Telif Eserleri



Yüklə 302,68 Kb.
səhifə4/7
tarix08.12.2017
ölçüsü302,68 Kb.
#34166
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7
Batılı Muhafazakarlar, mükemmelleşme uğraşısı veren insanın ve sınırlı erişim kapasitesiyle onun aklının, toplumun tabi olduğu yasaları bulmak ve dolayısıyla tarihten, dinden, gelenekten ve tecrübeden bağımsız olarak ideal bir toplumu oluşturmak için yeterli olmadığını, tersine insanın gerçek anlamını gelenek, aile ve din gibi toplumsal kurumların içinde bulduğunu kabul etmeyi savunmaktadır.
David Hume aklın Aydınlanmacı düşünürlerin elinde her şeyin kaynağı ve standardı olarak kabul edilmesini eleştirerek tecrübeyi önplana çıkarır. Tecrübe, içinde beşeri eylemin temeli olan gelenekleri, görenekleri, örf ve adetleri, önyargıları, alışkanlıkları, teamülleri, kısaca teorik aklın altından kalkamayacağı sosyal ve tarihsel pratikleri barındırır.86
Batılı Klasik Muhafazakarlara göre Aydınlanma çığırından çıkmış bir dönemdir. Bu dönemin aklın tek veri olarak kutsanması ve araçsal hale getirilmesi ciddi sorunlara sebep olmuştur. Muhafazakarlık, bütünüyle ve topyekün Aydınlanma-karşıtlığı olmaktan çok Aydınlanmanın radikalizmine ("aşırılıklarına") veya bir "yeni başlangıç yapma" düşüncesi olarak kendini milatlaştıran Aydınlanmacılığa karşıtlıktır.87
Madison’a88 göre de muhafazakarlığın kaynağını, tam ifadesini daha sonra Marksizm’de bulacak olan bu zihniyete karşı duyulan tepkide görmek mümkündür: "Modern muhafazakarlık kendi kendine yeten aklın gücüne duyulan bu sınırsız, küstahça güvene karşı doğrudan bir tepki olarak doğmuştu. (...) Gerçekte muhafazakarlık Aydınlanma akılcılığına ve onun, geleneğin kısıtlayıcı bağlarından kurtulmuş akıl üzerindeki vurgusuna karşı Romantik tepkinin bir parçası olarak görülebilir".
Batılı Dini Muhafazakarlık anlayışları kutsal olan adına Aydınlanmayı topyekün reddettiğinden dolayı, onun aklını da sofistike bir eleştiriye gerek görmeden kategorik olarak reddetmekte tereddüt etmemiştir. Maistre, Baurrel [Fransız yazar ve din adamı] ve Chateaubriand "karşı-devrimci" tezlerini daha çok kendi Hıristiyanlık anlayışlarına dayandırmışlardır. Hampson’un89 "aklın karşıtları" olarak tanımladığı de Maistre ile Papaz Baurrel’e göre asıl sorumlu dini reformdu.
Nietzsche, ahlaki ve siyasi değerler için bir temel oluşturma çabasında aklın kesin sınırlarını ifade etmiştir. Bu düşünüre göre, dinin yerine bilimsel aklı koyma çabası "aklın tiranlığı"na yol açmış, bu tiranlık insanın özgürlüğünü inkar ederek insanlığı nihilizme, tüm hakikatlerin, aklın kendi meşruluğunun bile inkarına götüren kendi kendini yıkıcı bir yola koymuştur. 90 Edmund Husserl ve Martin Heidegger, bilimin, aklın ve teknolojinin sınırlarına ulaştığını ilan etmişler, Thomas Kuhn ve Paul Feyerabend, bilimin değerlerden arınmış bir bilgi türü olmadığını, rasyonel bir yapısının bulunmadığını ve birçok başka bilgi türünden birisi olduğunu açıklamışlardır. Onların ardından gelen Richard Rorty, Jean-François Lyotard ve Michel Foucault gibi postmodernist düşünürler de modernlerin aklı etik, siyaset ve felsefe için bir temel olarak kullanmalarını eleştirerek91 modernizmin kendisini meşrulaştırmak için başvurduğu neredeyse tüm değerlerin, bu arada aydınlanmış aklın da geçerliliğini sorgulamışlardır.
Modern devletin gelişimiyle paralel olan bu süreçte ideal bir dünya veya ideal bir toplum hedefine ulaşmak için dünyayı yeniden kurma yetkisini akla tanıyan ve tekniğin silahlarıyla donanan bu düşünme biçimi, modern rasyonalizmin bir önceki aşamasıdır.
Hume, ahlakı ve toplumsal kurumları salt akıl temelinde eleştirmek isteyen aşırı soyut düşünme tarzına karşı toplumu savunmaya çalışmıştır. İster dinsel olsun, isterse de seküler, toplumu, nihai gerçekliğin bilgisi iddiası temelinde yeniden düzenlemeye çabalayan siyasal hareketlerden kuşku duymuştur.92
Hume’dan Hayek’e kadar uzanan ve anti-rasyonalizm olarak adlandırılan düşünce çizgisinin aklı tamamen dışladığı, yok saydığı veya aklın insan eylemleri ve ilişki sistemleriyle hiçbir alakasının olmadığını kabul ettiği sonucuna varılmamalıdır. Rasyonel olmak, rasyonalist olmak demek değildir; çünkü "bilimciliğin [scientism] bilimle, ahlakçılığın [moralism] ahlakla aynı şey olmaması gibi, rasyonalizm de rasyonellikle aynı şey değildir.93
Araçsal akılcılığa bir tepki olarak Batı’da Romantizm, Doğu’da ise Sufizm etkinlik kazanmıştır. Aydınlanmanın hor gördüğüne, küçümsediğine inanan düşünsel, edebi ve sanatsal bir akım olarak Romantizm, varolan dünyanın eleştirisi için zengin bir kaynağı işaret ediyordu.
Türkiye’de uzun zamanlar akılcılığın ihmal edildiği, mana ve duygunun daha önplanda tutulduğu düşünüldüğünde bu kültür coğrafyasında gelişen muhafazakarlığın akılcılığı gerekli görmesi ve önplana çıkarması da kaçınılmazdır. Akıl ile duygunun, mana ile maddenin sentez edilmesi zamanı doğru okumak için gereklidir. Türkiye muhafazakarlığının akılcılığın olumsuz bir kısım sonuçlarına yönelik Batılı muhafazakarlarca yapılan eleştirilere tamamen katılması sözkonusu değildir. Bu durumu bir tarih kesitinin yanlışlıklara varan bir uygulaması gibi görmek ve aklın kutsanmasının da, reddedilmesinin de yanlışlığını kabul etmek daha doğru olacaktır.
Türkiye’de olması gereken modern dönemin siyasal veya felsefi olarak tepki çeken boyutlarını dikkate alarak, ama yaşanılan toplumsal şartları da gözeterek modern bir muhafazakarlık anlayışı üretebilmektir. Bu açıdan Aydınlanmanın kendisini ve gerekliliğini değil, Fransız örneğinde ortaya çıkan olumsuzluklarını eleştiri konusu yapmak daha doğru olacaktır.
I. BÖLÜMÜN DİPNOTLARI
1. Andrew Heywood, Political Ideologies, Macmillan, Philip Allan, 1988, s. 6.
2. D. Robertson, Dictionary of Politics, Penguin, Suffolk, 1996, s. 65.
3. Stanley Parry, "Reason and Restoration of Tradition", What is Conservatism? (Ed. Frank S. Meyer), Intercollegiate Society of Individuals, (Holt, Rinehart and Winston New York Chicago San Fransisco), 1964, ss.107-132, s. 107.
4. Judith N. Shklar, After Utopia –The Decline of Political Faith-, Princeton University Press, Princeton, New Jersey, 2. Baskı (İlk Baskı 1957), 1969, s. 221.
5. Michael Oakeshott, "On Being Conservative", Ideologies of Politics, (eds. Anthony de Crespigny and Jeremy Cronin), Oxford University Press, London and New York, 1975, ss. 23-51, s. 21.
6. Soli Özel, "Bir Dönem Biterken", Görüş, Nisan-Mayıs 1997.
7. B. B. Özipek, Muhafazakar Düşünce Geleneğinde Akıl, Toplum Ve Siyaset, Doktora Tezi, Ankara, 2000.
8. Özipek, a.g.e.
9. Viereck, 1956, s. 12.
10. Robert Lindsay, Schuettinger, "Varieties of Conservatism (ii)", Swinton Journal, Autumn 1969, Vol. 15, No. 3, s. 23-31, s.23.
11. Anthony Giddens, Sağ ve Solun Ötesinde- Radikal Politikaların Geleceği, Çev: Müge Sözen, Sabir Yücesoy, İstanbul: Metis Yayınları, 2002, s. 30.
12. Giddens, a.g.e., s. 31.
13. A.g.e., s. 36.
14. Philippe Beneton, Muhafazakarlık, Çev: Cüneyt Akalın, İstanbul, İletişim Yayınları, 1991, s. 84.
15. John O’Sullivan, "The Direction of Conservatism", Swinton Journal, Vol. XVI, No. 1, Spring 1970, 31-36, s. 31.
16. Akyol, Taha, "Muhafazakar Sağ", Milliyet, 18.01.1999.
17. George H. Nash, Aktaran: John R. E. Bliese, "The Conservative Case for the Environment", The Intercollegiate Review, Vol. 32, No. 1, Fall 1996, ss. 28-36, s. 29.
18. Nuray Mert, İslam ve Demokrasi-Bir Kurt Masalı, İstanbul: İz Yayınları, 1998, s. 109.

19. Nigel Ashford, "New Labor’s Hidden Agenda", Libertarian Alliance, Political Notes, No. 136, London, 1997, s. 10.


20. Ömer Çaha, Dört Akım Dört Siyaset, İstanbul, Zaman Kitap, 2001, s. 124.
21. Jay A. Sigler, "Political Thought of Michael Oakeshott", New Individualist Review, Winter 1968, Vol. 5, No. 1, 17-22, s. 20.
22. Noël O’Sullivan, Conservatism, J.M. Dent & Sons Ltd, London, 1976, s. 12.
23. Roy C. Macridis, Contemporary Political Ideologies -Movements and Regimes-, Harper Collins Publishers, Dördüncü Basım, New York, 1992, s. 80.
24. Noël O’Sullivan, "Conservatism", Contemporary Political Ideologies (Eds. Roger Eatwell and Anthony Wright), Pinter Publishers, London, 1994, ss. 50-77, s. 53.
25. Oakeshott, 1975, a.g.e., s. 49.
26. Gleaves Whitney, "Seven Things You Should Know About Russell Kirk – The Origins of the Modern Conservative Movement in the U. S.", Vital Speeches of the Day, Vol. LXIII, No. 16, June 1997, ss. 507-511, s. 509.

27. William B. Smith, "No Truth, No Freedom", Crisis, Vol. II, No. 10, November 1993, ss. 28-31, 31.


28. Heywood, a.g.e., s. 64.
29. Orestes Brownson, "Liberalism and Progress", The Portable Conservative Reader, ed. Russell Kirk, Penguin Books (1982), New York, 1996, ss. 267-291, s. 276.
30. Beneton, a.g.e., s. 44.

31. Çaha, a.g.e., s. 109.


32. Mert, a.g.e., s. 109.
33. Özipek, a.g.e.
34. A.g.e.
35. W. J. Stankiewicz, In Search of A Political Philosophy: Ideologies at the Close of the Twentieth Century, Routledge, London and New York, 1993, s. 27.
36. Ahmet Helvacı, "Türk Siyasetinde Özensiz Kullanılan bir kavram: Muhafazakarlık", Düşünen Siyaset, Ekim 1999, s. 9, ss.21-30, s. 23.
37. Özipek, a.g.e.
38. Giddens, a.g.e., s. 38.

39. A.g.e., s. 41.


40. F. A. Hayek, Rules and Order, Londra Routledge, 1973, s. 47.
41. Helvacı, a.g.e., s. 26.
42. Süleyman Seyfi Öğün, "Türk Muhafazakarlığının Açık İkilemleri Üzerine", Doğu Batı, 1998, s. 3, s. 76.
43. Giddens, a.g.e., s. 43.
44. Mert, a.g.e., s. 44.
45. Giddens, a.g.e., s. 45.
46. George Santayana, Selected Writings of George Santayana, Norman Henfrey (ed.), Volume 2, Cambridge University Press, Cambridge, 1968, s. 72.
47. Beneton, a.g.e., s. 22.
48. Tanıl Bora, Türk Sağının Üç Hali: Milliyetçilik, Muhafazakarlık, İslamcılık, İstanbul, Birikim Yayınları, 1998, s. 58.
49. Edmund Burke, Reflections on the Revolution in France, Ed. Thomas H. D. Mahoney, Bobbs-Merrill, Indianapolis, Yedinci Basım, (Orijinal Basım 1790), New York, 1955, s. 8.
50. Whitney, a.g.e., s. 509.
51. Rhodes Boyson, "Why I am a Tory and not a Whig", Swinton Journal, October 1975, Vol. 21, No. 2, s. 5.
52. Whitney, a.g.e., s. 508.
53. Bora, a.g.e, s. 54.
54. Ahmet İnsel, 1999.
55. Beneton, a.g.e., s. 15.
56. A.g.e., s. 16.
57. A.g.e., s. 31.
58. Burke, a.g.e., s. 110.
59. Helvacı, a.g.e., s. 23.
60. Stankiewitz, a.g.e., s. 19.
61. Andrew Vincent, Modern Political Ideologies, Blackwell, Oxford and Cambridge, 1992, s. 61.
62. Alan Bloom, The Closing of the American Mind. New York, Simon and Schuster, 1988, s. 87.

63. Giddens, a.g.e., s. 31.

64. A.g.e., s. 38.
65. Thomas Fleming, "The Facts of Life", Chronicles, Vol. 14, No. 10, October 1990, ss. 12-15, s. 13.

66. Martin Jay, Diyalektik İmgelem -Frankfurt Okulu ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü Tarihi 1923-1950-, (Çev. Ü.Oskay), Ara Yayıncılık, İstanbul, 1989, s. 201.

67. Giddens, a.g.e., s. 42.

68. A.g.e., s. 44.

69. A.g.e., s. 34.

70. Heywood, a.g.e., s. 59.

71. Giddens, a.g.e., s. 52.

72. Michael Oakeshott, Rationalism in Politics and Other Essays, Liberty Press, London, 1991, s. 36.


73. Kenneth, Minogue, "Conservatism", Political Science and Political Theory, (ed. Jessica Kuper), Routledge & Keagan Paul, London, 1987, ss. 33-36, s. 33.
74. M.G. Roskin, Cord, R.L., Medeiros, J.A. ve Jones, W.S., Political Science, Prentice-Hall, New Jersey, 1988, s. 106.
75. Irving Kristol, Reflections of a Neo_conservative, New York, Basic, 1983, s. Xii.

76. Giddens, a.g.e., s. 36.

77. Mustafa Armağan, Gelenek, İstanbul, s. 49.

78. Ferhat Kentel, "Dinin Anlamı, Anlamları Ya Da Yeniden Rüyayı Doğru", Bilgi ve Hikmet Dergisi, Kış 1993, s. 53.

79. Charles Taylor, Modernliğin Sıkıntıları, Çev: Uğur Canbilen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1995, s. 10.

80. Marshall Berman, Katı Olan Herşey Buharlaşıyor, İstanbul, İletişim Yayınları, 1994, s. 28.

81. Kentel, a.g.e., s. 56.

82. Berman, a.g.e., s. 123.

83. A.g.e., s. 163.

84. Armağan, a.g.e., s. 48.

85. Alain Touraine, Demokrasi Nedir, Çev: Olcay Kunal, İstanbul: 3. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, 2002, s. 14.

86. Çaha, a.g.e., s. 106.

87. Bora, a.g.e., s. 56.

88. Gary Brent Madison, The Logic of Liberty, Greenwood Press, New York (Westpoint, Connecticut and London), 1986,s. 63.

89. Norman Hampson, Aydınlanma Çağı, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1991, s. 172.

90. Donald G. Tannenbaum ve David Schultz, Inventors of Ideas: An Introduction to Western Political Philosophy, St. Martin’s Press, New York, 1998, s. 270.

91. A.g.e., s. 274.

92. Virginia L. Muller, The Idea of Perfectibility, University Press of America, Lanham ve Londra, 1985, s. 35.



  1. Hanna Fenichel Pitkin, "The Roots of Conservatism-Michael Oakeshott and the Denial of Politics", The New Conservatives- A Critique from the Left, Ed. Lewis A. Coser & Irvıng Howe, Quadrangle/The new York Times Book Co., NewYork, 1974, ss. 243-288, s. 246

II. BÖLÜM


DEMOKRASİ

KÜRESELLEŞEN DÜNYADA SİYASET


Küreselleşme, eski ve geleneksel yapıları derinden dönüştüren bir faktör olarak rol oynamaktadır. Bu durum bir çok alanda "yeni konseptler"in ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Sözkonusu konseptler "evrensel dominant değerler" şeklinde de ifade edilebilir. Dominant olan, artık sabite durumuna gelmiş ve neredeyse herkesçe kabul edilmesi kaçınılmaz olandır. Bunun yanında küreselleşme sadece gezegen ölçeğinde dominant değerleri öne çıkarmakla kalmıyor, paradoksal bir şekilde "yerel ve yörelesel olan"ı da önemli kılıyor.
Bu, başlangıçta monolotik bir siyasi kategori oluşturma, türdeş bir toplum inşa etme misyonuyla ortaya çıkan merkezi, müdahaleci ve dönüştürücü otoriter ulus devletlerin emredici siyasetlerine karşı bir tepki olarak tezahür etmektedir. Doğadaki çeşitlilik ve farklılık kadar, sosyal hayatta da çeşitlilik ve farklılık esas olduğundan, zamanla bu yapılandırma, etnisiteler, dinler ve kültürel gruplar için bunaltıcı bir atmosfere dönüşme gibi sonuçlar doğurmuştur. Sovyet Sistemi'nin çökmesinden sonra bütün dünyada ve eş zamanlı olarak etnik ve dini kimlikler alanında adeta bir patlama yaşanmıştır.
Bu bağlamda demokrasilerin kültürel ve toplumsal çoğulculuğa önem vermesi; azınlık haklarının anayasaların güvencesi altına alınması, önem kazanmaktadır. Yeni küresel konsept, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, çoğulculuğun içselleştirilmesi, azınlıkların temsili ve korunması gibi yeni parametrelerin kabulünü gerektirmektedir. Küreselleşme bu sürece katılmayı kabul eden ülkelerin iç hukuklarını bu standartlara göre düzenlenmesi zaruretini öngörmektedir.
Bu gelişme üç önemli alanda gezegen ölçeğinde köklü bir kültürel değişme geçirmekte olunduğunu gösteriyor. Bu üç alan da "hukuk", "siyaset" ve "ekonomi"dir.
Yeni bir "uluslarüstü" konsept olarak "evrensel bir hukuk telakkisi" öne çıkmaktadır. Fransız İhtilali'nden BM Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi'ne, oradan AGİK, Paris Şartı ve bugün AB'nin temel dayanaklarını teşkil eden hukuki metinlere kadar bir dizi düzenleme, bağımsız devletler tarafından kabul edilmekte, sözleşmelerin altına devlet yetkilileri imza atmaktadırlar. Bu hukuki metinlerin deyim yerindeyse ruhunu teşkil eden ana hususlar, bireyin devlet karşısında korunması, yapabilir kılınması; sivil inisiyatiflerin arttırılması, sivil grup ve organizasyonların güçlü ve belirleyici aktör kabul edilmesi; azınlık haklarının anayasaların güvencesi altında olması; siyasi katılım kanallarının açılması; dini ve etnik grupların kendilerini temsil ve ifade etme hürriyetlerinin korunup geliştirilmesidir.
Bütün bunların çoğulcu demokrasiyle gerçekleşebileceği açıktır.
Bu yeni küresel konseptin üçüncü önemli ayağı serbest piyasa ekonomisidir. Serbest piyasa ekonomosinden anlaşılan şey, merkezi yönetimlerin ekonomik kaynaklar ve kredi piyasası üzerindeki denetimlerinin mümkün ölçülerde asgariye indirilmesi; yeni sosyal güçlerin kendi performanslarıyla üretime katılmasının önündeki engellerin kalkması ve bütün dünyada serbest piyasa kurallarına uygun olarak mal ve hizmet mübadelesinin sağlanmasıdır.
Küreselleşme karşılıklı bağımlılığı öne çıkarmakta ve buna dayalı olarak uluslarüstü yeni siyasi, ekonomik ve hukuki değerleri dominant hale getirip herkesten bunların kabulünü istemektedir. Bunlar da çoğulcu demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, kimliklerin ifade özgürlüğüne ve görünürlüğüne uygun yeni bir kamusallık ve serbest piyasa ekonomisidir.
Çoğulcu demokrasi, serbest piyasa ekonomisi ve temel insan haklarının korunmasının merkezi-ulus devletlere getirdikleri maliyet, başta iç-hukuk olmak üzere, diğer siyasi, idari ve toplumsal yapıların yeni uluslararası standartlara göre yeniden düzenlenmesini gerekli kılan durumdur.

BİR YÖNETİM BİÇİMİ OLARAK DEMOKRASİ


Demokrasi bir temsil mekanizması ve yönetim biçimidir. Demos halk, kratos yönetmek demektir, yani halk yönetimi, halk iktidarı anlamındadır. Kabaca demokrasi halkın halk tarafından halk için yönetimi olarak tanımlanmıştır. Demokrasi, bütün halkın temel kamu politikalarının belirlenmesine negatif veya pozitif şekilde katıldığı veya katılma hakkının olduğu siyasi sistemin adıdır.1 Burada halk değişik inanç, görüş, zevk, çıkar ve kanaatleri taşıyan insanlar ve insan gruplarının gayet gevşek, amorf halindeki bir bileşimi2 olarak tanımlanmaktadır.
Demokrasi bir yandan çıkarların temsili için bir araçtır, diğer yandan tartışmalı konuların yerleşik iktidar biçimlerinden çok diyalog aracılığıyla çözülebildiği ya da en azından ele alınabildiği kamusal bir alan ortaya koymanın yoludur.3
Demokrasi bir dünya görüşü veya bir ideoloji değildir. Liberalizm bir yumuşak ideoloji veya açık uçlu bir fikir sistemiyken, demokrasi bir siyasi yönetim biçimidir. Sosyal demokrasi bir ideolojik yaklaşım, demokrasi ise bir ortak siyasi karar alma yönetimidir. Bir muhafazakar, sosyal demokrattan daha demokrat olabilir. Demokrasi bir yaşam biçimi değil, farklı amaç ve değer skalalarına göre şekillendirilmiş, değişik hatta zıt hayat tarzlarının barış içinde birarada yaşamasına zemin hazırlayan bir yöntemdir.4
Demokrasiyi sadece kuru bir mekanizma olarak görmek de yanlış olacaktır. Demokrasi aynı zamanda bir kültür’dür. Hayatın farklı alanlarında demokratik kültürün etkisini görmek mümkündür. İdeal bir demokratik yönetim için bu kültürün toplumsal tabana yayılması ve alışkanlık haline gelmesi gerekir.

Demokrasi ilk olarak Antik Yunan’da Atina’da uygulanmış, daha sonra Aydınlanma’yla birlikte 19. yüzyılda Avrupa’da uygulanmaya başlanmıştır. Ancak bu uygulama bugünkü anlam ve şekilde değildir. İngiltere’de 1832 ve 1867 yıllarındaki seçim yasasında sadece mülk sahibi olanlar oy kullanma hakkını elde etmişlerdir. Kadınlar ve sair insanlar oy kullanamamıştır. 1884 yılında bu hak üniversite mezunlarına, 1918 yılında 21 yaş üzeri erkeklere ve 30 yaş üstündeki kadınlara, 1928 yılında ise 21 yaş üstü kadınlara oy kullanma hakkı verilmiştir.


1828 Amerikan seçimlerinde beyaz erkeklerin yüzde 50’si oy kullanmıştır. Huntington’a göre ilk demokrasi dalgası 1828-1926 arası yaşanmıştır. 1922 Mussolini iktidarıyla ters dalga olmuş; ikinci dalga 1943-1962 yıllarında, üçüncü dalga ise 1974 sonrası olmuştur. Francis Fukuyama tarihin sonu derken ortodoks demokrasiden bahsediyordu. Demokrasi kesinlikle insanlığın elde edebileceği en iyi politik sistem olarak görüldüğü için bugün evrensel olarak popüler hale gelmiştir, çünkü diğer sistemler başarısız bulunmuştur.5
Türkiye’de çok partili hayata geçilmesiyle birlikte yapılan 1946 seçimleri demokrasi açısından dönem noktasıdır.

Demokrasinin iki ayağı vardır: Halkı özgürleştirmek ve halkı yetkilendirmek...


Klasik demokrasilerde partiler, seçim, meclis gibi kurumlar önplandaydı. Bugün ise çoğulculuk, insan hakları, özgürlükler, tolerans ve uzlaşı gibi kavram ve değerler önplana çıkmaktadır. Demokrasiler çoğunluğun iktidarından çok, azınlığın iradesini gerçekleştirip gerçekleştirememelerine göre başarılı sayılmaktadır.
Özgürlük sadece demokrasiyi mümkün kılan bir değer değil, aynı zamanda toplumsal düzenin ve sorumlulukların ahlaki ve hukuki çerçevede işlemesini de temin eden bir değer ve ilkedir.6
Düzenli seçimler, evrensel oy, vicdan özgürlüğü ve iktidara aday olma ya da politik birlikler kurma hakkıyla nitelenen bir yönetim biçimidir demokrasi.7
Demokratik sistemlerin temel özellikleri şöyle sıralanabilir:

• Rekabet halinde çok partili sistem vardır.

• Vatandaşın birden çok aday arasından hür ve adil şekilde tercih yapabilmektedir.

• Muhalefettekilerin iktidarı elde etme ve iktidara katılma şansları meşru şekilde bulunmaktadır.

• Adil seçim, eşit kampanya imkanı, adil oylama ve oyların dürüstçe tasnifi sözkonusudur.

• İktidar seçilmişlerin elindedir.

• Güçlü ve etkin muhalefet vardır ve eleştirme-karşı çıkma hakkına sahiptir.

• Halk askerlerin, dış güçlerin, totaliter partilerin, dini yapıların, ekonomik oligarşilerin ve güç odaklarının etkisi altında değildir.

• Kültürel, etnik, dini ve diğer azınlık gruplarının makul ölçüde özerklikleri, karar alma mekanizmalarına katılma imkanları bulunmaktadır.

• Sivil özgürlükler bulunmaktadır. (İfade ve inanç özgürlüğü, örgütlenme, gösteri ve tartışma özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü temel hakların varlığı)

• Seçme ve seçilme hakkı en genel anlamda tanınmıştır.

Milli gelir yüksektir, ekonomi istikrarlıdır.

• Endüstrileşmiş ve şehirleşmiş ülkelerdir.

• Piyasa ekonomisi ve nispeten eşit gelir dağılımı vardır.

• Güçlü ara gruplar ve sivil topluma sahiptir.

• Yüksek Eğitim seviyesi vardır.


Robert A. Dahl’ın bir siyasal toplumda bireylerin temel politikaların belirlenmesinde siyasal bakımdan eşit değerde olmaları için kabul edilmesi gerektiğini belirttiği esaslar şunlardır:8

• Toplum üyelerinin, temel siyasaların ne olması gerektiği konusundaki görüşlerini açıklayabilmek için eşit ve etkin imkanlara sahip olmaları,

• Temel kararların ne olacağının belirlenmesinde her üyenin oy vermek için eşit ve etkin hakkı olması ve bütün oyların eşit değerde sayılması,

• Her üyenin bilgi edinmek için eşit ve etkin imkanı olması,

• Üyelerin siyasal gündemi belirleme, gündeme konulacak maddeleri kontrol etme ve gündemde hangi konuların olacağına karar verme hakları olması,

• Bu kriterlerde ortaya konan haklara ülkedeki bütün yetişkin vatandaşların sahip olmaları.


Homojen toplumlarda çoğunlukçu model, heterojen toplumlarda çoğulcu model görülebilmektedir. Modern dönemin liberal demokrasisi uzlaşmaya dayalı bir temsili demokrasidir.
Modern toplumların devlet/parti/sınıf bağlamında geliştirilmiş politikaları bütünleştirici, birleştirici, belli bir merkezden hareket eden ve sorunlara global çözümler bulmaya çalışan siyasal söylemler idi. Katılımcı demokraside farklılıklara saygı ve tanıma önplandadır. Klasik liberal demokrasi kavramı yerini radikal demokrasi kavramına terketmekte; çoğulcu siyaset anlayışı ve farklılıkların meşruluğunu savunan kimlik politikaları gündeme gelmektedir. Uzlaşma bir özellikte erime, türdeş hale gelme şeklindeydi. Şimdi ise uzlaşma birbirini olduğu gibi tolere etme anlamındadır.
Demokrasi kime ortak kararlar alma yetkisinin verileceğini ve yetkiyi alanın hangi prosedürlerle söz konusu kararları alacağını belirleyen bir kurallar bütünü ve bir yönetim biçiminin kararlara doğrudan ya da dolaylı olarak katılan kişilerin sayısı en üst düzeyde olması şeklinde de açıklanmaktadır.9
Demokratik yönetim biçimi en çok sayıda bireye en büyük özgürlüğü veren, olası en büyük çeşitliliği tanıyan ve koruyan siyasal yaşam biçimi olarak görülmektedir.10
Demokrasinin varolma koşulu sadece siyasal eşitlik, tüm yurttaşlara aynı hakların verilmesi değildir, demokrasi aynı zamanda toplumsal eşitsizlikleri ahlaksal haklar adına dengelemek üzere bir araçtır. Ronald Dworkin’e11 göre siyasal eşitlik siyasal bir topluluğun en zayıf üyelerinin, hükümetlerinden en güçlü üyelerin, kendileri için sağladıkları ilgi ve saygıya eşit bir ilgi ve saygı görme hakkına sahip olduklarını varsayar, öyle ki, eğer kimi bireyler, ortak çıkar üzerindeki etkileri ne olursa olsun birtakım kararlar alma özgürlüğüne sahipse, tüm bireyler aynı özgürlüğe sahip olmalıdır.

Yüklə 302,68 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin