Şems-i tebriZİ'Nİn eseri



Yüklə 1,65 Mb.
səhifə39/39
tarix20.11.2017
ölçüsü1,65 Mb.
#32406
növüYazı
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   39

Düşünce ne oluyor? önce bakmalıdır ki onlar bizden evvel var mıydılar? Bu işten, bu sözden şükrettiler mi,faydalandılar mı? Yoksa aksini mi yaptılar? Sonra yine bakmalı ki bunun sonu ne olacak? insan önüne arkasına bakmalıdır ki, her iki tarafında da bir duvar, bir engel olmasın.'Dünya sevgisinden bir boşluk bulunmasın. Çünkü, "Senin eşyaya karşı beslediğin sevgi seni kör ve sağır bir hale getirir," demişlerdir.

Dünya sevgisi, din sevgisinden üstün olunca körlük, sağırlık meydana gelir. Kuran'da işaret olunan şu, "önlerinde ve arkalarında duvarlar yarattık," (K. 26/8) anlamındaki âyetin sırrı açıklanır. Meğerse böyle insanlaı tövbe etsinler ve uyansınlar. Dünyâya karşı o azıcık sevgi onun faydasına olur. Ama çevresi çok daralır. Bu çok kere iyi dostlarla sohbet sayesinde elde edilir, iyi dostlarda iyi huylu ve kötü düşünceden uzak olmalıdırlar.

Bir sanat öğrenmelisin ki geçim sebebi olsun. Ne düşkünlük çekiyorsun? Her kim sana dostunun arkasından konuşur, onu kötülerse ister içten söylesin, isterdışından, dostun seni kıskanıyor bile dese bil ki kıskanç odur. Kıskançlıktan coşar, köpürür. NasıL ki biri benden sordu: iblis kimdir? Dedim ki: Ben şu saatte Idris'lik içine dalmışım. Sen de iblis değilsen niçin Idrisliğe dalmıyorsun? (M. 366) Eğer Idris'ten sende bir nişan varsa İblis'den ne korkun olur?

Cebrail kimdi diye soruyorsun, derim ki bu sorun tıpkı namaz kılan bir imamın secde yerine bakmayıp da sağı solu dikiz etmesini gören adamın, bu imamın namazı sağlam olur mu? diye sormasına benzer. Ben derim ki: Her ikisinin de namazı eksik olur. Ama ben imamın namazını soruyorum, dedi. Bunların her ikisi de bir olur mu?

Dedim ki: Biri imamdır, her tarafa bakar, namazda Allah huzurunda olduğunun farkında değildir, öteki ona uymuş olan kimsedir ki, imamın gözünü dikizler. Şüphe yok ki kendini göremez.

Her kim sana falan kişi seni övdü derse ona söyle ki beni öven sensin! Onu bahane ediyorsun! Her kim sana f alan adam sövdü derse ona dersin ki, bana söven sensin, onu bahane ediyorsun. "Sana söven, ancak o sövmeyi sana anlatandır," derler. Bu sözü o söylememiştir, belki de başka mânada söylemiştir dersin. O adam gelirde falan kişi senin için kıskanç dedi derse. Söyle ki: Kıskançlığın iki mânası vardır. Biri insanı cennete götüren kıskançlıktır. Bu, hayır işte başkalarından geri kalmamak için gösterilen kıskançlıktır. Ben niçin fazilette ondan geri kalayım, der. Allah velilerine karşı düşmanlık duygusu besleyenler sanırlar ki onlara kötülük ederler. Bu yanlıştır, belki iyilik ederler. Onların gönüllerini kendilerinden soğuturlar. Çünkü onlar âlemin gamını çekerler. Bir kimseye karşı bu sevgi ve koruma, bir yük gibidir ki, bu, Kaf dağını onun boynuna ve omuzlarına yükletmek, onu daha da ağırlaştırmak demektir. Yani bir şey yaparlar ki sevgileri daha da artar, o onların daha çok dert'ortağı olur. O zaman kendi (M. 367) sevgilerini ve düşüncelerini unuturlar, işte bu onların canlarına rahatlık getirir.

Bilginin biri bir gün uykudan uyandı. Eşya, kitap her nesi varsa attı. inliyor, ağlıyor ve şövle söylüyordu: Ömrumuzu kadılarla ayrı yaşamak, onlardan kaçınmakla tükettik. Allah kitabını arkamızda bıraktık. Ulu Allah bizden ömrümüzü nelerle tüketmiş olduğumuzu sorunca ne cevap vereceğiz? Gözümüzle ne gördüğümüzü, kulağımızla ne işittiğimizi, kalbimizden ne gibi düşünceler geçirdiğimizi soracaklar...

Bilginin burada Allah kitabı demekten maksadı Kuran değildir. Yol gösteren adam yani Mürşid'dir Allah kitabı odur, âyet odur, sûre odur. O âyet içinde âyetler vardır. Bu açık Kuran'da, bu açık kitapta neler yok... Bu mesele bize bir kaç kere Bağdat'ta kadılık yapan Yahudi'yi hatırlattı. Yahudi hazineler elde etti, yer altında gizli mağaralar yaptırdı. Silâhlı yiğit kişiler bularak pusuya yatırdı. Halifeyi tahtından indirecek, Bağdat'ı kuşatacaktı. Hikâye uzundur:

Halife Yahudi'nin düzenlerini haber aldı. Onu yakalattı. Şu hale göre kadılık mesleği, din bilgisi ve Kuran öyle bir hale getirilmişti ki, bir Yahudi Bağdat kadısı olmuştu. Halbuki o içinden bir Yahudi ve bir mahlûktu. Şimdi anlattık ki seni kurtaracak ancak Allah kuludur. Yoksa o yiyecek ve azık fayda vermez. (Karanlıkta yürüyen şaşırır) Kadir Gecesini geceler arasında gizledikleri gibi Allah erlerini de iddiacılar arasında gizlemişlerdir. Bunların gizlenmiş olması düşkünlüklerinden değil, belki çok açık ve parlak olduklarından dolayı gizlenmişlerdir. Nasıl ki, güneş, yarasa kuşu için gizlidir. Yarasa, güneşin tam karşısına geçer de ondan hiç bir şey anlayamaz. Dünya sevgisi perdesi onu dilsiz ve sağır etmiştir.(M. 368) Çünkü dünya sevgisi canlı ve kudretli olduğu zamanlarda dünyayı çeken bir mıknatıstır. Ama elden bir şey gelmezse ancak sevgilinin hayalini çeker. Sevgilinin hayali de sonunda hoşa gitmeyen bir perde olur. Meğer ki rahmet yağmış olsun. Nasıl ki Ulu Allah, "Biz Kuran-ı Kadir Gecesinde indirdik" buyurmuştur. Bu sûre kaç âyettir?

Onun on dördüncü gecesi bin aydan daha aydındır. Bu aylar arasında bu gece çok belirli olduğu için gizlenmiştir ki bir gün meydana çıksın ve şu âyette işaret buyurulan, "Yazıklar olsun bana ki Allah yönünde kusurlu düştüm Kuran-ı ve müminleri alay ettim" (Zümer Sûresi, 56) anlamındaki pişmanlık feryadı yükseldiği zaman kendini göstersin. O, ne yönsüz bir yön, ne tarafsız bir taraftır. Zamanı gelmeyince ne yapabilir? Ancak beni tanımayanların bana yaptığını yapar. Ama ben hoşum, nasıl hoş olmayayım ki, şimdiye kadar her kim beni inkâra kalkıştı ise hemen arkasından Allah'a yakın yüz bin melek, beni gerçeklemiştir. Yine bana hiç kimse bir cefada bulunmadı veya beni kötülemedi kî, Allah hemen arkasından yüz bin türlü okşayışları ile bana o cefaların karşılığını vermiş olmasın. Beni tanımayanlar beni inkâr etmedikçe yüz binlerce gerçek canlarla Allah melekleri de bana görünmez önümde baş eğmezler. Şu anlamdaki peygamber sözü bana çok acayip gelir."Dünya müminin zindanıdır," buyrulmuş. Ama ben hiç zindan görmedim, hep hoşluk, hep yücelik, hep devlet gördüm. Bir kâfir elime su dökse, Allah katında yaptığı iş beğenilmiş ve günahları yarlıganmış olur, ama ben, o mutlu ben ki kendimi boş yere hor ve düşkün gördüm. Acaba niçin yaptım bunu? Nice zaman kendimi tanıyamadım, ama yine de o yüceliği, o ululuğu kendimde buldum. Bu (M. 369) ayakyoluna düşmüş mücevherden kurtulduğumu sanmıştım. Hayır hâşa öyle değil. Şimdi hoşça söylüyorum ki hoşuna gitsin. Elini uzat ki el sıkışalım! Bir Müslüman kardeşle el sıkışırken mırıldandıkça günahlar dökülür. Şimdi sık sık kımıldanmak gerek. Ey Müslümanlar kımıldanın ki, biz de kımıldanalım. Gerek ki, halk arasında söylediğim sözü, irkilmeden senin için söylüyorum gibi bilesin. Senin için söylediğim sözü de kendin için söylediğimi sanmayasın! işte bu anlayış iman kuvvetindendir. Bilsin ki, dost senin için birtakım sözler söylemiştir, anlamaz mısın? Anlarsan tekrar söyle hangisidir? Eğer onu söylemek gerekmez diye korkuyor-san, bil ki sen de karanlık düşünce ile anlayış gücü birbirine karışmıştır. Bu ise seni dosttan ayırmak isteyen bir şeytan şerridir. Bu sana seslenen bir Gulyabani'dir Seni dosttan ayırır doğru yoldan yaban tarafına çeker.

O şeytanın sesi, bildiğin kimselerin sesi gibidir, yahut da karları karıştırıp savuran kurt gibi gözleri bağlamak ve yolu kapamak için uğraşır. Diyelim ki, size benden, bana sizden ne getirebilirler? Bununla beraber hiç güvenmemelidir. "Yarlıganmış kimse ile yemek yiyen, şüphe yok ki yarlıganmıştır." Buradaki yemekten maksat ekmek veya azık yemek değil, öteki cihanın yiyeceklerini yemekir. Nasıl ki başı kesilmiş şehitler hakkında, "Onlar rızıklanır-lar, hoşnut ve sevinçlidirler" gibi işaretler vardı r. Kötülükle emredici olan nefsi yenilgiye uğratan kimse bu hayatta da şehit ve gazi olur. Çünkü her kim yarlıganmış bir kimse ile o yiyecekten yerse Allah onu da yarlıgar. Yoksa binlerce ikiyüzlü kişi, binlerce Yahudi Hazreti Muhammed (S.A.) ile yemek yediler. Ama onların inanışlarına göre Hazreti Muhammed (S.A.) Allah yönünden yarlıganmış değildi. Bize göre Hazreti Muhammed'in (S.A.) yarlıganmış olduğuna inanmak, birlikte yedikleri o mânevi gıdayı aynı kâseden yemiş olmakla doğru sayılır, işte ona inanışın karşılığı budur. Sağlam inancın nişanı budur. (Fetih sûresinde, Hazreti Muhammed'in geçmiş ve geçecek günahlarının bağışlanmış olduğu müjdelenmiştir. Bu nükteye işaret edilmektedir. (Ç.))

(M. 3?0) Rahman, (Varlıkları koruyan Allah) Arşın üstüne hâkim oldu," âyetinin tefsire göre mânası bundan başka ne olabilir? Dış mânasını da demişlerdir ki: Arş üstüne kurulmak, onu buyruğu altına almak demektir. Nasıl ki Bişr kılıç vurmadan, kan akıtmadan Irakı buyruğu altına aldı. Bunun gibi örneklerden kelimenin bu anlamda kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kuran'ın şu işaretine inanırız, nedenini, niteliğini araştırmadan Allah'ın Arş üzerinde ferman yürüttüğüne olduğu gibi inanırız.

Bu sözden ne anlaşılır? Bu Tâhâ âyetine, tefsirde ne demişlerdir? Buna işin yalnız dış yüzünü bilenlerden başkaları ne mâna vermişlerdir? Hiç şüphe yok ki, bu da Allah'ın Kuran'da, "Mekke halkı görmediler mi ki biz onların şehrini güvenli bir yer kıldık, bu şehir çevresinde olanlar ise öldürülürler, tutsak edilirler. Bundan sonra da düzme şeylere inanır, Allah nimetlerini inkâr ederler mi?" (Ankebut Sûresi, 67) anlamındaki âyette işaret buyurulan nüktelerdendir Gönül evinin dışında kuruntu veren şeytanlar,korkular, tehlikeler vardır.

Nasıl ki, "Görülmez şeytanlarla insan şeytanları halkın yüreklerinde kuruntu verir," (Nas Sûresi, 5) buyuruimuş-tur.

O ateş içine atılan ibrahim'in misalinde olduğu gibi, Hakkın terbiyesi altında, kudretin son mertebesindedir. Nasıl ki Musa Peygamber de düşman elinde büyüdü.

Biri dedi ki: Dünyada yaşamak ahirete gitmekten daha hoştur. Sordum, niçin? Çünkü, dedi, dünyada yaşayan bir topluluğu uyandırır, Allah'ın lütfü ile gönül hoşluğu bulur. Evet ama peygamber Allah'ın lütfunu, onun halkı uyarmasını bilmiyor muydu ki en yüce arkadaş diye buyurdu. Dedi ki: Pazarda öylesine oturmuşsun ki, sanki pazarı yakacaksın! Nihayet, ey bilgisiz adam! dedim aynı yangın içinde yanıyorsun, ama yanmak ona derler ki senden hiç bir eser kalmasın. Allah erenlerinde bir kudret vardır ki belirli ateş içine düşerler de yanmazlar. Onlar gizlenmiş insanlardır.

(M. 371) Kerim Ali, benim için Haricilerdendir, Ali'ye düşmandır diyormuş. Alâeddin de demiş ki, ben ona şöyle cevap verdim: O erkek yapılı Ali'ye düşman olan kimse böyle mi olur? Ama Muhammed'in düşmanı ancak Yahudi'dir. Yahudi ise erkek sayılmaz. Ne dişi, ne de erkektir.

Kerim cömerttir, ama ancak bir şeyini kalenderlerden esirgemez. Ben onun için kendi dostlarımla savaşlar ettim; bu onun hakkında iftiradır dedim. Kıskançlık yüzünden yalan söylüyorlar. Müminler Başbuğu Ömer, (Allah ondan razı olsun) bu kadar yakın bir suç ile hükmetmedi. Onun hakkında bir şey söylemedi. Ben onun yolunda bu kadar savaşlar ettim. O bana böyle karşılık verdi. Benim üstatlık hakkıma karşı sanmayın ki önümde diz çöker. Bu kadar sıkıntı çekiyorum. Onu yetiştirmek için uğraşıyorum ama bakıyorum ki ondan daha kör kimse yok. Nihayet aciz kaldım diyordu, henüz bizim sözlerimizden içlenerek feryat ediyordu. Bundan sonra ona doğrusunu söyledim. Başını önüne eğdi. Edepsizlik ettimse pabuçlarını çıkar, başıma yüz pabuç vur, dedi. Şimdi onu önüme alayım, kendi isteğiyle tam yüz pabuç vurayım. Bir tek bile noksan bırakmayayım.

Kıta:

Bir ülke senin için sıkıntı konusu, bir topluluk hep sana bakmada



Bu devlet isidlr. bu gün kimin eline geçer.

Yabancı Din, tanıdık bir tek olsa

Dostun belâ oku, sana işte o tanıdığın elinden değer.

Bir alay öğrencilerim vardı, onlara sevgi ve öğüt verme yolu ile ağır sözler söylüyordum. O zaman biz onun çocuklarıyız. O size sövmüyor, ama belki de sevdalıdır diyorlardı. Benim de onlara karşı beslediğim sevgi azalıyordu. (M. 372) Çok kuvvetli bir ihtimalle. Allah'ın has kulları onlardı. Çünkü kerametleri gizlidir. Herkese açıklanmaz nasıl ki onlar da gizlenmişlerdi. Bazı şeyler var ki, söyleyemem. Bunların üçte birini söylesem işi büyütür, falan adam hep lütuftur, safi lütuftur, derler. Sanırlar ki, kemal mertebesi hep lütuf halinde olmaktır. Halbuki iş öyle değildir. Hep lütuftan ibaret olan kimse eksiktir. Hattâ Allah hakkında da safî lütuftur demek yaraşmaz. Çünkü ondan kahir sıfatını kaldırmış olursun. Belki hem lütuf gerektir hem kahir, işte bu sıfatlar tam yerli yerinde olmalı. Bilgisizler için kahir de, lütuf da lâzımdır. Ancak yersiz, yolsuz olmamalı.

Falan kişi demişti ki: Düşmanlara karşı kahir, dostlara karşı lütuf herkeste de vardır. Ama herkes, dostunu, düşmanını tanıyamaz. Eğer her insan dostunu tanıyabilseydi, Ulu Allah, "Sizin ve benim düşmanlarımızı dost edinmeyin. Onların gönlüne sevgi bırakırsınız." (Mümtahine Sûresi, 1) buyurmazdı ve yine ayrıca, "Şüphesiz eşleriniz ve oğullarınız sizin düşmanlarınızda, onlardan sakınınız." (Teğabün Sûresi, 14) Daha sonra, "Dikkat edin ki, siz onları seversiniz, ama onlar sizi sevmezler." (aıi Imran Sûresi, 119) buyurmazdı. (Yukarıda sözü geçen âyetler Mekke'den Medine'ye göç ederken mücahidlere engel olmak isteyen aileleri ile Islâmın ilk zamanındaki ikiyüzlülerin şüpheli durumları ve ihanetleri dolayısıyle nazil olmuş, Peygamberi dikkatli bulundurmak için vahy olunmuştur. Şems buna telmih etmek istiyor. (Ç.)).

"Nasıl ki yüce Peygamberde şöyle buyurmuştur:

Dostunu aşırılıktan uzak olarak sev. Bir gün ona kin besleyeceğini hesaba kat! Düşmanına da çok ağır ve sert davranma, ola ki günün birinde dost olursunuz!" Yine Ulu Allah Peygamberine, "Ola ki Allah onlarla (Mekkelilerle) aranızdaki düşmanlığı dostluğa çevirir," (Mümtahine Sûresi, 7) buyurmuştur.

Şiir:


Dost ile düşmanı ayırmak yolunu buseydin,

Hayatı iki kere yaşamış olurdun.

Dost görünen düşmanlar çoktur.

Sana dert ortağı olacak dost yaraşır.

(M. 373) ikinci defa yaşamak o kimseye yaraşır ki, ilk benliğinden kurtulamamış, ikinci benliğini bulamamıştır. Ancak ikinci hayatı bulan kimse,"Biz onu güzel bir hayat ile yaşatacağız," (Nahil Sûresi, 97) yolundaki vaid ile müjde-lenmiştir. O Allah nuru ile görür, dostunu tanır, düşmanını tanır; kahri, kahir yerinde.lütfu da lütuf yerinde olur. Onun kahri de lütfuna yaraşır. Her ne kadar gerçekte her ikisi de tekrarlanır ama er gerektir ki böyle bir topluluğu ve böyle bir ümmeti yola getirmek için Hazreti Muhammed (S.A.) ve Hazreti Ali gibi kılıç çalabilsin.

Bir gün Hazreti Muhammed (S.A.) dostlarından ayrı ayrı sordu. Eğilimleri barışa mı, yoksa savaşa mı, yani barış yolu ile lütfa mı, yoksa savaş yolu ile kahre mi yönelmiştir diye sınamak istedi. Çünkü barış isteği ya kötü düşünceden, can sevgisinden başını kurtarmak arzusundan ileri gelir yahut da iyilik sevgisinden, kerem sabır ve cefaya katlanmak gibi insanlık ve kahramanlık duygularına dayanır.

Ebubekir'in eğilimini anladı ki, o kılıç çalma taraflısı değil, merhamet ve yumuşaklık yönünden her birinden Hazreti Muhammed'in (S.A.) huylarından bir huy vardı. Onlara ayrı ayrı sordu: Eğer benden sonra Halife olursanız ne yaparsınız?

Ömer'den sordu, ben adalet gösteririm, dedi. insafı ancak bunda bulurum. Doğru söylüyorsun buyurdular. Zaten senden adalet yağıyor.

Hazreti Ömer, bir zina suçunun cezasını vermek için oğlunu sopa ile öldürdü. Ümmet arasında bozgunculuk olmasın diye bu şiddeti gösterdi. Sonra (M. 374) Hazreti Muhammed'e düşmanlık ettiği için kendi babasını öldürdü. Ebubekir'den sordu, sen ne yaparsın? Benim elimden gelirse, herkesten gizlenir, kimseye görünmeden kendi âlemimde kalmak isterim. Hazreti Peygamber doğru söylüyorsun buyurdu. Bu eğilim sende açıkça belirmektedir. O Büyük Bilgin (Yukarıda sözü geçen büyük bilgin, Mevlâna'nın büyük oğlu Sultan Veled'dir. Babasının emriyle Şems'i ikinci defa Şam'dan Konya'ya getirirken atının başını çekmiş, kendisi yaya yürümüştü. (645 Muharrem ayı, 1247 Milâdî) (Ç.)) bu kadar bilgi ve yetkisi ile beraber Şeyhin atının dizginini tutmuş önünde yürüyordu. Yolda her an kafasında şüpheler dolaşır, zaman zaman şeyhe olan inancı bozulurdu, Kendi kendine: Falan şeyh yanına geldi, selâm verdi ona hiç aldırış etmedi, halbuki arkasından başka bir delikanlı geldi, selâmladı onun selâmını aldı. Delikanlıya çok alçakgönüllülük ve iltifat gösterdi. Nasıl inanayım bu adama, diye düşünürken tekrar tövbe eder, kendine gelir, dizginlere yapışırdı. Şeyhin kendisinden yüz çevirmesinden korkardı. Böylece bir saat Müslüman, bir saat kâfir olarak da şeyhin evinin kapısına kadar dizginler omuzunda geldi, ikinci günü de böylece kendi kendine lahavle okuyarak şeyhin ziyaretine gitti ve bu suretle şeytanın gözünü kör etti.

Şeyhin evinin kapısının önüne gelince gördü ki, Reisin genç oğlu ile satranç oynuyor, inancı yine sarsıldı.

Bir gece Hazreti Mustafa'yı (S.A.) rüyasında gördü, istedi ki, koşsun da onu ziyaret etsin. Hazreti Peygamber (S.A.) yüzünü öte tarafa çevirdi. Bunun üzerine feryada başladı. Ey Allah elçisi dedi, benden yüz çevirme! Hazreti Peygamber (S.A.) buyurdu ki bizi daha ne kadar inkâr edeceksin? Bizi daha ne zamana kadar gerçeklemeyeceksin? Ey Allah elçisi, dedi, seni mi inkâr ettim? Ama sen dostumuzu inkâr ediyorsun, buyurdular. (M. 375) Yüzüstü düştü, ağladı, tövbe etti. Hazreti Muhammed (S.A.) kucağına bir avuç kuru üzüm ve fındık koydu. Bu halde uykudan uyandı.

Koşup geldiği zaman Şeyhin henüz oğlanla satranç oynamakta olduğunu gördü. Eteğinde kuru üzüm vardı. Tekrar inancı sarsıldı, hemen geri dönmek istedi. Şeyh bağırarak: Daha ne zamana kadar? dedi. Bari Allah Peygamberinden utan! Bu sefer koşarak Şeyhin ayapına kapandı. Şeyh, o tabakları getirin diye seslendi. Gördü ki, o kuru üzümle fındık tabakların içinde yalnız bir avuç kuru üzümün yeri boş. Şeyh ona, o bir avuç kuru üzümü şu tabağa koy ki, Hazreti Mustafa (Ş.A.) onu bu tabaktan almıştı dedi.

Şu saatte bir topluluk Padişaha giderek (Bizim için) o, mubahçıdır, her şeyi hoş gören bir adamdır, onun dini ve hali nasıldır bilinmez, derler. Bir hafta sıcağa gider, geceli gündüzlü orada kalır. Bir ayağını genç bir çocuğun, öteki ayağını Reis oğlunun yanına uzatır. Önlerinde ateş mangalı hep kebap pişirirler. Bir şeftali bir çocuktan, bir şeftali de ötekinden alır. Başka ne kaldı ki?

Atabey geldi, hamam penceresinden baktı, gördü. Çarçabuk geri dönmek istedi. Şeyh bağırdı: Ey Türk oğlu, dedi, iyice bak da ondan sonra git! Ayağını çocuğun yanından kaldırdı, ateş dolu kangala soktu. Atabey bir kaç kere elini başına vurarak uzaklaştı. Daha neler demediler ki: Minbere çıkar, onun okuduğu tevhid şu anlamdaki şiirden ibarettir:

Şiir:

O sevgili ki derneğimizin güzelliği ve süsüdür,



Şimdi meclisimizde yok, bilmem nerelerde?

O yüce bir servidir, dimdik bir boyu vardır.

Onun boyunu görmeden bizim kıyametimiz kopmasın.

(M. 376) Bu mısraları söyledi ve dedi ki: O delikanlı gelmedikçe konuşma yapmayacağım. Reis emir verdi, çocuğu buraya getirin dedi. Hamamda başına kil sürmüştü. Hemen başına su döktü ve dışarı çıktı, vaiz meclisinde hazır oldu. Kürsünün dibinde oturdu. O zaman konuşmaya başladı. O gün dedi ki: Sana bu göz ağrısı bir safa vermiştir. Bir kere daha söz almak ve susturmak istedim, ama içim pek yanıktı.

Dedim ki: Şimdi tekrar hayretle görüyorum ki, zevk sahibi olan kimseye zevk yüz gösterince sözü bağlamak istemez, şüphe yok ki söz sırası bende kaldı. Çabuk kalktım, ben de bir başkasını buldum ki hiç bir şeyden anlamaz. Onunla çok konuştum. Şaşırdı, bocaladı. Simdi dost ile, sevgili ile birlikte iken nasıl sabredebilirim, yabancılarla birlikte olmaya nasıl sabredebilirim? Önce sana karşı çok sevgim vardı. Ancak görüyordum ki, o vakit sözün başlangıcında bu işaretlerden anlayacak olgunlukta değildim. Bunları o zaman söyleseydim anlamaya güç yetiremezdim! O zaman ve bu saatte ağzımızı kapamıştık. Çünkü o sıralarda sende bu hal yoktu ki, bunları söyleyebileyim.

Ali benim için bir cemaatin Bidat'çi dediğini söylüyordu. Bidatçidir dedikleri doğrudur, dedim. Çünkü bir aralık namazda onların dış görüşlerine göre ağır davranıyordum, bundan dolayı bana böyle söylüyorlar...



SON
Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   39




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin