İkinci Bölüm Ezan ve Kametin Tekbirlerinin Sırrı ve Adabı Hakkında
Bil ki ezan, nefsin zahiri ve batini kuvvelerinin bütün isimler, sıfatlar işler ve ayetler hasebiyle mukaddes zatı övmek için rububiyet dergahında huzurun ilanıdır. Zira namaz, işaret edildiği gibi kapsamlı bir övgüdür ve burada övülen ise Hz. Vahidiyet’te isimlerin cem-i ehadiyyet (toplu birlik) makamı ile özdekler ve ayni isimlerde batın, zuhur, cem, tefrik ile tecelli makamı olan ism-i azam ile cilve hasebiyle, Zat-ı Mukaddes’tir. O halde sâlik, ilk önce bu kapsamlı iş hasebiyle Zat-ı Mukaddes’in kibriyasına teveccüh eder, daha sonra, ilk önce kendi memleketinin mülki ve melekuti güçlerine ve ikinci olarak, nefis memleketinde yayılan kuvvelerin melekutuna müvekkel kılınan Allah’ın meleklerine, üçüncü olarak, gayb ve şehadet alemindeki varlıklara ve dördüncü olarak da, göklerin ve yerlerin melekutuna müvekkel olan Allah’ın meleklerine onun azamet ve kibriyasının ilanında bulunur. Dolayısıyla, dört tekbir hasebiyle ismi azamı iç ve dış memleketinin şehadet ve gayb alemlerindeki bütün sakinlerine ilan eder. Bu da Zat-ı Mukaddes’i övmekten aciz olduğuna ilandır ve namaz kılmaktan, aciz olduğunu bildirmektir. Bu da, sülûkun kapsamlı işlerinden ve sâlikin namazın bütün hallerinde göz önünde bulundurması gereken ibadet ve övgünün kuşatıcı adabıdır. Bu yüzden ezan ve kamette mükerrer bir şekilde zikredilmektedir ve namazda da sürekli tekrar edilmektedir. Her halden diğer bir hale geçişte de tekrarlanmaktadır ki, sâlik insanın kalbinde, kendi zatî kusuru ve mukaddes zatın kibriya ve azameti yer etsin. Buradan da adabı ortaya çıkmaktadır ki, sâlik kimse her tekbirde kalbine ve kuvvelerine kendi acizliğini ve Hakk’ın yüceliğini hatırlatır. Başka bir açıdan ise ezanın bu ilk tekbirlerinin her biri bir makama işaret de olabilir. O halde, önce zatî açıdan, zatî olarak nitelendirmekten tekbire işarettir. İkinci olarak, vasıf açısından nitelendirmekten büyük görmektir. Üçüncü olarak, nitelendirmeden büyük görmektir. Dördüncü olarak, fiilî nitelendirmeden büyük görmektir. Adeta sâlik şöyle demektedir: “Allah; zat olarak nitelendirilmekten, zatî tecellilerden; sıfat, isim ve fiillerle nitelendirilmekten veya onlar hasebiyle tecellilerden daha büyüktür.
Müminlerin Emiri (a.s) da uzun bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Allah-u Ekber’in diğer bir anlamı da nitelik ve keyfiyeti nefyetmesidir. Adeta müezzin şöyle demektedir: Allah kendi sıfatını nitelendirenlerin idrak ettiğinin üzerindedir. Nitelendiren kimseler kendi idrakleri miktarınca O’nu nitelendirmektedirler. Azamet ve celali miktarınca değil. Allah nitelendirenlerin sıfatını derk etmesinden daha yücedir. 1
Tekbirlerin önemli adaplarından biri de, sâlik kimsenin mücahade etmesi, kalbi riyazetlerle kalbini azameti yüce Hakk’ın kibriya mahalli haline getirmesidir. Azameti, sultanlığı ve celali yüce Hakk’ın mukaddes zatına özgü kılması ve diğer varlıklardan kibriya ve azameti nefyetmesidir. Eğer kalpte herhangi birinin kibriyası etkili olursa onu Hakk’ın kibriyasının gölgesinde görmez ve bilmezse kalbi hastadır, sorunludur ve şeytanın tasarrufu altındadır. Zira bazı şeytani tasarruflar sebebiyle Hakk’tan gayrisinin kalpteki kibriya sultanlığı, Hakk’ınkinden daha çoktur. Kalp onu Hakk’tan daha büyük tanır ve bu durumda insan münafıklar zümresinden sayılır. Bu öldürücü hastalığın alameti ise, insanın yaratıkların rızayetini, Hakk’ın rızayetinden öne geçirmesi ve yaratıkların hoşnutluğu için yaratıcıyı gazaplandırmasıdır.
Bir rivayette de İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tekbir getirdiğin zaman arştan yeryüzüne kadar bütün varlıkları Zat-ı Mukaddes’in kibriya huzurunda küçük gör. Zira Allah Tebarek ve Teala eğer bir kulun tekbir getirdiğini görür, ama kalbinde tekbirin hakikati ile, yani diliyle söylediği şeyle bir uyumluluk görmezse şöyle buyurur: “Ey yalancı! Benimi mi aldatıyorsun. İzzet ve celalime andolsun ki seni zikrimin tatlığından mahrum kılacağım. Seni yakınlığımdan uzaklaştıracak ve münacat sevincinden uzak kılacağım.” 1
Ey aziz! Bizim zavallı kalplerimiz Hak Teala’nın zikir tatlılığından mahrumdur. O mukaddes zatın münacat lezzetini ruhumuz tatmamıştır. İlahi dergaha yakınlığa ulaşmaktan örtülüyüz. Cemal ve celal tecellilerinden mahrumuz. Bu yüzden de kalbimiz hastadır, dünyaya teveccüh, yeryüzüne çakılıp kalmak, tabiatın karanlık örtülerine bürünmek, bizleri Hakk’ın kibriya marifetinden, cemal ve celal nurlarından mahrum kılmıştır. Bizim varlıklara bakışımız iblisi ve bağımsız bir bakış olduğu sürece, vuslat şarabını henüz içmeyecek ve münacat lezzetine layık olamayacağız. Vücud aleminde herhangi bir kimse için izzet, kibriya, azamet ve celal gördüğümüz ve yaratılmış özdek putların örtüsünde kaldığımız müddetçe, azameti yüce olan Hakk’ın kibriya sultanı kalbimize tecelli etmez. O halde tekbirin adaplarından biri de sâlikin yüzeyde kalmaması, lafız ve dil lakırdısıyla iktifa etmemesi, aksine ilk önce burhan ve ilahi ilimlerin nuru kuvvetiyle, kalbini Hakk’ın kibriyasından, azamet ve celali yüce olan mukaddes zata özgü olduğundan; fakirlik, zillet ve meskenetin ise imkani varlıkların, cismani ve ruhani tüm mevcudatın malı olduğundan haberdar kılmalıdır. Ondan sonra da riyazet kuvveti, muaşeret çokluğu ve tam bir ünsiyetle kalbini bu ilahi latife ile diri tutmalı; kalbine ruhani ve akli bir hayat ve saadet bağışlamalıdır. Mümkün varlığın zillet ve fakirliği ile kudreti yüce Hakk’ın kibriya ve azameti sâlikin gözü önünde bulundurulursa, yeterince tefekkür ve tezekkür edilirse, kalpte ünsiyet ve sükunet hasıl olursa, bütün varlıklarda Hakk’ın kibriya ve celal eserlerini basiret gözüyle müşahede eder, böylece kalbi hastalıklar tedavi olur. Ardından münacat lezzetini ve zikrullah tatlılığını hisseder. Kalbi, azameti yüce Hakk’ın kibriya sultanının oturduğu yer haline gelir. Memleketin zahir ve batınında kibriyanın eserleri zahir olur. Kalp, dil batın ve zahir birbiriyle uyum içine girer. Böylece batın, zahir, mülk ve melekut kuvveleri tümüyle tekbir söyler. Kalın perdelerden biri kalkar. Yakınlık miracı olan namazın hakikatine bir derece yaklaşılmış olur.
İlel’uş Şerayi’de İmam Sadık’tan (a.s) nakledilen miracın nitelendirildiği uzun bir hadiste de bu söylenilen bazı konulara işaret edilmiştir: “Aziz ve cebbar olan Allah Peygamber’ine (s.a.a) içinde kırk tür nur bulunan, Allah Tebarek ve Teala’nın arşının etrafına dizilen ve gören herkesi şaşkınlığa düşüren bir mahfe gönderdi. O nurlardan biri sarıydı. Bu yüzden sapsarı var oldu. Onlardan biri kırmızıydı, bu yüzden kıpkırmızı var oldu. Böylece Peygamber ona oturdu. Daha sonra dünya semasına doğru yükseldi. Böylece melekler göklerin etraflarına kaçıştılar, secdeye kapanarak şöyle dediler: “Rabbimiz mukaddes ve münezzehtir. Biz meleklerin ve ruhun Rabbi mukaddes ve münezzehtir. Bu nur ne kadar da Rabbimizin nuruna benzemektedir.” Cebrail ise şöyle buyurdu: “Allah-u Ekber, Allah-u Ekber” böylece melekler sustular, gök açıldı, melekler toplandılar, grup grup peygambere gelerek selam verdiler…”1
Bu hadiste çok büyük sırlar vardır ki bizim arzularımızın eli oraya ulaşmaktan acizdir. Zikredilmesi gereken şey de şu anda bizim maksadımızın dışındadır. Nurdan mahfenin iniş sırrı, nurların kesret sırrı, türsel kesret sırrı, kırk sayısının sırrı, Allah’ın onu nazil kılma sırrı, onların arşın etrafını sarma sırrı, bu makamda arşın hakikati, sarılığın sararma sırrı, kırmızılığın kızarma sırrı, meleklerin kaçışması, onlara secde, tesbih ve taktis etmesi, onları Rabbin nuruna benzetmesi ve benzeri bir çok sırların beyanı, çok uzun açıklamayı gerektirmektedir. Bu makamla uyumlu ve konumuza tanıklık edecek gerçek ise şudur ki, Allah’ın melekleri Cebrail’in tekbiri vasıtasıyla susmuş, itminane kavuşmuşlar, toplanmışlar mutlak velinin toplu mumu haline gelmişlerdir. Tekbir vasıtasıyla birinci gök fethedilmiş, Allah’a doğru yükselme yolundaki örtülerden biri yırtılmıştır. Bilmek gerekir ki ezanda yırtılan bu örtüler, iftitahiyye tekbirlerinde yırtılan örtülerden başkadır. Bundan sonra da bu manaya da inşaallah işaret edeceğiz.
Kamette iki tekbirin olmasının sırrı da belki de sâlikin ilahi huzurda güçlerini ayakta tutması, belli bir ölçüde kesretten vahdete yönelmesi, zat ve isimler veya isimler ve sıfatlar tekbirini söylemesidir. Belki de zat ve isimler tekbirinde, sırat ve fiiller tekbiri de gizlidir.
Dostları ilə paylaş: |