T. C. DİYanet iŞleri başkanliği trabzon-akçaabat-darica


Toplum Açısından Sünnetullahın İşleyişi



Yüklə 272,62 Kb.
səhifə6/9
tarix04.11.2017
ölçüsü272,62 Kb.
#30444
1   2   3   4   5   6   7   8   9

2.Toplum Açısından Sünnetullahın İşleyişi

a)İnanan Toplum Açısından Sünnetullahın İşleyişi

a.1- Sünnetullahın Önerdiği Şartlar: İman, Salih Amel


Kur’an, süreklilik içeren tarihsel vurgusuyla bütün toplumların, milletlerin, peygamberlerin ve toplum önderlerinin yaşadıkları örnek olayları canlı ifadelerle anlatmaktadır.112 Kur’an kendisine gönülden inanan ve hükümlerini hem iç dünyasında hem de insanlarla olan ilişkilerinde uygulayan müminleri yeryüzünde üstün konuma getirecektir. Bu, müminlerin sünnetullaha uygun şekilde hareket etmeleriyle gerçekleşecektir.

“ Allah sizden, inanıp iyi işler yapanlara va’detmiştir: Onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini, kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından kendilerini tam bir güvene erdirecektir.”113

“Andolsun Tevrat’tan sonra Zebur’da da: Arz’a mutlaka iyi kullarım varis olacak, diye yazmıştık.”114

“Musa kavmine: Allah’tan yardım isteyin, sabredin, dedi; yeryüzü Allah’ındır, onu kullarından dilediğine verir. Sonuç korunanlarındır.”115

Fahrettin Râzî Nur (24/55) suresinde geçen ayet şöyle açıklıyor: Bil ki bu ayetin takdiri manası şudur. “Ey Allah’ın Resulü, tebliğde bulun. Ey müminler siz de O’na itaat edin. Çünkü Allah Teâlâ, sizden iman edip, sâlih amelde bulunanlara, yani bu ikisini birlikte yapanlara, onları yeryüzünde halife (hâkim) kılacağını, Dâvût (a.s.) Süleyman (a.s.) ve benzerlerinin zamanında, yeryüzünde onları, kendilerindeki önceki(kâfir milletlere) halef yaptığı gibi, siz müminleri de, yeryüzünün halifeleri, hâkimleri ve hükümranları kılacağını, dininizi hakkıyla yaşama imkanı vereceğini va’detmektedir.116 Kuşkusuz yeryüzü Allah’ındır. Yeryüzünü, yasasına hikmetine uygun biçimde, dilediği kullarının emrine verir.117

Allah’ın yeryüzünde halifelik (hükümranlık, yöneticilik) verme sözünün, adı Müslüman olanlar için değil, iman da samimi, amelde müttaki, sadakatte içten ve Allah’ın dinine uymada şirkin her türlüsünden uzak ve ihlâslı olanlar için olduğu118Nur suresindeki ayette vurgulanmaktadır. Allah’ın bu yasasının gerçekleşmesi için, ben müminim diyenlerin bunu hem iç dünyalarında, hem de davranışlarında sergilemesi gerekmektedir.

Mevdûdî(ö.1979) kendilerinde bu nitelikleri taşımayanlar ve İslâm’a yalnız dillerinin ucuyla hizmet edenlerin bu sözün muhatabı ve lâyığı olmadığını ifade eder.119

Bundan dolayı müminler, Allah’ın ilahi yasalarını kabul ettiklerini sadece dilleriyle değil, o yasaları hayatlarında hâkim kılmalarıyla da göstermelidirler. Kendisini, yol gösterici bir rehber olarak tanımlayan Kur’an’ın yasaları (sünnetleri) toplumda ifadesini bulursa bu hâkimiyet gerçekleşecektir.

