"Tatmin oldun mu?" diye sordum sessiz odaya. "Bu kadarı yeter mi?" Elbette cevap yoktu. "Neden uğraştın ki? Ne gerek vardı? Ne anlamı vardı?"
Hâlâ cevap yoktu ve niye olacaktı ki zaten? Bir sırada bekliyorduk, hepsi buydu. Ayın altında sırada bekliyor, mikroplu ışığına bakarak dilek tutuyorduk. Sırada bekleyip trene binenlerin çığlıklarını dinliyorduk, korkmak için para veriyorlar ve paralarının karşılığını daima alıyorlardı. Sıra size geldiğinde belki binersiniz, belki de kaçarsınız. Sanırım ikisi de aynı kapıya çıkıyor. Daha karmaşık olduğunu düşünebilirsiniz ama değil, olan oldu, torba doldu.
İğnenizi alın ve defolup gidin.
Şanslı Çeyreklik
1996 sonbaharında Uykusuzluk adlı kitabımın tanıtımı için bağımsız kitapçılarda durarak Birleşik Devletler'i bir uçtan diğerine, Maine'den California'ya Harley Davidson motosikletim üzerinde geçtim. Muhteşem bir yolculuktu. En güzel anıysa muhtemelen Kansas'ta, terk edilmiş bir dükkânın verandasında oturup güneşin batıda battığı anda ayın doğudan doğuşunu izlediğim andı. O sırada aynı şeyin olduğu, mutlulukla kendinden geçmiş bir çocuğun, "Oh, anne, haydi bir daha yap" diye haykırdığı Pat Conroy'un Dalgaların Prensi'ni hatırladım. Daha sonra, Nevada'da, temizlik görevlilerinin yastığın üzerine iki dolarlık kumar makinesi jetonları bıraktıkları viran bir otelde kaldım. Her jetonun yanında, üzerinde, "Merhaba, ben Marie, İyi Şanslar!" gibi bir şeyin yazılı olduğu küçük bir kart vardı. Aklıma bu hikâye geldi. Bir tükenmez kalemle, otelin kâğıtları üzerine yazdım.
"Oh, seni cimri piç kurusu!" diye bağırdı boş otel odasına. Sesinde öfkeden çok şaşkınlık vardı.
Darlene Pullen daha sonra gülmeye başladı. Yapısı böyleydi. Bir elinde bir çeyreklik, diğerinde çeyrekliğin içinden çıktığı zarf olduğu halde dağınık, boş yatağın yanındaki sandalyeye oturdu ve bir çeyrekliğe, bir zarfa bakarak gözlerinden yaşlar süzülene dek güldü. Büyük çocuğ Patsy'nin diş tellerine ihtiyacı vardı. Darlene, tellerin parasını nasıl ödeyeceğini bilmiyordu. Bütün hafta boyunca bu konuyu düşünerek endişelenip durmuştu ve çeyreklik de bardağı taşıran son damla olmuştu. Bundan kötüsü ne olabilirdi? Ve gülemezse ne yapabilirdi? Bir tabanca bulup kendini mi vuracaktı?
Kızlar, "bal küpü" dedikleri bu çok önemli zarfı odalarda çeşitli yerlere koyarlardı. Önceki yaz Tahoe'daki uyanış toplantısında İsa'yı bulmadan önce kaldırımlarda vücudunu satmakta olan İsveçli Gerda, kendi zarfım banyodaki bardaklardan birine dayar, Melissa ise zarfını televizyonun kumandasının altına koyardı. Darlene kendi zarfını daima telefonun yanına koyardı. O sabah 322'ye girip zarfın telefonun yanında değil de yastığın üzerinde durduğunu gördüğünde müşterinin ona bir şey bırakmış olduğunu anlamıştı.
Evet, kesinlikle bir şey bırakmıştı. Bir çeyreklik.
Kıkırdamalara dönüşmüş olan gülüşü tekrar kahkahalara döndü.
Bal küpünün ön tarafında basılmış bir yazı ve otelin logosu vardı: bir tepenin üzerindeki bir kovboy ve atının silueti, baklava şeklinde bir çerçeve içindeydi.
