neden Ali ile oldun da Ebu Bekir’e biat etmedin? Cevabında şöyle dedi: Bir gün Resulullah (s.a.a)’in huzurundayken Ammar-ı Yasir geldi, hazretten bazı sorular sordu Hazret sohbetin içeriğinde şöyle buyurdu:

Ya Ammar! Eğer tüm insanlar bir yoldan gitse ve Ali’de başka bir yolu seçse sen Ali’nin gittiği yolu seç, halkın gittiği yolu bırak. Ya Ammar! Ali seni hidayetten çıkarmaz dalalete de düşürmez. Ey Ammar! Ali’ye uymak bana uymaktır. Bana uymak ise Allah’a uymaktır.”

Acaba, sizin güvenilir kitaplarınızda bunca nakledilen sahih hadisler ve Hz. Ali (a.s)’ın da Ebu Bekir’in hilafetine açıkça muhalefet etmesine rağmen, Beni Haşim, Beni Ümeyye, Ensar ve Muhacirlerin ileri gelenlerinin O’nunla olmadığı düşünülse bile (ki onunla birlikte idiler) Ali’nin yolunu bırakıp da başka birinin sözüne uymaları doğru muydu? Acaba Hz. Ali’nin görüş ve fikrini almaları için O’nun gelmesini beklemeleri gerekmez miydi?

(Bu sırada yatsı namazı için ezan okundu, beyler kalkıp namazlarını kıldılar, kısa bir çay faslından sonra Hafız bey söze başladı.)

Hafız: Sahip (Cenap)! Siz sohbetleriniz sırasında iki tuhaf kelime sarf ettiniz. Birincisi; Defalarca sohbetlerinizde Mezarcı Ebu Ubeyde diyorsunuz. Bu muhterem şahısın mezarcı olduğu nereden malum? İkincisi; sohbetinizde dediniz ki; “Ali, Haşimiler ve ashaptan bazısı biat etmedi; hatta muhalefet bile ettiler.” Halbuki tüm muhaddis ve tarihçiler, onların hepsinin biat ettiklerini yazmışlardır.

Davetçi: Anlaşılan, kendi kitaplarınızı da dikkatlice ve derincesine incelememişsiniz. Evvela; biz Ebu Ubeyde’ye mezarcı dememişiz; kendi kitaplarınızda bunu kaydetmişlerdir. İbn-i Esir-i Şami “el-Bidayet-u Ve’n- Nihaye” kitabının 5. cildinde, s. 266’da, Resulullah (s.a.a)’in defni babında şöyle yazmıştır: “Ebu Ubeyde Cerrah, kabirleri Mekkeliler gibi kazıyordu. İbn-i Abbas, Resulullah (s.a.a)’e mezar kazmaları için bir kişiyi onun peşi sıra, diğer bir kişiyi de Medine’nin mezarcısı olan Ebu Talha’nın peşi sıra gönderdi.”

İkinci olarak; “Ali, Beni Haşim ve ashabın hepsi biat ettiler.” sözünüze gelince; Evet, siz sadece biat ettiler kelimesini okuyup geçiyorsunuz; ama o biatin hakikati hakkında, ne zaman ve nasıl biat ettiler? diye düşünmüyorsunuz. Bütün büyük muhaddis ve tarihçileriniz yazmışlardır ki: Ali (a.s) ve Beni Haşim (zahirde) biat ettiler; ama altı aydan sonra; o da zorla, ölümle tehditle ve bir takım mahrumiyet ve zorlamalardan sonra.



Hafız: Sizin gibi şerif bir insanın, avam Şia’nın inandığı ve söyledikleri sözü ağzına alıp söylemesi gerçekten tuhaftır. Şia’nın cahilleri; “Hz. Ali’yi zor ve tehditle biat için götürdüler” diyorlar. Halbuki O cenap, Ebu Bekir’in hilafetinin ilk günlerinde onun hilafetine istek ve rağbetle teslim oldu.

Yüklə 3,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   83   84   85   86   87   88   89   90   ...   185




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin