Tarihin Zaferinden,Günümüzün Meşalesine Türk Ordusu



Yüklə 234,25 Kb.
səhifə2/4
tarix26.10.2017
ölçüsü234,25 Kb.
#13113
1   2   3   4

a) Türkler, istisnai olarak birkaç çevirme muharebesi hariç tarihleri boyunca daima kendinden üstün güçlerle, ‘iç hatlar ’da önce düşmanın en büyük ve asıl grubu üzerinde netice alma şeklinde muharebe etmek mecburiyetinde kalmışlar ve dolaylı tutum uygulamışlardır. Türkler, hemen tüm meydan muharebelerinde savaş prensiplerinden ‘manevra’ ve ‘baskın’ prensibinin uygulanmasına ayrı bir önem vermişlerdir.

b) Türkler ‘kuşatma’ ve ‘çevirme’ ile netice ve başarı elde etmişlerdir. ‘Turan Taktiğinin esası da buna dayanıyordu. Suni olarak geri çekilme, yani aldatma ve daha sonra baskın ile düşmanı kuşatıp imha Turan taktiğinin özelliğiydi. Türkler muharebe alanını seçerken, engebeli ve tepelik araziyi tercih etmişlerdir.

c) ‘Stratejik Çekilme ve Karşı Taarruz’ tamamen Türklerin ortaya çıkardıkları ve geliştirdikleri bir askeri strateji ve taktik usulüdür. 1. Kosova Meydan Muharebesinde olduğu gibi Türkler zaman zaman düşman cephesini yararak kuşatma harekâtı da yapmıştır. Savunma ile düşman kuvvetlerini yıprattıktan sonra taarruz ile netice almışlardır.27

Osmanlı ordusunun teşkilatlı bir şekilde ortaya çıkışı ise, Sultan 1. Murat zamanında olmuştur. Tarihte ilk süvarili ordu olma niteliğini taşıyan Osmanlı Ordusu, önceleri yalnızca Atlı Akıncılardan oluşmakta iken, daha sonraları yaya birliklerin de katılmasıyla Yeniçeri Ocağı adı altında sürekli bir yapıya dönüştürülmüştür. İmparatorluğun yükseliş dönemlerinde elde edilen zaferlerde Yeniçeri Ocağı önemli rol oynamıştır.

Osmanlı Devleti, Rumeli taraflarında genişlemeye başlayınca daha fazla askere ihtiyaç olmuştu. Bu da, savaşlarda esir alınan Hristiyan çocukların Türk-İslam terbiyesi ile yetiştirilerek yeni bir askerî sınıf meydana getirilmesiyle karşılanmıştır. Bu cümleden olarak 1. Murat zamanında; Acemi Ocağı, Yeniçeri Ocağı, Cebeci Ocağı, Topçu Ocağı, Top Arabacıları Ocağı, Kapıkulu Süvarileri adıyla altı sınıftan oluşan Kapıkulu Ocakları’nın temelleri atılmıştır.28 Daha sonra bunlara Humbaracı ve Lağımcı Ocakları da eklenmiştir. İlk zamanlar pençik kanunu, 2. Murat zamanında ise devşirme sistemi ile yetiştirilen bu askerler, üç ayda bir “ulûfe” adlı maaş alan merkez askerleri görevini görmüş, evlenmeleri ve başka bir işle uğraşmaları yasak edilmiştir. Devletin savaşları kazanmasında ve başarılarında büyük paya sahip olan Kapıkulu Askerlerinin devşirilmesi sistemi, 16. yüzyıl sonlarından itibaren zayıflamaya başlamıştır.29

Osmanlı Devleti’nin temel askerî güçlerinden birisini de, esasını Tımarlı Sipahiler ’in oluşturduğu Eyalet Kuvvetleri teşkil etmiştir. Tımarlı Sipahiler, Osmanlı toprak sisteminin askerî yönüyle ilgili uygulaması sonunda ortaya çıkmıştır. Sistem bir yönüyle toprağın işlenmesini ve ürün alınmasını sağlarken, diğer yönüyle de devletin asker ihtiyacına hizmet etmiştir.30 En mükemmel şeklini Kanuni Sultan Süleyman zamanında alan Tımarlı Sipahi Teşkilatı da, 16. yüzyıl sonlarından itibaren tımar sisteminin zayıflaması ile bozulmaya başlamıştır.31

18. yüzyıla gelindiğinde askeri ve idari alandaki gerilemeye çözüm bulmak üzere Avrupa usulünde yetiştirilmek üzere Nizam-ı Cedid Ordusu kuruldu. Disiplinsizliğin artması üzerine 1826’da Yeniçeri Ocağı kapatıldı. Müteakiben Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu kuruldu ve 1828-1829 Rus Savaşı’na bu ordu ile girildi. 2. Mahmut zamanında 118.400 mevcuduna ulaşan ordunun adı ‘Asakiri Nizamiye’ olarak değiştirildi. 1880 yılında 1. Ordu Merkezi İstanbul, 2. Ordu Merkezi Edirne, 3. Ordu Merkezi Selanik, 4. Ordu Merkezi Erzincan, 5. Ordu Merkezi Şam, 6. Ordu Merkezi Bağdat ve 7. Ordu Merkezi Sana’da bulunuyordu. 1908 yılında orduda başlayan yenilik hareketlerinin henüz sonuçları alınmadan Birinci Dünya Savaşı’na girildi. Bu savaşa girildiğinde Osmanlı Ordusu 4 Ordu ve 13 Kolordu dâhilinde 44 Piyade Tümen ve 14 Süvari Tugayından oluşmaktaydı.32

Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme devri ile birlikte etkinliğini yitiren Yeniçeri Ocağı, 15 Haziran 1826’da başlayan Yeniçeri ayaklanmasının bastırılmasını müteakip kaldırılmıştır. Bu gücün temelini “Kol” adı verilen taburlar oluşturmuştur. Yine bu teşkilat devresinde; 1834 yılında orduya komuta edecek subayları yetiştirmek amacıyla, ‘Mekteb-i Harbiye-i Şahane’ adıyla Kara Harp Okulu açılmıştır.

Sultan İkinci Abdülhamid Hân devrinde Kara Kuvvetlerinin ihtiyacı olan subayları yetiştirmek üzere askerî ortaokul ve liselerin yanında İstanbul’dakine ilâveten Harp Okulu sayısı yediye çıkarıldı. 1887’de Topçu teşkilâtı genişletildi. 1908’de İkinci Meşrutiyetin ilanıyla Kara Kuvvetlerinde değişiklikler yapılmak istenmişse de Trablusgarp ve Balkan Harpleri neticesinde muvaffak olunamadı. Birinci Dünya Harbinde yedi cephede kahramanca mücadele eden Kara Kuvvetlerinin mevcudu Mondros Mütarekesi sonunda 1919’da 50.000’e indirildi. Türk İstiklâl Harbinde Kara Kuvvetleri sekiz kolordu, yirmi piyade tümeni hâline getirildi. İstiklâl Harbinden sonra kara kuvvetleri üç ordu komutanlığı, ikişer piyade tümeninden, dokuz kolordu, üç süvari tümeninden meydana geliyordu.
Bu teşkilât bugünkü Türk Kara Kuvvetlerinin temelini teşkil eder. Yeni silâh ve askerî malzeme teknolojisini takip etmek için “Fen ve Sanat Dairesi” kuruldu. Levazım ve teçhizat malzemelerinin yurt içinden temini sağlandı. Silâh ve cephane ihtiyacının karşılanabilmesi için harp sanayine girişildi. Piyade silâhlarının cephanesi, yüz beş milimetrelik ve daha küçük top mermileri imal edilmeye başlanıldı. Topçu sınıfı yeniden teşkilâtlandırıldı. 1927’de tank alımının başlamasıyla 1934’te ilk tank birliği Lüleburgaz’da kuruldu.

DEVŞİRME SİSTEMİ

Devşirme sisteminin çöküşüne paralel olarak Osmanlı Devletinde çöküş dönemi yaşanması bu sistemin devlet teşkilatındaki hayati rolü vardır. Bu bakımdan Osmanlı Devletinin küçük bir beylikken çok kısa bir süre içerisinde nasıl büyük bir devlete dönüştüğünü ve bu cihan devletinin en önemli çöküş nedenlerinden birisi olarak devşirme sistemini ve işleyişini bilmemizde yarar vardır.

“Her çocuk, fıtrat üzere doğar; sonra onu ana-babası Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya mecusileştirir” hadisi, temel İslam bilimlerinde ‘fıtrat hadisi’ olarak bilinir. İslami literatürde, geçmişten günümüze bu hadis hakkında çeşitli görüşler ortaya konmuştur. Fıtrata, insanın varlık yapısı ya da insanlığın ortak dinî temeli olarak bakılmıştır. Devşirme sisteminin, tarihi bir olgu olarak, Osmanlı’da gerçekleşen halini ele almakta yarar vardır. Osmanlı Devleti fıtratı sistemleştirip kanun, tüzük ve yönetmeliği olan bir sistem haline koymadan önce dini yönünü hesaba kattığını; bu hadisteki fıtrat gerçeğinden hareket etmiş olarak güçlü kaslar ve çalışkan beyinler sayesinde devletine hizmet yolunu bulmuşlardır.

Kölelerin eğitilip devlet kademesinde kullanılma usulü; Sasani, Roma ve Bizans gibi bütün Ortadoğu ve Akdeniz havzasında kurulmuş olan devletlerde görülür. Fakat Osmanlılar insan kaynağı sistemini Anadolu Selçuklularından almışlardır. Bu sistemi daha da geliştirmişler ve etkili bir biçimde kullanmışlardır. Bunun sebebi padişahın devlet otoritesini iyi eğitim görmüş, kendisine son derece sadık kimselere vermek istemesi ve daha merkeziyetçi bir devlet kurmak gayesidir.

Osmanlılarda insan yetiştirme sistemini iki kaynaktan almaktadırlar. Birincisi, harp esirleri ve soylu hanedanların gönderdiği çocuklardı. İkincisi de, devşirme yöntemi ile sağlanan zeki ve yetenekli olarak tespit edilen çocuklardı. 1. Murad döneminde kurulan Yeniçeri Ocağı'na asker temini için gayrimüslim genç savaş esirlerinden faydalanılmış, fakat zamanla fetihlerin azalması, Ankara Savaşı'ndan sonra da bir süre durması yüzünden devşirme yoluna başvurulmuştur. Devşirme, Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerde sadece yaya ve sipahilerden oluşan asker ihtiyacını çeşitlendirmek, ihtiyacı karşılamak ve güçlendirmek maksadıyla başvurulmuş bir yöntemdir. Asıl amaç ise, devletin başına geçecek deha çapında olabilecek yüksek kabiliyetleri bulmaktı.

Devşirme sistemi uygulamasına 1. Beyazıt zamanında başlanmıştı. Sultan tarafından görevlendirilen özel heyetler Rumeli’nin Hristiyan köy ve kasabalarından 8-20 yaş arasında; iyi, fakir ailelere mensup, fiziken ve zihnen güçlü çocuklardan toplanıyordu. Bunun için Rumeli’ye devşirme emini başkanlığında bir komisyon gönderiliyordu. Bu yöntemin suiistimal edilmemesi için ulemadan kimseler bu komisyon yanında gitmektedir. Esas olarak Hristiyan çocuklar alınmakla birlikte Arnavutluk ve Bosna’dan Müslüman çocuklarda alınırdı. Devşirme işi ihtiyaca göre üç, beş veya yedi yılda bir yapılırdı. Bu işin birinci derece sorumlusu yeniçeri ağası idi, ondan sonrada Acemi Ocağı ağası gelirdi. Devşirme başlangıçta beylerbeyi, sancak beyi ve mahallî kadılar gibi ilgili bölgenin mülkî ve idari âmirleri tarafından yapılmıştır.

Fakat zamanla bunların görevlerini kötüye kullanmaları üzerine Fatih Sultan Mehmed döneminde devşirme işi bir esasa bağlanmış, yönetmeliği oluşturulmuş ve merkezden devşirme memurları gönderilmeye başlanmıştır. Bu memurlar başta turnacıbaşı33 olmak üzere saksoncubaşı, zağarcıbaşı, haseki vb. Yeniçeri Ocağı'nın yüksek rütbeli yayabaşılarından olur, maiyetlerinde de bir kâtip bulunurdu.

Devşirme memurunun elinde işini nasıl yapacağını bildiren talimatname niteliğinde bir padişah fermanı ile devşirme yapılacak yerlerin kadılarına yazılmış yeniçeri ağasının imzasını taşıyan bir mektup bulunurdu. Devşirme ile görevli memurlar, padişah fermanı ve yeniçeri ağasının mektubu çerçevesinde işlerinde tamamen serbesttiler. Sancak beyi, kadı, tımar sahibi vb. mahallî görevliler de devşirme memurunun işini kolaylaştırmakla yükümlü idiler.34

Merkezi yönetim tarafından tespit edilen zamanlarda belirlenen bölgelerden istenilen sayıda Hıristiyan erkek çocukları toplanıyordu. Kural gereği her kırk aile için bir erkek çocuğu devşiriliyordu. Çocuklar değişik kriterlere (beden yapısı, boy, zekâ, ahlak, karakter, güzellik vs.) göre seçiliyordu. Bu kriterlere göre en iyi çocuklar toplanıyordu.

Devşirilen Çocukların Özellikleri:

Devşirme kanununda toplanacak çocukların nitelikleri ayrıntılı belirtilmiştir. Genellikle derbentçilerden, maden işçilerinden, inşaat işçilerinden devşirme yapılmazdı. Hıristiyan çocuklarının asilleri, papaz oğulları, iki çocuktan sadece biri, birçok çocuğu bulunan ailenin en sağlıklı çocuğu seçilir, tek oğlu olanın çocuğu alınmazdı. Annesiz babasız çocuklar, açgözlü oldukları bilinenler ve yüzü gözü açılmış olabileceği düşüncesiyle köy ağasının oğlu da devşirilmezdi.

Aynı şekilde sığırtmaç ve çoban çocukları ile kel, köse ve doğuştan sünnetlilerle şehir çocukları toplanmazdı. Evlenmiş ve sanat sahibi olmuş çocuklarla aşırı derecede uzun ve kısa boylular da devşirilmeyenler arasındaydı.35 Ancak uzun boylu çocuklardan endamı düzgün olanlar sadece saray için alınabilirdi. Zengin aile çocukları, ayan ve eşraf çocukları, manastır öğrencileri, şehir hizmetçileri ve zanaat sahibi olanlar ise asla devşirilmezdi. Yahudi çocuk alınmazdı, çünkü Yahudiler tabiatı gereği olarak kırsal alanda yaşamaya müsait bir millet değildir. Dolaysı ile şehirlerde yaşamını alışkanlık haline getirmiş bir millettir. Devşirme sistemi boyunca çocuklar, köy ve kasabalardan seçilmesine özen gösterilirdi.

Devşirme memuru gittiği yerlerde tellallar vasıtasıyla devşirme için geldiğini ilân ettirir, sekiz - yirmi, özellikle de on dört - on sekiz yaşları arasındaki Hıristiyan çocuklarının kaza merkezinde toplanmasını sağlardı.36 Hıristiyan çocukları, vaftiz defterleri yanlarında olduğu halde babaları ve papazlarıyla birlikte toplantı yerine gelirlerdi. Vaftiz defterlerini inceleyen devşirme memuru çocukları bizzat görerek kanuna ve talimata uyanları ayırırdı. Genellikle her kazada kırk haneden bir oğlanın alınması âdet idiyse de bu sayı daha ziyade ihtiyaca göre belirlenirdi.

Devşirilen çocukların köyü, kazası, babasının, annesinin ve bağlı olduğu sipahinin veya ait olduğu vakıf veya çiftlik sahibinin adı, doğum tarihi, göz rengine varıncaya kadar bütün eşkâli ve kendisini devlet merkezine götürecek memurun adı iki ayrı deftere yazılırdı.37 "Eşkâl defteri" denilen bu defterlerden birini devşirme memuru, diğerini ise devşirilen çocukları merkeze sevk eden ve kendisine "sürücü" denilen memur saklar, sürücü götürdüğü efradı bu defterle birlikte teslim ederdi.

Devşirilen çocuklar, "sürü" denilen 100-200 kişilik kafileler halinde sürücülerin idaresinde devlet merkezine gönderilirdi. Yolda kaçmamaları ve özellikle Müslüman Bosnalı sünnetlilerin arasına yabancıların karışmaması için sıkı tedbirler alınırdı.38 İstanbul'a götürülen devşirme oğlanları, Ağakapısı'nda yeniçeri ağası tarafından kontrol edilir ve eşkâl defterine yazılırdı. Ardından sünnet edilen çocuklara Müslüman-Türk adları verilirdi.

Başlangıçta daha ziyade; Rumeli'de Üsküp, İştip, Köstendil, Prizren, Görice, Samakov. Prebol, Taşlıca, Ergirikasrı, Yanya, Pirlepe. İşkodra, Ohri, İpek, Dukakin, Novasin, Manastır, Mostar, İzvornik, Böğürdelen, Horpeşte gibi şehirlerde tatbik edilmiştir. 15. yüzyılın sonlarından itibaren Erzurum, Harput, Diyarbakır, Bursa ve İstanbul civarı dışında Anadolu'da da uygulanmıştır.

Bosna’da, Arnavutluk’ta, Kafkasya’da aileler çocukları vermek için ısrar ederlerdi39. Çünkü hayat şartları ve beslemesi zordur. Giden çocukların kaderi ve kabiliyeti açıksa aileye de yardımı dokunduğu olmuştur. Fatih Sultan Mehmed zamanında kendi istekleriyle topluca Müslüman olan Bosna halkının çocukları ise babalarının ricası üzerine bu davranışlarının mükâfatı olarak sadece saray ve özellikle Bostancı Ocağı için devşirilirdi.

Ağa Kapısı’nda yoklaması biten devşirme sürüsü, Anadolu ve Rumeli ağaları tarafından küçük bir ücret karşılığında geçici bir süre için Anadolu ve Rumeli'deki Türk köylülerinin yanına verilirdi. Rumeli'den devşirilenler Anadolu'ya, Anadolu'dan devşirilenler Rumeli'ye gönderilir, böylece yaşı büyük olanların kaçması önlenmiş olurdu.40 Firar edenler ise hemen yakalanıp yerlerine gönderilirdi. Anadolu'daki devşirmelerden Anadolu Ağası, Rumeli'dekilerden ise Rumeli Ağası sorumluydu. Kethüdalar zaman zaman Türk köylüsünün yanında bulunan çocukları teftiş ederlerdi. "Türk'e verme" denilen bu uygulama ile devşirme oğlanları bir yandan ziraatla uğraşarak üretime katkıda bulunur, bir yandan da Türkçeyi, Türk-İslâm adet ve geleneklerini öğrenirlerdi. Zamanı gelince de yeniçeri ağasının arzı ve Dîvân-ı Hümayun ‘da alınan kararla İstanbul'a getirilirlerdi. Burada eşkâl defterine bakılarak kontrolden geçirilen devşirme oğlanları daha sonra Acemi Ocağı'na kaydedilirdi.

16. yüzyılın kayıtlarında yılda ortalama 300 çocuk toplandığı arşiv kayıtları tarihe not düşmüştür. Çocukların en yeteneklilerine Enderun adı verilen saray okullarında uzun yıllara yayılan zorlu eğitim veriliyordu. Bu eğitimler; din, dil öğretimi, edebiyat, tarih, coğrafya gibi kurumsal bilgiler aktarılıyordu. Çeşitli yetenekler kazanılmasına yöneltilmiş beceri ve bedeni eğitimin çeşitliliği genişletilmişti.



Devşirmelerin Eğitimi:

Saray için ayrılacak olanları ya yeniçeri ağası arz eder veya saray ağası seçerdi. Devşirilen çocukların iyi görünenleri, özel bir terbiye verilmek üzere padişaha ait Edirne Sarayı, Galata Sarayı, İshak Paşa Sarayı, İbrahim Paşa Sarayı gibi saraylara gönderilirdi. Aralarından kabiliyetli olanlar Topkapı Sarayı'na alınır, diğerleri ise kapıkulu süvari bölüklerine verilirdi.

Gürbüzce olanlar Bostancı Ocağı için ayrılırdı. Geri kalanları ise, ileride yeniçeri olmak üzere Anadolu' da ki Türk köylülerinin yanına, ya da bostancı adıyla İstanbul'daki sarayların bahçelerine verilirdi. Onlar buralarda Türkçeyi ve Türk adetlerini öğrenirler ve İslamiyet’i kabul ederlerdi. Yukarıda belirtilen saraylarda 5-7 yıl arasında sıkı bir eğitim gördükten sonra, ikinci bir elemeye tabi tutulurlar ve en seçkinleri Topkapı Sarayı'na alınırlardı. Burada küçük oda ve büyük oda adı verilen saray kolejinde Türkçe, Arapça, Farsça, edebiyat, tarih, matematik, güzel sanatlar ve musiki dersleri görürlerdi. Ayrıca her birine pratik bir el sanatı öğretilirdi.

Bunun yanında ok atmak, cirit oynamak, ata binmek, güreşmek gibi bedeni sporları da öğrenirlerdi. Türkçe veya yöre dilini öğrenip, İslam’ı benimserlerdi. Belli bir aşamadan sonra acemi oğlanlar ocağına alınırlar, buradaki sebat ve eğitimleri neticesinde yeniçeri ocağına geçerlerdi.

Her bir öğrencinin kapasitesine göre, onları en alt seviyeden en üst seviyeye kadar kamu hizmetine yerleştiriyordu. Buna, askere alma işi çeşitli vilayetler arasında sırayla gerçekleştirildiği için rotasyon anlamına gelen “devşirme” adı veriliyordu. Ailelerinden alınan çocuklar, önce kırsal bölgede tarımsal faaliyette bulunan Müslüman ailelerin yanına verilirdi. Bundan amaç, burada kaldıkları süre içinde çocukların yerli kültürle temasa gelmelerini sağlamaktı. Böylece devşirmeler, bahçıvanlıktan Sadrazamlığa kadar değişen çok farklı mesleklere sahip olabiliyorlardı. Aldıkları ödüller de rütbe, güç ve para olarak, buna paralel şekilde birbirinden çok farklıydı.

Başarının anahtarı yetenek ve gönüllülüktü; ailelerin sosyal durumu hiçbir anlam ifade etmiyordu. Onlar devşirilirken aileleriyle bütün bağları kesilmiş ve hepsine tek bir hukuki statü verilmişti. Sadrazamdan bahçıvana kadar hepsi padişahın tebaasındandı ve tam bir teslimiyetle ona itaat etmeleri bekleniyordu.

Devşirilen öğrencilerin en az zeki olanları saray bahçıvanı yahut denizci yapılıyor, bunların bir üst zekâ seviyesindekiler yeniçeri daha yüksek seviyedekiler tımarlı sipahi oluyordu. En zeki olanlar ise İmparatorluğun idari kademelerinde görev almak üzere ayrılıyor ve sonunda vilayetlere vali yahut Padişahın Divanına üye, ya da Sadrazam olabiliyorlardı.

Bunların arasından Mahmud, Gedik Ahmed, Makbul İbrahim, Sokullu Mehmed, Ferhad, Lala Mehmed, Kara Murad, Kemankeş Mustafa Paşalar ve Köprülü ailesinden değerli sadrazamlar çıkmıştır. Zira Osmanlılar sadece Slav, Boşnak ve Bulgarlardan değil İslâm'ın zuhurundan önce Hıristiyan olan Rum ve Ermenilerden de devşirme yapmışlardır. Devşirme uygulamasını köle sistemiyle bağdaştırmak da zordur. Çünkü devşirmeler, hür olduklarında tereddüt bulunmayan gayri Müslim tebaanın çocuklarıdır.

Eğitim çetin, yoğun rekabetçi ve seçici, daha ileri sınıflara hak kazanan çocuklar için ise kapsamlı idi. İleri sınıflardaki eğitim, Fars ve Arap edebiyatını da içine alıyordu. Çocuklara Müslüman olmaları için baskı yapılmazdı; zaten buna lüzum da yoktu. Sonunda hepsi de Müslüman oluyordu. Aileleriyle irtibatları kesildikten sonra katıldıkları kamu kurumunun onlar üzerindeki etkisi karşı konulamaz seviyedeydi.

Özellikle Rumeli’den alınan devşirmelerin yetiştirilme sisteminde Osmanlı Padişahları sıkı eleme, çetin eğitim ve denemenin ardından Devletin en önemli görevlerini emanet ediyorlardı. Osmanlı İmparatorluğunun bu dönemlerinde kul sistemi içersin de yetişmiş kişileri kıdeme göre atamaya ve yeteneklerine göre görevler tahsis etmişlerdi. Yetişmiş ehil insanların yönetim becerisi ve kalitesi hayatın her alanına sirayet ettiği gibi devletin çarkının güçlü şekilde dönmesini sağlıyordu. Asıl gaye ise, devletin başına geçecek deha çapında, müstesna kabiliyetleri bulmaktı.41

Seçilerek büyük saraylarda özel eğitime alınmış olanlar ise ikinci bir elemeye tabi tutulurlar ve daha seçkin olanlar, devlet kademesinde belli hizmetlere getirilmek amacıyla eğitilmek üzere Enderun’a alınırlardı. Enderun eğitim ve öğretimini bitiren en yetenekli talebeler, iç-oğlanı olarak Has Oda, Hazine Odası, Kiler Odası gibi padişaha en yakın görev yerlerine atanıyorlardı. Diğerleri de Kapıkulu süvari birliklerinin en üst mevkilerine yükselecek şekilde görevlendiriliyorlardı. Yine bunlar arasında en yetenekli ve güvenilir olarak görülenler sancak beyliklerine, oradan da tecrübelerini geliştirmesiyle beylerbeyliğine, divan vezirliklerine ve veziri azamlığa getiriliyorlardı.

Büyük ve küçük oda' da eğitim gören iç oğlanları, tekrar bir elemeye tabi tutularak padişahın şahsi hizmetlerine mahsus daha üst mevkilere terfi ettirilirlerdi. Geri kalanları da kapıkulu süvari bölüklerine ve silahtarlar bölüğüne verilirdi.

Padişahın şahsi hizmetini gören odalar sırasıyla şunlardı;

Has oda: Fatih tarafından kurulan bu odanın amiri has odabaşı idi. Onun vazifesi padişahın soyunup giyinmesine yardım etmekti. Has Oda’da eğitim gören iç oğlanlarının sayısı 40 civarında idi. Görevleri padişahın şahsi hizmetlerini görmek ve sarayda iken muhafazasına bakmaktı. Has Odabaşı’ndan ayrı olarak padişahın silahını taşıyan Silahtar, padişahın dış elbiselerine bakan çuhadar, ayakkabı ve çizmelerinden sorumlu rikabdar, iç çamaşırlarına bakan dülbend oğlanı da bu odanın mensubudurlar. Bunlar en yüksek rütbeli iç oğlanı idiler. 16. yüzyıla doğru sayıları 12'ye çıkmıştır.

