Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə51/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   62

seçim yapmak zorunda kalsa, kalede kaç erkek olduğunu bir an bile dü. şünmeden bebeği kurtarmayı seçer. Bing!" Kafasına vurdu ve gözlerini ikisini de güldürecek şekilde pörtletti. Roland kahve fincanını masaya koymaya çalıştı ama kahvesini döktü. Karnını tutuyordu. Onun böylesine güldüğünü duymak -kahkahalara öyle tamamen teslim olduğunu gör. mek- başlı başına komediydi. Susannah taze kahkahalara boğuldu.

"Erkeklerle kadınlar farklıdır. Bir araya geldiklerinde yepyeni bir tat oluştururlar. Kremalı bisküvi gibi. Karamelah çikolata gibi. Sümük soslu üzümlü kek gibi. Bana bir erkekle bir kadın gösterin, size Garabet Mües-sesesi'ni göstereyim... kölelik değil, evlilik. Ama kendi söylediklerimi tekrarlıyorum. Bing!" Başına vurup gözlerini patlattı. Bu kez neredeyse yuvalarından yarıya dek fırlamış gibi görünmüşlerdi ve (bunu nasıl yapıyor)

Susannah artık gülmesinin şiddeti yüzünden ağrımaya başlayan karnını tuttu. Şakakları da zonklamaya başlamıştı. Ama hissettiği iyi bir ağrıydı.

"Evlilik insanın bir karısının veya kocasının olmasıdır. Evet! İsterseniz sözlüğe bakın! Poligami ise birden fazla karı veya koca sahibi olmaktır. Elbette bu tanım monogami için de geçerli. Bing!"

Susannah, Roland'ın biraz daha şiddetli gülmesi halinde sandalyesinden yere, dökülmüş kahve gölcüğü üzerine kayacağını düşündü.

"Tabi bir de boşanma var, Latince 'bir adamın cinsel organlarını cüzdanından çekip almak' anlamına geliyor."

"Cleveland'dan bahsediyordum, hatırladınız mı? Cleveland'ın tarihini bilir misiniz? New York'ta bir grup insan şöyle demiş: 'Hey millet, suç ve yoksulluk pek hoşuma gitmeye başladı ama burası yeterince soğuk değil. Haydi batıya gidelim.'"

Susannah daha sonra bir kasırga gibi olduğunu düşünecekti: belli bu noktaya ulaşınca kendi kendiyle besleniyor, kendini destekliyordu. İnsan sadece espriler komik olduğu için değil, kendi hali komik olduğu için de uluyordu. Joe Collins bir sonraki bombasıyla onları bu noktaya getirdi.

"Hey, hatırlar mısınız ilkokulda yangın tehlikesiyle karşı karşıya olunduğunda en kısa boyludan en uzuna doğru bir sıra oluşturmanızı isterler. Bunun mantığı nedir? Uzun insanlar daha yavaş mı yanar?"

Susannah tiz bir kahkaha attı ve eli yüzüne çarptı. Bu hareket sonucunda öyle beklenmedik ve keskin bir acı hissetti ki kahkahaları bir an için kesildi. Ağzının kenarındaki yara tekrar büyümeye başlamıştı, ama iki üç gündür kanamıyordu. Gülerken eli kontrolsüzce yüzüne çarpınca yaranın üzerindeki siyahımsı kırmızı kabuk kalkmıştı. Yara kanamakla kalmadı, kan fışkırdı.

Susannah bir an ne olduğunu anlayamadı. Tek bildiği, elinin yüzüne çarpması sonucu gereğinden fazla acı duyuyor oluşuydu. Joe da farkında değilmiş gibi görünüyordu (gözleri yarı kapalıydı), farkında değildi mutlaka çünkü şovuna hiç duraksamadan, hatta daha da süratli bir şekilde devam ediyordu. "Hey, Deniz Dünyası'nın içindeki deniz ürünleri restoranına ne demeli? Balıklı burgerimin yarısına geldiğimde öğrenme zorluğu çeken birini yiyip yemediğimi merak ettim! Bing! Söz balıklardan açılmışken..."

Oy telaşla havladı. Susannah ılık bir ıslaklığın yanağından omzuna doğru indiğini hissetti.

"Dur, Joe," dedi Roland. Soluk soluğa kalmıştı. Sesi bitkindi. Susannah gülmekten yorulmuş olduğunu düşündü. Ah ama yüzünün yan tarafı Çok acıyordu ve...

Rahatsız olmuş görünen Joe gözlerini açtı. "Ne? Yüce Tanrım bunu sen istememiş miydin? İstediğini veriyorum!"

"Susannah kendini yaraladı." Kahkahası endişesi içinde kaybolan silahşor, Susannah'ya bakıyordu.

"Yaralanmadım, Roland sadece elim yüzüme biraz sertçe çarph ve..." Sonra eline baktı ve kıpkırmızı bir eldiven takmış gibi göründüğünü dehşetle fark etti.
9

Oy tekrar havladı. Roland ters dönmüş fincanının yanındaki peçeteyi kaptı. Peçetenin bir ucu kahveyle ıslanmıştı, ama diğer ucu kuruydu Kuru kısmı hemen kanayan yaraya bastırdı. Susannah'nın gözleri yaşlarla doldu ve dokunuşun acısıyla yüzünü buruşturarak geri çekildi.

"Yapma, hiç olmazsa şu kanamayı durduralım," diye mırıldandı Roland ve parmaklarını sık bukleler araşma nazikçe geçirerek Susannah'nın kafasını kavradı. "Kıpırdama." Ve Susannah, onun için söyleneni yapmayı başardı.

Gözleri yaşlarla doluydu ama gösterisini böyle ani ve ortalığı batıracak şekilde kestiği Joe'nun hâlâ çok öfkeli göründüğünü fark etti. Onu suçlayamazdı. Artık hafifçe azalan acının yanı sıra kendini son derece mahcup hissediyordu. İlk kez âdet gördüğü ve bir damla kanın herkesin görebileceği şekilde bacağından aşağı süzülüşünü hatırladı. Bazı kızlar bu dünyanın en komik olayıymış gibi tıka! Deliği tıka, diye bağırmıştı.

Bu anıya, yaraya dair korkuları karıştı. Ya kanserse? Daha önce bu fikri kafasından tam anlamıyla oluşmasına fırsat vermeden uzaklaştırabi-liyordu. Ama bu kez yapamadı. Ya Kötü Topraklar'da ilerlerken aptal gibi kansere yakalandıysa?

Midesi düğümlendi, ardından kalktı. Mükellef akşam yemeğini midesinde tutmayı başardı ama uzun süre tutabileceğinden emin değildi.

Birdenbire yalnız kalmak istedi, tek başına olmaya ihtiyacı vardı. Roland ve bu yabancı adamın önünde kusmak istemiyordu. Kusmayacaksa bile kontrolünü tekrar sağlayıp toparlanabilmek için yalnız kalması gerekiyordu. Kulübeyi sarsacak kadar şiddetli bir rüzgâr kükreyerek esti, ışık'lar göz kırptı ve duvarlara düşen gölgelerin hareketleri midesinin tekrar bulanmasına yol açtı.

"Ben... banyoya gitmem gerek..." diyebildi. Dünya bir anlığına dalgalanır gibi oldu, ardından yine netleşip sabitlendi. Şöminede bir odun patlayıp bacaya doğru yükselen kıvılcımlar saçtı.

"Emin misin?" diye sordu Joe. Artık kızgın değildi (daha önce öyleyse) ama Susannah'ya şüpheli bir ifadeyle bakıyordu.

"Bırak gitsin," dedi Roland. "Sanırım kendini toparlamaya ihtiyacı var."

Susannah, ona minnetle gülümseyecek oldu ama canı çok yandı ve yarası yine kanamaya başladı. Bu aptal, iyileşmeyen yara yüzünden yakın gelecekte başka neyin değişebileceğini bilmiyordu ama bir süre için espri dinlemeyeceğini biliyordu. Öyle gülmeye devam ederse nakil yaptırması gerekecekti.

"Birazdan dönerim," dedi. "Sakın yokluğumu fırsat bilip tatlının geri kalanını yemeyin." Yemenin düşüncesi bile midesini kaldırıyordu ama konuşmuş olmak için konuşmuştu işte.

"Tatlı için söz veremem," dedi Roland. Susannah dönüp gidecekken ekledi. "İçerde kendini kötü hissedecek olursan beni çağır."

"Çağırırım," dedi Susannah. "Teşekkürler, Roland."


10

Joe Collins yalnız yaşıyordu ama banyosuna hoş, kadınsı bir hava hâkimdi. Susannah bunu banyoyu ilk kullanışında fark etmişti. Pembe du-var kâğıdı üzerinde yeşil yaprak desenleri ve -başka ne olacaktı?- yabani Stiller vardı. Klozet, plastik yerine ahşap kapağı hariç son derece modern görünüyordu. Kapağı kendi mi oymuştu acaba? Bu da bir olasılıktı, ama Muhtemelen robot unutulmuş bir dükkândaki tozlu malzemeler arasından bulup getirmişti. Kekeme Carl mıydı? Joe robotun adının bu olduğa nu mu söylemişti? Hayır, Bili. Kekeme Bili.

Klozetin bir tarafında bir tabure, diğer tarafta ise ona Hitchcock'un Sapık filmini hatırlatan bir duş eklentisi olan pençe ayaklı bir küvet var^ (Times Meydanı'nda izlediğinden beri gördüğü her duş ona o kahrolası filmi hatırlatıyordu). Bel hizasındaki ahşap dolabın üzerinde porselen bir lavabo vardı. Susannah dolabın demirağacmdan değil, meşeden yapılmış olduğunu gördü. Lavabonun üzerinde bir ayna vardı. Susannah aynanın içinde haplarla iksirlerin bulunduğu bir dolabın kapağı olduğunu düşündü. Bir evin tüm konforları.

Yüzünü buruşturup dişlerini sıkarak peçeteyi yaranın üzerinden çekti. Kuruyan kan yüzünden hafifçe yapışmıştı, bu yüzden çekerken canı yandı. Yanaklarındaki, dudaklarındaki ve çenesindeki kanın miktarı onu dehşete düşürdü. Boynu ve gömleğinin omuzu da kana bulanmıştı. Kendi kendine durumu abartmaması gerektiğini söyledi. Bir yaranın kabuğu kalkınca kanardı, hepsi buydu. Özellikle de yara aptal suratınızdaysa.

Diğer odada Joe'nun bir şey söylediğini ve Roland'ın karşılık verdiğini duydu ama sözcükleri seçemedi. Silahşor birkaç kelimenin ardından kıkırdamıştı. Böyle güldüğünü duymak çok acayip, diye düşündü Susannah. Sarhoşmuş gibi. Roland'ı hiç sarhoş görmüş müydü? Görmemişti. Onu daha önce hiç kör kütük sarhoş, anadan doğma çıplak veya kahkaha krizine girmiş halde görmemişti... o ana dek. İşine bak, kadın, dedi Detta. "Pekâlâ," diye mırıldandı. "Pekâlâ, tamam."

Sarhoş olduğunu düşündü. Çıplak olduğunu. Kahkahalar içinde kaybolduğunu. Aynı şey olmaya aslında çok yakın olduklarını düşündü. Belki gerçekten de hepsi aynı şeydi.

Sonra taburenin üzerine çıktı ve suyu açtı. Tazyikli suyun gürültüsü odadan gelen sesleri bastırdı.

Soğuk suyu nazikçe yüzüne çarptı sonra bir havluyla -daha da nazik hareketlerle- yaranın etrafını temizledi. Temizlik işi bitince hafifçe yara-nin kendisine dokundu. Canı korktuğu gibi yanmamıştı. Bunun üzerine morali biraz düzeldi. İşi bittiğinde kan lekeleri iyice yerleşmeden Joe'nun havlusunu duruladı ve aynaya yaklaşıp baktı. Gördükleri üzerine rahatlayarak derin bir nefes aldı. Elini o şekilde yüzüne çarpmasıyla yaranın tepesi tamamen kopmuş, ama belki böylesi daha iyi olmuştu. Kesin olan bir «ey vardı: Joe'nun banyo dolabında hidrojen peroksit veya bir tür antibiyotik krem varsa kahrolası yarayı hazır açıkken adamakıllı temizleyecekti. Ne kadar yanarsa yansın. Böyle bir temizlik için geç bile kalınmıştı. İşi bittiğinde üzerine bir yara bandı yapıştıracak ve iyileşmesini umacaktı.

Havluyu kuruması için lavabonun yan tarafına serdikten sonra duvardaki raftan bir başka havlu aldı (duvar kağıdıyla aynı tonda pembeydi). Tam yüzüne yaklaştırıyordu ki donakaldı. Aldığı havlunun altındaki-nin üzerinde bir not vardı. Kâğıdın tepesinde bir çift mutlu çizgi melek, çiçekli bir bankı aşağı indiriyordu. Altına kalın harflerle şöyle yazılmıştı:

Ve rengi solan kırmızı dolmakalem mürekkebiyle:

Kaşlarını çatan Susannah kâğıdı havlunun üzerinden aldı. Notu ora-ya kim bırakmış olabilirdi? Joe mu? Hiç sanmıyordu. Kâğıdın arkasını çe. virdi. Aynı elden çıkmış başka bir yazı vardı:

feed «loU'»"^d

Joe diğer odada hâlâ konuşuyordu ve Roland bu kez kıkırdamak yerine kahkahalara boğuldu. Galiba Joe gösterisine kaldığı yerden devam ediyordu. Susannah bunu bir yerde anlayabiliyordu -uzun yıllardır yapmaya fırsat bulamadığı, zevk aldığı bir şeyi yapıyordu- ama bir parçası bu gelişmeden hiç hoşnut olmamıştı. O banyoda yarasıyla ilgilenirken devam etmesi ve Roland'ın buna izin vermesi hiç hoş değildi. Susannah orada kan kaybederken Joe'yu dinleyip gülmesi de öyle. Kötü bir çocuğun yapacağı türde bir hareketti. Eddie'den daha iyi muamele görmeye alıştığı için olduğunu düşündü.

Neden çocukları şu an için unutup önündekine konsantre olmuyorsun? Bunun anlamı ne olabilir?

Bir şey çok açıktı: biri banyoya girip bu notu bulmasını beklemişti. Roland'ın değil. Joe'nun da. Onun gelmesini beklemişti. Kötü kız demişti. Kız.

Ama kim bilebilirdi? Kim bu kadar emin olabilirdi? Güldüğü sırada kendi yüzünü (veya göğsünü ya da dizini) tokatlamayı bir alışkanlık haline getirmiş değildi ki; daha önce hiç böyle bir şey olduğunu hatırla...

Ama olmuştu. Bir kez. Bir Dean Martin-Jerry Lewis filminde. Salak Denizciler miydi neydi ismi. O zaman da aynı şekilde gülmüştü; komik olduğundan değil, kahkahaları o dönülmez noktayı aşıp kendi kendini beslemeye başladığı için. Tüm izleyiciler -Times Meydanı'ndaki Clark'ta- aynı durumdaydı; sarsılıyorlar, sallanıyorlardı; artık kendilerine ait olmayan ağızlarından patlamış mısırlar dökülüyordu. O ağızlar en azından birkaç dakika için Martin ve Lewis'e, denizdeki o salaklara aitti. Ama bu, sadece bir kez başına gelmişti.

Komedi artı trajedi hayal ürünü olur. Ama burada trajedi yok, var mı?

Bu soruya bir cevap beklemiyordu ama aldı. Sezginin soğuk sesiydi cevaplayan.

Henüz yok.

Her nedense aklına Lippy geldi. İğrenç sırıtışı olan, çirkin Lippy. Ahali cehennemde güler miydi? Susannah her nasılsa güldüklerinden emindi. Şeytan gösterisine başladığında

{atımdan bahsetmişken... lütfen)

Harika... İhtiyar Lippy gibi sırıtıyor, ardından kahkahalarla gülüyorlardı. Çaresizce. Umutsuzca. Sonsuza dek, sizi hoşnut etsin.

Senin neyin var, kadın?

Diğer odada Roland tekrar güldü. Oy havladı, havlayışı da bir kahkaha gibiydi.

Odd's Lane, Odd Lane... düşün.

Düşünecek ne vardı? Biri yolun adıydı, diğeri de aynısıydı. Tek fark...

"Hey hey, dur bir dakika," dedi alçak sesle. Sesi bir fısıltıdan biraz daha yüksekti, ama onu kimin duymasından çekiniyordu? Joe konuşuyordu -görünüşe bakılırsa durmaksızın- ve Roland da gülüyordu. O halde kimin dinliyor olabileceğini düşünüyordu? Bodrum sakini mi? Tabi öyle biri varsa.

"Aha, dur bir dakika bekle."

Gözlerini kapadı ve iki yolun kesiştiği yerdeki tabelayı hatırlamaya çalıştı. O sırada kar yığınının üzerinde durdukları için tabelanın kollan tam hacıların hizasına geliyordu. Kollardan birinin üzerinde KULE YOLU yazıyordu. Bu, üzerindeki kar kürenmiş, ufukta kaybolan yoldu. Tabelanın diğer kolu ise üzerinde kulübelerin sıralandığı kısa yolu işaret ediyordu: ODD'S LANE ama...

"Aslında öyle değildi," diye mırıldandı kâğıdı tutmayan elini yumruk haline getirerek. "Değildi."

Zihninde tabelayı net bir şekilde görebiliyordu: ODD'J? LANE. S harfi sonradan eklenmişti. Neden biri böyle bir şey yapmaya gerek duyacaktı? Yoksa tabelayı değiştiren düzen takıntılı biri miydi? Tahammül edemediği...

Ne? Neye tahammül edemeyecekti?

Banyo kapısının ardından Roland'ın her zamankinden yüksek kükreyişi duyuldu. Bir şey devrilip kırıldı. O şekilde gülmeye alışık değil, diye düşündü Susannah. Dikkat etsen iyi olur, Roland yoksa kendine zarar vereceksin. Gülerken fıtık falan olacaksın.

Düşün, dedi bilinmeyen uyarıcısı. Deniyordu. Odd ve iane kelimelerinde birinin başkalarının görmesini istemeyeceği bir şey mi vardı? Varsa da o kişinin endişelenmesine gerek yoktu zira Susannah ne olduğunu göremiyor du. Keşke Eddie orada olsaydı. Eddie bu konularda daima çok iyi olagelmişti; şakalar, bilmeceler ve... ve...

Nefesi kesildi. Yüzünde ve ikizi olan aynadaki aksinde bir anlayış ifadesi belirdi ve gözleri irileşti. Bir kalemi yoktu ve az sonra deneyeceği değişiklikleri akıldan yapma konusunda pek iyi sayılmaz...

Susannah taburenin üzerinde dengesini sağlamlaştırarak aynaya doğru eğildi ve hohlayarak yüzeyini buharla kapladı. Parmak ucuyla aynaya ODD LANE yazdı. Sonra kelimelere giderek artan dehşet ve kavrayışla baktı. Diğer odadan Roland'ın şiddetli kahkahası yükseldi ve Susan-

nah otuz saniye önce fark etmesi gerekeni yeni anladı: Roland'ın kahkahasında neşe yoktu. Nefes almaya çalışan bir adamın kontrolsüz, kesik kesik gülüşüydü. Roland komedi trajediye döndüğünde ahalinin güldüğü gibi gülüyordu. Cehennemdeki ahalinin güldüğü gibi.

ODD LANE'in altına Eddie'nin tabeladaki sonradan eklenmiş sahte S harfini fark ettiğinde derhal göreceği anagramı yazdı: DANDELO.

Diğer odada kahkahalar kesildi, duyulan sesler değişti ve ilginç olmaktan çıkarak korkutucu bir hale geldi. Oy çılgınca havlıyor, Roland ise...

Roland boğuluyordu.

ALTINCI BÖLÜM PATRICK DANVILLE


1

Tabancası üzerinde değildi. Joe akşam yemeğinden sonra oturma odasına döndüklerinde kanepeye geçmesinde ısrar etmiş, Susannah da tabancasını silindirini çevirip kurşunlan çıkardıktan sonra hemen önündeki, üzeri dergilerle kaplı sehpaya bırakmıştı. Kurşunlar cebindeydi.

Susannah banyo kapısını menteşelerinden sökercesine açtı ve oturma odasına döndü. Roland kanepeyle televizyonun arasında yerde yatıyordu. Suratı korkunç bir mor renge bürünmüştü. Şişmiş boğazını tırmalar gibi hareketler yapıyor ve gülmeye devam ediyordu. Ev sahipleri Ro-land'ın başında ayakta duruyordu ve Susannah'nın dikkatini ilk çeken, saçlarının -omuz hizasındaki, bebeklerinkine benzer, ince telli, bembeyaz saçlarının- neredeyse tamamen siyah olduğuydu. Ağzının ve gözlerinin kenarındaki çizgiler silinmişti. Joe Collins artık on değil, yirmi, hatta otuz yaş gençleşmiş görünüyordu.

Orospu çocuğu.

Vampir orospu çocuğu.

Oy, adamın üzerine atıldı ve Joe'nun sol bacağını dizinin hemen Üzerinden kavradı. "Yirmi beş, altmış dört, on dokuz, yürü.1" diye neşeyle bağırdı Joe. Artık Fred Astaire kadar çevikti. Oy'dan kurtulmak için havaya bir tekme savurdu. Oy havada uçup duvara çerçevesi içindeki 7/1VI-jel EVİmİZİ KU7SASIVI yazısını düşürecek şiddetle çarptı. Joe tekrar Roland'a döndü.

"Ne düşünüyorum, biliyor musunuz? Bence kadınlar seks yapmak için mutlaka bir sebebe sahip olmalı." Bir ayağını Roland'ın göğsüne koydu. Susannah büyük bir av yakalamış bir avcı gibi göründüğünü düşündü. "Öte yandan erkeklere tek gereken yerdir! Bing!" Gözlerini patlattı. "Seks hakkındaki en büyük sorun şudur: Tanrı erkeklere hem beyin, hem de penis vermiş ama ikisine aynı anda yetecek kadar kan verme..."

Susannah'nın yaklaştığını da, yeterli yüksekliği sağlamak için kanepenin üzerine tırmandığını da fark etmedi; tüm dikkati o an yaptığı iş üzerindeydi. Susannah parmaklarını iç içe geçirerek ellerini tek bir yumruk haline getirdi, sağ omuz hizasına kaldırdı ve yanlamasına var gücüyle savurdu. Yumruk, Joe'nun başının yan tarafına onu sendeletecek şiddetle çarptı. Ne var ki Susannah sert kemiğe denk gelmiş ve ellerini dayanılması güç bir acı sarmıştı.

Joe dengesini korumak için kollarını kaldırarak sendeledi ve ona döndü. Üst dudağı gerilip dişlerini ortaya çıkardı... son derece sıradan dişlerdi, neden olmayacaktı? O kan içen türden bir vampir değildi. Ne de olsa burası Empatika'ydı. Ve dişlerin etrafındaki yüz değişiyordu: kararıyor, kasılıyor, artık insana benzemeyen bir şeye dönüşüyordu. Psikopat bir palyaçonun yüzüydü.

"Sen," dedi ama başka bir şey söylemesine fırsat kalmadan Oy yine atıldı. Bu kez Hantal Billy'nin dişlerini kullanmasına gerek kalmamıştı zira ev sahipleri hâlâ dengesini tam olarak sağlamış değildi. Oy, yaratığın ayağının arkasında durunca Dandelo takılıp geriye yuvarlandı ve savurduğu küfürler başını çarpmasıyla aniden kesildi. Sert zeminin üzeri halıyla kaplı olmasaydı bu darbe kendinden geçmesine yetebilirdi. Ama yaratık hemen doğrulup oturur pozisyona geçti ve etrafına sersemce baktı.

Susannah doğrulmaya çalışıp pek başarılı olamayan Roland'ın yanına gitti. Kılıfı içindeki tabancasını kavradı, ama çekemeden Roland uzanıp bileğini sıkıca yakaladı. İçgüdüseldi elbette ve hiç şaşırtıcı değildi, ama Dandelo'nun gölgesi üzerlerine düşünce Susannah'nın içini paniğe yakın bir duygu sardı.

"Seni kaltak, sana bir adamın gösterisini bölmek neymiş gösteri..."

"Roland, bırak!" diye haykırdı ve Silahşor bıraktı.

Dandelo tabancayı elinden düşürme niyetiyle üzerlerine atıldı ama Susannah ondan bir an daha hızlı davranmıştı. Yan tarafa doğru yuvarlandı ve Dandelo tüm ağırlığıyla Roland'ın üzerine düştü. Susannah, Si-lahşor'un zar zor içine çektiği nefesin boşalırken çıkardığı hunff sesini duydu. Soluk soluğa tek dirseği üzerinde yükseldi ve tabancanın namlusunu, bedeninin şekli giysilerinin içinde büyük bir süratle değişmekte olan üstteki yaratığa doğrulttu. Dandelo boş olan ellerini kaldırdı. Elbette boştular, o öldürmek için ellerini kullanmıyordu. Aynı zamanda hatları giderek daha belirginleşmeye başladı, tam olarak yüz hatları denemezdi, daha ziyade bir hayvanın kürkündeki veya bir böceğin kabuğundaki lekeler gibiydi.

"Dur!" diye bağırdı bir ağustosböceğinin cırlamasına benzer bir şeye dönüşen kulak tırmalayıcı sesiyle. "Size başpiskoposla koro kızıyla ilgili fıkrayı anlatacaktım!"

"Daha önce duymuştum," dedi Susannah ve iki el ateş etti. İki kurşun da bir zamanlar Dandelo'nun sağ gözü olan yerin hemen üzerinden beynine saplandı.


2

Roland sersemlemiş halde ayağa kalktı. Saçları şiş suratının iki tarafına yapışmıştı. Susannah elini tutmak isteyince elini sallayarak onu reddetti ve küçük kulübenin ön kapısına doğru sarsak adımlarla yürüdü. Kulübe Susannah'ya artık kirli ve loş görünüyordu. Halının üzerinde yemek lekeleri, duvarda da geniş bir rutubet lekesi olduğunu gördü. Bunlar daha önce de var mıydı? Ve cennetteki yüce Tanrı aşkına, akşam yemeğinde yedikleri tam olarak neydi? Midesini bozmadığı sürece bunu bilmek istemediğine karar verdi. Zehirli olmadığı sürece.

Gilead'lı Roland kapıyı çekerek açtı. Rüzgâr, kapının tokmağını elinden kurtardı ve kapı sertçe açılarak duvara çarptı. Silahşor çığlıklar atan tipiye doğru iki sarsak adım attı, ellerini dizlerine koyarak eğildi ve kustu. Susannah yarı sindirilmiş yemeklerin ağzından fırlayıp rüzgârla karanlığın içine taşındığını gördü. Yüzü ve gömleği kar tanecikleriyle kaplı olan Roland tekrar kulübeye döndü. Kulübenin içi aşırı sıcaktı; Dandelo'nun gözlerini boyayıp o ana dek fark etmelerini engellediği şeylerden biri de buydu. Susannah, New York'taki dairesindekinden pek de farklı olmayan termostatın (basit, eski Honeywell) hâlâ duvarda asılı olduğunu gördü. Yanma giderek bir süre inceledi. Düğmesi olabilecek en son noktaya dek çevrilmişti, otuz dereceyi geçiyordu. Parmağının ucuyla düğmeyi yirmi bir dereceye getirdi ve odayı incelemek üzere arkasına döndü. Şömine, onlara göründüğünden iki kat büyüktü ve çelik bir soba gibi kükre-mesine yetecek miktarda odunla doluydu. Ama Susannah'nın o an için bu konuyla ilgili yapabileceği bir şey yoktu; ateş kendi kendine sönerdi.

Halının üzerindeki ölü yaratık giysilerinin içinden neredeyse tamamen çıkmıştı. Susannah'ya artık gömleğinin kollarından ve kot pantolonunun paçalarından çıkan, şekilsiz ekleri -kollar ve bacaklar gibi- olan bir tür böcekmiş gibi görünüyordu. Gömleğin arkası ortaya dek yırtılmıştı Susannah açılan boşluktan altta, basit insan hatlarının resmedildiği bir tür kabuk olduğunu görebiliyordu. Örümcek halindeki Mordred'den daha kötü bir yaratık olabileceğine inanmazdı ama bu yaratık daha beterdi. Ve Tann'ya şükür ölüydü.

Düzenli, iyi aydınlatılmış kulübe -masallardan fırlamış gibiydi ve Susannah bunu ilk bakışta fark etmemiş miydi?- artık loş ve bakımsızdı. Elektrik lambaları hâlâ vardı ama kalitesiz otellerdeki gibi çok eski ve uzun süre kullanılmış görünüyorlardı. Çaputlardan oluşan halı leş gibiydi, üzerinde kan lekeleri vardı ve bazı noktalarda parçalanmaya başlamıştı. "İyi misin, Roland?"

Roland, ona baktı, sonra yavaşça önünde diz çöktü. Susannah bir an için Silahşor'un bayılacağını sandı ve telaşlandı. Bir saniye sonra gerçekte ne olduğunu anladığında ise daha da telaşlandı.

"Şaşkına dönmüştüm, Silahşor," dedi Roland boğuk, titrek bir sesle. "Bir çocuk gibi kandırıldım ve beni bağışlamanı diliyorum."

"Roland, hayır! Ayağa kalk!" Konuşan, Susannah stres altındayken daima ortaya çıkan Detta'ydı. "Ayağa kalk, beyaz kuş," demeyişim bir mucize, diye düşündü ve histerik bir kahkahayı bastırmak zorunda kaldı. Roland anlamazdı.

"Önce beni affet," dedi Roland, ona bakmadan. Susannah bir çare aradı ve bularak rahatladı. Onu böyle diz çökmüş halde görmeye dayanamıyordu. "Kalk, Silahşor. Seni iyi yürekle bağışlıyorum." Bir an duraksayıp ekledi. "Hayatını dokuz kere daha kurtarırsam belki eşitleniriz."

"Güzel yüreğin kendiminkinden utanç duymamı sağlıyor," dedi Roland ve ayağa kalktı. O korkunç renk yanaklarını terk etmeye başlamıştı-İğrenç şeklinin gölgesi şöminenin aydınlığıyla duvara düşen, halının üzerinde yatmakta olan yaratığa baktı. Sonra eski lambaları ve göz kırpan ampulleri olan küçük kulübeye bir göz gezdirdi.

"Yediklerimizde bir şey yoktu," dedi. Sanki Susannah'nın aklını okumuş ve içindeki en büyük korkuyu görmüştü. "Yemeye niyetlendiklerini zehirlemezdi."

Susannah tabancasını kabzası ona gelecek şekilde uzatıyordu. Roland tabancayı alıp kılıfına koymadan önce iki fişek yatağını tekrar doldurdu. Kulübenin kapısı hâlâ açıktı ve kar rüzgârla içeri taşınıyordu. Ceketlerinin asılı olduğu küçük girişte şimdiden beyaz bir delta oluşmuştu. Odanın içi artık biraz daha serindi, sauna gibi değildi.

"Nerden bildin?" diye sordu Roland.

Susannah, Mia'nın Siyah On Üç'ü bıraktığı oteli düşündü. Daha sonra Jake ve Callahan 1919 numaralı odaya girebilmişti, çünkü biri onlara bir not ve

(la-la-le)

bir anahtar bırakmıştı. Zarfın üzerine yarı el yazısı, yarı matbaa harflerinden oluşmuşa benzeyen bir yazıyla Jake'in ismi ve bu gerçek yazılmıştı. Susannah o notu görüp banyoda bulduğu notla karşılaştırma fırsatı olsaydı aynı elden çıkmış olduğunu anlayacağından emindi.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin