Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla Orijinal adı: Adab’us Salat Merhum İmam Humeyni (r a) Yayımlayan: İmam Humeyni’nin (r a) Eserlerini


Dördüncü Bölüm Tesmiye’nin (İsimlendirmenin) Bazı Adapları



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə42/68
tarix27.07.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#60516
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   68

Dördüncü Bölüm

Tesmiye’nin (İsimlendirmenin) Bazı Adapları


Tevhit kitabında, besmelenin tefsiri sorulunca İmam Rıza’nın (a.s), şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Bismillah” diyen kimsenin sözünün anlamı, “Ben kendime Allah’ın nişanelerinden bir nişane koydum” demesidir ve bu nişane de ibadettir.” Ravi şöyle diyor: “Ben “(Arapça metinde geçen) “simeh” ne anlama geliyor?” diye sordum. İmam, “Nişanedir” diye buyurdu.”1

Bil ki –Allah seni ve bizleri Allah’ın isimleri ile isimlenen kimselerden kılsın- sâlik için “tesmiye” makamına girmek, sadece istiaze makamına girdikten ve o makamın nasiplerinden istifade ettikten sonra mümkündür. İnsan şeytanın tasarrufunda ve sultasının altında olduğu müddetçe, şeytanın isimleri ile isimlendirilmiştir. Şeytan onun batın ve zahirine tam bir galibiyet çaldığında ise, bizzat kendisi bütün mertebeleri ile O’nun ayeti ve alameti haline gelir. Bu makamda eğer tesmiyede (isimlendirmede) bulunursa, şeytani bir kuvvet ve irade ile tesmiyede bulunur. Onun Allah’a sığınma ve tesmiyesinden, sadece şeytani sultayı güçlendirme hasıl olur. İlahi başarı ile gaflet uykusundan uyanınca, onun için uyanıklık hasıl olunca, “yakza” (uyanıklık) makamında ilahi fıtrat nuru, Kur’ani öğretiler ve tevhit yolunun hidayetçilerinin sünneti nurlarıyla Allah’a doğru seyr-u sülûk etmenin gereğini anlayınca ve kalp seyr-u sülûka engelleri idrak edince, yavaş yavaş istiaze (sığınma) hali ortaya çıkar ve ondan sonra da Rabbani bir başarı ile istiaze makamına varır. Şeytani pisliklerden temizlendiğinde ise, batın ve zahirinin temizliği miktarınca uyumlu bir şekilde, o ilahi nurlar, sâlikin aynasında tecelli eder. İlk önce bu nurlar karanlıklarla karışıktır, hatta karanlığı daha üstündür: “Salih ameli, salih olmayan ameli kötülüklerle karıştırdılar.”1 Yavaş yavaş bu seyr-u sülûk güçlenince de nur zulmete galebe çalar. Rububiyet isimleri sâlikte ortaya çıkar. O hakikatin adlandırması belli bir ölçüde hasıl olur. Yavaş yavaş zahirde erdemli şehrin düzenine muhalif, batında riya, kibir ve benzeri şeyler, batının batınında ise kendini görmek bencillik ve benzeri şeyler olan şeytani alâmetler, sâlikin zahir ve batınından ayrılır, onun yerine zahirde erdemli şehrin düzenini koruyan, batında ubudiyet ve nefsin zilleti olan, batının batınında ise Allah’ı istemek ve Allah’ı görmek olan Allah’ın isimleri onların yerine yerleşir ve bu nur memleket ilahi olunca da, ins ve cin şeytanlarından boşalır. İlahi isimler onda vücuda gelir. Bizzat sâlikin kendisi ismiyet makamını hayata geçirir.

O halde önce sâlikin tesmiyesi, ilahi isimler ve alametlerle nitelendirilmesidir. Ondan sonra da bu mertebeden yükselir, bizzat kendisi ismiyet makamına ulaşır. Bu da nafile yakınlığının başlarıdır. Nafile yakınlığı vücuda geldiğinde ise, ismiyetin tamamına nail olur. Böylece kul ve kulluktan bir şey kalmaz. Eğer birisi bu makama ulaşırsa, bütün namazı ilahi dille vaki olur ve bu evliyadan çok azında gerçekleşir.

Orta halli ve bizim gibi nakıs kimseler için ise, “isimlendirme” vaktinde kalbi, ubudiyet dağı ile dağlamak, kalbi Allah’ın isimleri, ayetleri ve ilahi alametlerden haberdar kılmak ve dil lakırdısı ile iktifa etmemektir. Böylece ilahi inayetlerin bir parçası bizim halimize de şamil olur, geçmişimizi telafi eder, kalbimize isimleri öğrenme yolu açılır ve hedefe ulaşma yolu hasıl olur.



Bu hadis-i şerifte yer alan Allah’ın alametlerinden bir alametten maksat; belki de rahmaniye rahmetinin ve rahimiyye rahmetinin bir alameti olabilir. Çünkü bu iki isim ihata edici isimlerdendir. Bütün bir tahakkuk alemi, bu iki şerif ismin gölgesinde vücudun aslına ve kemaline ulaşmış ve de ulaşmaktadırlar. Rahmaniye ve rahimiye rahmeti, bütün vücud alemine şamil olmaktadır. Hatta bütün tevhid yolunun hidayetçilerinin hidayetinin bir cilvesi olduğu rahimiyet rahmeti de hepsini kapsamaktadır. Sadece istikamet fıtratından kendi kötü tercihleriyle mahrum kalanlar, bunun dışındadır. Yoksa bu rahmet onları kapsamıyor değildir. Hatta iyi ve kötü ekinlerin hasat zamanı olan ahiret aleminde de, kötü şey ekenlerin bizzat kendisi, rahimiyye rahmetinden istifade etmekten kusurlu ve aciz durumdadırlar.

Özetle, sâlik kimse, tesmiyesinin ve alametinin hakikate dönüşmesini istiyorsa, Hakk’ın rahmetlerini kalbine ulaştırmalı, rahmaniyyet ve rahimiyet rahmetiyle tahakkuk ettirmelidir. Kalpte bir örneğinin hasıl olduğunun alameti de Allah’ın kullarına inayet ve lütuf gözüyle bakması, herkesin hayır ve salahını dilemesidir. Bu bakış, büyük peygamberlerin ve kamil evliyaların bakışıdır. Sadece onların iki bakışı vardır. Birinci bakışları, toplumun saadetine, aile düzenine ve erdemli şehre bakıştır. Diğer bir bakışları ise, şahsın saadetine bakıştır. Onlar bu iki saadete tam bir ilgi duyarlar. Onların eliyle tesis, infaz, keşif ve icra olan bütün ilahi kanunlar, bu iki saadete tümüyle riayet etmektedir. Hatta erdemli şehrin düzeninin mülahaza edilmesi ile tesis ve teşri olduğu gözlemlenen kısas, hudud ve benzeri cezaların icrasında da, her iki saadet göz önünde bulundurulmuştur. Zira bu işler genellikle bir ruhu terbiye etmek ve onu saadete ulaştırmak hakkında tam bir etkinliğe sahiptir. Hatta iman nuru ve saadeti olmayan ve cihad ve benzeri şeylerle öldürdükleri kimseler için de–tıpkı Ben-i Kureyza Yahudileri gibi- bu öldürme bizzat kendilerine de salah ve islah sayılmaktadır. Hatta denebilir ki son Peygamber’in kâmil rahmetinden biri de, onların ölümüdür. Zira onların bu alemdeki varlığı sebebiyle her gün kendileri için çeşitli azaplar hazırlarlar. Oysa bu dünyanın tüm hayatı, ahiretin bir günlük azabına ve zorluklarına değmez. Bu konu, ahiret azabının miktarının ölçüsünü, neden ve sonuçlarını bilen kimseler için çok açıktır. O halde Ben-i Kureyza Yahudilerinin boynuna vurulan her kılıç gazap ufkundan çok, rahmet ufkuna daha yakındı. İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak ise rahimiye rahmetinin bir boyutudur. O halde iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir kimsenin kendi kalbine de rahimiye rahmetini tattırması gerekir. Emir ve yasaklardaki bakışı gösteriş, üstünlük taslama ve kendi emir ve yasaklarını zorla kabullendirme olmamalıdır. Zira eğer bu bakışla hareket ederse, kulların saadetinin ve tüm ülkelerde Allah’ın hükmünün icrasının husulu demek olan iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmanın hedefi hasıl olmaz. Hatta bazen cahil insan iyiliği emretmekten tam tersine bir sonuç elde eder. Nefsani istekleri ve şeytanın tasarrufu ile yaptığı cahilane bir emir ve yasak için, birden fazla kötülük ortaya çıkar. Ama eğer rahmet ve şefkat hissi, türdeşlik ve kardeşlik hakkı, insanı, cahilleri irşad etmeye ve gafilleri uyandırmaya zorlarsa, rahimane kalpten kaynaklanan irşad ve beyanın niteliği, şüphesiz layık maddelere hakkıyla tesir eder, katı kalpleri bile o kibir ve inkar ruhundan uzaklaştırır. Ne yazık ki biz Kur’an’dan bir şey öğrenmiyor, bu ilahi yüce kitaba tefekkür ve öğrenme gözüyle bakmıyoruz. Bu hikmet dolu zikirden çok az ve değersiz bir istifade de bulunuyoruz. Şüphesiz şu ayet-i şerife hakkında tefekkür etmek, insanın kalbine marifet yollarını ve ümit kapılarını açar: “Firavun’a gidin, doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar.”1

Firavun’un tuğyanı artınca “Ben sizin en yüce Rabbinizim” 2 diyecek yere vardı. Böylece büyüklenmesi ve fesadı nihayete erişti ve hakkında, “Çocuklarını boğazladı ve kadınlarını diri bıraktı” 3 ayeti nazil oldu.

Rüyayı görür görmez ve kahin ve sihirbazlar ona Musa bin İmran’ın (a.s) doğacağını haber verdiklerinde, kadınları erkeklerden ayırdı, günahsız çocukları boğazladı ve onca fesada bulaştı. Rahman olan Allah rahimi rahmetiyle tüm yeryüzüne baktı ve beşer türünün en kamil ve mütevazi olanını, yani Musa bin İmran (a.s) gibi büyük bir peygamberi seçti ve kendi eliyle onu terbiye etti. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “Mûsa erginlik çağına gelip olgunlaşınca, ona hikmet ve ilim verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.”4

Onu, kardeşi Harun gibi biriyle destekledi ve insanlık aleminin efendisi olan bu iki büyük insanı Allah-u Teala seçti. Nitekim şöyle buyurmuştur: “Ve ben seni seçtim”1

Hakeza şöyle buyurmuştur: “Gözümün önünde yetişesin diye.”2

Hakeza şöyle buyurmuştur: “Seni kendim için ayırdım. Sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin; beni anmakta gevşek davranmayın.”3

Bu konuda nazil olan diğer ayet-i şerifeler de burada beyan edilemeyecek kadar çoktur ve arif insanın söylemeyecek kadar bunlardan nasibi vardır. Özellikle de şu iki yüce kelime: Gözümün önünde yetişesin diye” ve “Seni kendim için ayırdım.” Sen de eğer kalp gözünü açarsan bu latif, ruhani ezgiyi işitirsin. Kalbin ve tüm vücudun tevhid sırrı ile dolar.

Özetle Allah-u Teala bunca hazırlık gördü, Musa-i Kelimi ruhani metotlarla eğitti. Nitekim şöyle buyurmuştur: “Ve seni bir çok musibetlerle denemiştik.”4

Musa (a.s) yıllarca hidayet yolunun adamı ve insanlık yolunun eğitilmişi yaşlı Şuayb’ın hizmetinde eğitim gördü. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “Bunun için, Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra, ey Mûsa, peygamberlik görevini yüklenecek bir yaşa gelince dönüp geldin.”5

Daha sonra, daha üstün bir denemek için onu Şam yolundan bir çöle gönderdi. Ona yolunu kaybettirdi. Üzerine yağmur yağdırdı. Ona karanlıkları üstün getirdi. Eşini doğum sancılarına maruz kıldı. Bütün tabiat kapıları yüzüne kapanıp, mübarek kalbi kesretten bıkıp, Hakk’a yönelen saf fıtrat yoluna koyulunca, bu karanlık çölde ilahi ve ruhani yolculuk böylece sona erdi: “Tur tarafından bir ateş gördü… Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: “Ey Mûsa! Şüphesiz Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ım” diye seslenildi.”1

Bunca imtihanlar ve ruhani terbiyeden sonra Allah-u Teala onu nereye hazırladı? Sadece isyan etmiş ve “Ben sizin en büyük Rabbinizim” diye haykıran bir kulunu davet, hidayet, irşad ve kurtarmak için. Firavun yeryüzünde bir çok fesada bulaşmıştı. Allah-u Teala onu gazap yıldırımıyla yakabilirdi. Ama rahimiyye rahmeti ona iki büyük peygamber gönderdi, aynı zamanda ona, Firavun ile yumuşak konuşmalarını tavsiye etti. Olur ki Allah’ı hatırlar ve kendi yaptığından ve işinin akibetinden korkar. Bu iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma emridir. Bu Firavun gibi birini irşad etme niteliğidir. Şimdi sen de iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak ve Allah’ın yaratıklarını irşat etmek istiyorsan, tezekkür ve öğrenmek için nazil olan bu ayet-i şerifeleri hatırla ve ondan dersler al. Muhabbet dolu bir kalp ve duygu dolu bir gönülle Allah’ın kullarını gör ve onların hayrını can-u gönülden dile. Kalbini rahmani ve rahimî bulduğun zaman da, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma gibi irşat etmeye koyul ki, duygu ışığı, katı kalpleri yumuşatsın, kalplerin demiri muhabbet ateşiyle karışık öğütlerle yumuşasın.

Bu, insanın din düşmanlarına karşı takınması gereken, Allah yolunda buğzetmek ve Allah yolunda sevmek vadisinden apayrı bir vadidir. Nitekim rivayet-i şerifeler ve Kur’an’ı Kerim’de de bu yer almıştır. O kendi yerinde doğru, bu da kendi yerinde doğrudur. Şu anda bunu beyan etme imkanımız yoktur.




Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   68




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin