Dördüncü Bölüm Risalete Tanıklık Etmenin Bazı Adabı Hakkındadır ve Onda Velayete Şehadette Bulunmaya da İşaret Vardır
Bil ki bu ruhanî yolculuğu ve imanî miracı bu kırık ayakla, kopmuş dizginlerle kör gözlerle ve nursuz bir kalple katetmek mümkün değildir.” Allah kime bir nur taktir etmemişse onun için bir nur yoktur.” 1
O halde bu ruhani yolu katetmekte ve bu irfani miraca yükselmekte, marifet yolunun hidayetçilerinin ruhaniyet makamına ve Allah’a ulaşan ve Allah’ta duran hidayet yolunun nurlarına sarılmak gerekir. Eğer bir kimse enaniyet adımıyla ve velayete sarılmaksızın bu yolu katetmek isterse, mutlaka şeytana ve cehenneme doğru sülûk eder. İlmî bir beyanla; hadis olan varlıkların kadim olan zata ve değişken varlıkların sabit zata bağlılığı hususunda bir aracı ve rabıtanın olması gerekir ki onun aynı zamanda sebat, değişkenlik, kadimlik ve hadislik boyutları da olsun. Eğer o vasıta olmazsa sabit ve kadim feyiz, ilahi sünnette değişken hadise ulaşmaz ve böylece vücudî varlıksal rabıta hasıl olmaz. Bu ikisinin arasındaki aracı hakkında bürhani ilimler erbabının ilmî görüşleri farklıdır. Nitekim irfani zevkin de başka bir iktizası vardır ki nitekim detayları bu sayfaların uhdesinde değildir. İrfani zevkte aracı varlık; mukaddes feyiz ve geniş vücuddur ki büyük berzahiyet makamına ve yüce aracılık konumuna sahiptir ve o da bizzat alevi mutlak velayet makamıyla ittihat halinde olan son Peygamber’in velayet ve ruhaniyet makamıdır. Bunun detayları da Misbah’ul Hidaye2 kitabında yer almıştır. Hakeza nüzulî varlıksal rabıtanın tersi olan ruhanî ve urucî (yükseliş) aracısı hakkında da durum böyledir. Başka bir ibaretle vücudun kabzedilmesi ve yaratıcıya dönüşte de bu vasıtaya ihtiyaç vardır ve o vasıta olmaksızın gerçekleşemez. Kayıtlı nakıs kalplerin ve bütünüyle sınırlı nazil ruhların irtibatı da ruhanî ve gaybî aracılar olmaksızın tahakkuk edemez.
Eğer bir kimse Hak Teala’nın her varlık ile kayyum ve bütün alemleri vasıtasız ihata ettiğini sanıyorsa, “Hiç bir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış bulunsun”1 ayetinde de işaret edildiği gibi makamları karıştırmış, irtibatlar arasında yanlışlığa düşmüş, vücud mertebelerinin kesret makamını, özdeklerin fenaya erişiyle karıştırmış demektir. Bu konunun bu kitapla elbette ilgisi yoktur. Bu kadarı da kalemin tuğyanından kaynaklanmıştır.
Özetle derecelere yükselme yolunu bulup, Allah’a seyr-u sülûku sona erdiren nimet velilerine sarılmak da Allah’a doğru seyr-u sülûk etmenin bir gereğidir. Nitekim hadislerde de buna çok işaret edilmiştir. Vesail adlı kitapta da imamların velayeti ve imamete inanç olmaksızın ibadetin batıl olduğu hususunda bir bab tahsis edilmiştir. Kafi de kendi senediyle Muhammed b. Müslim’in şöyle dediğini nakletmiştir: “İmam Bakır’ul Ulum’un (a.s) şöyle buyurduğunu işittim: “Ey Muhammed b. Müslim! Şüphesiz zalim imamlar ve onlara uyanlar Allah’ın dininden uzaktırlar, sapıktırlar ve saptırıcıdırlar. O halde yaptıkları ameller bir kül gibidir ki rüzgarlı bir günde şiddetli bir rüzgar eser ve onu dağıtır.”2 Başka bir rivayette de yer aldığına göre İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer bir kimse geceleri ibadet eder, gündüzleri oruç tutar, bütün malını sadaka verir, ömrü boyunca hacca gider, ama kendisine uyacağı, bütün amellerini onunla yapacağı Allah’ın veli kulunun velayetini kabul etmezse, onun Allah katında bir sevabı yoktur ve o iman ehlinden değildir.” 1 Şeyh Saduk da kendi senediyle Ebu Hamza-i Somali’den şöyle dediğini nakletmektedir: Ali b. Hüseyin (a.s) bana şöyle buyurdu: “Yeryüzünün hangi parçası daha üstündür?” Ben şöyle dedim: Allah, Resulü ve resulünün oğlu daha iyi bilmektedir. İmam şöyle buyurdu: “Bizler için en üstün yer rükün ile makam arasıdır. Eğer bir kimse Nuh’un ömrü kadar kavmi arasında bin yıl yaşarsa, elli yıl oruç tutar, gündüz ve geceleri o mekanda ibadetle uğraşırsa, ama bizim velayetimiz olmaksızın Allah’ın huzuruna giderse, o şeyden hiçbir fayda görmez.” 2
Bu konudaki hadiseler buraya sığmayacak kadar çoktur.
Risalete şahadete bulunmanın adabı ise Hakk’ın riseletine şahadeti kalbine ulaştırması, risalet makamının azametini, özellikle de tekvin, teşri, vücud ve hidayet olarak şuhud ve gayb alemlerinin bütün dairesinin nimetinden istifade ettiği son peygamberin risaletinin azametini kalbine ulaştırmalıdır. Şüphesiz peygamber Hakk’ın feyiz vasıtası, Hak ile yaratık arasındaki rabıtasıdır. Eğer onun ruhanî ve mutlak velayet makamı olmasaydı varlıklardan hiç birisi bu gaybî makamdan istifade etmeye layık olamazdı. Hakk’ın feyzi, varlıklardan hiçbirisine ulaşmaz, hidayet nuru, zahir ve batın alemlerinden hiç birisine doğmazdı.
Şüphesiz peygamber nur suresinde yer alan bir nurdur: “Allah göklerin ve yerin nurudur.”3 Dini teşri eden peygamberin ve alemlerin rabbinin resulünün azameti insanın kalbine girince de, hüküm ve sünnetlerinin azamet ve önemi de kalbe girer. Kalp onun azametini derkedince de diğer mülki ve melekuti güçleri, ona boyun eğer. Mukaddes şeriat, insanî bütün memlekette etkili hale gelir. Bu şahadetin doğruluk alameti de bütün gaybî ve zahiri kuvvelerinde bunun zahir olması, ona aykırı davranmamasıdır. Nitekim buna daha önce de işaret edilmiştir.
Buraya kadar zikredilenlerden risalete şahadetin ezan, kamet ve namazla ilgisi de açığa çıkmış oldu. Zira, sâlik kimse bu ruhanî yolda o mukaddes varlığa (Resulullah’a) sarılmaya muhtaçtır. Böylece onunla birlikte olmakla ve onun yardımıyla bu ruhani yükselişi gerçekleştirecektir.
Başka bir yönü de bu şahadette mülki ve melekuti kuvvelerle müminlerin miracının hakikati; irfan ve yakin erbabının marifetlerinin kaynağı olan namazın Muhammedi (s.a.a) tam keşfin neticesi olduğunu ilan etmektir. Peygamber ruhani sülûk, ilahi ve rahmani cezbelerle “iki ok kadar veya daha da yakınlaştı”1 makamına ererek birliksel gayb aleminde zatî, esmai, sıfati tecelliler ve insanî ilhamlarla onun hakikatini keşfetmiştir ve özetle bu, Peygamber’in bu ruhani ve manevi yolculuktan ümmeti için getirdiği bir hediyedir. Peygamber’in ümmeti en hayırlı ümmettir. Böylece Peygamber ümmetini nimetlere mazhar kılmıştır. Kalpte bu inanç yerleşince ve tekrarla güçlenince de, elbette sâlik kimse makamın azametini ve yerin büyüklüğünü idrak eder, korku ve ümit adımıyla bu merhaleyi aşar, inşaallah mümkün olduğu kadar bu işi yerine getirmesi ümit edilir. O yüce Peygamber de elinden tutar. Onu, fıtrî ve asli maksat olan ehadi yakınlık makamına ulaştırır, ilahi ilimlerde de ispatlandığı üzere bütün varlıkların dönüşü kamil insan olan Peygamber vasıtasıyla tahakkuk etmektedir: “Yaratıldığınız gibi döneceksiniz”2 Hakeza “Allah sizinle fetheder, sizinle sona erdirir ve yaratıkların dönüşü sizedir.”3
Dostları ilə paylaş: |