Hazine Odası: Padişahın özel hazinesi, mücevherat ve değerli eşyasının muhafaza edildiği bu odada 60 kadar iç oğlan mevcuttu. Hazinedarbaşı denilen bu odanın amiri sarayın en nüfuzlu şahsiyetleri arasında gelirdi. Bu oda da Fatih tarafından teşkil olunmuştu.42

Kiler Odası: Fatih zamanında kurulmuş olan ve kilerci koğuşu da denilen bu bölüm ün amiri Kilerci başı idi. Kilerci koğuşunda 30 civarında iç oğlanı hizmet ve eğitim görüyordu. Bunların görevi padişahın ve hareminin her türlü yiyecek ve içecek ihtiyacını temin etmek, sofra hizmetlerine bakmaktı.

Seferli Odası: 4. Murad tarafından teşkil edilen bu odanın mensupları musikişinas, hanende, sazende, kemankeş, pehlivan, berber vs. olarak yetiştirilmiş iç oğlanlarından oluşuyordu. Sarayın dilsiz ve cüceleri de burada eğitim görürlerdi. Bu odanın amiri aynı zamanda büyük Oda’nın da amiri olan saray kethüdası idi. İç oğlanları, kendilerine gösterilen görev ve hizmetleri sıkı bir disiplin altında yaparlardı. Bu odalarda da tahsil ve terbiyeye devam edilirdi. Her odanın muhtelif dersler veren hocaları vardı. Bu odalar, hadım ağalarından bir ağanın idaresinde idi. Akağalar da denilen bu yüksek dereceli subayların vazifesi şu şekilde idi;

Hapı Ağası: Bütün sarayın amiri olan babüs-sa'ade ağası, çok nüfuzlu bir şahsiyet idi. Gazanfer Ağa: gibi bazı ağaların nüfuzu veziriazamları gölgede bırakabiliyordu Saray Kethüdası: Babüs-sa'ade ağasıdan sonra sarayın yetkili amiridir. Saray Kethüdası, büyük Oda’daki iç oğlanlarının müdürüdür.

Oda Kethüdası: Küçük Oda’daki iç oğlanlarının reisidir.

Has odabaşı: Has Oda’da padişahın şahsi hizmetleriyle görevli en yüksek rütbeli subaydı.

Kilercibaşı: Kiler Odası’nın amiri idi.

Saray ağası: Sarayın temizlik ve intizamından sorumlu idi.

Padişahın yakınında, şahsi hizmetlerinde bulunan bu iç oğlanları, her 5-7 senede bir, ya da yeni bir padişahın tahta geçmesi dolayısıyla saray dışındaki vazifelere tayin olunurlardı. Buna çıkma denirdi. Has oda, hazine ve diğer odalardaki iç oğlanları Birun'da; müteferrikalık, çaşnıgirlik hizmetlerine ya da altı bölük halkı denilen kapıkulu sipahi bölüklerine atanırlardı.43 Has odabaşı, silahdar, çuhadar gibi bu odaların subayları olanlar ise taşrada, sancakbeyliğine atanırlardı. Bu sırada yaşları 40'a yaklaşmış olurdu. Uç sancaklarında harp usullerini ve devlet idare sanatını öğrenen bu beylerin en kabiliyetlileri daha sonra beylerbeyi ve vezir olurlardı. Vezir rütbesini alanlar divan-ı hümayun üyesi olurlardı. En son rütbe ise veziriazamlıktı. Veziriazam, padişahın mutlak vekili olarak imparatorluğun ve ordunun başına geçerdi.

Kul sistemi ile padişah, sıkı bir elemeden ve uzun bir eğitim döneminden sonra, imparatorluğun idaresine en layık ve kendisine en sadık kişiyi getirebilmekteydi. Kul sistemi içerisinde yetişenlerden kırk beşi veziriazam olmuştur. Bu sistem sayesinde Gedik Ahmed Paşa, Makbul İbrahim Paşa, Sokullu Mehmed Paşa gibi deha çapında devlet adamları yetişebilmiştir.

Kul sistemi, devletin kuruluşundan beri varsa da, son şekliyle Fatih kurmuş ve geliştirmiştir. Kanuni, 4. Murad ve 3. Ahmed zamanlarında da esaslı değişiklikler yapılmıştır.44

Padişaha bağlı paralı yaya askerler olan yeniçeriler, tıpkı Hıristiyan keşişler gibi, mal-mülk sahibi olmaya, başka işlerle (tarım, ticaret, zanaat) uğraşmaya ve evlenmeye hakları yoktu. 1. Selim zamanında emekli yeniçerilere ve yeniçeri ağalarına evlenme izini verildi. Yani yeniçeriler, hayatlarını, padişahın emri altında ve tamamıyla padişaha tabi olarak askerlik hizmetine adıyorlardı. İster üst düzey yönetici ister yeniçeri olarak görev yapıyor olsun, devşirmelerin hepsi padişahın “mülkü” olarak kabul ediliyordu. Askerlik veya yöneticilik şeklinde verdikleri hizmetler karşılığında yüksek maaşlar alıyorlardı. Ama görevlerinde istifa edip başka bir işe yönelmek gibi hakları yoktu. Çok büyük bir çoğunluk Balkan Hıristiyan ailelerden geliyordu. Yani Balkanlar, Osmanlı Devleti’ne yönetici ve asker tedarik eden önemli bir havuz idi.

Osmanlı’nın Devlet olmaya başladığı daha o ilk dönemden itibaren uygulamaya koyduğu bu sistemin başlıca iki nedeni vardır. Bunlardan birincisini ünlü tarihçi Toynbee şu şekilde yazmıştır.

“… Bozkırda bir kır adamı olarak yaşamak zor, hayli beceri ister. Bu, düşman bir tabii çevre ile sürekli harp halidir ve tıpkı düşman bir insanla savaşırken gereken alışkanlıkları ve halet-i ruhiyeyi ister. Göçerler için sosyal birlik ve dayanışma, var olmanın vazgeçilmez bir şartıdır ve bu şart, bozkırların yetersiz ve çabucak bitiveren otlarından kendi yiyeceklerini temin ettikleri sürece, toplumun geçimini sağlayan ehli hayvanları da içine almaktadır. Lidere itaat, birbirine sadakat ve hayvanlarla ilgilenmek, çetin hayat şartlarının bir göçer topluluğundan istediği üç temel özelliktir. Hayvan yetiştirmek ve onlarla ilgilenmek, göçer mesleği olmakla birlikte, onların asıl becerisi, bazı hayvanları, topluluk ve sürülerine göz kulak olma konusunda kendilerine yardımcı-askeri deyimle astsubay- olarak yetiştirmekte ortaya çıkar. Bineklerinin ve köpeklerinin eğitimi, işlerinin önemli bir parçasıdır. Göçerler bozkırlardan yerleşik bölgelere atıldıkları zaman, ya almak, ya da ölmek zorundadırlar. Buraları aldıkları zaman ise, insanlara sürü muamelesi yaparlar ve aralarından seçtikleri bir azınlığı çoban köpekleri niyetine eğitirler. Sürüler, değerli canlı emtiadır. Emtia oldukları için esir sınıfına sokulurlar; değerli oldukları için de kendilerine bebek gibi dikkatle bakılır. Bu yüzden çoban, çoban köpeğinin yardımına muhtaçtır. Fakat çoban köpeği, eğitilmediği takdirde çobanın işine yaramayacaktır. Çoban köpeğinin yardımı o kadar önemlidir ki, onu en etkili bir seviyede kullanılır hale getirmek için hiçbir emek esirgenmez…”

Enderunlar, Osmanlı’nın çok dilli, çok dinli, çok milletli bir imparatorluk olmanın gereği olarak, bu farklı unsurları bir arada yaşatabilecek ortak tutum değer ve bugünün tanımı ile davranış geliştirme çabalarının önemli bir göstergesidir. Devlet bu kurumlar vasıtasıyla bir yandan çok kültürlü, farklı din, dil ve milletleri eğitim yoluyla asgari müştereklerde birleştirme çabası içinde, öte yandan tebaası arasında ayrım gözetmeksizin etkili bir eğitim imkânı vererek, devletin en üst organlarında görev almasını sağlamaktadır.

Devşirme kanununun ihlâli Yeniçeri Ocağı'nın bozulmasına sebep olmuştur. 16. yüzyıl sonlarından itibaren yeniçeri oğullarının "kuloğlu" adıyla kabul edilmesi, dışarıdan da "kul kardeşi" ve "ağa çırağı" adları altında kanuna aykırı olarak Yeniçeri Ocağı'na alımlar yapılması, devşirme işlerinin gevşemesine yol açmıştır. 45 17. yüzyılda, özellikle 4. Murad zamanında devşirme işi ıslah edilmeye çalışılmışsa da bu yüzyıl ortalarından itibaren artık devşirme pek yapılmamıştır. 18. yüzyıl başlarında ise sadece saray için 1000 kadar oğlanın devşirildiği anlaşılmıştır. 46


Yüklə 234,25 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin