Toplumsal sistem gerçekliĞİ



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə118/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   114   115   116   117   118   119   120   121   ...   133

DUVARLAR NASIL YIKILDI


Thomas Friedman, “Küreselleşmenin Geleceği”, harika bir kitap! Amerikan gözüyle küreselleşme olayını harika birşekilde anlatıyor; önce onu dinleyelim:

„Berlin Duvarı sadece Berlin’de yıkılmamıştır. Bu duvar Batı’da ve Doğu’da, Kuzey’de ve Güney’de her yerde birden yıkılmıştır..Çünkü aslında, bunun kadar elle tutulur olmayan benzer duvarlar dünyanın her yanında vardı”..

„Böylece çok önemli bir soru öne çıkıyor: Duvarlar neden yıkıldı? Bu soruya cevap vermem gerekseydi ben şöyle başlardım: Soğuk savaş döneminin dünyası, tel örgüler, duvarlar, hendekler ve çıkmaz sokaklarla örülerek parsellere ayrılmış geniş bir düzlük gibiydi. Bu dünyada önünüze bir Berlin Duvarı, bir Demirperde, bir Varşova Paktı, birilerinin korumacı gümrük tarifeleri yahut sermaye denetimleri çıkmadan fazla yol alamaz, fazla hızlı gidemezdiniz. Ve bu tel örgü ve duvarların arkasında ülkeler, içine saklanıp kendi benzersiz hayat biçimlerini, siyasetlerini, ekonomilerini ve kültürlerini koruyacak pek çok şey bulabilirlerdi. Birinci Dünya, İkinci Dünya ya da Üçüncü Dünya içinde olabilirlerdi. Politik sistemleri de biribirlerinden çok farklı olabilirdi- demokrasiden diktatörlüğe, aydınlanmış otoriteryanizmden monarşiye ve totalitarizme kadar. Aradaki farklılıklar keskin bir düzeyde kalabilir, hatta taban tabana zıt olabilirdi; çünkü bunları koruyacak bol miktarda duvar vardı ve bu duvarları aşmak kolay değildi”..

„Bütün bu duvarları yıkıp geçen üç temel değişim oldu-iletişim kurma, yatırım yapma ve dünyadan haber alma yöntemlerimizdeki değişimler. Soğuk Savaş sırasında dünyaya gelip kuluçka dönemine giren bu değişimler 1980’lerin sonlarında ciddi bir ağırlık kazandı ve Soğuk Savaş sisteminin bütün duvarlarını yerle bir etmeye, dünyayı tek, bütünleşmiş, açık bir düzlüğe dönüştürmeye yetecek güçte bir kasırga oluşturdu. Her geçen gün yeni duvarların yıkıldığı ve yeni ülkelerin bütüne katıldığı bu düzlük günümüzde durmadan genişliyor, hızlanıyor ve açılıyor. Bu yüzden bugün artık Birinci Dünya, İkinci Dünya ve Üçüncü Dünya diye birşey yok. Bugün sadece Hızlı Dünya (her tarafı açık düzlüğün dünyası) ve Yavaş Dünya (yarı yolda gücü tükenenlerin, ya da Hızlı Dünya’yı fazla hızlı, fazla korkutucu, fazla homojenleştirici veya fazla dayatıcı buldukları için duvarlarla ayrılmış kendi yapay ovalarında yaşamayı seçenlerin dünyası) var. Şimdi buraya nasıl gelindiğine bakalım”..

„ABD Hazine Bakanı Larry Summers’ın sık sık anlattığı bir hikâye vardır. 1988’de, Michael Dukakis’in başkanlık kampanyasında çalışırken, Dukakis adına bir konuşma yapmak üzere Şikago’ya gönderilir. Şikago’ya gittiğinde, Dukakis’in kampanya görevlileri ona içinde telefonu olan bir araba tahsis ederler. „1988 yılında, arabamda bir telefon bulunması bana o kadar heyecan verici göründü ki“ diyor Summers, „bu telefonla karımı arayıp ona telefonlu bir arabanın içinde olduğumu haber verdim.“ Summers dokuz yıl sonra, 1997’de Hazine’yle ilgili bir iş için Batı Afrika’ya, Fildişi Sahili’ne gider. Resmi ziyaretinin bir parçası olarak, başkent Abidjyan’ın yakınındaki bir köyde yürütülen Amerikan destekli bir sağlık projesinin açılışını yapması gerekir. İlk içilebilir su kuyusunu açmakta olan köye ancak oyma kanolarla ulaşılabilmektedir. Amerika’dan gelen bu önemli ziyaretçi, köylüler tarafından fahri Afrika reisi ilân edilir ve Afrika giysilerine büründürülür. Ama Summers’in hafızasında en çok yer eden şey, köyden ayrılmak üzere yeniden oyma kanoya bindiğinde, Fildişi Sahil’li bir görevlinin ona bir cep telefonu uzatarak „Washington’dan size bir şey soruyorlar“ demesidir. Dokuz yıl içinde Summers Şikago’daki arabasında bir telefon olmasını heyecan verici bulduğu günlerden Abidjan’daki oyma kanosunda bir telefon olmasını normal karşıladığı günlere gelmiştir.”.

„Summers’ın telefon maceralarını, Soğuk Savaş sırasında ortaya çıkan ilk ve en önemli değişime borçluyuz-birbirimizle iletişim kurma yöntemimizdeki değişim. Ben bu değişime teknolojinin demokratikleşmesi diyorum. Her gün daha çok insanın, sayısı her gün artan ev bilgisayarları, modemler, cep telefonları, kablolu sistemler ve internet bağlantıları aracılığıyla her zamankinden daha uzağa, daha çok sayıda ülkeye, daha hızlı, daha derinden, daha ucuza ulaşabilmesini sağlayan şey de bu değişim.. Teknolojinin demokratikleşmesi, bilgisayarlaşma, telekomünikasyon teknolojileri, minyatürleşme, sıkıştırma teknolojisi ve digitalleşme gibi çeşitli yeniliklerin 1980’lerde bir araya gelmesinin sonucudur..Matbaa hepimizi okuyucu yapmıştı. Televizyon hepimizi izleyici yaptı. Fotokopi teknolojisi hepimizi yayıncı yaptı. Digitalleşme ise hepimizi radyocu-televizyoncu yaptı..Artık hepimiz birbirimizin penceresinden içeriye bakabiliyoruz. Bu yüzden insanlar, komşularındakinden daha düşük bir yaşam standardını kabul etmede eskisinden daha gönülsüz. Küreselleşme, dünyayı küçük boya indirmekle, herkesin başkalarına göre ne kadar önde ya da geride olduğunu görmesini sağlıyor.“[20]

Friedman’ın mükemmel bir şekilde dile getirdiği bu süreci şöyle özetleyebiliriz: Evet, Soğuk Savaş dünyasının oluşturduğu duvarları yıkan, genel olarak üretici güçlerin kapitalist sistem içindeki gelişimi olmuştur; ama özel olarak, duvarlara öldürücü darbeleri vuran, üretici güçlerdeki bu gelişmeleri herkesin gözünün içine sokan da, informasyon işleme teknoloji-sindeki gelişmelerdir. Bu nedenle, duvarları yıkan, dünyayı küçük bir köy haline getiren, dünyanın hangi köşesinde yer almış olurlarsa olsunlar, bütün insanların biribirlerinin durumundan haberdar olabilmelerini sağlayan en önemli etken informasyon işleme teknolojisindeki gelişmelerdir diyebiliriz.

Bu nokta çok önemli. Bugün, „nedir bu informasyon işleme teknolojisindeki gelişmeler“ diyecek olsak, bu soruya herkes bir şekilde cevap verebilir. Ama, „nereden ve nasıl çıktı bu gelişmeler“ sorusuna cevap verebilecek insan sayısı herhalde çok azdır!