İslamiyet bir bütün olarak mütalaa edildiği zaman, onun, yeni bir dünya görüşü getirdiği ve fertlerin kişisel yaşantılarını düzenlediği gibi, onların siyasi, ictimaî ve iktisadî hayatlarınıda belirli bir nizama sokmaya büyük ölçüde değer verdiği görülür.120Dünya nizamı ile ilgili olarak getirdiği hükümler insanın, toplum içindeki günlük davranışlarını daima kontrol eder bir durumda olduğu için, Müslümanlar hayatlarını bu hükümlere göre ayarlamak zorundadırlar.121

a.2- Sünnetullahın vaat ettiği Hedef: Hükümranlık


Allah’ın müminleri yeryüzüne hâkim kılacağı vadine baktığımız zaman şu gerçeği görürüz: Allah’ın emirlerini ihlâsla uyanların gerçekten galip ve üstün olduğu görülür. Nitekim peygamber ve onun ashabı Allah’ın emirlerine uymaları sonucunda, yurtlarından dahi kavrulmuşken daha sonraları bulundukları bölgelerde hâkim konuma geçmişledir. İşin gerçeği şu ki, onlar (Mekke’de) yenik düşürülmüş iken galip olmuşlar, takip altında iken, kendileri takip eden olmuşlardır. İşte bu, güvenlik ve güç sahibi olmanın en ileri derecesidir.”122

Müminlerin yeryüzüne hâkim olabilmeleri için hem manevi, hem de maddi anlamda güçlü olmaları gerekir. Allah’ın yasasının da gereği budur. Yeryüzünde bir parçaya egemen olabilmek için iman ve ibadet manasında sâlih amel şartının bulunduğu da açık değildir. Tarihi vaka göstermektedir ki, hak dini inanmayan topluluklar da, bir yere hâkim olmak için gerekli bulunan maddi şartlara uyduklarından-ki bu da ayette geçen (Nur 24/55)düzgün amel kapsamına girmektedir oraya hâkim-olmuşlardır. İman ve Salih amel ayette, sebep ve şart olmaktan ziyade, vakıa ve amaç olarak ön görülmektedir. Bu ayet geldiğinde ona doğrudan muhatap olan müminler böyledir; din ve dünya işleri düzgündür, ilahi kanunlara göre istediklerin sonucun sebeplerini ve şartlarını yerine girmektedir.123

Yeryüzüne hâkim olmak ilahi yasaların tam anlamıyla benimsenip, yaşanmasıyla olur: Ancak zafere ulaşımının temel şarttı dinin ruhuna sarılmaktadır. Şekliyata saplanıp, dini özünden uzaklaşan, hurafeler için de yüzen geri kalmış toplumlar zafere ulaşmazlar. Dinin ruhu maddeten ve manen çalışmaktır. Çalışan kazanır. Nitekim: “Allah sizden inanıp, iyi işler yapanlara, kedilerinden öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, kendilerini de öyle yeryüzünde hükümran kılacağını va’detmiştir.” (Nur, 24/25)ayeti bu gerçeği belirtmektedir.124

Yüce Allah’ın nasıl ki Salih amel işleyen mümin kulları için sünnetini iyi yönde işletiyorsa, yine takva sahibi kulları için aynı şekilde sünnetinin işleyeceğini haber veriyor. Kur’an-ı kerim, Allah’ın toplumlarla ilgili yasalarını konu alan bir çok olayı iman ve takva ile irtibatlandırmıştır. Örneğin, meselelere takvanın insana kazandırdığı basiretle bakıp, doğru veya yanlış olduğuna hükmetmek (8/29) iman ve takva sebebi ile rızkın genişlemesi (7/96), istiğfar ve tevbe ile yağmurun yağması, hayır ve bereketin bollaşması (71/10–12), arasında ilişkiler kurulmuştur.125

İman ve takvayla motivasyonunu sağlayan müminler mutlaka üstün gelmişlerdir. Onun için iman bir hareket noktasıdır. Bir atılım kaynağıdır. Bir işe samimiyetini tamamen verenler o işin sonunda başarıyı elde ederler. Mümin toplumlarda iman ve takvalarını, samimi gayretleriyle desteklerlerse, o zaman en güzel karşılık onların olur. Hiç ummadıkları zor anlarda Allah onları kurtuluşa erdirir. Yüce Allah bu durumu şu şekilde ifade ediyor: “ Ey iman edenler, Eğer Allah’tan korkarsanız, O size iyi ve kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir. Suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.”126

İman edenlerin galip geleceği hükmü, Allah’ın en çok vurgu yaptığı yasalarından biridir. Çünkü Allah birçok Kur’an ayetinde mümin kullarına yardım edeceğini ve onların yanında olacağını haber vermiştir:

“ Andolsun ki biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. ( Onları dinlemeyip )günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer.”127

“…O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir.”128

“ Hatırlayın ki, bir zaman siz yeryüzünde aciz tanınan az(bir toplum) idiniz.; insanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz da şükredesiniz diye Allah size yurt verdi; yardımıyla sizi destekledi ve size temizinden rızıklar verdi.”129

“ Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter.”130

“…Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.”131

Allah’ın yardımı sadece iman etmekle gelmez. İmanın gereği olan samimiyet ve bağlılıkla gelir. İnanılan şey batılda olsa samimiyet ve bağlılıkla desteklenerek doruğa çıkarılmışsa, Hakka tabi olanların bağlılığından daha samimi ve güçlü ise, bu durum da galip gelecek olanlar onlardır. Hamdi Yazır konu ile ilgili şu değerlendirmeyi yapar: “her hangi bir zamanda kâfirlerin bir zafer günü görmüş olmaları bile bir nevi iman ile olmaktadır. Mesela kâfirlerin batıla inanmalarının kuvveti, müminlerin hakka inanmalarının kuvveti ile mukayese edildiği zaman kâfirin batıla olan imanında daha ziyade bir şiddet ve kuvvet varsa, o kâfirler o müminlere galebe edebilir ki, bu galebe batılın hakka galebesi değil bir imanın diğer bir imana galebesi demektir. Binaenaleyh müminlerin Allah’a öyle kavi bir imanları bulunması lazım gelir ki kâfirlerin haddi zatında bir küfür ve şirk olan düyevi imanları onunla hükümsüz kalsın.”132

Geçerli olan bu toplumsal yasadan dolayı örneğin, Allah’a iman eden bir toplum, eğer üstün gelip başarılı olmak istiyorsa, Allah’ın yeryüzünde geçerli olan yasalarını tespit edip, ona göre hareket etmek durumundadır. Elbette Allah, zafer ve hezimet günlerini insanlar arasında sırayla paylaştırmaktadır.(3/140) Ancak bu paylaştırma, gerekli donanıma sahip olmak esasına bağlı olarak yapılmaktadır. Ama yinede Müslümanların mağlup olmaları onların toparlanmaları ve kendilerine gelmeleri için hayırlıdır. Böyle ızdıraplar çekmek ve sosyal yaralar almak, tarihin değişmeyen kanunudur.133 Hal böyleyken,”Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın, eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.”134Gerçekten inanıyorsanız, gevşemeyin, üzülmeyin! Cihat, imtihan ve arınmadan sonra sonucun sizin olması için yaralar almanız yüce Allah’ın bir kanunudur.135

Ancak Allah’ın inanan kullarına yardım etmesini evrensel yasalarını değiştirmesi şeklinde anlamamalıyız. O’nun meşîeti (ilâhî iradesi) yarattığı düzendeki hikmetini ve sünnetini iptal etmez.136 İlâhî yardım yine ilâhî yasalar doğrultusunda gerçekleşir. İnsanlar yardım ve zaferin gerçekleşmesi için, yapılması gereken yasalara sarılırlarsa, umdukları gerçekleşir. Yoksa yardım beklemek bir sonuç vermeyecektir.137


a.3- İmtihan


Allah’ın mümin kulları için uyguladığı yasalardan biri de, dünya hayatın da çeşitli şekillerde imtihana tabii olmalarıdır. İnananlar bir takım sıkıntılarla deneneceklerdir. Allah insanlık tarihi boyunca inananları bir takım imtihan çeşitleriyle denemiştir. Bu Allah’ın bir kanunudur.138

Allah (c.c.) mümin kullarını hayır ve şer ile dener. Yani, sıhhat ve zenginlik gibi rahat ve huzurlu bir yaşantıya ulaştıran çeşitli nimetlerle denediği gibi; hastalık, fakirlik gibi insana ağır gelen çeşitli musibetlerle de onları sınar. Böylece bu imtihan sayesinde darlıkta sabredenle, nimet ve rahatlık durumunda şükreden ortaya çıksın.139

“ İnsanlar yalnız inandık demekle, hiç denenmeden bırakılacaklarını mı sandılar?”140

“ Andolsun ki biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.”141

“(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öyle dokunmuştu ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberinde ki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! Dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.”142

“ Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz…”143

“ Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz.”144

İman, sırf dille söylenen bir söz değildir. İman, bir takım yükümlülükleri olan bir gerçektir. Kendine özgü ağırlıkları bulunan bir emanettir. Sabretmeyi gerektiren bir cihaddır. Katlanılması zorunlu olan bir çabadır. Bu yüzden, insanların “inandık” demeleri yeterli değildir. Sınavdan geçirilmeden, bu sınav esnasında kararlılıklarını ortaya koymadan, bu sınavdan cevherleri arınmış, kalpleri berraklaşmış olarak çıkmadan sırf böyle bir iddia da bulunmakla bırakılmazlar. Bu iman uğruna sınavdan geçirilme olgusu, yüce Allah’ın ölçüsünde değişmez bir temel, her zaman geçerli olan bir kanundur.145

Müminlerin imtihana tâbi olacaklarıyla, ilgili ayet (2/214) gösteriyor ki: “Ittırad” (Düzgün bir biçimde olayların birbirini izlemesi)b konu gereğince, Muhammed (s.a.v.) ümmeti, bütün eski toplumların geçirmiş olduğu bir takım durumlarla yüz yüze gelecek, ayrılıklar gösterecek, karşı koymaları uğrayacak, sıkıntılar ve zorluklar geçirerek, sarsılmayıp dayananlar, sonunda başarılı olacaklardır.146

Mümin kullarını, yer zaman ve sebeplerini hazırlayarak cihatla imtihan etmesi de Allah’ın bir sünnetidir. Böylece müminlere cihat vacip olmuş olur ki, kimin bu farziyeti yerine getirdiği ve sonucuna katlandığı açığa çıksın da, neticede Allah’ın lütfunu, va’dini ve âdeti olan cenneti hak etsin.147

“Yoksa siz, Allah, içinizden cihat edenleri (sınayıp) bilmeden, sabredenleri (sınayıp) denemeden cennete gireceğinizi mi sandınız.”148

Zorluklar insan ruhunu adeta eritir, pisliklerini giderir. İçindeki potansiyel güçlerini uyarır ve yoğunlaştırır. Sert ve şiddetli darbelerle döverek madenini sertleştirir, parlatır. Aynı şekilde zorlukların toplumlar üzerinde de büyük ve kalıcı etkileri vardır. Acıların, zorlukların potasında eritilen toplumlardan geriye sadece tabiat itibariyle en sarsılmaz olanları, karakterleri en sağlam olanları, Allah’la sıkı sıkıya ilişki halinde bulunanları, O’nun katındaki iki güzelliğe; zafere ya da ahiret sevabına şiddetle bağlananları kalır.149

Kanını feda eden, sinirlerini yıpratan, rahatını, huzurunu bir kenara bırakan, arzularından ve zevklerinden vazgeçen, sonra eziyetlere ve bir çok şeyden yoksun olmaya karşı sonuna kadar sabreden biri kuşkusuz uğrunda bu kadar fedakarlıkta bulunduğu emanetin ne kadar değerli olduğunun bilincinde olur. Bu yüzden, çektiği bunca acıdan, katlandığı bunca acıdan sonra bu emaneti ucuza kaptırmaz.150 Bunun sonucunda da Allah’ın mü’minleri yeryüzünde hâkim bir konuma getireceği kanunu da gerçekleşmiş olur.

b)Kâfir Toplum Açısından Sünnetullah’ın İşleyişi

Kur’an-ı Kerim, bir yol gösterici ve hidayet kitabı olduğunu ifade eder.(2/2) Allah, insana yaşaması için bir hayat bahşetmiş; hayatının kolay ve mutlu geçmesi için de gönderdiği mesajlarla insana lütufta bulunmuştur. Bu lütfunu bahşederken de hiçbir kavme imtiyazlı olmamış, eşit bir şekilde adaletini tecelli etmiştir.

Bununla birlikte Allah insanı başıboş bırakmamış, varlığı yarattıktan sanıldığı gibi kendi uzlet köşesine çekilerek gelişmeleri kenardan seyretmemektedir. Bilakis, her an aktif durumda bulunmakta, hadiselerin gelişme seyrinde onlarla ilgili geçerli yasalarını uygulamak suretiyle müdahale etmektedir. Bu bağlamda fertlerin ve toplumların yaptığı hiçbir fiil ve eylem anlamsız ve karşılıksız kalmamaktadır. Nitekim Allah’a ve O’nun mesajına karşı böbürlenerek şeytanî tuzak kurmaya çalışanların bu yaptıkları, sonunda sadece kendilerine dönüp onları yutmuştur. Bu da sünneti ilahidir.151

Kur’an-ı Kerim de pek çok geçmiş kavmin başlarına gelenler kıssa şeklinde anlatılmıştır. Bu anlatımla Allah, her şeyden önce toplumlarla alakalı geçerli yasaları olduğuna vurgu yaparak, bunların dikkate alınmasını teklif etmektedir.152Bir Lut kavmi, bir Ad ve Semud kavmi niçin helak olmuştur? Toplumların gerileme ve ilerleme sebepleri nelerdir? Bütün bunlar uygulamalı olarak anlatılmıştır.153 Kur’an, bu kavimlerin helak olma nedenlerini ve şekillerini tekrar tekrar anlatarak adeta gelecek kavimlerin aklını başına almalarını öğütlemektedir.


b.1- Elçilerin Gönderilmesi

Allah’ın tarihsel ve toplumsal değişim konusunda belirlediği sünnetlere göre, toplumlar kendilerine bir uyarıcı gelmediği sürece çözülme sürecine girseler bile, her hangi bir akıbetle karşılaşmamaktadır. “Gerçek şu ki:Halkı habersizken, Rabbin haksızlık ile ülkeleri yok edici değildir.”154 Ayrıca Kur’an; zulüm ve adaletsizliğin yaygın olmadığı bir toplumda, sahip olduğu inançları yüzünden cezalandırılmasının söz konusu olmadığını belirtmektedir.155 Öyle ise toplumları helak eden sebepler nelerdir?

Kur’an, kötü fiilleri nedeniyle akıbet sürecine giren bir toplumun, üç şekilde ceza göreceğini belirtmektedir:

“Deki: O, size üstünüzden yahut ayaklarınızın altından bir azap göndermeye veya sizi birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya kadirdir. Bak anlasınlar diye ayetleri nasıl açıklıyoruz…”156

Râzi’ye göre “Yukarıdan ve aşağıdan gelen azaplar” konusu, farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bu yorumlardan birisi İbn Abbas’ın İkrime!den rivayet ettiği bir hadise dayanmaktadır. Hadiste “ Yukarıdan gelen azap yöneticiler ve soyluların zulmü olarak gösterilirken, aşağıdan gelen azap ise kölelerin ve toplumsal açıdan alt tabakalarda olanların şiddet ve zulmü olarak gösterilmektedir.”157Burada sosyal adaletin sağlanamadığı, ekonomik ve siyasal açıdan ayrımların ve ayrıcalıkların derinleştiği bir toplumda azabın toplumsal yapının niteliğinden kaynaklanması dikkat çekicidir. 158 Ayetin son kısmında ise, yine toplumun yapısında birbirine şiddetle muhalif uyumsuz unsurların birlik ve beraberliği bozması şeklinde meydana gelebilecek bir akıbetten de söz edilmektedir.

Kur’an’da refah düzeyi oldukça yüksek olmasına rağmen zulme battıkları için Ad ve semud kavimlerinin helak edildiği bildirilmektedir. Bu toplumların sahip olduğu maddî gelişme düzeyi onları haksızlıklardan ve zulümlerden alıkoymadığı için çözülme sürecine girmiş ve kendilerini yakalayan akıbetle yok olmuşlardır. Firavun’un toplumunda ise, toplumun tabakalardan oluştuğu ve halkın bir kısmının –başta İsrail oğulları olmak üzere köle statüsünde bulunduğu görülür. Firavun, toplumu parçalara ayırarak zulmünü yaygınlaştırmış, Hz. Musa’nın uyarı ve çağrılarını reddetmiş, sonuçta ordusuyla birlikte Hz. Musa’yı ve inananları takip ederken Kızıldeniz’de boğularak 159 kendi akıbetiyle karşı karşıya gelmiştir.


b.2-Mucizelerle İkna Etme

Toplumların akıbet sürecini hızlandıran önemli nedenlerden biri de, toplum önderlerinin ve iktidara sahip olanların içinde bulundukları ahlâkî sapma olmaktadır. Kur’an bu konuda çözülme ve çöküş dönemlerindeki toplumların yöneticiliğini ve sorumluluğunu fasık, zalim ve tuğyan etmiş yöneticilerin yüklendiğine işaret etmektedir.

“ Bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşlarına (iyilikleri) emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helâke müstahak olur; Biz de orayı darmadağın ederiz.”160

Seyyid Kutup bu âyeti şöyle açıklıyor: Âyet-i kerime yüce Allah’ın şu yasasını yerleştiriyor: Bir millet yok oluşunun sebeplerine sarılıp, orada bozgunculuğun ele başları çoğalırda millet onları engellemez, yaptıklarına seyirci kalırsa, yüce Allah bu bozgunculuk önderlerini onların üzerine salar ve onları saptırır. Böylece sapıklık orada yaygınlaşır. Millet çözülür ve dağılır. Allah’ın yasası gerçekleşir. Yıkılış başlar ve o millet yok olur.161Ya da o millet devamlı bir huzursuzluk yaşayarak, daha dünyada iken yaptıklarının karşılığını görür.

Bununla birlikte toplumsal çöküş sadece itibarlı ve etkin konumda olan çevrelerin fonksiyonlarıyla sınırlı kalmamaktadır. Toplumsal gelişmenin itici gücü olarak tanımlayabileceğimiz ilim adamlarının yaratıcı enerjilerini kaybetmeleride bu süreci hızlandırmaktadır.162İlim adamlarının bazen de kendilerindeki beşeri bilgiye fazla güvenip, Peygamberin getirmiş olduğu vahyi kabul etmemeleri şeklindeki tutumları da onların helâkine sebep olmuştur. İlim adamlarının bu tutumları, bazen bütün toplumu etkilemiş ve aklı vahyin üstünde tutma anlayışı onları peygamberlerle alay etme davranışına sevk etmiştir.

“Peygamberleri onlara apaçık bilgiler getirince, onlar kendilerinde bulunan (beşerî) bilgiye güvendiler (onu alaya aldılar). Alaya aldıkları şey kendilerini boğuverdi.” 163

Kur’an, toplumları çöküşe götüren faktörleri işlerken, kendi içinde yoğun içerikli kavramlarda kullanmaktadır. Bu kavramlardan “israf”, iktisadî bir ahlâksızlığı ifade ederken, “cürm” hem hukuka aykırı işlenen fiilleri hem de ilâhî idareye karşı olumsuz tavır alışı anlatmaktadır.164 Ayrıca “zulüm, fesat ve fısk” da toplumsal çöküşün siyasî, iktisadî ve ahlâkî boyutlarıyla ilgili kavramlar olarak geçmektedir.

(Kâfir) toplumları çöküşe götüren israfın alanları farklı farklıdır. Örneğin gereğinden fazla yemek içmekten tutunuz da(6/141;7/31), gereksiz yere az da olsa infakta bulunmaya (25/67), Lut kavminde olduğu gibi, fıtrî bir ihtiyaç olarak şehvetlerin giderilmesi için kadınların yaratılmış olmalarına rağmen, sınır tahribatı yaparak erkeklere yönelmekten (7/80–81), Allah’a kulluk edip, ibadet görevini yapması gerekirken insanın bunların yerine başka nesnelere kulluk yapmasına (26/150–151), kısası uygularken dahi, meşru çerçevesinin dışına çıkmaya (7/33) kadar geniş bir alanda kendisini gösterir.165Her alandaki böyle aşırılıklar sonucu Allah’ın yasası işlemeye başlar. Nimetin azdırıp şımarttığı, peygamberleri yalanlayan ve Allah’a daveti reddeden şımarık zenginler hakkındaki sünnetullah, Allah’ın onları helak etmesi ve âhiret azâbını tattıracağı gibi dünyevî azaba çarptırması şeklinde cereyan etmiştir.166Nitekim şu âyetler bu gerçeği ifade etmektedir:

“Zâlim olan nice beldeyi kırıp geçirdik; arkasından da başka nice topluluklar vücuda getirdik. Azabımızı hissettiklerinde onlar, bakarsın ki oralardan kaçarlar. Kaçmayın! İçinde bulunduğunuz refaha ve yurtlarınıza dönün! Çünkü sorguya çekileceksiniz. Eyvah! Bize dediler, gerçekten biz, zalim insanlarmışız. Biz kendilerini, kurumuş haldeki biçilmiş ekine çevirinceye kadar bu feryatları sürüp gider.”167

b.3-İbret Verici Uyarılar Gösterme ve Helak

Allah, elçilerini dinlemeyen ve mucizelerle de yola gelmeyen kavimlere, en sonunda onların yok oluşlarını haber veren uyarılar göndermiştir. Bu uyarılar, bir helakin öncesinde, fırtınayı haber veren rüzgârlar gibidir.

Helak edilen toplumlarla ilgili sünnetullahın işleyişine baktığımız zaman, onların davranışlarının daha çok zulüm kavramıyla örtüştüğünü görüyoruz. Örneğin, faizli muameleler (2/279), yetimlerin mallarını haksız yere yemek (4/10), yeryüzünde fesat çıkarıp refahla şımarmak, dünya zevklerine aşırı düşkünlük (11/116), ikili münasebetlerde Allah’ın belirlediği sınırları aşmak (2/229), haksız yere insan canına kıymak (5/29), İblis’i dost edinme (18/50), şeytana itaat (14/22), Allah’a ibadeti engelleme (2/114), ortaklıkta dürüst olmamak (38/24), fuhuş ve zina (12/23) gibi davranışlar zulüm olarak sayılmıştır.168İşte bu şekilde davranış sergileyenlerle ilgili sünnetullah, zalim milletlerin helâkine uygundur.169

“(Yâ Muhammed), Bunlar sana anlattığımız şehirlerin haberlerindendir. Onlardan bir kısmı hala ayakta, bir kısmı da biçilmiş ekin gibidir. Biz onlara zulmetmedik. Ancak onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin azap emri geldiğinde Allah’ı bırakıp ta tapındıkları ilahlar onlara hiçbir şekilde fayda sağlamadı. Onların ziyanlarını artırmaktan başka bir işe yaramadı! İşte Rabbin, zulmeden şehirleri yakaladığı zaman böyle yakalar. Çünkü onun yakalaması çok acı ve çok çetindir.”170

Zulmün arka planında mutlaka insan vardır. Yoksa Allah kullarına hiçbir şekilde zulmetmez. O, sadece zulmedenleri cezalandırır. O’nun cezalandırması da geçmiş milletlere özgü değildir. Aksine, bütün zalimleri cezalandırma hususunda Onun sünneti (kanunu) birdir. Öyle ise, zalim kendine verilen mühlet ve tanınan süre ile aldanıp durmasın.171

Allah Kur’an’da şirki en büyük zulüm olarak ifade eder.

“Lokman oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk büyük bir zulümdür, demişti.”172Bu zulmün büyük olarak nitelenmesi, o kimsenin bu işi, uygun olmayan bir yere yöneltmesi ve bu yerinde, o işin mahalli olmaması sebebiyledir.173

İbn Kesir (774/1373) ayetteki zulmü, peygamberimizin şirk diye açıkladığını nakleder ; “imanlarına zulmü karıştırmayanlar” ayeti inince ashaba çok ağır geldi. Peygambere gelerek; “Ya Resulallah! İçimizden nefsine zulmetmeyen var mı ki? Peygamber: o sizin anladığınız manada zulüm değildir. O şirktir. O, salip zatın (Lokman) : “Ey yavrum! Allah’a ortak koşma, şüphesiz ki şirk büyük bir zulümdür, dedi” dediğini işitmedin mi? Dedi.”174

İnsanın nefsine yaptıkları, insanın diğer insanlara yaptıkları ve insanın diğer insanlara yaptıkları ve insanın diğer varlıklara karşı yaptıkları her olumsuz tutumda zulüm vardır. Ama insanın Allah’ı tanımaması veya ona ortaklar koşması ise en büyük zulümdür. Çünkü burada bir umursamama vardır. Bu ısrarlı ilgisizlik onların durumlarının gittikçe kötüleştiğini gösterdiği için, yeni uyarıları da beraberinde getirmektedir:

“ Kendilerine hidayet geldiğinde insanları iman etmekten ve Rablerinden mağfiret talep etmekten alıkoyan şey, sadece, öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesini yahut azabın göz göre göre kendilerine gelmesini beklemeleridir.”(18/55)175Kuşkusuz onları eski sapık milletler gibi yok etmek ya da inanmamaları durumunda ileride çarptırılacakları azabı onlara göstermek peygamberlerin görevleri arasında yer almaz. Çünkü yalanlayanları yok etmek veya-mucize gösterip onların da inkâr etmelerinden sonra yüce Allah’ın geçmiş milletlere ilişkin yasası uyarınca azap göndermek bütünüyle Yüce Allah’ın tekelindedir.176Bunun böyle olmasının nedeni, imansızlığın ortaya çıkardığı zulmün direkt Allah’a dokunmasıdır.

Bütün bu anlatılanlar çerçevesinde Kur’an’ın bütünü göz önüne bulundurulduğunda, Kur’an’da Allah’ın tarih içerisine yerleştirildiği görülür. Bunu yaparken Kur’an şöyle bir senaryo canlandırmaktadır; Allah ezelde tarih içerisinde nasıl davranacağını belirlemiş ve bu davranış tarzını değiştirmeyeceğine dair söz vermiştir. Tarihin başlangıcından beri verdiği söz gereği Allah değişmez bir tavır sergilemektedir (sünnetullah) ve bu tavır ileride de aynı kalacaktır.177

Sonuç olarak, sünnetullah ifadesi Kur’an’da toplumlara uygulanan tarihin yasaları olarak algılanmalıdır. Sünnetullahı tabiat kanunları olarak algılamak, Kur’an’ın vurguladığı yasalarla uyuşmamaktadır. Kur’an’ın tabiat kanunlarına işaret eden ayetleri ise; Allah’ın kullarını iman noktasında diri tutmaktır.




Yüklə 272,62 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin