Stephen King Karanlık Öyküler



Yüklə 1,67 Mb.
səhifə21/36
tarix03.11.2017
ölçüsü1,67 Mb.
#29023
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   36

Sonra, Lyndon Johnson'ın Vietnam'daki savaşı kızıştırdığı dönemlerde Billy Unger'ın fikirleriyle hisleri değişti ve gazetelere mektuplar yazmaya başladı. Fikir yazarlığı kariyerine, savaşı idare ediş yöntemimizin yanlış olduğunu söyleyerek başladı. Sonra Vietnam'da oluşumuzun bir hata olduğu fikrini savundu. 1975 civarı ise bütün savaşların yanlış olduğunu söylemeye başladı. Çoğu Vermontlu için bunun bir sakıncası yoktu.

1978'den itibaren eyalet meclisinde yedi dönem hizmet verdi. 1996' da bir grup Yenilikçi Demokrat, Birleşik Devletler Senato'su için adaylığını koymasını önerdiğinde "biraz düşünüp seçeneklerini değerlendirmek" istediğini söyledi. Ulusal politika için en geç 2000, 2002 gibi hazır olacağını ima ediyordu. Yaşlanıyordu ama sanırım Vermontlular yaşlı adamlardan hoşlanıyordu. 1996'da Unger hiçbir mevki için adaylığını açıklamadı (büyük olasılıkla karısı kanserden öldüğü için) ve 2002'yi göremeden kendisi de tahtalı köyü boyladı.

Stovington'da küçük ama sadık bir grup, Ezer Geçer'in ölümünün kaza olduğuna, Gümüş Yıldız kazanmış birinin karısını kanserden kaybetmiş bile olsa evinin çatısından atlamayacağına inanıyordu ama insanların geri kalanı adamın gecenin ikisinde, pijamalarıyla çatıyı tamir etmeye çıkmış olamayacağını düşünüyordu.

İntihar ettiğine kanaat getirilmişti.

Evet, tabii. Kıçımı öp ve cennete git.


XVIII
Kütüphaneden çıktım ve eve gitmeye karar verdim. Ama eve gitmeyip parka döndüm ve tekrar o banka oturdum. Güneş batmaya yüz tutana, parkta oynayan çocuklar ve frizbi yakalayan köpekler kalmayıncaya kadar orada oturdum. Üç aydır Columbia City'de olmama rağmen daha önce dışarıda hiç o saate kadar kalmamıştım. Galiba bu çok üzücü. Sonunda bir hayatımın olduğunu sanmıştım. Annemden uzak, kendime ait bir hayat ama sahte bir hayat yaşıyormuşum.

Eğer beni gözetleyen bazı insanlar varsa neden o gün her zamanki saatte eve dönmediğimi merak etmiş olmalılardı. Banktan kalkıp eve gittim, hazır yemeklerden birini fırında ısıttım ve yerken televizyon izledim. En iyi sinema kanallarının da olduğu kablolu yayınım vardı ama o güne dek bir tane bile fatura görmemiştim. Nasıl, bu anlaşma yıkılıyor, değil mi? Cinemax'i açtım. Rutger Hauer kör bir karateciyi oynuyordu. Sahte Rembrandt'ımın asılı olduğu duvarın önündeki kanepeye oturdum ve filmi izledim. Gerçekte filmi görmüyor, yemeğimi yerken boş boş ekrana bakıyordum.

Aklıma düşünceler üşüşmüştü. Özgürlükçü fikirleri ve tutucu okuyucu kitlesi olan bir köşe yazarını düşündüm. Diğer AİDS araştırmacıları arasında çok önemli bir bağlantı olan bir profesörü düşündüm. Fikrini değiştiren yaşlı bir generali düşündüm. Bu üçünün isimlerini biliyor oluşumun tek sebebi, e-posta adreslerinin olmayışıydı.

Düşünecek başka şeyler de vardı. Mesela yetenekli bir genci nasıl hipnotize edip veya ilaçlarla uyuşturup yanlış soruları sormasını ve yanlış işler yapmasını engellemek için diğer yetenekli gençlerden uzak tuttukları. Ya da gerçekleri görebilse bile bu yetenekli gencin çekip gitmemesini garanti ettikleri. Bunu, onun için nakitsiz bir yaşam hazırlayarak yaptıkları... elindeki tüm parayı çöp öğütücüsünde veya sıçan deliğinde yok ettiği bir yaşam. Ne tür bir yetenekli genç bu tuzağa düşerdi? Neredeyse hiç arkadaşı ve kendine güveni olmayan, saf biri. Yetenekli ruhunu, buna değdiğine inanarak haftada yetmiş dolara ve bedava supermarket malzemesine satan biri.

Bu konuyu daha fazla düşünmek istemedim. Bunları düşünmek zorunda kalmamak için dikkatimi, kör olduğu halde karate numaralan yapan Rutger Hauer'e vermeye (Pug benimle olsa yaptığı numaralara katılırcasına gülerdi, emin olun) çalıştım.

Mesela iki yüz rakamı. Bu rakamı düşünmek istemiyordum. 200. l()x20, 40 x 5. Roma rakamıyla CC. Ekrana DINKYPOSTA GÖNDERİLDİ yazısının gelmesini sağlayan butona en az iki yüz kere basmıştım.

Bir katil olduğumu -sonunda derin bir uykudan uyanmış gibi ilk kez-fark ettim. Kitle katili.

Evet. Ben buydum.

İnsanlığın iyiliği? İnsanlığın kötülüğü? İnsanlığın hiçbir şeyi? Buna kim karar veriyordu? Bay Sharpton mı? Onun patronları mı? Onların patronları mı? Fark eder miydi?

Fark etmiyordu. İlaçla uyuşturulduğum, hipnotize edildiğim veya beynimin bir şekilde kontrol edildiği için daha fazla sızlanamayacağıma (kendi kendime bile olsa) karar verdim. İşin gerçeği, yaptıklarımı o özel mektupları yazarken kendimi çok iyi hissettiğim için yaptığımdı. Beynimin ortasından bir ateş nehri geçiyormuş gibi hissetmeyi sevdiğim için yapıyordum.

Yapabildiğim için yapıyordum.

"Bu doğru değil," dedim... ama sesim pek kuvvetli çıkmamıştı. Sadece cılız bir fısıltıydı. Muhtemelen eve dinleme cihazı yerleştirmemişlerdi, hatta bundan neredeyse emindim ama yine de temkini elden bırakmamalıydım.

Sonra bunu yazmaya başladım... ne bu? Belki bir rapor denebilir. Bu raporu o gece geç saatte yazmaya başladım... Rutger Hauer filmi biter bitmez. Ama bilgisayara değil, bildiğiniz deftere yazıyorum. Basit İngilizce ile. Özel semboller ve kelimeler kullanmadan. Bodrumdaki ping pong masasının altında gevşek bir yer karosu var. Raporumu onun altında saklıyorum.

Şimdi ilk sayfaya dönüp nasıl başladığıma baktım. Şimdi iyi bir işe sahibim. ve keyifsiz olmak için hiçbir sebebim yok, yazmışım. Ne salakça.

O gece rüyamda Super Savr'ın otoparkında olduğumu gördüm. Pug oradaydı. Üzerinde kırmızı iş gömleği ve başında Mickey Mouse'un Fantasia'da. taktığına benzer bir şapka vardı, Mickey Mouse o filmde Büyücü'nün çırağıydı. Otoparkın ortasında art arda dizilmiş alışveriş arabaları vardı. Pug elini kaldırıyor, sonra indiriyordu. Bunu her yapışında dizili arabalardan biri diğerlerinden ayrılıyor, giderek hızlanarak ilerleyince Supermarketin tuğla duvarına çarpıyordu. Duvar dibinde bir metal ve tekerlek yığını oluşturmuşlardı. Pug hayatında ilk kez gülümsemiyordu Ona ne yaptığını sormak istedim ama elbette biliyordum.

"Bana iyi davrandı," dedim rüyamda Pug'a. Bay Sharpton'ı kastediyordum elbette. "Hem de çok iyi. Yıkılıyordu."

Pug bana döndü ve onun aslında Pug olmadığını gördüm. Skipper'dı ve başının kaşlarına kadar olan üst kısmı parçalanmıştı. Kırık kafatasının üstte görünen sivri parçaları, kemikten yapılmış bir taç gibi görünüyordu.

"Bir bombardıman vizöründen bakmıyorsun," dedi Skipper ve sırıttı. "Bombardıman sensin. Nasıl, bu hoşuna gitti mi, Dinkster?"

Çığlığımı engellemek için ellerimle ağzımı kapayarak, ter içinde karanlık odamda uyandım. Pek hoşuma gitmediğini söyleyebilirdim.
XIX
Size söyleyeyim, bunu yazmak üzücü bir eğitim oldu. Hey, Dink, gerçek dünyaya hoş geldin, demek gibiydi. Bana olanları düşündüğümde genelde aklıma gelen, öğütücüde yok olan banknotların görüntüsü oluyor ama bunun tek sebebi, parayı yok etmeyi düşünmenin insanları yok etmeyi düşünmekten daha kolay olması. Bazen kendimden nefret ediyorum, bazen ölümsüz ruhum (eğer bir ruha sahipsem) için korkuyorum ve bazen de sadece utanıyorum. Güven bana, demişti Bay Sharpton ve ben de ona güvenmiştim. Bir insan daha aptal olabilir mi? Kendi kendime bazen düşündüğüm B-52'lerin mürettebatı gibi daha bir çocuk olduğumu biliyorum. Çocuklar aptallık edebilir, bu doğaldır. Ama insan hayatı konusuyken nasıl böyle bir mazeretle kendimi haklı çıkarabilirim ki? Ve evet, hâlâ devam ediyorum.

Evet.


Önce yapamayacağımı sandım. Tıpkı Mary Poppins'deki çocukların mutlu düşünceleri yok olunca uçamadıkları gibi... ama yaptım. Bilgisayarı başına oturduğum an o ateş nehri kafamın içinde akmaya başladı ve kendimi kaybettim. Görüyorsunuz ya (en azından ben öyle sanıyorum) Dünya Gezegeni'ne geliş sebebim buydu. Beni tamamlayan, bir bütün haline getiren şeyi yaptığım için beni suçlayabilir misiniz?

Cevap: evet. Kesinlikle.

Ama duramıyorum. Bazen kendime devam ettiğimi, çünkü durursam -bir günlüğüne bile- olan biteni anladığımı fark edeceklerini ve temizlikçilerin beni temizlemek için geleceğini söylüyorum. Ama devam etmemin sebebi bu değil. Devam ediyorum çünkü bir bağımlıyım. Karanlık bir sokakta esrar içen bir adam veya kolunu iğneyle delik deşik eden bir kadın gibi bağımlıyım. Bunu yapıyorum çünkü o ateş nehri hissini seviyorum, DINKY'NİN DEFTERİ'nde çalışırken her şey yıkılıyor. Bir şeker tuzağına yakalanmak gibi. Ve bütün suç, News Plus'tan elinde kahrolası Dispatch'i ile çıkan o salakta. O olmasaydı binaların belli belirsiz şekilleri dışında hiçbir şey görmeyecektim. İnsanları değil, sadece hedefleri görecektim.

Bombardıman sensin, demişti Skipper rüyamda. Bombardıman sentin, Dinkster.

Bu doğru. Doğru olduğunu biliyorum. Korkunç bir şey ama doğru. Ben de bir aracım. Gerçek bombacının baktığı dürbünüm. Bastığı düğmeyim.

Ne bombacısı mı diye soruyorsunuz?

Oh haydi ama, biraz düşünün.

Onu aramayı düşündüm, çılgınca, değil mi? Belki de değil. "Beni istediğin zaman ara, Dink. Sabahın üçü bile olsa." Bay Sharpton'ın söylediği buydu ve eminim kastettiği de buydu, hiç olmazsa bu konuda yalan söylememişti.

Onu arayıp, "En acısı ne, biliyor musunuz, Bay Sharpton?" diyecektim. "Skipper gibilerinden kurtularak dünyayı daha iyi bir hale getirmek, hakkında söyledikleriniz. Aslında, siz de bir Skipper'sınız."

Kesinlikle. Ve ben de gülerek, havlayarak, yarış arabası sesleri çıkararak insanları kovaladığı alışveriş arabasıyım. Hem de çok ucuza çalışıyorum. Şimdiye kadar iki yüzden fazla insan öldürdüm. Peki bunun TransCorp'a maliyeti ne oldu? Üçüncü sınıf bir Ohio şehrinde küçük bir ev, haftada yetmiş papel, bir Honda otomobil. Artı kablolu televizyon. Bunu unutmamalı.

Telefona bakarak bir süre durdum ve sonra almacı yerine bıraktım Bunların hiçbirini söyleyemezdim. Kafama bir torba geçirip bileklerimi kesmekle aynı şey olurdu.

O halde ne yapacağım?

Tanrım, ne yapacağım?
XX
Bu defteri bodrumdaki gevşek döşemenin altından çıkarıp yazmayalı iki hafta olmuş. İki perşembe geçmiş, mektup aralığından düşen zarfın sesini iki kere duymuşum ve gidip parayı almışım. Bu sürede dört kez sinemaya gittim. Dördüne de öğleden sonra gittim. İki kere banknotları çöp öğütücüsüne, bozuklukları mavi çöp kutusunun kalkanlığında kanalizasyon ızgarasından aşağı attım. Bir gün bir Variations veya Forum almak niyetiyle News Plus'a gittim ama Dispatch'in ön sayfasındaki manşet yine tüm cinsel isteğimi yok etti. PAPA, BARIŞ ZİYARETİNDE KALP KRİZİ GEÇİRİP ÖLDÜ.

Bunu ben mi yaptım? Hayır, haberde Asya'da öldüğü yazıyordu ve ben son birkaç haftadır sürekli kuzeybatı Amerika'da iş yapıyordum. Ama yapan ben de olabilirdim. Geçen hafta Pakistan civarıyla ilgilenmiş olsaydım büyük ihtimalle ben olurdum.

Bir kâbusta geçen iki hafta.

Sonra bu sabah postadan bir şey çıktı. Bir mektup değildi, şimdiye kadar sadece üç dört mektup aldım (hepsi Pug'dandı, artık yazmayı kesti ve onu çok özlüyorum), bir K-mart reklamıydı. Tam çöpe atacaktım ki, açıldı. İçinden bir sayfa düştü. Büyük harflerle basılmış bir nottu. ÇIKMAK İSTİYOR MUSUN? diyordu. CEVABIN EVETSE "DON'T STAND SO CLOSE TO ME" POLİSİN EN İYİ ŞARKISIDIR DİYE BİR MESAJ AT.

Kalbim eve dönüp kanepenin arkasındaki duvarda asılı olan Rembrandt'ı gördüğüm gün olduğu gibi hızla, şiddetle atıyordu.

Biri mesajın altına mektuplarımda kullandığım bir şekil çizmişti. Zararsızca, tek başına duruyordu ama ona bakmak bile ağzımın kupkuru olmasına sebep oluyordu. Gerçek bir mesajdı, şekil bunu kanıtlıyordu ama kimden gelmişti? Ve gönderen beni nereden biliyordu?

Başım önde, yoğun düşünceler içinde yavaş yavaş yürüyerek çalışma odasına gittim. Bir reklam zarfına konmuş bir mesaj. Bu başka biri olduğu anlamına gelirdi. Yakınlarda biri. Şehirde biri.

Bilgisayarı ve modemi açtım, internette daha ucuza ve nispeten göze batmadan dolaşabileceğim Columbia Halk Kütüphanesi'ne bağlandım. Gönderdiğim her şey Chicago'da TransCorp'tan geçecekti ama bunun pek önemi olmayacaktı. Hiçbir şeyden şüphelenmeyeceklerdi. Biraz dikkatli olmam yetecekti.

Ve elbette bir de karşımda birinin olması.

Vardı. Bilgisayarım kütüphanenin bilgisayarına bağlandı ve ekranımda bir mönü belirdi. Kısacık bir an için bir başka görüntü daha belirdi.

Bir başka şekil.

Sağ alt köşede. Bir göz kırpış gibi.

En iyi polis şarkısıyla ilgili mesajı gönderdim ve Resmi Ölüm Köşesi'ne kendime ait küçük bir ekleme yaptım: bir diğer şekil.

Daha fazlasını yazabilirdim -bir şeyler olmaya başladı ve çok yakında her şeyin ivme kazanacağına inanıyorum- ama güvenli olacağını sanmıyorum. Buraya kadar sadece kendimden bahsettim. Devam edersem başkalarından bahsetmek zorunda kalacağım. Ama size söylemek istediğim bir şey daha var.

Birincisi, yaptıklarım için üzgünüm, Skipper'a yaptığım için de. Elimden gelse hepsini geri alırdım. Ne yaptığımı bilmiyordum. Bu çok basit bir mazeret olduğunu biliyorum ama söyleyebileceğim başka bir şey yok.

İkincisiyse bir özel mektup daha yazmaya niyetli olduğum... bu hepsinden özel olacak.

Bay Sharpton'ın e-posta adresini biliyorum. Ve elimde çok daha iyi bir şey var: büyük, pahalı Mercedes'inde otururken şans getiren kravatım okşayışının anısı. İpek kılıçlar üzerinde elini nasıl da sevgiyle gezdiriyordu. Gördüğünüz gibi, hakkında yeterince bilgim var. Mektubu kişiselleştirmek için ne ekleyeceğimi gayet iyi biliyorum. Gözlerimi kapatınca gözkapaklarımın arkasındaki karanlıkta uçan kelimeyi görebiliyorum, kapkara bir alev gibi süzülüyor. Beyne giren bir ok gibi ölümcül ve Önemli olan tek kelime bu:

EXCALIBUR.

LT.'nin Evcil Hayvan Teorisi

Sanırım bu koleksiyonda en sevdiğim hikâye "L.T.". Hatırladığım kadarıyla hikâyenin ilham kaynağı, Abby'nin bir evcil hayvanın verilebilecek en kötü hediyelerden biri olduğunu yazdığı "Sevgili Abby" köşesiydi. Öncelikle hayvanın ve sahibinin iyi anlaşacağı, hediye verilen kişinin hayvanı günde iki kere besleyip pisliğini (hem içeride, hem dışarıda) temizlemek için can attığı varsayılıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam Abby evcil hayvan hediye edilmesini "küstahça bir hareket" olarak yorumluyordu. Bence bu yorum biraz abartılı. Karım bana kırkıncı doğum günümde bir köpek hediye etmişti ve Marlowe -şimdi on dört yaşında olan tek gözlü bir Corgi- o günden beri ailenin saygıdeğer bir üyesi oldu. O yılların beşinde, Pearl isminde biraz çılgın bir Siyam kedimiz de vardı. Bir evlilikte evcil hayvanların sahibine değil hediye edene etkilerini konu alan bir hikâye yazmak Marlowe ve Pearl'ün ilk karşılaşmalarını -birbirlerine temkinli bir saygıyla yaklaşmışlardı- izlerken aklıma geldi. Üzerinde çalışırken harika vakit geçirdim ve ne zaman yüksek sesle bir hikâye okumam istense gerekli olan elli dakikaya sahip olduğumu varsayarak bunu seçtim. İnsanları güldürüyor ve bu da hoşuma gidiyor. Daha da hoşuma gidense sona yaklaştıkça ortaya çıkan, neşeden üzüntü ve korkuya doğru beklenmedik, ani değişim.

Bu sırada dinleyicinin tüm savunması inmiş oluyor ve hikâyenin duygusal bedeli daha yükseliyor. Benim için en önemlisi o duygusal bedel. Bir hikâyeyi okuduğunuzda gülmeniz veya ağlamanızı veya her ikisini birden yapmanızı istiyorum. Bir başka deyişle yüreğinizi istiyorum. Bir şey öğrenmek istiyorsanız okula gidin.

Arkadaşım L.T. karısının nasıl kaybolduğundan veya Baltalı Adam'ı bir başka kurbanı olmuş ve ölmüş olma ihtimalinden neredeyse hiç bahsetmez ama onu terk edişinin hikâyesini anlatmaya bayılırdı. Gözlerini doğru anlamı vererek, "Beni kandırdı, çocuklar, hem de nasıl!" dercesine devirirdi Bazen hikâyeyi fabrikanın arkasındaki yükleme iskelelerinin birinin üzerinde oturup öğle yemeklerini yiyen bir grup adama, kendi yemeğini yerken -yemeğini de kendisi hazırlamıştır çünkü evde ona yemek hazırlayacak Lulubelle yoktur- anlatırdı. LT.'nin Evcil Hayvan Teorisi ile biten bu hikâyeyi dinleyenler genellikle gülerdi. Lanet olsun, ben bile gülerdim. Nasıl sonuçlandığını biliyor olsanız da komik bir hikâyedir. Gerçi hiçbirimizin hikâyeyi tam olarak bildiği söylenemezdi.

"İşten her zamanki gibi dörtte çıktım," diye başlardı L.T. "Sonra çoğu zaman yaptığım gibi birkaç bira içmek için Deb's Den'e gittim. Tilt oynadım ve eve döndüm. Eve dönüşümle her zamanki gibi devam eden günüm farklılaştı. Biri sabah uyandığında, başının yastıkta olduğu süre boyunca hayatının ne kadar değişmiş olabileceği hakkında en ufak fikri bile yoktur. 'Ne gününü, ne de saatini bilirsiniz,' der İncil'de. Burada sözü edilen galiba ölüm ama inanın bana, her şeye uyuyor, çocuklar. Bu dünyadaki her şeye. Başınıza ne geleceğini hiçbir zaman bilemezsiniz.

"Evin önüne geldiğimde garaj kapısının açık olduğunu ve evlenirken getirdiği küçük Subaru'nun içeride olmadığını gördüm ama bunu o kadar da önemsemedim. Her zaman bir yerlere gider -bir kullanılmış eşya satışına falan- ve lanet olası garaj kapısını açık bırakırdı. Ona, 'Lulu, bunu yapmaya devam edersen sonunda biri fırsattan yararlanmaya kalkacak! İçeri girip bir tırmık, bir torba turbalık yosun ve hatta çim biçme makinesi bile çalabilir. Lanet olsun, teşvik edilirse kolejden yeni mezun olmuş iyi aile çocuğu bile hırsızlık yapabilir ve böyleleri, teşvik edilecek en son kişilerdir,' derdim. Her neyse, o da bana, 'Elimden geleni yapacağım, L.T. ' derdi. 'En azından deneyeceğim, tatlım.' Ve gerçekten de yaptı. Sadece arada bir eski bir günahkâr gibi doğru yoldan sapardı.

"Arabayı, o döndüğünde garaja rahatça girebilsin diye kenara park ettim ama garaj kapısını da kapatmayı ihmal etmedim. Sonra mutfak kapısından eve girdim. Posta kutusunu kontrol ettim ama boştu. Postayla gelenler içeride, tezgâhın üzerindeydi, demek ki Lulu on birden sonra yatmıştı çünkü o saatten önce gelmezdi. Postacı yani.

"Lucy hemen kapının eşiğinde duruyor, Siyam kedilerine özgü bir şekilde miyavlıyordu, bu miyavlaması hoşuma gider, bence çok tatlı ama Lulu daima nefret etti, belki de bebek ağlamasına benzediği için. Lulu bebeklerden hiç hoşlanmazdı. 'Neden bir baş belası isteyeyim?' derdi.

"Lucy'nin kapıda olması da olağandışı bir şey değildi. O kedi bana bayılırdı. Hâlâ da sever. Şimdi iki yaşında. Onu, evli olduğumuz son yılın başlarında almıştık. Tam o dönemler. Lulu gideli bir yıl olduğuna inanamıyorum. Evleneli daha üç yıl olmuştu. Ama Lulubelle çok etkileyici bir kadındı. Onda bir yıldız özellikleri vardı. Bana her zaman kimi hatırlatırdı, biliyor musunuz? Lucille Ball'u. Şimdi düşünüyorum da, sanırım kediye Lucy ismini vermemin sebebi de bu ama o zaman böyle düşünüp düşünmediğimi hatırlamıyorum. Bilinçaltı bir yakıştırma olabilir. Odaya girerdi -kedi değil, Lulu- ve sanki içerisi bir anda aydınlanırdı. Onun gibi biri sizi bırakıp gittiğinde bunu hazmetmeniz zor oluyor ve sürekli geri dönmesini bekliyorsunuz.

"Bu arada bir de kedi var. İsmi başlangıçta Lucy'ydi ama Lulu kedinin davranışlarından öylesine nefret ediyordu ki ona Kaltak Lucy ismini taktı ve bu isim hayvana bir şekilde yapışıp kaldı. Ama Lucy'nin tek istediği sevilmekti. Bunu hayatımda sahip olduğum bütün hayvanlardan -ki sayısı hiç de az sayılmaz- daha fazla istiyordu.

"Her neyse, eve girdim, kediyi kucağıma aldım ve biraz sevdim. Sonra omzuma tırmandı ve mırlayıp Siyamca konuşarak orada oturdu. Tezgâhın üzerinde duran postayı kontrol ettim, faturaları sepete koydum. Lucy'ye yemek vermek için buzdolabına yöneldim. Her zaman dolu bir kutu kedi maması bulundururum. Üzeri, alüminyum folyoyla kaplı olur. Böylelikle konserve açacağının sesini duyduğunda Lucy'nin heyecanlanıp tırnaklarını omzuma geçirmesini engellemiş oluyorum. Bilirsiniz, kediler zekidir. Köpeklerden çok daha zekidirler. Başka yönlerden de çok farklıdırlar. Bence dünya üzerindeki insanlar arasındaki en büyük ayrım kadın veya erkek olmaları değil, kedi sever veya köpek sever olmaları. Siz tıkınanlar arasında hiç bunu düşünen oldu mu?

"Lulu buzdolabında üzeri örtülü bile olsa açık bir kutu kedi maması olduğu için sürekli söylenir, dolaptaki her şeyin tonbalığı gibi koktuğunu söylerdi ama bu konuda geri adım atmadım. Birçok konuda onun istediği gibi olmasına göz yumdum ama kedi maması konusunda kesinlikle taviz vermedim. Zaten asıl konu kedi maması değildi. Asıl konu kediydi. Lucy'yi hiç sevmezdi. Lucy onun kedisiydi ama onu sevmiyordu.

"Her neyse, buzdolabına yöneldim ve üzerinde bir not olduğunu gördüm, sebze şeklindeki mıknatıslardan biriyle kapağın üzerine tutturulmuştu. Lulubelle'dendi. Hatırladığım kadarıyla şöyleydi:

'Sevgili L.T. seni terk ediyorum, hayatım. Eve erken gelmediğin takdirde sen bu notu okurken ben çok uzaklaşmış olacağım. Eve erken geleceğini sanmıyorum, evli olduğumuz süre eve bir kez bile erken gelmedin ama bu notu eve gelir gelmez göreceğini biliyorum çünkü eve geldiğinde ilk yaptığın beni görmeye gelip, "Selam tatlı kız, ben geldim," diyerek beni öpmek değil, buzdolabını açıp iğrenç Calo kutusunu almak ve Kaltak Lucy'yi beslemek oluyor. Yani en azından üst kata çıkıp Elvis Son Yemek resmimin kaybolduğunu, gardırobun bana ait tarafının boş olduğunu görüp kadın giysileri seven (sadece altındakilerle ilgilenen bazılarının aksine) bir hırsız girmiş diye düşünmeyeceksin.

'"Bazen beni sinir ediyorsun, hayatım, ama hâlâ tatlı, nazik ve iyi biri olduğunu düşünüyorum, yollarımız bizi nereye götürürse götürsün daima benim küçük pekmezli muhallebim ve şekerli çöreğim olarak kalacaksın. Gidiyorum çünkü ben bir Spam paketleyicisinin karısı olarak yaratılmadım.

Bunu kendini beğenmişlik olarak algılama. Her geceyi uykusuz geçirdiğim (ve horlamanı dinlediğim, yani, seni incitmek istemem ama hiç senin yanında horlayan oldu mu?) geçen hafta bu kararı vermeye çalışırken Psikolojik Yardım Hattı'nı bile aradım ve şu mesajı aldım: "Kırık bir kaşık, bir çatal haline gelebilir." Önce ne anlama geldiğini çözemedim ama vazgeçmedim. Bazı insanlar gibi (veya bazılarının kendilerini sandıkları gibi) zeki olmayabilirim ama çaba gösteririm. Annem en iyi değirmen yavaş dönen, ama çok iyi öğütendir derdi ve ben de bu sözü sen geceleri horlarken ve şüphesiz rüyanda bir kutu Spam'e kaç domuz burnu sığdırabileceğini görürken Çin lokantasındaki karabiberlik gibi öğüttüm. Ve kırık bir kaşığın bir çatal olabileceği sözünün ne kadar güzel olduğunu anladım. Bir çatalın dişleri vardır. Ve o dişler birbirinden ayrı durmak zorundadır, tıpkı seninle benim ayrı durmamız gerektiği gibi ama hâlâ sapları aynıdır. Senin ve benim olduğu gibi. İkimiz de insanız, L.T., sevmeyi biliyoruz ve birbirimize saygımız var. Frank ve Kaltak Lucy hakkında onca kavga ettik ama yine de iyi geçinmeyi başardık. Ama artık senden ayrılarak kendi kaderimin peşinden gitme ve hayat denen dev rostoya senden farklı bir yerden saplanma vaktim geldi. Ayrıca annemi özledim.'"

(Tüm bunların L.T.'nin dolabın üzerinde bulduğu notta yazılı olup olmadığından emin değildim; pek olası görünmüyordu ama bu esnada dinleyen adamlar gülmekten yerlerde yuvarlanıyorlardı. Ve anlattıklarının tam Lulubelle'e yakışacak şeyler olduğunu söyleyebilirdim.)

'"Lütfen eni takip etmemeye çalış, L.T. annemde olacağım, oranın telefonunu bildiğini biliyorum ve ben seni aramadan beni aramazsan çok memnun olurum. Zamanla arayacağım ama bugünlerde düşünecek çok fazla şeyim var ve oldukça iyi idare etmeme rağmen kafamda hâlâ halletmem gereken konular var. Sanırım sonunda boşanmak isteyeceğim bunu söylememek sana haksızlık olur. Sonuçları ne olursa olsun her zaman açıkça söylemek taraftarı oldum. Boş yere umutlanmanı istemiyorum. Lütfen davranışlarımın kaynağının nefret ve kırgınlık değil, sevgi olduğunu anla. Ve lütfen bana söyleneni ve benim de sana şimdi söyleyeceğimi unutma: kırık bir kaşık aslında gizli kalmış bir çatal olabilir. Tüm sevgimle, Lulubelle Simms.'"

L.T. burada duraksar, karısının notu kızlık adıyla imzaladığı gerçeğini herkesin sindirmesini bekler, bu arada gözlerini L.T. DeWitt'e has bir şekilde devirirdi. Sonra adamlara karısının en alta küçük bir not düşmüş olduğunu söylerdi.

'"Frank'i yanımda götürüyor, Kaltak Lucy'yi sana bırakıyorum. Sen de böyle olmasını tercih edeceğini düşündüm. Sevgiler, Lulu.'"

DeWitt ailesinin bir çatal olduğu düşünülürse Frank ve Kaltak Lucy de o çatalın birer dişiydi. Bir çatal değilse de (kendi adıma, evliliğin daha çok iki tarafı da keskin, tehlikeli bir bıçağa benzediğini düşünürüm) Frank ve Kaltak Lucy'nin L.T. ve Lulubelle'in evliliğinde ters giden her şeyin bir özeti olduğu söylenebilirdi. Çünkü, bir düşünün, Lulubelle, Frank'i L.T.'ye hediye olarak almış olmasına (ilk evlilik yıldönümlerinde) ve L.T. de ona ismi kısa bir süre sonra Kaltak Lucy olacak Lucy'yi hediye etmesine (ikinci evlilik yıldönümlerinde) rağmen Lulu evliliklerini bitirdiğinde birbirlerinin hayvanlarıyla kalmışlardı.


Yüklə 1,67 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin