"Ve bazen kendime sorarım, 'Hepsinin o kadarla bittiğine gerçekten inandın mı? Trampas'ı ziyaret etmeye ve kafasını kaşımak için beresini her kaldırışında düşüncelerini dinlemeye başlamadan önce seni diğerlerinden ayıranın gerçekten ruhunda biraz acıma ve sevgi bulunması olduğunu mu sanıyordun? Yoksa kendini o konuda da mı kandırıyordun?'
"Emin değilim ama belki kendimi o konuda masum kabul edebilirim. Yeteneklerimin Kırmak ve beyin kurcalamanın ötesine geçtiğini gerçekten anlamamıştım. Bir şarkıcının mikrofonu ya da kaslar için steroıt gibiyim. Onları... arttırıyorum. Diyelim ki bir güç birimi var... karanlık diyelim, tamam mı? Çalışma Odası'nda yirmi otuz kişi bir saatte ben olmadan elli karanlık üretebilir. Benimle? Saatte beş yüz karanlığa fırlar. Ve etki derhal görülür.
"Trampas'ın düşüncelerini dinlediğim sırada beni yüzyılın, belki tüm zamanların en büyük avı, vazgeçilemeyecek tek Kırıcı olarak gördüklerini öğrendim. Bir Işm'ı kırmalarına yardım etmiştim bile ve Shardik'in Işını üzerindeki işlerinin süresini asırlarca kısaltıyordum. Shardik'in Işını kırılınca, hanımefendi ve beyler, Gan'ınki sadece kısa bir süreliğine dayanabilir. Gan'ın Işını da kırılınca Kara Kule yıkılır, yaradılışın sonu gelir ve Varlığın Gözü kör olur.
"Korkumu Trampas'tan nasıl saklayabildiğin» hiç bilmiyorum. Suratımı düşündüğüm gibi ifadesiz tutabilmeyi becerebildiğimi sanmıyorum.
"Çıkmam gerektiğini biliyordum. Sheemie'nin bana ilk gelişi de o zaman oldu. Galiba beni en baştan beri okuyordu ama şimdi bile bundan emin değilim. Dinky de öyle. Tek bildiğim bir gece odama gelip bana, İstersen senin için bir delik açabilirim, sai,' dedi. 'O delikten hokus pokus-layarak gidebilirsin.' Ona ne demek istediğini sorunca bana öylece baktı. Tek bir bakışın ne çok şey anlatabilmesi komik, değil mi? Zekâma hakaret etme. Vaktimi harcama. Kendininkini de. Bunları zihninde okumadım, hayır. Yüzünde gördüm."
Roland onaylarcasına homurdandı. Parlak gözleri teybin dönen makaralarına dikilmişti.
"Ona deliğin nereye açılacağını sordum. Bilmediğini, şansımı deneyeceğimi söyledi. Yine de fazla tereddüt etmedim. Etseydim kalmak için sebepler bulacağımdan korkuyordum. 'Haydi, Sheemie,' dedim. 'Beni hokus pokusla.'
"Gözlerini kapayarak konsantre oldu ve odamın köşesi birden kayboldu. Arabaların gelip geçtiğini görebiliyordum. Belli belirsizdiler, ama Amerikan arabalarıydılar. Daha fazla sorup tartışmadan o tarafa yönelim. Diğer dünyaya geçip geçemeyeceğimden emin değildim, ama artık hiçbir şeyi umursamıyordum. Yapabileceğim en iyi şeyin belki de ölmek olacağını düşünüyordum. Ölümüm en azından onları yavaşlatırdı.
"Ve tam diğer tarafa geçecektim ki Sheemie beni düşündü. 'Arkadaşım Will Dearborn'u ara. Gerçek adı Roland. Arkadaşları öldü ama o ölmedi, bunu biliyorum çünkü onu duyabiliyorum. O bir silahşor ve şimdi yeni dostları var. Onları buraya getir, kötü adamların Işın'ı incitmesine engel olurlar. Jonas ve arkadaşlarının beni öldürmesine engel olduğu gibi.' Sheemie için bu bir söylev sayılırdı.
"Gözlerimi kapatıp diğer tarafa geçtim. Döndürülüyormuşum gibi bir his oldu ama hemen geçti ve başka da bir şey hissetmedim. Ne geçiş çınlamaları, ne mide bulantısı. Aslında Santa Mira kapısıyla kıyaslandığında oldukça hoş olduğu bile söylenebilirdi. Trafiği yoğun bir otobanın yanına, ellerim ve dizlerim üzerine düştüm. Çalıların arasında uçuşan bir gazete vardı. Alıp bakınca 1960 Nisanı'na gelmiş olduğumu gördüm. Ar-mitage ve arkadaşlarının bizi ülkenin diğer ucundaki Santa Mira kapısından geçirmesinden neredeyse beş yıl sonraydı. Gazete Hartford Co-urant'h. Ve sonradan yolun adının da Merritt Parkway olduğunu öğrendim."
"Sheemie büyülü kapılar yapabiliyor!" diye bağırdı Roland. Dinlerken temizlediği tabancasını bir kenara koymuştu. "Teleport bu! Bu anlama geliyor!"
"Şşş, Roland," dedi Susannah. "Bu Connecticut macerası olmalı. Bu kısmı duymak istiyorum."
11
Ama Ted'in Connecticut macerasını hiçbiri duyamaz. Dinleyicilerine o hikâyenin "bir başka gün için" olduğunu ve sonsuza dek ortadan kaybolmak için gerekli parayı denkleştirmeye çalışırken Bridgeport'ta yakayı ele verdiğin1 söyler. Sığ adamlar onu bir arabaya tıkıp New York'a, Dixie Pig adında bir restorana götürmüştür. Oradan Fedic'e, Fedic'ten Gök Gürültüsü İstasyonu'na, istasyondan Devar-toi'ye; ah Ted, seni yeniden görmek ne güzel, hoş geldin.
Dördüncü makaranın dörtte üçü bitmiştir ve Ted'in sesi çatlayarak zayıflamıştır. Yine de cesurca devam eder.
"Yokluğum fazla uzun sürmemişti ama burda zaman o düzensiz ileri atlayışlarından birini yapmıştı. Humma o'Tego artık yoktu-muhtemelen benim yüzümden -ve yerine New Jersey'li Prentiss adındaki ki- dam gelmişti. Finli ile beni Efendi'nin konutunda pek çok kez sorguladılar. Fiziksel işkence yoktu -sanırım bana, zarar vermeyi göze alamayacak kadar çok önem veriyorlardı- ama oldukça fazla rahatsızlık ve akıl oyunu olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca tekrar kaçmaya kalkarsam Connecticut 'taki dostlarımın öleceğini açık bir dille belirttiler. "Anlamıyor musunuz?' dedim onlara. "Yaptığım işe devam edersem zaten ölecekler. Belki şu Kızıl Kral dediğiniz kişi hariç herkes ölecek.'
"Prentiss parmaklarını sinir bozucu bir şekilde oynattı ve, 'Bu doğru olabilir, olmayabilir de, sai,' dedi. 'Ama doğruysa, biz ölürken acı çekmeyeceğiz. Öte yandan Küçük Bobby ve Carol... ve elbette Carol'un annesi ve Bobby'nin arkadaşı Sully-John...' Sözünü tamamlamasına gerek yoktu. Küçük dostlarımı bu şekilde tehdit etmelerinin beni ne kadar korkuttuğunu anlayıp anlamadıklarını hâlâ merak ederim. Ve ne denli kızdırdığını.
"Tüm o sorular iki şeyi öğrenmek içindi: Neden kaçtığım ve bana kimin yardım ettiği. Eski isim -rütbe- seri numarası rutinini uygulayabilirdim ama biraz açık sözlü olma riskini göze alabileceğimi düşündüm. Onlara kaçmak istediğimi, çünkü can-toi muhafızlardan birinden gerçekte ne yapıyor olduğumuza dair birkaç ipucu aldığımı ve öğrendiklerimin hiç hoşuma gitmediğini söyledim. Nasıl çıkabildiğime gelince, bilmediğimi söyledim. Bir gece uyuduğumu, uyandığımda kendimi Merritt Parkway'in yanında bulduğumu söyledim. Önce burun kıvırırken hikâyeme bir nebze inanmaya başladılar, Çünkü kaç kez sorarlarsa sorsunlar söylediklerimde en ufak bir değişiklik bile olmadı. Ve elbette ne kadar güçlü ve bazı yönlerden diğerlerinden farklı olduğumu biliyorlardı.
'"Bilinçsizce bir şekilde teleportasyon yapıyor olabilir misiniz, sai?' diye sordu Finli.
'"Nerden bilebilirim?' diye sordum, sorulara iyi sorularla cevap vermek sorgu sırasında başvurulabilecek en iyi yöntemlerden biridir. Tabi bunun gibi nispeten yumuşak sorgularda. "Böyle bir yeteneği hiç hissetmedim ama bilincimizin gerisinden nelerin baktığını bilemeyiz, değil mi?'
"'Siz olmadığınızı umsanız iyi olur,' dedi Prentiss. 'Burda teleportasyon hariç her yeteneğe müsamaha gösteririz. Ama bu yetenek, sizin gibi değerli bir çalışan için bile ölüm fermanı anlamına gelir, Bay Brautigan.' Buna inanıp inanmama konusunda kararsızdım ama daha sonra Trampas bana Prentiss'in ciddi olabileceğine inanmam için sebepler verdi. Her neyse, hikâyem buydu ve asla tutarsızlık etmedim.
"Prentiss'in kâhyası, Tassa adında bir gençti -fark ederse, o da bir insandı- bize kurabiyeler ve kutularca Nozz-A-La getirirdi -çok severim çünkü tadı kök birasına benzer- ve Prentiss, bana ne istersem sunmaya hazırdı... tabi bilgiyi nereden aldığımı ve Algul Siento'dan nasıl kaçtığımı söylediğim takdirde. Sonra sorgulama tekrar başlardı. Prentiss ve Sansar kurabiyeleri kemirip Nozzie'lerini içerek sormayı sürdürürlerdi. Ama bir noktada daima pes edip bana da bir lokma verirler, bir yudum sunarlardı. Korkarım içlerinde sırlarımı dökmeme yetecek kadar Nazi yoktu. Beynimi kurcalamaya çalıştılar elbette ama... tereciye tere satmak deyimini duymuş muydunuz?"
Eddie ve Susannah başlarını sallarlar. Babasının bu lafı Programcılık ve Yayın Şebekesi ile ilgili konuşmalarda sıkça kullandığını duymuş olan Jake de.
"Bahse girerim duymuşsunuzdur," diye devam eder Ted. "Bir kurcalayı-cının beynini kurcalayamazsınız dersem yalan olmaz, en azından belli bir anlayış seviyesinin ötesine geçmiş birinin. Neyse, sesim tamamen kısılmadan sadede gelsem iyi olacak.
"Sığ adamların beni geri getirmesinden yaklaşık üç hafta sonra bir gün Trampas, Pleasantville'in ana caddesinde yanıma yaklaştı. O sırada Dinky'yi tanımış ve kafadengi biri olduğunu keşfetmiştim. Onun yardwuw
Sheemie'yi de daha iyi tanımaya başlamıştım. Efendi'nin konutundaki günlük sorgulamam dışında pek çok şey olup bitiyordu. Dönüşümden sonra Trampas nerdeyse hiç aklıma gelmemiş, oysa o adeta benden başka hiçbir şey düşünmemişti. Bunu çabucak anladım.
'"Sana sorup durdukları soruların cevaplarını biliyorum,' dedi. 'Bilmediğim ise beni niçin ele vermediğin.'
"Ona bunun aklımın ucundan bile geçmediğini söyledim... ispiyoncu olarak yetiştirilmemiştim. Ayrıca makatıma elektrik verip tırnaklarımı söküyor değillerdi... ama benim yerime bir başkası olsaydı bu yöntemleri uygulayacaklarına şüphe yoktu. Yaptıkları en kötü işkence, pes edip bana ikram etmeden önce Prentiss 'in masasındaki kurabiyeleri bir buçuk saat boyunca gözümün önünde tutmak olmuştu.
'"İlk başlarda sana kızgındım,' dedi Trampas. "Sonra anladım ki -gönülsüzce de olsa- senin yerinde olsam ben de aynısını yapardım. Dönüşünden sonraki ilk hafta pek fazla uyumadığımı söylemeliyim. Damli'deki yatağımda yatıyor, her an beni almaya gelmelerini bekliyordum. Ben olduğumu öğrenirlerse bana neler yapacaklarını biliyorsun, değil mi?'
"Ona bilmediğimi söyledim. Finli'nin sağ kolu Gaskie tarafından kamçılandıktan sonra Discordia 'da ölmesi veya Kızıl Kral'ın Şatosu 'nda bir iş bulması için ıssız topraklara gönderileceğini söyledi. Ama böyle bir yolculuk çok çetin olurmuş. Fedic'in güneydoğusunda Yiyen Hastalık (muhtemelen kanser ama çok hızlı yayılan ve acı vererek çok çektiren bir türü) veya Çılgın dedikleri hastalıklara sık rastlanırmış. Roderick'in Evlatları bu hastalıkların ikisinden de muzdarip, başka hastalıklara da maruz kalıyorlar. Görünüşe bakılırsa Gök Gürültüsü 'ndeki küçük çaptaki deri rahatsızlıkları -egzama, sivilceler, isilik- Uç-Dünya 'daki marazların sadece başlangıcı. Ama bir sürsün için Kızıl Kral'ın şatosunda hizmet etmek tek umut. Trampas gibi bir ^n-toi'nin Callalar'a gidemeyeceği açık. Tamam, çok daha yakındalar ve orada gerçek gün ışığı var ama Calla Kavisi'nde sığ adamların ve tahe-en lerin başına neler gelebileceğini tahmin edersiniz."
Roland'ın tefi bunu kolaylıkla tahmin edebilmektedir.
'"Fazla büyütme,' dedim. "Şu yeni gelen, Dinky denen gencin diyeceği gibi ben işimi vitrine çıkarmam. Bu kadar basit. Şövalyelik etmiş falan deği.
Um.'
"Yine de minnettar olduğunu söyledi. Sonra etrafına bakıp alçak sesle
ekledi. 'Bu iyiliğine onlarla olabildiğince işbirliği yapmanı öğütleyerek karşı-lık vereyim, Ted. Başımı belaya sok demiyorum ama sen de kendini bu den-ten kurtar. Sana sandığın kadar çok ihtiyaçları olmayabilir.'
"Şimdi beni iyi dinleyin hanım ve beyler çünkü bu çok önemli olabilir bilmiyorum. Tek bildiğim, Trampas'ın söylediklerini duyduğumda tüm vücudumun buz kestiği. Dedi ki, diğer taraftaki dünyalar içinde biri eşsizmiş. Oraya Gerçek Dünya diyorlar. Trampas'ın tek bildiği, oranın Orta-Dünya' nın bir zamanlar olduğu gibi gerçek olduğu. Işınlar zayıflamaya başlayıp dünya ilerlemeden önce olduğu gibi. Dediğine göre bu özel "Gerçek' Dün-ya'nın Amerika tarafında zaman bazen titreşiyor ama daima tek yöne doğru ilerliyormuş: ileri. Ve o dünyada da bir nevi yükseltici görevini üstlenen biri varmış; Gan'ın Işını'nın ölümlü bir gardiyanı bile olabilir."
12
Roland, Eddie'ye döndü ve göz göze geldiler. İkisi de sessizce aynı kelimeyi söyledi: King.
13
"Trampas, bana Kızıl Kral'ın bu adamı öldürmeye çalıştığını söyledi ama ka hayatını korumuş. 'Şarkısı bir çember çizmiş diyorlar,' dedi Trampas. 'Ama kimse bunun tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyor.' Ancak şimdi ka -Kızıl Kral değil, bildiğimiz ka- bu adamın, bu gardiyanın veya her neyse onun ölmesi gerektiğine hükmetmiş. Adam durmuş. Söylemesi gereken şarkı her neyse, artık söylemiyormuş ve böylece zarar verilebilecek konuma gelmiş. Ama Kızıl Kral için değil. Trampas, bana bunu söyleyip durdu. Hayır, şimdi kırılgan olduğu ka imiş, ka'nın vereceği zararlara acıkmış. 'Art^ şarkı söylemiyor,' dedi Trampas. "Çok önemli olan şarkısı son buldu. Gw" unuttu.'"
14
Dışarının sessizliğindeki Mordred bunu duydu ve düşünmek üzere bir kuytuya çekildi.
15
"Trampas bana tüm bunları artık vazgeçilemez olmadığımı anlamam için anlattı. Elbette beni ellerinde tutmak istiyorlardı; Shardik'in Işını'nı bu adamın ölümü Gan'ın Işını'nın kırılmasına sebep olmadan önce yok etmeleri onlara ayrı bir şeref verecekti."
Sessizlik.
"Unutuluşun kıyısına ve ardından aşağıya doğru bu yarışın ölümcül çılgınlığının farkındalar mı? Görünüşe bakılırsa değiller. Olsalardı zaten yarış-mazlardı. Yoksa bu hayal gücünden yoksunluk mu sadece? Böylesine basit bir eksikliğin varlığın sonunu getireceğini düşünmek insanın hiç hoşuna gitmiyor ama..."
16
Roland sesini dinledikleri yaşlı adam onları görebiliyormuşçasına parmaklarını sabırsızca çevirdi. Can-toi muhafızın Stephen King hakkında bildiği her şeyi duymak istiyordu ama Brautigan konudan ayrılıp başka yerlere dalmıştı. Anlaşılabilir bir durumdu elbette -adam bitkin düşmüştü- ama burada çok önemli bir şey söz konusuydu. Eddie de bunun farkındaydı. Roland bildiğini genç adamın gergin yüz hatlarından okuyabiliyordu. Makaradaki kahverengi bandın -neredeyse yarım santim geniş-üğindeydi- tükenmesini birlikte izlediler.
17
"... bizler sadece cahil insanlarız, o yüzden böyle şeyleri bilmemiz müm-Un değil sanırım. En azından tamamını anlayamayız..."
Yorgunca iç geçirdi. Son makara dönüyor, bant sessizce diğer makarada birikiyordu. Sonunda ses tekrar duyuldu.
"Bu sihirli adamın ismini sordum ve Trampas, bana, 'Bilmiyorum, Ted,' dedi. "Ama bildiğim bir şey var, o da adamda sihrin kalmadığı. Ka 'nm ondan istediğini yapmayı bıraktığından beri yok. Eğer kendi haline bırakırsak On Dokuz Ka'sı, yani onun dünyasının ka'sı ve Doksan Dokuz Ka'sı, yani bizim dünyamızın ka'sı birleşerek..."
Ama kayıt burada bitmişti. Makara boşalmıştı.
18
Makaralar dönmeye ve bandın boşta kalan ucu fip-fip-fip sesini çıkarmaya, Eddie uzanıp STOP düğmesine basana dek devam etti. "Bok canına!" diye mırıldandı bunu yaparken.
"Tam da ilginçleşmeye başlamıştı," dedi Jake. "Ve yine bu rakamlar. On dokuz... ve doksan dokuz." Bir an duraksadıktan sonra birlikte söyledi. "On dokuz doksan dokuz." Sonra üçüncü kez. "1999. Anah-tar-Dünya'da Anahtar Yıl. Mia'nm bebeğini doğurmaya gittiği yer. Siyah On Üç'ün şu an bulunduğu yer."
"Anahtar-Dünya, Anahtar Yıl," dedi Susannah. Son makarayı teypten çıkarıp ışığa doğru tutarak bir süre baktıktan sonra kutusuna geri koydu. "Zamanın daima tek yönde ilerlediği yer. Olması gerektiği gibi."
"Gan zamanı yarattı," dedi Roland. "Eski efsaneler böyle der. Gan hiçlikten var oldu -bazı hikâyelerde denizden var olduğu söylenir ama ikisinin de Prim'i kastettiğine şüphe yok- ve dünyayı yarattı. Sonra parmağının ucuyla dokunup çevirdi ve böylece zaman oluştu."
Mağarada bir şey uyanıyordu. Esin. Hepsi hissediyordu. Son yaklaştığında Mia'nın karnının olduğu gibi patlamaya hazırdı sanki. On dokuz-Doksan dokuz. Bu numaralar hepsini pençesine almıştı. Her yerde karşılarına çıkmışlardı. Gökyüzünde, çitlerin üzerinde onları görmüş, rüyalarında duymuşlardı.
Oy kulaklarını dikleştirerek parlak gözlerle onlara baktı. "Mia Plaza-Park'ta kaldığımız odadan -1919 numaralı odaydı- Dixie pjg'e gitmek üzere çıktığında bir tür transa girmiştim," dedi Susannah. "Rüyalar gördüm... hapishanede olduğum rüyalar... spikerler onun, bunun, şunun öldüğü haberini veriyordu..." "Söylemiştin," dedi Eddie.
Susannah başını şiddetle iki yana salladı. "Hepsini değil. Çünkü bazı bölümleri pek mantıklı gelmemişti. Mesela Dave Garroway'in Başkan Kennedy'nin küçük oğlunun öldüğünü söylemesi-katafalkın önünden geçerken babasının tabutunu selamlayan küçük John... John. Bunu size söylemedim, çünkü çok saçmaydı. Jake, Eddie, küçük John-John Kennedy sizin zamanınızda ölmüş müydü? Herhangi birinizin zamanında?"
Başlarım iki yana salladılar. Jake, Susannah'nın kimden bahsettiğini bildiğini bile sanmıyordu.
"Ama öldü. Anahtar-Dünya'da, bizim zamanımızın ötesinde. '99 yılında olduğuna bahse girerim. Son silahşorun oğlu ölmüş, ah Discordia. Şimdi düşünüyorum da, sanırım haftalık Zaman Yolcuları Dergisi'nin ölüm ilanları sayfası gibi bir şeymiş duyduğum. Değişik zamanlardan ölüm haberleri. John-John Kennedy, sonra Stephen King. Adını hiç duymamıştım ama David Brinkley Korku Ağı'm yazdığını söyledi. Peder Cal-lahan'ın içinde olduğu kitap oydu, değil mi?" Roland ve Eddie başlarını salladılar. "Peder Callahan bize hikâyesini anlattı." "Evet," dedi Jake. "Ama ne..."
Susannah lafını kesti. Gözleri uzak bir noktaya dikilmiş gibiydi. Kavkısın hemen arifesindeki gözler. "Sonra On Dokuz ka-tet'ine Brautigan gelir ve o da kendi hikâyesini anlatır. Ve bakın! Teybin sayacına bakın!" Hepsi birden eğilerek baktı.
Stephen King
1999
"Bence King, Ted'in hikâyesini de yazmış olabilir," dedi Susannah. "O hikâyenin Anahtar-Dünya'da ne zaman çıktığını veya çıkacağını tahmin etmek isteyen var mı?"
"1999'da," dedi Jake alçak sesle. "Ama dinlediğimiz kısmı değil. Duy. madiğimiz kısım. Ted'in Connecticut Macerası."
"Ve onunla tanıştınız," dedi Susannah dinh'mt ve kocasına bakarak. "Stephen King ile tanıştınız."
Tekrar başlarını salladılar.
"Pederi, Brautigan'ı, bizi yarattı," dedi Susannah kendi kendine konuşur gibi ve başını iki yana salladı. "Hayır. 'Her şey Işın'a hizmet eder.'
O bizi...yükseltti."
"Evet." Eddie başını sallıyordu. "Evet, pekâlâ. Bu çok doğru." "Rüyamda bir hücredeydim," dedi Susannah. "Üzerimde tutuklandığım sırada giydiğim kıyafet vardı. Ve David Brinkley, Stephen King'in öldüğünü söyledi, vah vah, Discordia böyle bir şeydi. Brinkley dedi ki..." Kaşlarını çatarak sustu. Gerektiği takdirde hepsini hatırlayabilmesi için Roland'dan onu hipnotize etmesini isteyecekti ama gerek kalmadı. "King'in Lovell, Maine'deki evinin yakınında çıktığı yürüyüş sırasında biı minibüsün çarpması sonucu öldüğünü söyledi."
Eddie irkildi. Roland gözleri alev alev yanarak yerinde doğruldu.
"Öyle mi diyorsun?"
Susannah kendinden emin bir ifadeyle başını salladı.
"Turtleback Yolıı'ndaki evi satın almış!" diye kükredi Silahşor. Uzanıp Eddie'nin yakasını kavradı. Eddie fark etmemiş gibiydi. "Elbette almış! Kc konuşur ve rüzgâr eser! Işm'ın Yolu'nda biraz daha ilerlemiş ve ince olan yerdeki evi almış! Gaipten-gelenleri gördüğümüz yer! John Cullum konuşup geri döndüğümüz yer! Şüphen var mı? Bundan zerre kadar şüphen var mı?"
Eddie başını iki yana salladı. Elbette şüphesi yoktu. Bir panayırda balyozu pedala tüm gücünüzle indirdiğiniz ve kurşun ağırlığın en tepeye ulaşıp zili çaldığı zaman duyduğunuz hisse benziyordu. Zili çalıp bir Kewpie bebek kazanıyordunuz, peki bu Stephen King bir Kewpie bebeği olduğunu düşündüğü için miydi? King Gan'ın Kutsal Parmağı'yla zamanı başlattığı dünyadan geldiği için miydi? Çünkü King Kewpie diyorsa herkes Kewpie diyordu, teşekkürler deriz. Panayırdaki Gücünüzü Sınayın zilini çalmanın ödülünün bir Cloopie bebek olduğunu düşünse onlar da Cloo-pie mi diyecekti? Eddie cevabın evet olduğunu düşündü. Bundan Co-Op Şehri'nin Brooklyn'de olduğundan emin olduğu gibi emindi.
"David Brinkley, King'in elli iki yaşında olduğunu söylemişti. Siz onunla karşılaştınız, hesabı yapın bakalım," dedi Susannah. "'99 yılında elli iki yaşında olabilir mi?"
"Kesinlikle," dedi Eddie. Roland'a karanlık, korkulu bir bakış fırlattı. "Ve karşımıza sürekli on dokuz çıktığına göre -Ted Stevens Brautigan, haydi harfleri sayın!- bahse girerim alakası sadece yılla bitmiyordur. On dokuz..."
"Bu bir tarih," dedi Jake kendinden emin bir sesle. "Kesinlikle öyle. Anahtar-Dünya'daki Anahtar Yıl'da Anahtar Gün. 1999 yılında bir ayın on dokuzu. Muhtemelen bir yaz günü çünkü yürüyüşe çıkmış."
"Şimdi orda yaz mevsimi," dedi Susannah. "Haziran. Altıncı ay. 6'yı baş aşağı çevirirsen 9 olur."
"Evet, patiği de tersten okursan kitap olur," dedi Eddie ama sesi tedirgindi.
"Bence Susannah haklı," dedi Jake. "Bence tarih 19 Haziran. Stepin King o gün bir minibüsün çarpması sonucu ölüyor ve Kara Kule hikâyesine -bizim hikâyemiz- tekrar dönmesi ihtimali tamamen ortadan kalkı-y°r- Gan'ın Işım'na fazla yüklenilmiş durumda. Shardik'in Işını var ama o da şimdiden aşınmış." Solgun bir yüzle Roland'a baktı, dudakları neredeyse maviydi. "Bir kürdan gibi kırılacak."
"Belki oldu bile," dedi Susannah.
"Hayır," dedi Roland.
"Nasıl emin olabiliyorsun?"
Roland, ona neşesizce gülümsedi. "Öyle olsaydı burda olmazdık."
19
"Nasıl engelleyebiliriz?" diye sordu Eddie. "Trampas denen adam Ted'e ka olduğunu söylemiş."
"Belki yanlış biliyordur," dedi Jake ama sesi cılızdı. "Sadece bir dedikodu olabilir, belki yanlış anlamıştır. Hey, belki King temmuza kadar yaşar. Ya da ağustosa. Ya eylül neden olmasın? Eylül olması da muhtemel, değil mi? Ne de olsa yılın 9. ayı..."
Bacağını önüne uzatmış halde oturmakta olan Roland'a döndüler. "Şurası ağrıyor," dedi kendi kendine konuşuyormuş gibi. Sağ kalçasına dokundu... sonra kaburgalarına... son olarak da başının yan tarafına. "Baş ağrıları musallat oldu. Giderek kötüleşti. Size söylemek için bir sebep görmedim." Parmakları eksik sağ elini aşağı, sağ tarafına indirdi. "Burasına çarpılacak. Kalçası parçalanacak. Kaburgaları kırılacak. Kafatası ezilecek. Cansız halde hendeğe düşecek. Ka... ve ka'mn sonu." Gözlerindeki bakış netleşti ve hızla Susannah'ya döndü. "New York'tayken hangi gündeydiniz?"
"1 Haziran 1999."
Roland başını salladı ve Jake'e baktı. "Ya siz? Aynı gün, değil mi?"
"Evet."
"Sonra Fedic... bir mola... ve Gök Gürültüsü." Düşüncelere dalarak duraksadı ve ardından kelimelerin üzerine bastıra bastıra konuştu. "Hâla vakit var."
"Ama zaman orda daha hızlı ilerliyor..." "Ve atlamalarından birini yaparsa..." "Ka..."
Hepsi aynı anda konuşmuştu. Aynı anda sustular ve Roland'a baktılar.
"Ka'yı değiştirebiliriz," dedi Roland. "Daha önce yapıldı. Bir bedeli olacaktır elbette -belki ka-shume- ama imkânsız değil." "Oraya nasıl gideceğiz?" diye sordu Eddie. "Tek bir yol var," dedi Roland. "Bizi Sheemie göndermeli." O karanlık bölgeye adını veren, uzaklardan gelen bir gök gürlemesi-nin bozduğu bir sessizlik oldu.
"İki işimiz var," dedi Eddie. "Yazar ve Kırıcılar. Hangisi öncelikli?"
"Yazar," dedi Jake. "Hâlâ onu kurtarmak için zaman varken."
Ama Roland başını iki yana sallıyordu.
"Ama neden?" diye bağırdı Eddie. "Neden ama? Zamanın orada ne kadar kaygan olduğunu biliyorsun! Ve tek yönde ilerliyor! Aralığı kaçırırsak bir daha asla bir fırsat bulamayacağız!"
"Ama Shardik'in Işını'nı güvence altına almamız da gerek," dedi Roland.
"Şu Ted ve Dinky denen adamların önce biz onlara yardım etmezsek Sheemie'nin bize yardım etmesine izin vermeyeceğini mi söylüyorsun?"
"Hayır. Sheemie istediğimizi benim hatırım için yapar, bundan eminim. Ama ya biz Anahtar-Dünya'dayken ona bir şey olursa? 1999'da sıkışıp kalırız."
"Turtleback Yolu'nda bir kapı var..." diyecek oldu Eddie.
"1999'da kapı hâlâ orda olsa bile Ted bize Shardik'in Işını'nm şimdiden eğilmeye başladığını söyledi, Eddie." Roland başını iki yana salladı. Yüreğim bu hapishaneden başlamamız gerektiğini söylüyor. Aranızda terklı düşünen varsa fikrini memnuniyetle dinlerim." Sessiz kaldılar. Mağaranın dışında rüzgâr esti.
"Kesin bir karar vermeden önce Ted'e sormamız gerek," dedi Susannah sonunda.
"Hayır," dedi Jake.
"Yır!" dedi Oy da. Bunda şaşılacak bir şey yoktu. Hantal Billy'nin Jake ile zıt fikirleri paylaştığı görülmemişti.
"Sheemie'ye soralım," dedi Jake. "Sheemie'nin ne yapmamız gerektiğini düşündüğünü öğrenelim." Roland başını yavaşça salladı.
DOKUZUNCU BÖLÜM YOLDAKİ İZLER
1
Jake çoğu Dixie Pig'de geçen kâbuslarla dolu uykusundan uyandığında cılız ve cansız bir ışık mağaranın içine süzülüyordu. Bu türde bir ışık New York'tayken içinde daima okulu ekip bütün günü kanepenin üzerinde kitap okuyarak, televizyon izleyerek ve uyuyarak geçirme isteği uyandırırdı. Eddie ve Susannah bir uyku tulumunun içinde birbirlerine sarılmış uyuyorlardı. Oy kendisi için hazırlanmış yatakta değil, Jake'in yanı başında uyumuştu. Kıvrılıp U şeklini almış ve kafasını ön ayaklarına dayamıştı. Çoğu insan uyuduğunu zannederdi ama Jake hayvanın gözka-paklarının altındaki altın rengi sinsi ışıltıyı görmüştü. Oy çaktırmadan etrafı gözlüyordu. Silahşor'un uyku tulumunun fermuarı açık, içi boştu.
Dostları ilə paylaş: |