Nevada'nın en dost canlısı şehri, Carson City'ye hoş geldiniz! [yazıyordu logonun altında] Ve Carson City'deki en dost canlısı otel olan The Rancher's Oteli'ne hoş geldiniz! Odanızı Darlene hazırladı. Herhangi bir sorun çıkarsa lütfen "0"ı çevirin ve hemen ilgilenelim. Bu zarf, her şeyin eksiksiz olduğunu görüp kat görevlisine "küçük bir bahşiş" bırakmak isteyebileceğiniz düşünülerek odanıza konmuştur. Carson'a ve Ranchers'a tekrar hoş geldiniz.
William Avery Otel Müdürü
Bal küpü, çoğunlukla boş olurdu -zarfların yırtılıp çöp sepetine atılmış veya buruşturulup bir köşeye atıldığını (sanki kat görevlisine bahşiş bırakma fikri bazı konuklan kızdırıyordu), tuvalette yüzdüğünü görmüştü. Ama bazen çok hoş, küçük bir sürprizle karşılaşabiliyordu- özellikle de kumar makineleri ve masaları konuğa cömert davranmışsa. 322'de zarfı görmüş ve içine bir çeyreklik bırakmıştı! Buna inanamıyordu. Bu parayla hem Patsy'nin diş tellerim, hem de Paul'ün tüm kalbiyle istediği Sega oyun sistemini alabilirdi. Noel'i beklemek zorunda bile kalmayacaktı. Oyuncak bir... bir...
"Şükran Günü hediyesi olacak," dedi. "Elbette, neden olmasın? Ve kablolu yayının parasını da öderim, böylece kesmezler. Hatta Disney kanalını bile ekletebilirim. Ve sonunda sırtımı göstermek için bir doktora gidebilirim... lanet olsun, çok zenginim. Eğer seni bulabilseydim, bayım, diz çöker ve kahrolası ayaklarını öperdim."
Bunun için pek şansı yoktu; 322'deki müşteri gideli çok olmuştu. Rancher's belki de gerçekten Carson City'deki en iyi oteldi ama müşterileri genelde hep bir gecelik oluyordu. Darlene sabah yedide arka kapıdan işe geldiği sırada uyanıyorlar, duş alıyorlar, tıraş oluyorlar, bazılarıysa akşamdan kalma olduğu için ilaç içiyordu. Gerda, Melissa ve Jane (Kat bakım bölümünün şefi, iri göğüslü, her zaman parlak kırmızı rujlar süren bir kadındı) ile bir fincan kahve içip malzeme arabalarını güne hazırladıkları sıradaysa kamyoncular, kovboylar ve pazarlamacılar bal küplerini kâh boş, kâh dolu bırakarak odalarından çıkmış oluyorlardı.
322, o adam, odasındaki zarfa bir çeyreklik bırakmıştı. Ve muhtemelen yatak çarşafları üzerinde de onun için bir hediye bırakmıştı. Sifonu çekilmemiş tuvalette de birkaç hediye paketi bulacağından hiç şüphesi yoktu. Çünkü bazı insanlar vermeden duramazdı. Bu, doğalarında vardı.
Darlene içini çekti, önlüğünün eteğiyle ıslak yanaklarını sildi ve zarfı açtı, 322 zarfı yapıştırma zahmetine girmişti. Darlene, içinde bir şey olduğunu anlayınca hevesle zarfın kenarını yırtmıştı. Niyeti, çeyrekliği zarfa geri koymaktı. Tam o sırada zarfın içinde bir şey gördü: masanın üzerindeki bloknotun bir sayfası koparılmış, üzerine bir not karalanmıştı. Notu zarfın içinden çıkardı.
Atın ve kovboyun siluetinin olduğu logonun altında, ucu küt bir kurşun kalemle yazıldığı belli olan sekiz kelime vardı:
Bu şanslı bir çeyreklik! Bu doğrul Çok şanslısın!
"Ah, ne iyi!" dedi Darlene. "İki çocuğum ve işten eve dönmekte beş yıl kadar geciken bir kocam var. Doğrusu biraz şans çok işime yarar. Tanrım, hem de nasıl işe yarar." Sonra tekrar güldü -kısa, kuru bir kahkaha- ve çeyrekliği zarfa koydu. Banyoya girdi ve klozete baktı. Sadece temiz su vardı. Eh, bu da bir şeydi.
Kalan işlerini yaptı ve bu pek de uzun sürmedi. Çeyreklik berbat bir sürprizdi ama onun dışında 322'nin oldukça iyi bir konuk olduğu söylenebilirdi. Çarşafların üzerinde lekeler ve nahoş sürprizler yoktu (Deke'in onu terk etmesinin ardından başladığı bu işte geçirdiği beş yılda en az dört kez televizyon ekranı üzerinde kurumuş sperm görmüş, bir kez de şifoniyerin çekmecesinde leş gibi kokan bir sidik gölcüğü bulmuştu). Hiçbir şey çalınmamıştı. Tek yapması gereken yatağı düzeltmek, küveti ve lavaboyu yıkamakla havluları değiştirmekti. Tüm bunları yaparken 322'nin neye benzediğini hayal etmeye çalıştı. Ne tür bir adam tek başına iki çocuğuna bakmaya çalışan bir kadına yirmi beş sent bahşiş bırakırdı? Aynı anda hem gülüp, hem acımasız olabilen bir adamdı galiba. Muhtemelen kollarında dövmeler vardı ve Woody Harrelson'ın Katil Doğanlar filminde oynadığı karaktere benziyordu.
Hakkımda hiçbir şey bilmiyor, diye düşündü koridora çıkıp kapıyı arkasından kapatırken. Herhalde sarhoştu ve o an komik bir fikir gibi göründü. Ve belki bir açıdan gerçekten komikti; yoksa neden gülecektim ki?
Evet. Başka neden gülmüş olabilirdi?
Arabasını 323'e doğru iterken çeyrekliği Paul'e vermeyi düşündü. Paul, iki çocuğu arasında her zaman daha az alan taraf oluyordu. Yedi yaşında, sessiz ve sürekli burnunu çeken bir çocuktu. Darlene ayrıca onun bu çöl şehrinin temiz havasında astım başlangıcı şikâyeti olan tek çocuk olabileceğini düşündü.
İçini çekti ve her odayı açan anahtarını kullanarak 323'e girdi. Belki bu odadaki bal küpünde elli -hatta belki yüz- papel bulabilirdi. Bir odaya girerken neredeyse her zaman ilk düşüncesi bu olurdu. Ama zarf, bıraktığı yerde duruyordu. Yine de emin olmak için kontrol etti ama boş olduğunu görür görmez anlamıştı.
Ama 323, tuvalette kokulu bir paket bırakmıştı.
"Şu hale bak, şans üzerimden akıyor," dedi Darlene ve sifonu çekerken gülmeye başladı. O böyleydi işte.
Rancher's'in lobisinde bir -sadece bir tane- kumar makinesi vardı ve Darlene orada çalıştığı beş yıl boyunca hiç oynamamış olmasına rağmen o gün öğle yemeği için önünden geçerken elini cebine arttı, ucu yırtılmış zarfı hissetti ve krom kaplı aptal tuzağına doğru yürüdü. Çeyrekliği Paul'e verme niyetini unutmamıştı ama o günlerde bir çeyrekliğin çocuklar için hiçbir anlamı yoktu. Neden olacaktı ki zaten? Bir çeyreklikle lanet olası bir şişe kola bile alınamıyordu. Ve birdenbire kahrolası şeyden kurtulmak istemişti. Sırtı ağrıyor, saat onda verdikleri molada içtiği kahve yüzünden midesi ekşiyordu ve kendisini ruhsal açıdan çökmüş hissediyordu. Sanki dünyada iyi olan her ne varsa yok olmuştu ve hepsi de o kahrolası çeyrekliğin suçuydu... sanki cebinde durduğu yerden etrafına kötü titreşimler yayıyordu.
Tam kumar makinesinin karşısına geçip zarftaki çeyrekliği avucuna almıştı ki Gerda asansörden çıkıp yaptığı şeyi gördü.
"Sen ha?" dedi Gerda. "Sen ha? Hayır, olamaz, hayatta inanmam."
"İzle ve gör," dedi Darlene ve çeyrekliği "1 2 veya 3 madeni para atınız" yazısının yanındaki boşluğun içine bıraktı. "Bu bebek artık gitti."
Dönüp uzaklaşmaya başladı, sonra birden aklına gelmiş gibi makinenin koluna baktı ve aşağı çekti. Dönen silindirleri izlemek için beklemeyerek tekrar arkasını döndü ve üç çanın yan yana dizildiğini görmedi. Çeyrekliklerin makinenin alt kısmındaki bölüme yağmur gibi yağdığını duyunca durdu. Gözleri irileşti, sonra birinin şaka yaptığını düşünüyormuşçasına şüpheyle kısıldı.
"Kazandın!" diye haykırdı Gerda. İsveç aksanı heyecanı yüzünden iyice belirginleşmişti. "Kazandın, Darlene!"
Olduğu yerde donakalmış, düşen çeyrekliklerin sesini dinlemekte olan Darlene'in yanından bir ok gibi geçti. Sesler hiç kesilmeyecek gibiydi. Ne şanslıyım, diye düşündü. Çok, çok şanslıyım.
Sonunda çeyrekliklerin sesi kesildi.
"Oh, Tanrım!" dedi Gerda. "Tanrım! İçine doldurduğum onca çeyrekliğe rağmen bu ucuz makine bana bir kere bile kazanma zevki tattırmadı! Ne şanslısın! Burada on beş dolar vardır, Darl! Bir düşün, ya ü çeyreklik atmış olsaydın?!"
"O kadar şansı kaldıramazdım," dedi Darlene. Ağlayacak gibi hisse diyordu. Sebebini bilmiyordu ama gözyaşları, gözlerinin arkasını asit gibi yakıyordu. Gerda çeyreklikleri toplamasına yardım etti. Tüm çeyreklikle cebine dolduğunda üniformasının bir tarafı komik bir şekilde sarktı. Aklımdan geçen ilk düşünce, Paul'e güzel bir şey, sevineceği bir oyuncak almak oldu. On beş dolar, istediği Sega oyun sistemine kesinlikle yetmezdi ama alışveriş merkezinde, önünde uzun zaman geçirdiği Radio Shack'i vitrinindeki elektronik şeylerden birini alabilirdi. Paul onlara bakar ama istemezdi. Bünyesi hassas, hasta bir çocuk olabilirdi ama bu aptal oldu anlamına gelmezdi. Sadece sürekli sulu olan gözleriyle vitrindekilere bakardı.
Ona bir şey alacaksan ne olayım, dedi kendi kendine. Bu parayı bir çift ayakkabı veya Patsy'nin lanet olası diş telleri için harcayacağın paraya ekleyeceksin. Paul buna gücenmez ve sen de bunu biliyorsun.
Hayır, Paul gücenmezdi ve işin kötü tarafı oydu. Parmaklarını oynatarak cebindeki çeyreklikleri şıkırdattı. Paul tüm o uzaktan kumandalı tekneleri, arabaları ve uçakları görüyor ve onların da Sega oyun sistemi gibi ulaşılmaz olduğunu, onlara asla sahip olamayacağını düşünüyordu. O oyuncaklar onun için galerideki resimler veya bir müzedeki heykeller gibiydi. Ama Darlene için...
Şey, belki ona bir şey alırdı. Aptalca ve hoş bir şey. Ona sürpriz yapardı.
Kendini şaşırtırdı.
Kendini gerçekten de şaşırttı.
Hem de fazlasıyla.
O gece eve otobüsle gitmek yerine yürümeye karar verdi. North Caddesi'nin yarısına vardığında daha önce hayatında hiç gitmediği Silver City Casino'ya girdi. Otelin resepsiyonunda çeyreklikleri bütünletmişti -toplam on sekiz dolardı- ve şimdi kendisini, kendi bedeni içinde bir yabancı gibi hissederek rulet masasına yaklaşıyor, hissiz elinde tuttuğu bu parayı krupiyeye uzatıyordu. Sadece elindeki değil, bütün vücudundaki sinir hücreleri ölmüş gibiydi. Sanki bu ani, beklenmeyen hareketi hepsinin işlevini yok etmişti.
Önemi yok, dedi kendi kendine ve on sekiz dolarlık pembe fişi TEK SAYILAR bölümüne koydu. Şu an nasıl görünürse görünsün bu sadece bir çeyreklik. Birinin hiç göz göze gelmeyeceği bir kat görevlisine yaptığı kötü bir şaka. Bu sadece bir çeyreklik ve hâlâ ondan kurtulmaya çalışıyorsun. Miktarı artmış ve şekil değiştirmiş olabilir ama hâlâ kötü titreşimler yayıyor.
"Bahisler kapandı, bahisler kapandı," diye bağırdı ruletin başındaki krupiye, küçük top saat yönünün aksi yönde dönmeye başlayınca. Top zıpladı, düştü, tekrar zıpladı ve Darlene, bir anlığına gözlerini kapattı. Tekrar açtığında topun, 15 numaralı bölmede olduğunu gördü.
Krupiye, Darlene'in önüne on sekiz pembe fiş daha itti. Darlene, onların ezilmiş Canada Mints'e benzediğini düşündü. Fişleri aldı ve hepsini birden kırmızıya koydu. Krupiye kaşlarını kaldırarak ona baktı. Sessizce emin olup olmadığını soruyordu. Darlene başını salladı ve krupiye bunun üzerine ruleti çevirdi. Top kırmızıda durunca Darlene önünde biriken fişlerin tümünü siyaha koydu.
Sonra tek sayılara. .
Sonra çift sayılara.
Bu sonuncusunun ardından önünde biriken para beş yüz yetmiş altı dolar olmuştu ve kendisini bir başka gezegende gibi hissediyordu. O an önündeki siyah, yeşil, pembe fişleri değil, diş telleri ve uzaktan kumandalı bir denizaltı görüyordu.
Ne şanslıyım, diye düşündü Darlene Pullen. Çok, çok şanslıyım.
Tüm fişleri tekrar koydu ve arkasında biriken kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Üst üste kazananların arkasında saat öğleden sonra beş bile olsa hemen bir insan topluluğu birikirdi.
"Patronuma danışmadan bu bahse girmenize izin veremem, hanımefendi," dedi ruletin başındaki görevli. Şimdi Darlene'in mavi beyaz çizgili otel üniformasıyla içeri girdiği ana göre çok daha zinde görünüyordu. Darlene, bütün parasını 13'ten 24'e kadar olan sayılara koymuştu.
"O halde çağır da sor, hayatım," dedi Darlene ve sakince bekledi. Krupiye patronuna sorar, kalabalık etrafında mırıldanırken Darlene, bedeni Carson City, Nevada'da, 1878'de ilk büyük gümüş madeninin açıldığı yerin on kilometre uzağındayken beyni bir başka galaksideymiş gibi hissederek hiçbir heyecan belirtisi göstermeden bekliyordu. Sonunda müdür geldi ve pembe bir kâğıda adını, adresini ve telefon numarasını yazmasını istedi. Darlene isteneni yaptı. Kâğıttaki yazının kendi el yazısına hiç benzemiyor oluşu ilginçti. Kendini son derece sakin hissediyordu ama elleri çok titriyordu.
Müdür, Bay Rulet Görevlisi'ne döndü ve başıyla bir işaret verdi, çevirebilirsin, evlat.
Küçük beyaz topun ruletin üzerinde hoplarken çıkardığı ses net bir şekilde duyulabiliyordu. Herkes nefesini tutmuştu. Darlene'in parası, masadaki tek bahisti. Burası Monte Carlo değil, Carson City'ydi ve Carson için bu, inanılmaz bir miktardı. Top yuvarlandı, bir bölmeye düştü, tekrar zıpladı. Darlene gözlerini kapadı.
Şanslıyım, diye düşündü, dua etti. Çok şanslıyım, şanslı bir anneyim, şanslı bir kadınım.
Kalabalıktan korku veya hayret yüklü bir inilti yükseldi. Darlene, ruletin sonuç görülebilecek kadar yavaşladığını bu ses üzerine anladı. Çeyrekliğin sonunda gittiğini bilerek gözlerini açtı.
Ama beklediği olmamıştı.
Küçük beyaz top, siyah 13'ün üzerinde duruyordu.
"Aman Tanrım, tatlım," dedi arkasından bir kadın. "Elini bana ver, elini okşamak istiyorum." Darlene ona elini uzattı ve aynı anda diğer elinin de nazikçe tutulduğunu hissetti. Bulunduğu galaksiden insanların çifter çifter ellerini tutup şansın bir grip virüsü gibi kendilerine geçmesi için okşadıklarını hayal meyal fark ediyordu.
Bay Rulet, önüne yığınlarca fiş itiyordu.
"Ne kadar?" diye sordu cılız bir sesle. "Toplam ne kadar?"
"Bin yedi yüz yirmi sekiz dolar," dedi adam. "Tebrikler hanımefendi. Yerinizde olsam..."
"Ama değilsin," dedi Darlene. "Hepsini tek bir rakam üzerine koymak istiyorum. Şuna." Parmağıyla işaret etti. "25." Arkasından biri hafif bir çığlık attı. "Her bir sentini koyuyorum."
"Olmaz," dedi müdür.
"Ama..."
"Olmaz," dedi adam tekrar. Darlene, hayatının çoğunda erkeklere hizmet etmişti ve bir şey söylediklerinde ciddi oldukları zamanı anlardı. "İşletme politikası, Bayan Pullen."
"Pekâlâ," dedi Darlene. "Pekâlâ, seni korkak." Fişleri tekrar önüne çekti. Birkaç tanesini düşürmüştü. "Ne kadar koymama izin var?"
"İzninizle," dedi müdür.
Neredeyse beş dakika boyunca dönmedi. Bu süre boyunca rulet sessizce kıpırtısız durdu. Kimse Darlene ile konuşmuyordu ama ellerine sürekli dokunuluyor, bazen de baygınlık geçiriyormuşçasına ovuluyordu. Müdür, uzun boylu, kel kafalı bir adamla birlikte döndü. Uzun boylu adamın üzerinde bir smokin vardı. Altın çerçeveli gözlükler takıyordu.
"Sekiz yüz dolar," dedi. "Ama hiç tavsiye etmiyorum." Bakışları üzerindeki mavi beyaz çizgili üniformaya indi, sonra tekrar yüzüne çıktı. "Bence kazandıklarınızı nakde çevirmelisiniz, hanımefendi."
"Ne yapacağım sizi hiç ilgilendirmez," dedi Darlene ve uzun boylu kel adamın dudakları hoşnutsuzlukla kısıldı. Darlene, Bay Rulet'e döndü. "Döndür şunu."
Bay Rulet, üzerinde 800 dolar yazan dikdörtgen şeklinde bir fişi 25 rakamının üzerine koydu. Sonra ruleti çevirdi ve topu bıraktı. Artık tüm kumarhane sessizliğe bürünmüştü. Kollu makinelerin monoton sesi bile kesilmişti. Darlene başını kaldırdı ve daha önce at yarışları ve boks maçları gösteren televizyon ekranlarında kendi yüzünü ve dönen ruleti görünce hiç şaşırmadı.
Bir televizyon yıldızı bile oldum. Ne şanslıyım. Çok şanslıyım. Çok, çok şanslıyım.
Top döndü. Zıpladı. Neredeyse bir bölmeye giriyordu. Tekrar zıpladı. Ruletin cilalanmış ahşap dairesi üzerinde küçük, beyaz bir derviş gibi dolaşıyordu.
"Ne kadar?" diye haykırdı. "Ne kadar veriyor?"
"Bire otuz," dedi uzun boylu kel adam. "Yirmi dört bin dolar kazanabilirsiniz, hanımefendi."
Darlene gözlerini kapadı...
...ve 322'de açtı. Hâlâ bir elinde zarf, diğerinde çeyreklik olduğu halde yatağın yanındaki sandalyede oturuyordu. Yanakları, gülmekten dökülen gözyaşlarıyla hâlâ ıslaktı.
"Ne şanslıyım," dedi ve zarfın içine baktı.
Not falan yoktu. Her şey sadece bir hayalden ibaretti.
Darlene içini çekerek çeyrekliği üniformasının cebine attı ve 322'yi temizlemeye başladı.
Patsy, Paul'ü okuldan sonra her zaman yaptığı gibi eve götürmemiş, otele getirmişti. "Sümükleri her yere bulaştı," diye açıkladı annesine. Sesinde, sadece on üç yaşındakilere has yoğun bir küçümseme vardı. "Neredeyse sümüğüyle boğulacak. Onu doktora götürmek isteyebileceğini düşündüm."
Paul, sulu, sabırlı gözleriyle sessizce ona bakıyordu. Burnu çilekli bir lolipop gibi kıpkırmızıydı. Lobideydiler; yeni giriş yapan konuk yoktu ve Bay Avery (tüm kat görevlileri ondan nefret ederler ve ona Tex derlerdi) masasında değildi. Belki arka ofiste tıkmıyordu.
Darlene elini Paul'ün alnına koydu, sıcaklığını hissetti ve içini çekti. "Sanırım haklısın," dedi Patsy'ye. "Kendini nasıl hissediyorsun, Paul?"
"Berbat," dedi Paul boğuk sesle.
Patsy bile üzgün görünüyordu. "Muhtemelen on altısına varmadan ölmüş olacak," dedi. "Dünyada kendiliğinden ortaya çıkan tek AİDS vakası olabilir."
"Kapa çeneni!" dedi Darlene niyetlendiğinden daha sert bir sesle. Ama bağırışı Paul'ü kırmış görünüyordu. Yüzünü buruşturup başını annesinden çevirdi.
"O bir bebek," dedi Patsy. "Gerçekten bebek gibi."
"Hayır, değil. Çok hassas, hepsi bu. Ve direnci zayıf." Elini üniformasının cebine attı. "Paul? Bunu ister misin?"
Tekrar annesine baktı, çeyrekliği gördü ve hafifçe gülümsedi.
"Onunla ne yapmayı planlıyorsun, Paul?" diye sordu Patsy, kardeşi çeyrekliği alırken. "Deirdre McCausland'ı yemeğe mi çıkaracaksın?" Gülmemek için dudaklarını ısırıyordu.
"Bir şey düşünürüm," dedi Paul.
"Onu rahat bırak," dedi Darlene. "Biraz olsun rahat bırak, bunu becerebilir misin?"
"Evet ama benim elime ne geçecek?" diye sordu Patsy ona. "Onu buraya sağ salim getirdim. Onu okuldan her zaman sağ salim getiriyorum. Peki elime ne geçiyor?"
Diş telleri, diye düşündü Darlene. Parayı denkleştirebilirsem. Ve aniden mutsuzluk tüm benliğini sardı. Sanki tüm vücudu parçalara ayrılıyor, ruhu bedenini yavaş yavaş terk ediyordu. Bir an için her şey anlamını yitirdi. Şans, kötü bir şakaydı. İyi şans bile sadece kötü şansın süslenmiş haliydi.
"Anne? Anneciğim?" Patsy'nin sesi endişeliydi. "Hiçbir şey istediğim yok. Sadece şaka yapıyordum."
"İstersen sana bir Sassy verebilirim," dedi Darlene. "Odalardan birinde bulup dolabıma koymuştum."
"Bu ayınki mi?" Patsy'nin sesi şüpheliydi.
"Evet, bu ayınki. Haydi."
Lobinin ortasına varmışlardı ki gevrekliğin yuvadan içeri düşerken çıkardığı tıkırtıyı, kolun aşağı çekilip bırakılmasını ve silindirlerin dönüşünü duydular.
"Oh, seni aptal, başın şimdi büyük dertte!" diye bağırdı Patsy. Bu duruma neredeyse memnun olmuş gibiydi. "Annem sana kim bilir kaç kere paranı böyle şeyler için çarçur etmemeni söyledi! Kollu makineler turistler içindir!"
Ama Darlene arkasına bile dönmedi. Personele ait bölümün kapısına gözlerini dikmiş halde kıpırtısızca duruyordu. İçeride ucuz giysiler askılara dizilmiş olur, Melissa'nın parfümünün kokusu hissedilirdi. Silindirlerin dönmesini, çeyrekliklerin dökülmesini bekleyerek dinledi. Dökülmeye başladıklarında Melissa'dan çocuklara bir süre göz kulak olmasını rica etmeyi düşünmeye başlamıştı bile. O sırada Darlene kumarhaneye gidecekti. İşi uzun sürmezdi.
Çok şanslıyım, diye düşündü ve gözlerini kapattı. Gözleri kapalıyken düşen çeyrekliklerin gürültüsü kulağa daha da yüksek geliyordu. Bir tabutun kapağına düşen küçük metal parçalarının sesi gibiydi.
Her şey tam hayal ettiği gibi gelişecekti, bundan her nasılsa emindi ama benliğini saran yoğun mutsuzluk hissi hâlâ kaybolmamıştı. En sevilen giysinizin üzerindeki, hiç çıkmayacağım bildiğiniz kötü bir leke gibiydi.
Ama Patsy'nin diş tellerine, Paul'ün sürekli akan burnu ve sulanan gözleri için bir doktora gitmeye, Patsy'nin kendini güzel ve seksi hissetmek için renkli iç çamaşırlarına olduğu gibi Paul'ün de o Sega oyun sistemine ihtiyacı vardı ve Darlene'in de... ne? Onun neye ihtiyacı vardı? Deke'in geri dönmesine mi?
Elbette, ne demezsin, Deke'in geri dönmesi ha, diye düşündü. Neredeyse gülecekti. Geri dönmesini doğum sancılarını tekrar çekmek istediğim kadar istiyorum. Benim ihtiyaç duyduğum... şey...
(hiçbir şey)
Evet, bu doğruydu. Hiçbir şey. Sıfır. Anlamsız vedalar. Karanlık günler, boş geceler ve kahkahalar.
Hiçbir şeye ihtiyacım yok çünkü şanslıyım, diye düşündü. Gözleri hâlâ kapalıydı. Patsy arkasında avazı çıktığı kadar bağırırken kapalı gözkapaklarının altından yaşlar süzülmeye başladı. "Oh aman Tanrım! Vay canına! Kazandın, Paulie! Kazandın!"
Ne şanslıyım, diye düşündü Darlene. Çok, çok şanslıyım.
Stephen King - Karanlık Öyküler
Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.
UYARI:
www.kitapsevenler.com
Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar...
Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak gördüğümüz sitemizdeki
tüm e-kitaplar, 5846 Sayılı Kanun'un ilgili maddesine
istinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıyla
ekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma ekran
vebenzeri yardımcı araçlara, uyumluolacak şekilde, "TXT","DOC" ve "HTML" gibi formatlarda, tarayıcı ve OCR (optik
karakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görmeengelliler için, hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdeki
e-kitaplar, "Engelli-engelsiz elele"düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç gözetilmeksizin, tamamen gönüllülük
esasına dayalı olarak, engelli-engelsiz Yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği sayesinde, görme engelli kitap sevenlerin
istifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbirşekilde ticari amaçla veya kanuna aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz.
Aksi kullanımdan doğabilecek tümyasalsorumluluklar kullanana aittir. Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.
www.kitapsevenler.com
web sitesinin amacıgörme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek
ve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir.
Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça
pekişeceğine inanıyorum.Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap okuyabilmeleri için gösterdikleri çabalardan ve
yaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyorum.
Bilgi paylaşmakla çoğalır.
Yaşar MUTLU
İLGİLİ KANUN:
5846 Sayılı Kanun'un "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "ders
kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa
hiçbir ticarî amaçgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü bir kişi tek nüsha olarak
ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi
kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi
bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir
şekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz.
Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin
bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."
bu e-kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir.
Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme
engellinin, düzgün taranmış ve hazırlanmış bir e-kitabı okuyabilmesinden duyduğu sevinci paylaşabilmek
tüm zahmete değer. Sizler de bu mutluluğu paylaşabilmek için bir kitabınızı tarayıp,
kitapsevenler@gmail.com
Adresine göndermeyi ve bu isimsiz kahramanlara katılmayı düşünebilirsiniz.
Bu Kitaplar size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek lütfen bu açıklamaları silmeyiniz.
Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz...
Teşekkürler.
Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.
Stephen King - Karanlık Öyküler
Dostları ilə paylaş: |