Stephen King Kara Kule Cilt6 Susannah'nın Şarkısı



Yüklə 1,46 Mb.
səhifə2/30
tarix30.10.2017
ölçüsü1,46 Mb.
#22902
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   30

Eddie rahatlatmak istemeyen elini uzattı ve kendini zorlayarak çocuğun başına dokundu. Saçları uzamıştı. Yıkanması gerekiyordu. Aslında ondan önce kesilmesi lazımdı. Bunun gibi ayrıntılarla ilgilenecek bir anneye ihtiyacı vardı. Ama o an için bu söz konusu değildi. Jake için değildi. Küçük bir mucize gerçekleşti: rahatlatma çabası, Eddie'nin kendini daha iyi hissetmesini sağladı. Fazla değil, ama biraz.

"Boş ver," dedi. "Olan olmuş."

"Ka," dedi, Jake acıyla.

"Kaka," dedi, Oy burnunu yerden kaldırmadan.

"Amin," dedi, Jake ve güldü. Kahkahasının soğukluğu huzursuz ediciydi. Ruger'ı uyduruk askısından çıkarıp baktı. "Bu, kapıdan geçecektir çünkü diğer taraftan geldi. Roland öyle diyor. Diğerleri de geçebilir çünkü geçiş yapmayacağız. Burda kalırlarsa Henchick onları mağarada saklayacak. Belki sonra almak için döneceğiz."

"New York'a gidebilirsek," dedi Eddie. "Orda pek çok silah olacaktır. Ve biz de gerekeni yapıp onları bulacağız."

"Ama Roland'ınkiler gibisi yoktur. Umarım kapıdan geçerler. Hiçbir dünyada onunkiler gibi tabancalar kalmadı. Bence öyle."

Eddie de aynı fikirdeydi ama söyleme gereği duymadı. Kasabadan tekrar fişek sesleri duyuldu, sonra sessizlik çöktü. Kutlamalar sona eriyordu. Sonunda bitiyordu. Elbette ertesi gün, akşama dek sürecek bir parti olacaktı ama muhtemelen daha az içki tüketilecek, daha ağırbaşlı

bir kutlama olacaktı. Roland ve ka-tet'inin şeref konukları olarak partide boy göstermesi beklenecek ama tanrılar lütfeder de kapı açılırsa hepsi de gitmiş olacaktı. Susannah'nın peşinden gideceklerdi. Onu bulacaklardı. Bulmaları gerekiyordu.

Jake aklından geçenleri okumuşçasına (ki bunu yapabilirdi, dokunuşta güçlüydü), "Yaşıyor," dedi. "Nerden biliyorsun?" "Aksi olsaydı hissederdik." "Jake, ona dokunabiliyor musun?" "Hayır ama..."

Sözünü bitiremeden toprağın altından, derinlerden gelen bir gümbürtü duyuldu. Veranda aniden, dalgalı bir denizde yüzen kayık gibi yükselip alçalmaya başladı. Tahtaların inlemesini duyabiliyorlardı. Mutfaktan, tabak çanakların takırdayan dişlere benzer sesi geliyordu. Oy başını kaldırıp inledi. Tilkiyi andıran küçük suratında bir şaşkınlık ifadesi vardı. Kulaklarını geriye yatırmıştı. Callahan'ın salonunda bir şey devrilip kırıldı.

Eddie'nin ilk düşüncesi, Jake'in hayatta olduğunu söyleyerek Suze'u öldürmüş olduğuydu. Mantıksız bir düşünceydi ama çok güçlüydü.

Sarsıntı, bir dakikalığına yoğunlaştı. Bir pencerenin camı, çerçevesi bükülüp şeklini kaybedince kırıldı. Karanlığın içinden bir çatırtı duyuldu. Eddie hasar görmüş tuvaletin iyice yıkıldığını tahmin etti. Tahmininde haklıydı. Farkında olmadan ayağa fırlamıştı. Jake de yanı başında duruyor, bileğini sıkıyordu. Eddie, Roland'ın tabancasını çekmişti. Şimdi ikisi de ateş etmeye hazır halde tetikte duruyordu.

Yeraltının derinliklerinden son bir gümbürtü yükseldi ve ayaklarının altındaki sarsıntı sona erdi. Işın üzerindeki çeşitli anahtar noktalarda insanlar uyanmış, şaşkınca etrafına bakıyordu. Bir New York'ta, bir zamanda arabaların alarmları çalmaya başladı. Ertesi günkü gazeteler hafif şiddette bir deprem haberi verecekti: kırık camlar, bildirilmiş herhangi bir kayıp yoktu. Sadece gayet sağlam olan kaya katmanında küçük çapta bir sarsıntıydı.

Jake irileşmiş gözlerle Eddie'ye bakıyordu. Olup bitenin farkındaydı.

Arkalarındaki kapı açıldı ve dizlerine kadar inen beyaz iç çamaşırı içinde Callahan verandaya çıktı. Üzerinde çamaşırı dışında sadece küçük, altın haçı vardı.

"Deprem oldu, değil mi?" diye sordu. "Bir keresinde kuzey Califor-nia'dayken de hissetmiştim. Ama Calla'ya geldiğimden beri deprem olmamıştı."

"Bir depremden çok daha fazlasıydı," dedi, Eddie bir yeri işaret ederek. Veranda, doğuya bakıyordu ve ufuk, çakan sessiz yeşil şimşeklerle aydınlanıyordu. Pederin evinin bulunduğu tepenin altında, Rosalita'nm kulübesinin kapısı açılıp sertçe kapandı. Üzerinde ince elbisesiyle Rosa ve kot pantolonuyla Roland tepeyi çıplak ayakla tırmandı. Roland'ın paçaları çiy yüzünden ıslanmıştı.

Eddie, Jake ve Callahan, onlara doğru yürüdü. Roland Gök Gürül-tüsü'nün, Kızıl Kral'ın, Uç-Dünya'nın sonunun ve Kara Kule'nin onları beklediği doğuda çakan ve giderek azalan şimşeklere gözünü kırpmadan bakıyordu.

Eğer, diye düşündü, Eddie. Kule hâlâ ayaktaysa.

"Jake, Susannah ölmüş olsaydı bunu bileceğimizi söylüyordu," dedi, Eddie. "Sigul dediklerinden birinin olacağını söylüyordu. Sonra bu oldu." Pederin avlusunu, toprağın yarılıp yükselerek minik bir tepecik oluşturduğu yeri gösterdi. Kasabadan havlayan köpeklerin sesleri duyuluyordu, ama henüz ahaliden ses yoktu; Eddie olay esnasında çoğunun uyumakta olduğunu tahmin etti. Zafer ve içki sarhoşluğunun ağır uykusundaydılar. "Ama Suze ile bir ilgisi yoktu, değil mi?"

"Doğrudan bir ilgisi yoktu, hayır."

"Ve bizimki değildi," diye araya girdi, Jake. "Yoksa hasar çok daha fezla olurdu. Sizce de öyle değil mi?"

Roland başını salladı.

Rosa, Jake'e korku ve şaşkınlık dolu bir ifadeyle baktı. "Bizim neyimiz diil, çocuk? Neden bahsediyosun? Bir deprem diildi, orası kesin!"

"Değildi," dedi, Roland. "Işın depremiydi. Her şeyi bir arada tutan Kule'yi ayakta tutan ışınlardan biri kırıldı. Koptu."

Eddie, Rosalita Munoz'un yüzünün solduğunu verandayı aydınlatan lambaların cılız ışığında bile görebildi. Kadın istavroz çıkardı. "Işın mı? Işınlardan biri mi? Bunun doğru olmadığını söyleyin! Olamaz!"

Eddie uzun zaman önce gerçekleşen bir beysbol skandalini hatırladı. Küçük bir çocuğun yakarışını... Doğru olmadığını söyle, Joe. "Yapamam," dedi Roland. "Çünkü doğru." "Kaç ışın var?" diye sordu, Callahan.

Roland, Jake'e baktı ve başını hafifçe salladı: Dersini anlat, New York'lu Jake-konuş ve dürüst ol.

"On iki kapıyı altı ışın bağlar," dedi, Jake. "On iki kapı, dünyanın on iki ucudur. Roland, Eddie ve Susannah, yolculuklarına Ayının Kapı-sı'ndan başladı ve orasıyla Lud arasında bir yerde beni aldılar."

"Shardik," dedi, Eddie. Doğudaki şimşeklerin son parıltılarını izliyordu. "Ayının ismi buydu."

"Evet, Shardik," dedi, Jake. "Yani Ayının Işını üzerindeyiz. Bütün ışınlar, Kara Kule'de birleşir. Bizim ışınımız Kule'nin ötesinde?..." Yardım almak için Roland'a baktı. Roland buna karşılık olarak Eddie De-an'e döndü. Görünüşe bakılırsa o sırada bile onlara Eld'in Yolu'nu öğrettiği eğitimi devam ediyordu.

Eddie bakışı ya görmemiş ya da görmemeyi tercih etmişti ama Roland kolayca pes edecek değildi. "Eddie?" diye mırıldandı.

"Ayının Patikası, Kaplumbağanın Yolu'ndayız," dedi, Eddie ifadesiz bir sesle. "Kule'ye kadar gideceğimize göre ne önemi var, bilmiyorum ama diğer tarafta Kaplumbağanın Patikası, Ayının Yolu var." Sonra sesini yükseltti.

"Dev gövdeli KAPLUMBAĞAYA bakın! Kabuğunda dünyayı taşır, Aklı yavaş ama niyeti iyidir; Hepimizi zihninde barındırır."

Rosalita kaldığı yerden devam etti:

"Sırtında gerçek taşınır, Orada aşk ve görev evlidir. Toprağı da sever denizi de, Hatta benim gibi bir çocuğu bile."

"Beşiğimde öğrenip dostlarıma anlattığımın aynısı değil," dedi, Roland. "Ama çok benzer, bunu garanti ederim."

"Büyük Kaplumbağa'nın ismi Maturin," dedi, Jake omuz silkerek. "Bir önemi varsa."

"Hangisinin kırıldığını anlayamıyor musunuz?" diye sordu Callahan, Roland'a dikkatle bakarak.

Roland başını iki yana salladı. "Tek bildiğim, Jake'in haklı olduğu. Kırılan bizimki değil. Öyle olsaydı, Calla Bryn Sturgis'i çevreleyen yüz elli kilometrelik alanda hiçbir şey ayakta kalamazdı." Ya da belki iki bin kilometrelik bir alan etkilenecekti, kimbilir? "Kuşlar bile gökyüzünden düşerdi."

"Kıyametten bahsediyorsun," dedi Callahan alçak, endişe yüklü bir sesle.

Roland başını iki yana salladı ama bu, onunla hemfikir olmadığı anlamına gelmiyordu. "O kelimenin anlamını bilmiyorum, peder. Ama büyük Çapta ölüm ve korkunç yıkımlardan bahsettiğim muhakkak. Ve bir yerlerde (belki Balık'ı Fare'ye bağlayan Işın üzerinde) bu az önce gerçekleşti."

"Doğru olduğundan emin misin?" diye usulca sordu, Rosa.
Roland başını salladı. Bunu daha önce, Gilead yok olup bittiği ve medeniyetin sona erdiğinde de yaşamıştı. Cuthbert, Alain, Jamie ve ka-tef leri-nin birkaçıyla yollara düştükleri sırada. Altı Işı'ndan biri o zaman kırılmıştı ve ilk olmadığı da neredeyse muhakkaktı.

"Kule'yi tutan kaç Işın kaldı?" diye sordu, Callahan. Eddie ilk kez kayıp karısının akıbetinden başka bir konuyla ilgilendi. Roland'a neredeyse dikkatli denecek bir ifadeyle bakıyordu. Neden olmayacaktı? Ne de olsa bu en önemli soruydu. Her şey Işın'a hizmet eder, diyorlardı. Aslında her şey, Kule'ye hizmet ediyordu ama Kule'yi ayakta tutan, Işınlardı. Kırılırlarsa...

"İki," dedi, Roland. "En az iki tane olmalı. Calla Bryn Sturgis'den geçen ve bir başkası. Ama ne kadar dayanacaklarını Tanrı bilir. Kırıcılar üzerlerinde çalışmasa bile fazla uzun dayanacaklarını sanmıyorum. Acele etmeliyiz."

Eddie dikleşti. "Suze olmaksızın devam edeceğimizi söylüyorsan..." Roland, Eddie'ye aptallık etmemesini söylercesine başını iki yana salladı. "Onsuz Kule'ye ulaşanlayız. Mia'nın bebesi olmaksızın yapamayız. Her şey ka'nm elinde ve ülkemde bir deyiş vardı: 'Ka'nm ne yüreği, ne de aklı vardır.'"

"İşte buna katılırım," dedi, Eddie.

"Sanırım bir sorunumuz daha var," dedi, Jake.

Eddie kaşlarını çatarak ona döndü. "Başka bir soruna ihtiyacımız yok."

"Biliyorum ama... ya deprem yüzünden mağaranın ağzı kapandıysa? Veya..." Jake tereddüt etti, sonra gönülsüzce korkusunu dile getirdi. "Ya mağara tamamen çöktüyse?"

Eddie uzanıp Jake'in yakasını kavradı. "Sakın öyle söyleme. Aklından bile geçirme."

Artık kasabadan gelen sesleri duyabiliyorlardı. Roland ahalinin tekrar toplandığını tahmin etti. O günün (ve gecenin) Calla Bryn Sturgis'de binlerce yıl unutulmayacağını biliyordu. Tabi eğer Kule ayakta kalırsa.

Eddie, Jake'in gömleğini bıraktı ve kırışıklıkları düzeltmek istercesine elini üzerinde gezdirdi. Yüzünde, yaşlı ve güçsüz görünmesine sebep olan cılız bir gülümseme belirdi.

Roland, Callahan'a döndü. "Manniler yarın yine de orda olacak mı? Onları benden iyi tanıyorsun."

Callahan omuz silkti. "Henchick sözünün eridir. Ama az önce olanlardan sonra diğerlerini gelmeye razı edebilir mi... orasını bilmiyorum."

"Etse iyi olur," dedi, Eddie karanlık bir yüz ifadesiyle. "Etse iyi olur."

Gilead'h Roland sordu. "Beni İzle oynayan var mı?"

Eddie, ona hayretle baktı.

"Nasılsa sabaha dek uyuyamayacağız," dedi, Silahşor. "Vakit geçirmeye baksak iyi olur."

Böylece Beni İzle oynamaya başladılar ve neredeyse her eli Rosalita kazandı. Sayılarını yüzünde hiçbir zafer gülümsemesi olmaksızın yazboz tahtasına işliyordu. Jake, kadının yüzünde hiçbir ifade olmadığını gördü. En azından başlarda öyleydi. Dokunuşu kullanmayı düşündü ama sonra son derece geçerli sebepler olmaksızın bunu yapmasının yanlış olacağına karar verdi. Rosa'nın poker suratının ardmdakileri görmek için dokunuşu kullanması, kadını soyunurken seyretmek gibi olacaktı. Ya da Roland ile sevişmelerini izlemek gibi.

Bununla birlikte oyun devam edip kuzeydoğu göğü sonunda ağarmaya başlarken kadının aklından geçenleri zaten biliyor olduğunu tahmin etti, çünkü kendisi de aynı şeyleri düşünüyordu. O andan sona dek hepsi de zihinlerinin bir seviyesinde kalan iki Işın'ı düşünüyor olacaktı.

Birinin veya ikisinin birden kırılmasını bekleyeceklerdi. Onlar Su-sannah'yı bulmaya çalışır, Rosa akşam yemeğini pişirir, hatta Ben Slight-man Vaughn Eisenhart'ın çiftliğinde oğlu için yas tutarken hepsinin ak-

lında aynı düşünce olacaktı: geriye sadece iki tane kalmıştı ve Kırıcılar gece gündüz çalışıyor, onları öldürüyordu.

Her şeyin sona ermesine ne kadar kalmıştı? Ve son nasıl olacaktı? Dev kayalar düşerken çıkacak korkunç gümbürtüyü duyacaklar mıydı? Gökyüzü çürük bir kumaş gibi yırtılacak ve geçiş karanlığında yaşayan tüm canavarlar yarıktan dünyaya mı düşecekti? Haykırmak için bile zamanları olmayacak mıydı? Ölümden sonra hayat olacak mıydı yoksa Kule'nin yıkılmasıyla Cennet ve Cehennem bile yok mu olacaktı?

Roland'a baktı ve yapabildiğince açık bir şekilde bir düşünce gönderdi: Bize yardım et, Roland.

Ve soğuk bir rahatlama da verse karşılık gelip zihnini kapladı; soğuk olması hiç teselli olmamasından iyiydi: Yapabilirsem.

"Beni İzle," dedi, Rosalita ve kartlarını gösterdi. En yüksek seri olan Sihirbaz Değneği'ni bulmuştu ve en baştaki kâğıt, Hanım Ölüm'dü.

DÖRTLÜK: Commala-ala-ala

Yazık silahlı genç adama

Kaybetti balını

Kadın alıp kaçınca.

KARŞILIK: Commala-ala-ala

Kadın alıp kaçınca

Bebek kaldı tek basına

işi bitmemişti ama!

2. Kıta: Büyünün Dayanıklılığı


BİR

Mannilerin gelip gelmeyeceğine dair endişelere kapılmalarına gerek yoktu. Henchick her zamanki suratsızlığıyla, yanında kırk kişiyle önceden belirlenmiş olan buluşma noktasına, toplantı salonuna geldi. Roland'a bu sayının Bulunmamış Kapı'yı açmak için yeterli olacağına dair güvence verdi. Elbette "Kara Küre" gittikten sonra kapının açılması mümkün olacaksa. Yaşlı adam, vaat ettiğinden az kişi getirdiği için özür dilemeye tenezzül etmedi, ama uzun sakalını çekiştirip duruyordu. Hatta bazen iki eliyle birden çekiyordu.

"Bunu neden yapıyor, peder, biliyor musun?" diye sordu Jake, Calla-han'a. Henchick'le beraber gelen adamlar bir düzine at arabasını doldurmuş, doğuya doğru ilerliyordu. Onların arkasında, tuhaf denecek kadar uzun kulaklı, parlak pembe gözlü iki Albino katırın çektiği iki tekerlekli, üzeri beyaz brandayla kaplı bir başka araba vardı. Jake arabanın tekerlekleri olan büyük bir Jiffy-Popr) kutusuna benzediğini düşündü. Henchick bir yandan sakallarını dalgınca çekiyor, bir yandan da tek başına bindiği arabayı sürüyordu.

"Sanırım duyduğu utancın bir belirtisi," dedi, Callahan.

'' Patlamış mısır markası.

"Neden utanıyor ki? Işın depreminden sonra bu kadar kişinin gelmesine bile şaşırdım."

"Yer sarsıldığı sırada adamlardan bazılarının olanlara duyduğu korkunun ona duydukları korkuya baskın çıktığını öğrenmiş. Ne olursa olsun Henchick verdiği sözü tutmamış oldu. Herhangi bir söz de değildi, dinh'inize verdiği kişisel bir sözdü. Artık yüzü kalmadı, saygınlığına gölge düştü." Sonra ses tonunu hiç değiştirmeden, başka bir zamanda cevabını alamayacağını bildiği soruyu yöneltti. "Susannah hâlâ yaşıyor mu?"

"Evet ama yoğun bir..." diye söze başladı Jake ve hemen elleriyle ağzını örttü. Suçlayan bakışları Callahan'a döndü. Hemen önlerinde ilerleyen Henchick bir tartışma sırasında seslerini yükseltmişler gibi irkilerek etrafına bakındı. Callahan bu kahrolası hikâyedeki herkesin dokunuşa sahip olup olmadığını merak etti.

Bu bir hikâye değil. Değil! Bu benim hayatım!

Ama telif sayfasında KURGU yazan bir kitabın içindeki ana karakterlerden biri olduğunu gördükten sonra buna inanması biraz güçtü, değil mi? Doubleday and Company, 1975. Herkesin gerçek olmadıklarım bildiği vampirlerle ilgili bir kitaptı. Ama vampirler gerçekti. Ve en azından buna komşu bazı dünyalarda hâlâ öyleydiler.

"Bana bu şekilde davranma," dedi, Jake. "Beni oyuna getirme. Hepimiz aynı taraftayken yapma, peder. Tamam mı?"

"Üzgünüm," dedi, Callahan. Sonra ekledi: "Çok çok." Jake hafifçe gülümsedi ve pançosunun cebinde duran Oy'u dalgınca okşadı. "O..."

Çocuk başını iki yana salladı. "Susannah'dan bahsetmek istemiyorum, peder. Onu düşünmeyelim bile. En iyisi bu. İçimde bir his var; doğru mu, değil mi bilmiyorum ama çok güçlü. Onu arayan bir şey var. Eğeı varsa, bizi duymaması daha iyi. Ve duyabilir, biliyorum." "Bir şey mi?..."

Jake uzanıp Callahan'ın kovboy stili boynuna sardığı mendile dokundu. Kırmızıydı. Sonra bir elini kısaca sol gözüne götürdü. Callahan bir an ne demek istediğini anlamadı. Ama sonra anladı. Kırmızı Göz. Kral'ın Gözü.

Arkasına yaslandı ve daha fazla konuşmadı. Roland ve Eddie, at üstünde hemen arkalarından ilerliyordu. İkisi de sessizliğe gömülmüştü. Yanlarında çıkınları ve tabancaları vardı. Jake'in çıkını arkasında, arabadaydı. O günden sonra Calla Bryn Sturgis'e dönecek olurlarsa bunun kısa bir süre sonra olmayacağını hepsi biliyordu.

Dehşet içinde, demek üzereydi ama çok daha kötüydü. Susannah'nın son derece cılız, inanılmayacak kadar uzak, ama yine de açık seçik anlaşılır çığlıklarını duyabiliyordu. Tek umudu, Eddie'nin duymamasıydı.


İKİ

Böylece, depreme rağmen zafer sarhoşu halkının çoğunluğunun hâlâ uyumakta olduğu kasabadan uzaklaştılar. Hava serindi, nefeslerinin oluşturduğu buharı görebiliyorlardı. Ölü mısır saplarının üzeri ince bir buz tabakasıyla kaplanmıştı. Devar-Tete Whye üzerinde, ırmağın nefesiymiş gibi görünen bir sis bulutu vardı. Roland kışın kıyısındayız, diye düşündü.

Bir saatlik yolculuğun ardından kuru vadilere ulaştılar. Atların nallarının takırtısı, tekerleklerin gıcırtısı, koşum takımlarının şıkırtısı, katırların ara sıra duyulan bağırışı ve ekinkargalarınm kanat çırpışından başka ses duyulmuyordu. Ekinkargaları muhtemelen güneye doğru uçuyordu. Güney diye bir yön kaldıysa elbette.

Sağ taraflarındaki arazi on, on beş dakika sonra yükselmeye başladı. Daha yirmi dört saat önce Calla'nm çocuklarıyla gelip Kurtlar'la savaştıkları yere geri dönmüşlerdi. O noktada bir yol, Doğu Yolu'ndan ayrılıp kuzeybatıya doğru uzanıyordu. Yolun karşı kıyısındaki hendeğin yakın

zamanda kazılmış olduğu belliydi. Roland, ka-tefi ve tabaklı hanımların Kurtlar'ı beklediği yer orasıydı.

Kurtlar'dan bahsetmişken, onlar neredeydi? Önceki gün orayı terk ettiklerinde etrafa saçılmış cesetler vardı. Gri pantolonlar ve yeşil pelerinler giyip diş gösteren kurt maskeleri takan, insan boyunda altmış kadar yaratık, gri atları üzerinde batıdan çıkıp gelmişti.

Roland atından inip yaşlılığın getirdiği tutuk hareketlerle iki tekerlekli arabasından inen Henchick'in yanında yürümeye başladı. Roland ona yardım etmek için herhangi bir girişimde bulunmamıştı. Henchick muhtemelen böyle bir teklif beklemiyordu. Hatta yardım etmeye kalksa alınabilirdi bile.

Silahşor, yaşlı adamın pelerinini düzeltmesini bekledi, sonra sorusunu sormaya niyetlendi ama gerek kalmadığını gördü. Kırk elli metre ötede, yolun sağ tarafında mısır saplarından oluşan ve daha önce orada olmayan bir tepe vardı. Roland tepenin zerre kadar saygı duyulmaksızın oluşturulmuş bir cenaze yığını olduğunu fark etti. Kasaba ahalisinin önceki gün kutlamalardan önce günü nasıl geçirdiklerine hiç kafa yormamış, o konuyla vakit harcamamıştı, ama şimdi neler yaptıklarını görebiliyordu. Kurtlar'in dirileceğinden mi korkmuşlardı? Bunu düşünürken gerçekten de korktuklarının bu olduğunu anladı. Bu yüzden ağır, hareketsiz bedenleri (hem Kurtlar'ı, hem gri atlarını) mısırların içine sürükleyip üst üste yığmışlar, üzerlerini de mısır saplarıyla kaplamışlardı. O gün de hepsini yakacaklar, bir şenlik ateşine çevireceklerdi. Ya Seminion rüzgârları esmeye başlarsa? Roland nehirle yığın arasındaki verimli toprakları riske atacaklarını ve ateşi yine de yakacaklarını tahmin etti. Neden yakmaya-caklardı? Hasat mevsimi sona ermişti ve eskilerin dediğine göre ateşten iyi gübre bulunmazdı. Ayrıca, o yığın yanıp kül olana dek ahali rahat yüzü görmeyecek, derin bir uyku uyuyamayacaktı. Yaktıktan sonra bile oraya pek azı gelmek isteyecekti.

"Roland, bak," dedi, Eddie öfke ve keder arası bir duyguyla titreyen sesiyle. "Kahretsin, bak."

Jake, Benny Slightman ve Tavery ikizlerinin yolun karşısına, güvenliğe ulaşmadan önce beklediği yerde eğri büğrü olmuş ve çizilmiş bir tekerlekli sandalye vardı. Metal bölümleri sabah güneşi altında parlıyordu. Oturma kısmı kan ve tozla kirlenmişti. Sol tekerleği fena halde eğilip işe yaramaz hale gelmişti.

"Neden öfkeyle konuşuyosun?" diye sordu, Henchick. Cantab ve Ed-die'nin bazen Pelerin Ekibi dediği yarım düzine kadar yaşlı, yanına gelmişti. Adamlardan ikisi, Henchick'ten çok daha yaşlı görünüyordu. Ro-land'ın aklına Rosalita'nın önceki akşam söyledikleri geldi: Henchick kadar yaslı, birkaçı ise yarasalar kadar kör olan beş düzine adamın karanlıkta o patikadan tırmanmaya çalıştığını düşün. Eh, hava karanlık değildi, ama yine de adamlardan bazılarının Geçit Mağarası'na ulaşmak bir yana, patikanın dik kesimlerini tırmanabileceğinden bile şüpheliydi.

"Kadınının tekerlekli iskemlesini buraya onu onurlandırmak için getirdiler. Ve seni. Peki niye öfkeyle konuşuyosun?"

"Çünkü her tarafı ezik ve yamuk olmamalıydı, kendisi de üzerinde oturuyor olmalıydı," dedi Eddie, yaşlı adama. "Anlıyor musun, Henchick?"

"Öfke, en işe yaramaz duygudur," dedi, Henchick kayıtsızca. "Aklı yok edip kalbi acıyla doldurur."

Eddie'nin dudakları bembeyaz, ince bir çizgi halini aldı ama kendini tutmayı başardı. Susannah'nın hasar görüp ezilmiş sandalyesine doğru yürüdü (Topeka'da bulmalarından o güne dek yüzlerce kilometre ilerlemiş ama artık ömrü tükenmişti) ve hüzünle baktı. Callahan yanına yaklaşınca Eddie bir el hareketiyle gerilemesini istedi.

Gözlerini yola diken Jake, Benny'nin vücudunun parçalandığı yere bakıyordu. Çocuğun cesedi yoktu ve birileri, dökülen kanın üzerine taze bir kat toprak atmıştı ama Jake yolun üzerindeki koyu lekeleri yine de görebiliyordu. Benny'nin avucu yukarı bakacak şekilde yolda yatan kopuk kolunu da. Arkadaşının babasının mısırların arasından telaşla çıkıp oğlunun cesedini gördüğü anı hatırladı. Yaklaşık beş saniye boyunca hiç ses çıkaramamıştı ve Jake, bu sürenin birinin sai Slightman'a inanılmayacak kadar ucuz kurtulduklarını söylemesi için yeterli olduğunu düşünmüştü: kayıpları sadece bir çocuk ve bir çiftçinin karısıydı. Ah, bir de bir başka çocuğun bileği kırılmıştı. Gerçekten de tereyağından kıl çeker gibi olmuştu. Ama kimse bir şey söylememiş, sonra baba Slightman haykırmaya başlamıştı. Jake, ne Benny' nin kolu kopuk, kanlar içinde yolun üzerinde yatan cesedini, ne de babasının yürek paralayan çığlığını unutabilecekti.

Jake, Benny'nin cesedinin önceki gün bulunduğu yerin yanında bir başka şeyin daha üzerinin toprakla örtülmüş olduğunu fark etti. Ufak bir metal pırıltısı görebiliyordu. Tek dizi üzerine çökerek toprağı elleriyle kazdı ve Kurtlar'm sneetch denen ölüm toplarından birini çıkardı. Üzerlerindeki yazıya bakılırsa Harry Potter modeliydiler. Önceki gün bu silahlardan birkaçını avucunda tutmuş, titreşimlerini hissetmişti. Alçak, kötücül vızıltılarını duymuştu. Topraktan kazıp çıkardığı bir taş parçası gibi cansızdı. Ayağa kalktı ve topu, üzerleri mısırlarla kaplı ölü Kurt yığınına doğru fırlattı. Öyle hızlı savurmuştu ki kolu acıdı. Muhtemelen ertesi gün tutulacaktı ama umurunda değildi. Henchick'in öfkeye dair söylediklerini de umursamıyordu. Eddie, karısını geri istiyordu; Jake de arkadaşını. Ed-die'nin istediğine kavuşma ihtimali vardı ama aynı şey Jake için söz konusu bile değildi. Çünkü ölüm mutlaktı. Elmaslar gibi, sonsuza kadardı.

Bir an önce gitmek, Doğu Yolu'nun o kesimini ardında bırakmak istiyordu. Susannah'nın eğrilip bükülmüş, bomboş duran sandalyesini daha fazla görmek istemiyordu. Ama Manniler çarpışmanın gerçekleştiği bölgenin etrafında bir çember oluşturmuştu ve Henchick, Jake'in kulaklarını tırmalayan yüksek bir sesle, acelesi varmış gibi bir dua okumaya başlamıştı: korkmuş bir domuzun çığlığına benziyordu. Tepe diye bir şeye hi-tap ediyor, mağaraya güvenli bir şekilde ulaşmalarını sağlaması ve can ya da akıl kaybına izin vermemesi için (daha önce akıl sağlığını dua konusu olarak düşünmemiş olan Jake, Henchick'in duasının o kısmını oldukça rahatsız edici buldu) dua ediyordu. Henchick ayrıca Tepe'ye mıknatıslarının ve sarkaçlarının gücünü arttırması için de dua etti. Son olarak ka-ven, büyünün dayanıklılığı için dua etti. Bu terimin o insanlar için özel bir gücü varmış gibiydi. Sözlerini bitirince hep bir ağızdan, "Tepe-sam, Te-pe-kra, Tepe-can-tah," dediler ve el ele tutuşarak kurdukları çemberi bozdular. İçlerinden bazıları gerçek patrona birkaç laf daha etmek için dizlerinin üzerine çöktü. O arada Cantab daha genç olan dört beş adamı iki tekerlekli arabaya yöneltti. Kar beyazı tentesini indirip büyük, ahşap sandıkları ortaya çıkardılar. Jake kutuların içinde mıknatıslarla sarkaçlar olduğunu tahmin etti. Görünüşe bakılırsa bir zincirin ucuna takıp boyunlarına astıklarından çok daha büyüklerdi. Bu küçük macera için ağır silahlarını getirmişlerdi. Sandıkların üzeri Hıristiyan'dan ziyade kabalistik gibi görünen desenlerle (aylar, yıldızlar ve tuhaf geometrik şekiller) kaplıydı. Ama Mannilerin Hıristiyan olduğu ne malumdu zaten? Jake bu yönde herhangi bir işaret olmadığını düşündü. Pelerinleri, sakalları, yuvarlak siyah şapkalarıyla Quaker veya Amish gibi görünüyor, cümle arasına kattıkları onlara has kelimelerle onlar gibi konuşuyor olabilirlerdi, ama Jake'in bildiği kadarıyla ne, Quakerlar ne de Amishler başka dünyalara seyahat etmek gibi bir hobiye sahipti.


Yüklə 1,46 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   30




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin