Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə25/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   62

"O şeyin tadına nasıl tahammül ediyorsun bilmiyorum," dedi Eddie. "Herkesin zevki kendine demiş yaşlı kadın ineği öperken," diye karşılık verdi Ted.

Herhangi bir şey içmeyen tek kişi Roderick'in Evladı'ydı. Hâlâ elleriyle gözlerini kapamış halde mağaranın ağzında yatıyor, hafifçe titriyordu.

Ted birinci ve ikinci şişeler arasında Sheemie'nin durumunu kontrol etmiş, nabzına bakmış, ağzını incelemiş ve herhangi bir yumuşak nokta olup olmadığını görmek için kafatasını yoklamıştı. Sheemie'ye acıyıp acımadığını her soruşunda Sheemie başını sakince iki yana sallamış, muayene esnasında gözlerini Roland'dan hiç ayırmamıştı. Ted, Sheemie'nin kaburgalarını da kontrol ettikten sonra ("Gıdıklanıyorum, sai," demişti Sheemie gülümseyerek) durumunun iyi olduğunu ilan etmişti.

Sheemie'nin gözlerini çok iyi görebilen Eddie -yakındaki gaz lambalarından birinin kuvvetli ışığı Sheemie'nin yüzüne vuruyordu- bunun ustaca söylenmiş bir yalan olduğunu düşündü.

Susannah yine yumurta ve konserve dana eti pişiriyordu. (Ocak tekrar konuşmuştu. "Yine aynısından, öyle mi?" diye sormuştu neşe ve onaylama dolu bir tonla.) Eddie, Dinky Earnshaw'un bakışını yakaladı ve, "Suze yemeği hallederken benimle bir dakikalığına dışarı gelir misin?"

Dinky, Ted'e baktı, yaşlı adamın başını salladığını görünce tekrar Eddie'ye döndü. "İstiyorsan tamam. Bu sabah vaktimiz daha bol ama bu boşa harcayabileceğimiz anlamına gelmiyor." "Anlıyorum," dedi Eddie.


3

Rüzgârın şiddeti artmış ama havayı temizleyeceği yerde daha da kötü kokmasına yol açmıştı. Eddie lisedeyken bir keresinde sınıf gezisiyle î\few Jersey'de bir petrol rafinerisine gitmişti. Bu zamana dek oradakinin mümkün olabilecek en kötü koku olduğunu düşünürdü; o gün kızlardan ikisi, oğlanlardan da üçü küsmüştü. Tur rehberi neşeyle gülüp, "Bu paranın kokusu çocuklar, bunu unutmazsanız belki ilerde faydası olur," demişti. Belki Perth Petrol ve Gaz hâlâ şampiyondu, ama bunun tek sebebi o an burnuna çalınan kokunun o günkü kadar şiddetli olmamasıydı. Ayrıca Perth Petrol ve Gaz'da tanıdık olan ne vardı? Bilmiyordu, belki de önemi yoktu ama her şeyin bu tarafta kendini gösterip durması garipti. Aslında kendini göstermek ifadesi tam olarak doğru sayılmazdı, değil mi? "Geriye yankılanıyor," diye mırıldandı Eddie. "İşte olan bu." "Anlamadım, dostum?" dedi Dinky. Yine patikada durmuş, aşağıdaki mavi çatılı binalara, karmaşık halde duran trenlere ve o kusursuz köye bakıyorlardı. Etrafının bir sırası insanı bir dokunuşta öldürecek şiddette elektrik yüklü üç sıra çitle çevrelenmiş olduğunu hatırlayana dek kusursuzdu.

"Yok bir şey," dedi Eddie. "Bu koku nedir? Bir fikrin var mı?" Dinky başını iki yana salladı ama yerleşim bölgesinin ötesinde, güney veya doğu olabilecek bir yönü işaret etti. "Tek bildiğim oralarda zehirli bir şeyin olduğu," dedi. "Bir keresinde Finli'ye sordum ve eskiden o tarafta fabrikalar olduğunu söyledi. Pozitronik fabrikaları. Bu ismi biliyor musun?"

"Evet. Finli kim peki?"

"Finli o'Tego. Güvenlik biriminin başındaki adam. Prentiss'in sağ kolu, ayrıca Sansar diye bilinir. Bir taheen. Planlarınız her neyse, işe yaramaları için önce onu halletmelisiniz. İşinizi hiç kolaylaştırmayacağını bilmelisiniz. Cesedini yerde boylu boyunca uzanmış gördüğüm gün benim için bayram olacak. Bu arada, gerçek adım Richard Earnshaw. Tanıştığımıza çok memnun oldum." Eddie uzatılan eli sıktı.

"Ben de Eddie Dean. Buralarda New York'lu Eddie diye bilinirim. Kadın, Susannah. Karım."

Dinky başını salladı. "Hı-hı. Ve çocuk da Jake. O da New York'tan."

"Evet, Jake Chambers. Dinle Rich..."

"Çabanı takdir ediyorum," dedi Dinky gülümseyerek. "Ama artık değiştiremeyecek kadar uzun süredir Dinky'yim. Daha da kötü olabilirdi. Bir ara JJ Kahrolası Mavi Jay adında yirmi yaşlarında biriyle Supr Savr Süpermarket'te çalışmıştım. Seksen yaşına gelip çişini tutamadığında insanlar onu hâlâ bu isimle çağırıyor olacak."

"Cesur, şanslı ve iyi olmazsak," dedi Eddie. "Kimse sekseninci yaşını göremeyecek. Ne bu dünyada ne de diğerlerinde."

Dinky önce şaşırmış, sonra hüzünlenmiş göründü. "Haklısın."

"Roland'ın bir zamanlar tanıdığı o adam kötü görünüyor," dedi Eddie. "Gözlerini gördün mü?"

Dinky daha da üzgün görünerek başını salladı. "Sanırım beyazların-daki o minik kan noktacıklarına petechia deniyor. Ya da onun gibi bir şey." Sonra Eddie'nin o şartlar altında acayip bulduğu, özür diler gibi bir ses tonuyla ekledi. "Doğru söyleyip söylemediğimden emin değilim."

"Ne deniyorsa deniyor, umurumda değil. Çok kötü görünüyor. Ve öyle kriz geçirmesi..."

"Böyle konuşmak hoş değil," dedi Dinky.

Eddie'nin umurunda bile değildi. "Daha önce de olmuş muydu?"

Dinky gözlerini Eddie'ninkilerden kaçırarak ayaklarına baktı. Eddie bunun yeterli cevap olduğunu düşündü.

"Kaç kez?" Eddie duyduğu dehşetin sesine yansımamış olmasını umuyordu. Sheemie'nin gözlerinde pul biber serpilmiş gibi görünmesine sebep olacak büyüklükte lekeler vardı. Köşelerde daha da irileşiyorlardı. Dinky, ona bakmadan dört parmağını kaldırdı. "Dört kez mi?"

"Evet," dedi Dinky. Hâlâ kaba saba mokasenlerine bakıyordu. "Ted'i i960 Connecticut'ına gönderdikten sonra başladı. Sanki Ted'i göndermek içinde bir şeyleri yırttı." Gülümsemeye çalışarak başını kaldırdı. »Ama dün üçümüzü Devar'a geri götürdükten sonra bayılmadı."

"Bakalım doğru anlamış mıyım. Aşağıdaki hapishanede affedilebilir türlü günah var ama bunlar içinde en ölümcülü teleportasyon, öyle mi?"

Dinky bunu bir süre düşündü. Kurallar taheen ve can-toi için o kadar gevşek değildi elbette; ihmal, Kırıcılar'ı taciz etmek veya nadiren de olsa zulüm gibi sebeplerle sürgüne gönderilebilirler veya beyinleri alınabilirdi. Bir keresinde -ona biri anlatmıştı- bir sığ adam bir Kırıcı'ya tecavüz etmiş, o zamanki Efendi'ye bunun insan oluşunun bir parçası olduğunu, Kızıl Kral'ın rüyasına girip bunu yapmasını emrettiğini söylemişti. Can-toi bu yüzden ölüme mahkûm edilmişti. Pleasantville'in ana caddesinde gerçekleştirilen idama (kafasına tek bir kurşun sıkılarak öldürülmüştü) Kırıcılar da davet edilmişti.

Dinky, Eddie'ye bunu anlattıktan sonra en azından orada yaşayanlar için teleportasyonun yegâne ölümcül günah olduğunu söyledi. Bildiği kadarıyla öyleydi yani.

"Ve Sheemie sizin teleportunuz," dedi Eddie. "Siz ona yardım ediyor, Tedster'ın deyimiyle yükseltiyorsunuz ve yaptıklarını bir şekilde örtbas ediyorsunuz..."

"Telemetrilerine müdahale etmenin ne kadar kolay olduğunu bilmiyorlar," dedi Dinky neredeyse gülerek. "Bilseler sok olurlardı, ahbap. Zor olan kısım, ayarı tutturabilmek."

Eddie ayarla da ilgilenmiyordu. İşe yarıyordu ve önemli olan da buydu. Sheemie de gerekeni yapabiliyordu... ama ne zamana kadar?

"Ama bunu tek yapan o, değil mi?" diye sordu. "Sheemie yani?" "Evet."

"Tekyapabilen o."

"Evet."


Eddie önlerindeki iki görevi düşündü: Kırıcılar'ı serbest bırakmak (ya da durdurmanın başka yolu yoksa öldürmek) ve yazarın yürüyüşe çık. tığı sırada minibüsün çarpması yüzünden ölmesini engellemek. Roland ikisini birden başarabileceklerini düşünüyordu ama Sheemie'nin telepor-tasyon yeteneğine en azından iki kez ihtiyaç duyacaklardı. Ayrıca ziyaretçileri o günkü görüşmeleri bittikten sonra üçlü çitin gerisine yine Sheemie'nin yeteneğini kullanarak dönecekti, yani en az üç kere daha yapması gerekecekti.

"Canını yakmadığını söylüyor," dedi Dinky. "Eğer endişelendiğin buysa."

Mağaranın içindekiler bir şeye güldü. Sheemie tekrar bilincine kavuşmuş yemek yiyordu, herkes çok iyi dosttu.

"Değil," dedi Eddie. "Ted teleport ettiğinde Sheemie'ye ne olduğunu düşünüyor?"

"Beyin kanaması geçirdiğini," dedi Dinky hemen. "Beyninin yüzeyinde minik kanamalar." Parmağının ucuyla başının değişik noktalarına dokunarak gösterdi. "Boink, boink, boink."

"Giderek kötüleşiyor mu? Kötüleşiyor, değil mi?" "Bak, bizi oraya buraya ışınlamasının benim fikrim olduğunu sanıyorsan bir daha düşün derim."

Eddie elini bir trafik polisi gibi kaldırdı. "Hayır, hayır. Sadece neler olduğunu anlamaya çalışıyorum." Ve şansımızın ne kadar olduğunu görmeye.

"Onu o şekilde kullanmaktan nefret ediyorum!" diye patladı Dinky. Sesini mağaradakilerin duymaması için alçak tutmaya çalışmıştı, ama Eddie abarttığını bir an için bile düşünmedi. Dinky gerçekten çok üzgün görünüyordu. "Önemsemiyor -yapmak istiyor- ve bu durumu daha da kötü-leştiriyor. Ted'e bakışı..." Omuz silkti. "Bir köpeğin dünyadaki en iyi efendiye bakışı gibi, dm/ı'inize de aynı şekilde bakıyor. Eminim fark etmişsin-dir."

"Dinh'im için yapıyor," dedi Eddie. "Ve bu yaptığını meşru kılıyor. Sen buna inanmıyor olabilirsin Dink, ama..."

"Ama sen inanıyorsun."

"Tüm kalbimle. Asıl önemli soru şu: Ted, Sheemie'nin buna daha ne kadar devam edebileceğini biliyor mu? Bu taraftan biraz daha fazla yardım alacağını düşünerek?"

Kimi neşelendirmeye çalışıyorsun, birader, dedi Henry kafasının içinden aniden. Her zamanki gibi alaycıydı. Onu mu kendini mi?

Dinky, Eddie'ye çıldırdığını, en azından bir tahtasını kaybettiğini düşünüyormuş gibi baktı. "Ted bir muhasebeci. Bazen de bir öğretmen. Daha iyisini bulamadığı zamanlarda da işçilik yapmış. Doktor değil."

Ama Eddie ısrar etti. "Ne düşünüyor?"

Dinky duraksadı. Rüzgâr esti. Müzik kulaklarına taşındı. Uzaklarda gök gürledi. "Belki üç veya dört kez," dedi Dinky sonunda. "Ama etkiler giderek kötüleşiyor. Belki sadece iki kez daha yapabilir. Ama garantisi yok, anlıyor musun? İçinden geçtiğimiz o deliği bir dahaki yapışında şiddetli bir kriz geçirip ölebilir."

Eddie bir başka soru düşünmeye çalıştı ama yapamadı. Son cevap az çok her şeyi kapsamıştı. Susannah onları içeri çağırınca bu davete memnuniyetle uydu.


4

Sheemie Ruiz eski iştahına kavuşmuş görünüyordu ve hepsi bunun iyiye işaret olduğunu düşündü. Susannah'nm hazırladığı yemekleri mutlu bir ifadeyle midesine indiriyordu. Gözlerindeki kan benekleri belirsizleş-mişti, ama yine de açıkça görülüyordu. Eddie Mavi Cennet'teki muhafızların onları fark ettikleri takdirde neler düşüneceklerini ve Sheemie'nin güneş gözlüğü takmasının aşın ilgi çekip çekmeyeceğini düşündü.

Roland, Rod'u ayağa kaldırmış, mağaranın gerisinde konuşuyordu, aslında sadece Silahşor konuşuyor, Rod da ara sıra Roland'm yüzüne şaşkın bakışlar fırlatıyordu. Eddie söylenenleri anlamiyordu, ama aradan iki kelime seçebilmişti: Chevin ve Chayven. Roland, ona Lovell'da karşılaştıkları Rod'u soruyor olmalıydı.

"Bir ismi var mı?" diye sordu Eddie, Ted ve Dinky'ye tabağını ikinci kez doldururken.

"Ona Chucky diyorum," dedi Dinky. "Bir zamanlar gördüğüm bir korku filmindeki oyuncak bebeğe benziyor."

Eddie sırıttı. "Çocuk Oyunu, evet. İzlemiştim. Senin zamanından sonraydı, Jake. Seninkinden ise epey sonra, Suziella." Rod'un saçları be-beğinkine benzemiyordu ama çilli yanakları ve mavi gözleri kesinlikle onu hatırlatıyordu. "Sizce sır saklayabilir mi?"

"Kimse bir şey sormazsa saklayabilir," dedi Ted. Eddie'ye göre bu hiç de tatmin edici bir cevap değildi.

Roland yaklaşık beş dakika süren görüşmenin ardından yüzünde tatmin olmuş bir ifadeyle yanlarına döndü. Çömeldi -eklemleri yağlandığı için artık sorun yaşamıyordu- ve Ted'e baktı. "İsmi Chayven'li Haylis. Onu özleyecek kimse var mı?"

"Sanmam," dedi Ted. "Rodlar yatakhanelerin gerisindeki kapıya küçük gruplar halinde gelip iş ararlar. Çoğunlukla getir götür işleri yaparlar. Ücret olarak yiyecek veya içecek alırlar. Ortalıkta görünmediklerinde de kimse onları özlemez."

"Güzel. Şimdi; burda günler ne uzunlukta? Yarın sabah bu vakte kadar yirmi dört saat mi var?"

Bu soru Ted'in ilgisini çekmişti ve cevap vermeden önce birkaç dakika düşündü. "Yirmi beş diyelim," dedi sonunda. "Belki biraz daha fazla. Çünkü zaman yavaşlıyor, en azından burda öyle. Işınlar zayıfladıkça dünyalar arasındaki zaman akışmdaki farklılık artıyor. Muhtemelen en önemli stres noktalarından biri bu."

Roland başını salladı. Susannah, ona yemek ikram edince teşekkür ederek başını iki yana salladı. Rod arka tarafta bir kasanın üzerinde oturuyor, yaralarla kaplı ayaklarına bakıyordu. Eddie Oy'un Rod'un yanma gittiğini görünce şaşırdı. Chucky'nin (ya da Haylis'in) çarpılarak pençeye dönmüş eliyle başını okşamasına izin verdiğini gördüğünde şaşkınlığı daha da arttı.

"Peki aşağıda sabahları işlerin nispeten... nasıl desem..."

"Düzensiz olduğu mu?" diye sordu Ted.

Roland başını salladı.

"Kısa süre önce çalan boruyu duydunuz mu?" diye sordu Ted. "Tam biz gelmeden önce?"

Başlarını iki yana salladılar.

Ted şaşırmış görünmüyordu. "Ama müziğin başladığını duydunuz, değil mi?"

"Evet," dedi Susannah ve Ted'e yeni bir kutu Nozz-A-La uzattı. Yaşlı adam kutuyu alıp keyifle bir yudum aldı. Eddie ürpertisini bastırmaya çalıştı.

"Teşekkür ederim, hanımefendi. Her neyse, boru sesi vardiya değişimini işaret eder. Müzik de o zaman başlar."

"O müzikten nefret ediyorum," dedi Dinky huysuzca.

"Kontrolün gevşediği bir an varsa o da borunun çaldığı zamandır," dedi Ted.

"Peki saat kaçta çalıyor?" diye sordu Roland.

Ted ve Dinky birbirlerine şüpheyle baktı. Dinky kaşlarını sorarcasına kaldırarak sekiz parmağını gösterdi. Ted'in hemen başını salladığını görünce rahatlamış göründü.

"Evet, saat sekizde," dedi Ted ve gülerek başını salladı. "Gördüğünüz hapishanenin bazı günler güneydoğuda, bazı günler doğuda değil de, her gün doğuda olduğu bir dünyada saat sekizde olduğu kesin bir dille söylenebilirdi elbette."

Ama Roland çözülmekte olan dünyada Ted Brautigan'dan çok daha U2un süredir yaşıyordu ve hayatın eskiden sağlam ve değişmez olan gereklerinin esnemeye başlaması onu çok fazla rahatsız etmiyordu. "Şu andan yaklaşık yirmi beş saat sonra," dedi Roland. "Ya da belki biraz daha az."

Dinky başını salladı. "Ama karışıklık olacağını bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Nereye gideceklerini biliyorlar ve oraya gidiyorlar. Bu işi yıllardır yapıyorlar."

"Yine de," dedi Roland. "Yapabileceğimizin en iyisi bu." Mejis'ten tanıdığı adama baktı ve bir el işaretiyle yanına çağırdı.


5

Sheemie tabağını hemen bıraktı ve yumruğunu alnına götürdü. "Selam Roland, eskiden Will Dearborn olan kişi."

Selama karşılık veren Roland, Jake'e döndü. Çocuk, ona tereddütle baktı. Roland başını sallayınca Jake yanma gitti. Şimdi Jake ve Sheemie aralarında çömelmiş halde duran ve ikisine de bakmayan Roland olduğu halde karşılıklı duruyordu.

Jake yumruğunu alnına götürdü.

Sheemie de aynısını yaptı.

Jake, Roland'a baktı ve sordu. "Ne istiyorsun?"

Roland cevap vermeyerek sonsuz loşluğun içinde ilgisini cezbeden bir şey varmışçasına sakin bir ifadeyle mağaranın ağzına bakmaya devam etti. Jake ne istediğini biliyordu, bundan dokunuşu kullanıp Roland'm aklını okumuş gibi emindi (ama yapmamıştı elbette). Bir yol ayrımına gelmişlerdi. Hangi yolda ilerleyeceklerini Sheemie'ye sorma fikri Ja-ke'ten çıkmıştı. O zaman tuhaf bir şekilde iyi bir fikir gibi görünmüştü; sebebini kim bilirdi. Karşısındaki dürüst yüze ve içinde fazla zekâ barındırmayan kanlı gözlere bakan Jake iki şeyi merak ediyordu: benliğini ne ele geçirmişti de öyle bir öneriyi yapmasına sebep olmuştu ve neden hiç kimse -ki bu muhtemelen tüm yaşadıklarına rağmen mantıklı düşünme)" nispeten becerebilen Eddie olurdu- karşısına geçip geleceklerini Sheemtf Ruiz'in ellerine bırakmanın aptallık olduğunu nazik ama kesin bir dille söylememişti? Piper'daki eski sınıf arkadaşlarının diyeceği gibi çok şap-şalcaydı. Ölümün gölgesindeyken bile alınacak dersler olduğuna inanan Roland şimdi Jake'ten önerisini uygulayıp cevabı batıl inançlı bir beyinsiz olduğunu ortaya çıkaracak soruyu sormasını istiyordu. Aslında neden sormayacaktı ki? Yazı tura atmak gibi olacaksa bile sormasında ne sakınca olacaktı? Jake kısa ama inkâr edilemeyecek kadar ilginç bir hayatın sonunda büyülü kapıların, mekanik kâhyaların, telepatinin (kendisi de bu yeteneğe bir ölçüde sahipti), vampirlerin ve insan örümceklerin olduğu bir yere gelmişti. Neden Sheemie'nin karar vermesine izin vermeyeceklerdi? Ne de olsa ikisinden birini seçmeye mecburlardı ve yoldaşlarının önünde aptal durumuna düşmeye aldırmayacak kadar çok şey görmüş geçirmişti. Ayrıca, diye düşündü. Şimdi dostlarımın arasında değilsem hiçbir zaman olamam demektir.

"Sheemie," dedi. Kanlı gözlere bakmak korkunçtu, ama kendini zorladı. "Bir görevimiz var. Yani yapılacak bir işimiz var. Biz..."

"Kule'yi kurtarmak zorundasınız," dedi Sheemie. "Ve eski dostum içine girip en tepesine çıkmak, görülecek ne varsa görmek istiyor. Orda yenilenme de olabilir, ölüm de, belki her ikisi birden. Bir zamanlar Will Dearborn'du, evet öyle. Benim için Will Dearborn."

Jake çömelmiş mağaranın ağzına bakmakta olan Roland'a bir bakış attı. Silahşor'un yüzünün solduğunu, ifadesinin tuhaflaştığını düşündü. Roland tek parmağını çevirerek devam etmelerini işaret etti. "Evet, Kule'yi kurtarmamız gerek," dedi Jake. Ve Roland'm -ölümü pahasına bile olsa- Kule'yi görme ve içine girme tutkusunu anlayabildiğini düşündü. Evrenin merkezinde ne vardı? Bu soruyu düşünen kişi merak etmek ve görmek istemekten başka ne yapabilirdi? Bakmak onu delirtse bile?

"Ama bunu gerçekleştirmek için yapmamız gereken iki iş var. Biri, kendi dünyamıza dönüp bir adamı kurtarmak. Bizim hikâyemizi anlatan y-azarı. ikincisi ise konuştuğumuz iş, yani Kırıcılar'ı serbest bırakmak."

Dürüstlüğü sonraki sözcükleri eklemesine sebep oldu. "Ya da en azından durdurmak. Anladın mı?"

Ama Sheemie bu kez karşılık vermedi. Gözlerini Roland'ın baktıg! yere, loşluğa çevirmişti. Yüzünde hipnotize edilmiş birinin ifadesi vardı. Bunu görmek Jake'i huzursuz etti ama konuşmaya devam etti. Artık soru kısmına gelmişti ve devam etmekten başka seçenek yoktu.

"Asıl soru, hangisini önce yapmamız gerektiği. Mücadele edilecek kimse olmadığı için yazarı kurtarmak kulağa daha kolay gelebilir... en azından bildiğimiz kadarıyla yok... ama bir ihtimal var... şey..." Jake bizi göndermek seni öldürebilir demek istemedi ve tatmin olmamış bir şekilde sustu.

Bir süre için Sheemie'nin cevap vereceğini düşünmedi ve tekrar deneyip denememek konusunda tereddüt etti, ama sonra eskiden tavernada ayak işlerini yapan genç adam konuştu. Konuşurken hiçbirine bakmamış, gözlerini mağaranın ağzından ve Gök Gürültüsü'nden ayırmamıştı.

"Dün gece bir rüya gördüm, evet gördüm," dedi hayatı bir zamanlar Gilead'dan gelen üç genç silahşor tarafından kurtarılmış olan Mejis'li Sheemie. "Rüyamda yine Yolcuların Dinlenme Yeri'ndeydim ama Coral orda değildi. Stanley, Pettie ve piyano çalan Sheb de. Benden başka kimse yoktu. Ben de 'Careless Love'ı söyleyerek yerleri paspaslıyordum. Sonra yaylı kapılar açıldı, evet açıldı. Çıkardıkları ses çok komikti..."

Jake, Roland'ın yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle başını salladığını gördü.

"Başımı kaldırdım," diye devam etti Sheemie. "İçeri bir çocuk girdi." Gözleri kısa bir an için Jake'e döndükten sonra tekrar mağara ağzına yöneldi. "Sana benziyordu, genç sai, evet benziyordu. J7dm'in olacak kadar hem de. Ama yüzü kanlarla kaplıydı ve gözlerinden biri yuvasından çıkıp güzelliğini bozmuştu. Yürürken topallıyordu. Tıpkı ölüme benziyordu ve ödümü patlattı. Onu görmek beni hem korkutmuş, hem üzmüştü. Yerler1 paspaslamaya devam ettim. Öyle yaparsam bana aldırmayacağını, hatta belki görmeyeceğini ve gideceğini düşünüyordum."

Jake bu hikâyeyi bildiğini fark etti. Görmüş müydü? O kanlar içindeki çocuk kendisi miydi?

"Ama doğruca sana baktı..." diye mırıldandı hâlâ çömelmiş halde loşluğa bakmakta olan Roland.

"Evet, bir zamanlar Will Dearborn olan kişi, bana baktı ve, 'Ben seni bu kadar çok seviyorken sen neden beni incitiyorsun?' dedi. 'Tek yapabildiğim ve tek istediğim bu çünkü beni sevgi yarattı, besledi ve...'"

"'İyi günlerde beni korudu,'" diye mırıldandı Eddie. Gözünden akan bir damla yaş mağaranın zeminine düştü.

'"...iyi günlerde beni korudu. Neden beni kesmek, yüzümü parçalamak ve beni kedere boğmak istiyorsun? Seni sadece güzelliğin için sevdim, dünya ilerlemeden önce senin de beni güzelliğim için sevdiğin gibi. Şimdiyse beni tırnaklarınla parçalıyor, burnuma kızgın cıva damlatıyorsun. Üzerime hayvanlar saldın, evet yaptın ve etlerimi yediler, can-toi etrafımda toplanıyor ve kahkahaları bir an bile huzur vermiyor. Yine de seni seviyorum, sana hizmet etmeye hazırım, hatta izin verirsen büyüyü bile geri getiririm, ne de olsa Prim 'den yükseldiğimde kalbim öyle yaratılmıştı. Ve bir zamanlar güzel olduğum kadar güçlüydüm ama gücüm artık tükenmek üzere.'"

"Ağladın," dedi Susannah ve Jake, elbette ağladı, diye düşündü. Kendisi de ağlıyordu. Ted ve Dinky Earnshaw da öyle. Gözleri kuru olan sadece Silahşor'du ama onun da yüzü çok solgundu. Çok solgun.

"Ağladı," dedi Sheemie (rüyasını anlatırken gözyaşları yanaklarından aşağı süzülüyordu). "Ben de ağladım çünkü bir zamanlar gün ışığı gibi güzel olduğunu görebiliyordum. 'İşkence şimdi bitecek olursa hâlâ iyileşebilirim... eski güzelliğime kavuşamasam da gücüme ve...'"

'"Kes'ime,"' dedi Jake ve kelimeyi daha önce hiç duymamış olmasına rağmen kusursuzca telaffuz etti.

"'••.fe'ime kavuşabilirim. Ama bir hafta... beş gün... hatta üç gün s°nrası bile çok geç olabilir. İşkence dursa bile ölürüm. Ve sen de ölür-Sun. çünkü sevgi dünyayı terk ettiğinde bütün kalpler durur. Onlara sevdigimi, çektiğim acıyı ve hâlâ tükenmemiş olan umudumu anlat. Çünkü tüm sahip olduğum, tek varlığım ve tek isteğim bu.' Sonra çocuk arkasını dönüp gitti. Yaylı kapılar yine aynı sesi çıkardı. Gacırrr."

Jake'e baktı ve az önce uyanmış biri gibi gülümsedi. "Soruna cevap veremem, sai." Yumruğunu alnına dokundurdu. "Burda beyin namına fazla bir şey yok, sadece örümcek ağları var. Cordelia Delgado öyle demişti, galiba haklı."

Jake cevap vermedi. Şaşkındı. Aynı parçalanmış çocuk onun rüyasına da girmişti ama bir tavernada değillerdi; Çuf-Çuf Charlie'yi gördükleri Gage Park'taydılar. Önceki geceydi. Öyle olmalıydı. O ana dek hatırla-mamıştı, Sheemie kendi rüyasını anlatmasa muhtemelen hiçbir zaman hatırlamayacaktı. Roland, Eddie ve Susannah da aynı rüyanın başka versiyonlarını mı görmüştü? Evet. Bunu yüzlerinde görebiliyordu; Ted ve Dinky'nin etkilenmiş ve şaşkın olduğunu görebildiği gibi.

Roland yüzünü buruşturarak ayağa kalktı, kalçasını eliyle kısaca kavradı ve, "Teşekkürler derim, sai Sheemie," dedi. "Bize çok yardımcı oldun."

Sheemie tereddütlü bir ifadeyle gülümsedi. "Nasıl yaptım?" "Boş ver, sevgili dostum." Roland dikkatini Ted'e çevirdi. "Arkadaşlarımla kısa bir süre için dışarı çıkacağız. An-tet görüşmemiz gerek."

"Elbette," dedi Ted. Zihnini temizlemek istercesine başını iki yana

salladı.

"Huzurum için bana bir iyilik yapm ve fazla uzatmayın," dedi Dinky. "Muhtemelen hâlâ tehlikede değiliz ama şansımızı zorlamak istemeyiz."

"Sizi geri götürmesi için ona ihtiyacınız var mı?" diye sordu Eddie, Sheemie'yi göstererek. Cevabı beklenmeyen bir soruydu, başka nasıl döneceklerdi ki?

"Şey, evet ama..." diye başladı Dinky.

"O halde şansınızı fena halde zorluyor olacaksınız." Eddie bunu söyledikten sonra Susannah ve Jake ile birlikte Roland'ın ardından mağaradan çıktı. Oy yeni arkadaşı Chayven'li Haylis ile kaldı. Bununla ilgili bu sey Jake'i huzursuz etti. Kıskançlıktan ziyade korkuydu hissettiği. Sanki ondan daha akıllı birinin -belki bir Manni- değerlendirebileceği bir kötü ruhu görüyordu. Peki bilmek ister miydi? Muhtemelen hayır.
6

"Kendi rüyamı onunkini duyana dek hatırlamadım," dedi Susannah. "Ve anlatmasaydı muhtemelen hiçbir zaman hatırlamayacaktım." "Evet," dedi Jake.

"Ama şimdi net bir şekilde hatırlıyorum," diye devam etti Susannah. "Bir metro istasyonundaydım ve çocuk merdivenlerden iniyordu..."

"Ben de Henry ile oynadığımız Markey Caddesi'ndeki oyun parkın-daydım," dedi Eddie. "Rüyamda çocuğun üzerinde bir tişört, tişörtün üzerindeyse bir yazı vardı. ORTA-DÜNYA'DA ASLA..."

"...SİKİLMAZSİNİZ," diye tamamladı Jake ve Eddie, ona hayretle baktı. Jake bu bakışı fark etmedi bile; düşünceleri başka yöne kaymıştı. "Acaba Stephen King yazılarında rüyalara yer veriyor mu? Konuyu ilerletmek için maya olarak."


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin