Üçüncü Maksat Namaz Kılan Kimsenin Mekanının Kalbi Adabı Hakkındadır ve Bu Konuda da İki Bölüm Vardır Birinci Bölüm Mekanı Tanıma Hakkında
Bil ki, Allah’a seyr-u sülûk eden kimse için vücudî neşetler hasebiyle bir takım mekanlar vardır. Bu mekanların her biri için özel adaplar gereklidir. Sâlik, bunları gerçekleştirmedikçe marifet ehlinin namazına nail olamaz.
Birincisi tabii neşet, dünyevi, zahiri mertebedir ki mekanı tabiat yeridir. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bana yeryüzü secde yeri ve temizleyici kılınmıştır.”2 Sâlik için, bu mertebede varolan edeb; gaybî neşetten nazil oluşunun, nefsinin yüce bir yerden aşağılık tabiat yerine inişinin ve en güzel suretten aşağılıkların en aşağılığına reddedilişinin Allah’a doğru iradi sülûk, yakınlık miracına yükselmek, Allah’ta ve Hz. Rububiyet’te fenaya vasıl olmak için olduğunu kalbine anlatmasıdır ki bu da yaratılışın gayeti ve ehlullahın maksadının nihayetidir: “Nereden geldiğini, nerede olduğunu ve nereye gideceğini bilen kimseye Allah rahmet etsin.” 3
Sâlik kimse, Allah’ın yüce dergahından indiğini, Allah’a ibadet diyarında vaki olduğunu ve de Allah’ın mükafat yurduna gideceğini bilmelidir. Arif şöyle der: “Allah’tan geldim, Allah’tayım ve Allah’a gidiyorum.” O halde sâlik kendisine bunu anlatmalı ve ruhuna tabiat diyarının Hakk’a ibadet mescidi olduğunu ve bu hedef için bu tabiat alemine geldiğini anlatmalıdır. Nitekim azameti yüce olan Allah şöyle buyurmuştur: “Cin ve insanları bana ibadet etsinler diye yarattım.”1 Tabiat yurdunu ibadet mescidi bulduğunda ve kendini orada itikafa kapadığında adabını yerine getirmeli, Hakk’ı tezekkür dışında hiçbir şey konuşmamalı ve ubudiyet mescidinden sadece haceti miktarınca çıkmalıdır. Haceti yerine gelince de geri dönmeli, Hakk’tan gayrisiyle ünsiyet kurmamalı ve başkasına bağlanmamalıdır. Zira bunlar, Allah’ın kapısında itikafa kapanmanın adaplarına aykırıdır. Allah’ı bilen bir kimse için bu makamda da yazılması uygun olmayan bir takım haletler vardır. Yazar insanlık fıtratından uzak, tabiatın zülmani denizine boğulmuş, Hak ve hakikatten beri, sâliklerin ve ariflerin makamlarından mahrum olduğu için bundan daha fazla kendisini kudreti yüce Hakk’ın ve has kullarının huzurunda rezil etmemesi ve bu makamı beyandan el çekmesi daha iyidir. Nefs-i emmareden şikayetini, zülcelalin mukaddes dergahına götürmelidir. Allah’ın geniş lütfü ve rahmeti belki elinden tutar ve ömrünün geri kalan yıllarında öncekilerini telafi etmeye çalışır: “Ya Rabbi! Biz nefsimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz.” 2
İkinci makam ise nefsin melekuti ve mülki orduları olan batınî ve zahiri kuvvelerdir. Onların yeri de insan tabiatının yeridir ve o da bu bünye ve bedendir. Sâlikin bu makamdaki edebi de kalbin batınına, tabiat yerinin rububiyet mescidi olduğunu, rahmaniye ordularının secdegahı olduğunu anlatmasıdır. O halde bu mescidi iblisin tasarruf pislikleriyle kirletmemeli, ilahi orduları iblisin tasarrufu altına vermemelidir. Böylece tabiat arzı Rabb’in nuruyla aydınlanır, rububiyet makamının uzaklığı zulmetinden dışarı çıkar. Böylece mülki ve melekut kuvvelerini beden mescidinde itikafa sokar. Bedenine karşı mescidiyet esasınca muamelede bulunur. Kuvvelerine karşı, Allah’ta fena olma itikafı nazarıyla davranır. Bu makamda sâlikin görevi daha çoktur. Zira mescidi temizlemek de onun sorumluluğu altındadır. Nitekim bu mescitte itikafa girenlerin adabı da onun sorumluluğundadır.
Üçüncü makam ise, sâlikin kalbi ve gaybî neşetidir. Onun yeri de nefsin gaybî ve berzahi bedenidir ki nefsin yaratıcılığı ve inşasıyla vücuda gelir. Sâlikin bu makamdaki adabı da kendisine bu makamın diğer makamlardan çok farklı olduğunu ve bu makamı korumanın sülûkun en önemli hususlarından olduğunu tattırmasıdır. Zira ki kalp, dergahta itikafa girenlerin imamıdır. Kalbin bozulmasıyla tüm her şey bozulur: “Alim bozulunca alem bozulur.”1 Alimin kalbi küçük alemdir. Alim ise büyük alemin kalbidir. Bu makamda sâlikin görevi diğer iki makamdan daha büyüktür. Zira mescidin yapımı da onun görevleri arasındadır. Allah korusun bu mescidi; mescid-i dırar, küfür ve müslümanlar arasında tefrika mescidi olabilir. Bu mescidde Hakk’a ibadet caiz değildir. Onu yıkmak gerekir. Sâlik kimse ilahi melekuti mescidi, rahmani tasarruf eliyle ve velayet eliyle tesis etmeli, o mescidi bütün pisliklerden ve şeytani tasarruflardan kurtarmalı ve orada itikafa girmelidir. Mücahade etmeli, kendisini mescitte itikaftan çıkarmalı, mescidin sahibinin fenasında itikafa girmelidir. Kendisine ilgiden temizlenince ve bencillik bağından kurtulunca da kendisi Hakk’ın menzilgahı olur. Rububiyet mescidi haline gelir. Böylece Hak; fiilî, sonra esmai, sonra da zatî tecellilerle o mescidde kendini över ve bu övgü Rabbin namazıdır. Şöyle der: “Subbuhun, Kuddusun, Rebbul Melaiketi verruh.”2
Allah’a doğru seyr-u sülûk eden kimse için, sülûkun bütün makamlarında diğer önemli bir görev daha vardır, ondan gaflet etmesi asla doğru değildir. Zira bu sülûkun nihayeti ve özlerin özüdür. O da bütün haletlerde ve makamlarda Hakk’ın zikrinden gafil olmaması, bütün ibadetlerde marifetullahı talep etmesi, bütün yerlerde Allah’ı araması, nimet ve kerametin onu sohbet ve halvetten alıkoymamasıdır ki bu da bir tür istidractır (yavaş yavaş azaba yakalanmaktır.) Özetle ruh; batın, ibadet ve itaatleri marifetullah bilmeli, onlarda gerçek sevgilisini aramalıdır ki kalbindeki muhibbiyet ve mahbubiyyet alakası güçlensin gizli inayete mazhar olsun.
Misbah’uş Şeria’da İmam Sadık’tan (a.s) nakledilen bir rivayet yer almıştır. Bu rivayet özetle ve mealen şöyle demektedir: “Mescidin kapısına vardığında hangi dergaha geldiğini ve nereyi kastettiğini bil! Bil ki makamı yüce bir sultanın dergahına gelmiş bulunmaktasın. Ona yakınlık makamına, tabiat aleminin pisliklerinden ve şeytanın kötülüklerinden temizlenmeyen kimse giremez. O sadece doğruluk, sefa ve ihlas ile her türlü zahiri ve batini şirk türlerinden temizlenmemiş kimselere, orada oturmaya izin vermiştir. O halde o yerin azametini, heybetini ve ilahi celal izzetini göz önünde bulundur. Sonra mukaddes dergahına ve ünsiyet mekanına gir. Burada büyük bir tehlikeyle karşı karşıyasın. Mutlak kadirin dergahına girdin, o istediği her şeyi kendi memleketinde icra eder. Ya sana adaletle davranır ve hesabını görür, doğruluk ve ihlas talep eder. Böylece dergahın mahbubu da olsan ve itaatin çok da olsa reddolursun. Ama eğer lütfüyle teveccüh eder, rahmet ve ihsanıyla bakarsa, itaatin her ne kadar az da olsa, senden kabul buyurur ve sana büyük sevap ihsan eder. O halde bu yerin azametini bildiğine göre acizliğini, kusurunu ve fakirliğini itiraf et. Ona ibadeti amaçladığın, ona ibadet etmeyi ve onunla menus olmayı düşündüğün için kalbini, seni mahbubun güzel cemalinden gizleyecek şeylerle meşgul etme. Bu başkasıyla meşguliyet pisliktir ve şirktir. Hak Teala ise halis ve temiz kalbi kabul eder. Eğer kendinde Hak’la münacatın tatlılığını bulursan, Allah’ı zikretme tatlılığını tadarsan, rahmet ve kerametler bardağından içer ve kendinde yöneliş ve icabetin güzelliğini görürsen, bil ki mukaddes dergahına hizmete layık görülmüşsün. O halde içeri gir ki sana izin verilmiştir ve de güvendesin. Eğer kendinde bu haletleri görmezsen; rahmet dergahında dur, çaresi tükenen kimse gibi ol, arzularından uzak ve eceline yakın ol. O’nun kapısına zilletini ve meskenetini izhar ettiğin, ilticada bulunduğun taktirde sende bir doğruluk ve sefa görürse, sana rahmet ve merhamet gözüyle bakar, elinden tutar, seni kendi rızasını elde etmede başarılı kılar. Zira o mukaddes zat kerimdir ve kerameti çaresiz kulları için sevmektedir. Nitekim şöyle buyurmuştur: “Yoksa, darda kalana, kendisine yakardığı zaman karşılık veren, başındaki sıkıntıyı gideren mi?” 1
Bu hadiste marifet ashabı ve Allah’a doğru sülûk erbabı için kapsamlı bir takım hususiyetler olduğu için, detaylıca naklettim ki bu tefekkürden onlar için bir hal hasıl olsun.
Dostları ilə paylaş: |