„İnformasyon işleme teknolojisi“ndeki gelişmeler, İnformasyon İşleme Teorisinin (biliminin) doğuşunun ve gelişiminin bir sonucudur. Eğer bu alandaki teorik gelişmeler olmasaydı, bunun pratiğe uygulanması demek olan „teknolojik gelişme“ de olmazdı. İnformasyon İşleme Teorisi ise, Sistem Teorisiyle birlikte gelişmiştir, gelişmektedir. Ama her ikisinin de yolunu açan esas önemli gelişme, hiç şüphesiz ki, 1927’lerde Bohr ve Heisenberg’in geliştirdikleri Kuantum Teorisi olmuştur. Kuantum Teorisi’yle Sistem Teorisi ve İnformasyon İşleme Teorisi arasındaki bağlantıyı kurabilmek, işin özünü kavrayabilmek açısından çok önemlidir. Sistem Teorisi olmadan İnformasyon İşleme Teorisi de olmaz. Çünkü, İnformasyon İşleme Teorisinin özünü, bir sistemin „dışardan” gelen informasyonu kendi içinde sahip olduğu bilgiyle işleyerek bir çıktı-output oluşturabilmesi oluşturur [1,2,3,4]. Ama, bir sistemin, dışardan gelen informasyonu işleyen, çevreden bağımsız “potansiyel varlığı” sorununu tartışma alanına açan da Kuantum Teorisi olmuştur. Buna göre, ne öyle informasyonun geldiği kaynaktan-çevreden bağımsız, objektif-mutlak bir realite vardır, ne de, informasyonu işledikten sonra da mutlak gerçeklik halinde varlığını sürdüren bir sistem! Bütün mesele, sistem gerçekliği olarak izafi varoluşun özü, esası, informasyonun işlenme sürecinde yatıyor. Bütün sistemler, bütün nesneler, karşılıklı etkileşme, yani biribirlerinden gelen informasyonu işleme, bunu bir çıktı-cevap haline getirme süreci esnasında, bu işi yaparken, yaptıkları için vardırlar. İşte, informasyon işleme teknolojisi ve Yapay Zekâ, bu evrensel oluşum mekanizmasının günlük hayatımıza, mekanik dünyaya uygulanmasından başka birşey değildir.

Kapitalistler azami kâr peşinde koştukları için, hiç ötesini düşünmeden, yani bu işin ucu nereye gider hesabını yapmadan, Kuantum Teorisindeki, Sistem Teorisindeki ve İnformasyon İşleme Teorisindeki gelişmelerden hemen kendi çıkarları için yararlanma yolunu seçtiler. “Teknolojik gelişmeler”de bunun sonucu oldu. Peki sosyalist sistem neden üretemedi bu teknolojiyi, çok zor olduğu için mi! Aya gitmeyi başarıyorlardı, o kadar nükleer silâh üretmeyi başarıyorlardı da neden informasyon teknolojisi alanında geri kaldılar? Geri kaldılar, çünkü Kuantum Teorisinden başlayarak, Sistem Teorisine ve İnformasyon Teorisine kadar bilimsel gelişmelere, kendi dünya görüşlerine uymuyor gerekçesiyle uzak kaldılar. Evet, kapitalist dünya görüşü de mekaniktir-materyalisttir, kapitalistler de işin özüyle uğraşmayı pek sevmezler, ama onlar faydacıdırlar! “Sosyalistlerden” farklı olarak onların gelişmeyi, ilerlemeyi desteklemelerinin altında yatan da budur. “Kapitalistler, birgün boğazlarına geçecek olduğunu bilseler de, gene de o ip’in üretimini yapmaktan çekinmezler”! Çünkü, o an yaptıkları o iş onlara para kazandırmaktadır. Ama “sosyalistler”, bir düşüncenin doğru olduğunu görseler, onu hayatın içinde yaşasalar da, gene de, eğer o kafalarındaki programa (“dünya görüşüne”) uymuyorsa imkânı yok onu “kabul edemezler”! Bu bir kimlik sorunudur onlar için, varoluş sorunudur..

Peki, sadece “informasyon teknolojisindeki” gelişmeler mi yıkmıştır duvarları? Duvarları yıkan aynı zamanda teknolojinin demokratikleşmesidir de. Eskiden, tekelci kapitalizm çağında bilgiye sahip olan tekeller, teknolojinin de mutlak sahibi olarak kalırlardı. Ama bu yeni dönemde, serbest rekabetçi işletme sistemi sayesinde bilgi olduğu kadar teknoloji de demokratikleşmişti. Artık herkesin aynı bilgiye, aynı teknolojiye ulaşabilmesi anlamına geliyordu bu da. Sosyalist sistemin etrafını çeviren kalın duvarlar elektromagnetik dalgalar için bir engel değildi artık. İşte duvarları yıkan ve dünyayı şeffaflaştıran bu oldu.


Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   114   115   116   117   118   119   120   121   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin