Toplumsal sistem gerçekliĞİ


“ÜRETİM ARACI OLARAK VAR OLMAK” DEMEK NE DEMEKTİR?



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə35/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   133

“ÜRETİM ARACI OLARAK VAR OLMAK” DEMEK NE DEMEKTİR?

Şimdi, konuya doğru bir adım daha yaklaşıyoruz! Elimizde bir çekiç var ve bununla bir tahtaya çivi çakmakla meşgulüz. Elimiz bizim bir organımız bu açık. Yani, bir sistem olarak organizmamızın motor sistemine bağlı bir alt sistem. Peki ya çekiç? Çekiç ise bir alet. Üretim süreci içinde olduğumuz zaman da “üretim aracı” diyoruz buna. Tahtaya çiviyi çakarken “ben” bir amacı gerçekleştirmekle meşgulüm. Yani bir iş yapıyorum, birşey üretiyorum. Üretmek istediğim şeye ilişkin kafamda oluşan nöronal üretim modelini, organizmama bağlı motor sistem aracılığıyla gerçekleştiriyorum. Ve bu arada da kullandığım üretim aracı için diyorum ki, “benim çekicim”. Çünkü bu işlem esnasında çekiç benim için, benim kolumun-elimin bir uzantısı durumundadır. Gerçekte ise, çekiç benim organizmamın dışında bir objeden başka birşey değil. Çekicin durumu aynen ipe bağlı taş örneğindeki taşa benziyor. Her ikisi de benim uyguladığım kuvvete tabi olarak-bana bağlı olarak hareket eden bir alet durumundalar. İşte bir köleyle köle sahibi arasındaki ilişki de böyledir. Benim kolum da bana, benim organizmama bağlı bir unsur, ama kolum hiçbir zaman çekiç gibi bir obje değil benim için! O, bir sistem olarak “beni” oluşturan unsurlardan biridir. Bana bağlı motor sistemin bir parçasıdır, bir üretici güçtür. Ama çekiç öyle değil.


Köle, her iki taraf açısından da, bir üretim aracı, “elimde tuttuğum çekiç gibi birşey” olarak görülüyor dedik! Yani, sistemin içindeki bir element-bir insan olarak görülmüyor!36 İpe bağlı taş örneğinde olduğu gibi, sürekli bir kuvvete tabi olarak hareket eden bir obje köle. Bu yüzden de, üretim süreci içinde bir üretici güç olarak değil, bir alet olarak yer alıyor, üretirken kendi varlığını da üretemiyor. Bu nokta çok önemlidir.

ÜRETİRKEN SADECE VARLIĞIMIZI ÜRETMEYİZ, GELİŞİRİZ DE


Bütün doğal sistemler gibi toplum da, üretim süreci içinde kendi maddi varlığını üretirken, aynı zamanda, bir durumdan daha ileri bir duruma geçerek, kendi neslini de üretir, gelişir. Yani, üretici güçler adını verdiğimiz toplumsal sistemin temel unsurları olan insanlar, bir yandan maddi var oluş şartlarını üretirlerken, diğer yandan da, hem bireyler olarak, hem de toplumsal olarak kendi nesillerini üreterek gelişirler. Daha önceden ürettikleri bilgileri yeniden üreterek maddi varlıklarını üretmeye çalışırlarken, bu arada yeni bilgileri de üretirler ve bunları da üretim faaliyetinde kullanarak toplumsal gelişme basamaklarının daha üst düzeylerine çıkarlar.


Hayvanları ehlileştirmeyi öğrendikten sonra çobanlık yaparak kendini üreten bir toplumu düşünelim. Bu insanlar bir yandan o anın gereğini yerine getirmeye çalışırlarken, aynı anda, yaşam koşullarının zorlamasıyla, tarımsal faaliyete ilişkin bilgilere de sahip olurlar ve sonra bu bilgileri de üretim süreci içinde uygulayarak bir üst düzeye, barbarlığın yukarı aşamasına geçerler. Pratik olarak çobanlık yaparak maddi varlığını üreten bir toplumun, süreç içinde çiftçi haline gelerek bir üst basamağa çıkması olayıdır bu. Bu arada üretim araçlarının da gelişmesi, üretici güçlerdeki (insandaki) bu gelişmenin tabii sonucu olur. Zaten tarımsal üretime ilişkin bilgiler oluşurken, bu üretimin nasıl yapılacağına dair bilgiler de bununla birlikte oluşmaktadır.
Bütün mesele sistemin kendi kendini üretip üretemediğinde yatmaktadır. Çevreden alınan madde-enerji-informasyon sistemin içindeki bilgiyle işlenerek bir üretim modeli oluşturulabiliyor mu, ve sonra da bu model, sistemin içindeki üretici motor güç vasıtasıyla hayata geçirilebiliyor mu, soru budur. Köleci sistem, kendi iç dinamiğiyle bu şekilde kendi kendini üretebilen bir sistem değildir. Değildir, çünkü köle sistemin içinde bir üretici motor güç durumunda değildir. Yani ne kendisi, ne de onu köle olarak çalıştıran “sahipleri” bunu böyle görmüyorlar. Bunlar, biribirlerine yabancı unsurlar konumundalar. Köle, sisteme ait bir motor güç değil, bir üretim aracı sadece. Çok ilginç değil mi! Ama o zaman da şu soru çıkıyor ortaya: Peki bu “köleci toplum” nasıl bir toplumdur? Nasıl bir sistemdir ki bu, kendi kendini üretme yeteneğinden yoksundur?
Köleci toplumun temel çelişkisi, sistemin makro plandaki objektif var oluş koşullarıyla, mikro planda elementlerinin bunu algılayış biçimi arasındaki çelişkidir. Sistem, objektif olarak, makro planda, komüne göre yeni bir sistemdir, sınıflı bir toplumdur. Köle sahipleri sınıfı ve kölelerden oluşmaktadır. Ama mikro planda, bireyler olarak, ne köle sahipleri, ne de köleler, kendilerini böyle bir sistemin elementleri olarak görmemektedirler. Her iki unsur da kendisini ilkel komünal toplum dünyasına ait olarak görüyor. Köle sahibi haline gelmekle objektif olarak komün insanı olmaktan çıktığı halde, köle sahibi kendisini hala “soylu-asil” olarak o dünyanın içinde görüyor. Yani, en azından kafasında eski bağlarından “kurtulmuş” değil! Çünkü bu bağlar halâ onun işine geliyor, onun “üstün insan”, “soylu-asil” olarak tanınmasını sağlıyor. Köle üzerinde ona tartışmasız egemenlik statüsü sağlıyor. Köle ise, objektif olarak yeni bir toplumun içinde yer aldığı, bu yeni toplum içindeki üretim sürecinin bir parçası olduğu halde, yani artık bu toplumun bir üretici gücü olduğu halde, o da kendisini böyle görmüyor! Kendi varlığını eski-yenik düşen komünün içinde üretebildiği için, bu yeni toplumun içinde kendisini sistemin bir elementi, bir üretici gücü olarak görmüyor. Zorla çalıştırılan bir hayvan-üretim aracı statüsünde görüyor.
Sonuç açık: Köleci toplum, sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçiş sürecinde, tarihsel gelişmenin bu aşamasında, henüz daha nihai hedefi (endzustand-finalstate) temsil eden, kendi iç dinamikleriyle kendini üretebilen bir toplum biçimi değildir. Bir ara-geçiş aşamasıdır. Objektif olarak sınıflar teşekkül etmiştir, toplum sınıflı bir toplumdur, ama sistemin elementleri olan insanlar sübjektif olarak halâ eski komün dünyasının içindedirler, onun değerleriyle yaşamaktadırlar. İşin iğrençliği de buradadır zaten! Herkes rol yapıyor bir anlamda! Kendilerini “soylu-asil” olarak, komün üyesi olarak gören insanlar bu maskenin altında pratikte bambaşka bir hayat yaşıyorlar. Ama sadece onlar mı bu maskeli hayatın kahramanları! Ya kölelerin durumu! Ancak bir komün üyesi olarak insanın var olabileceğini düşünen bu insanlar da yaşadıkları gerçek hayata yabancılar. Hem üretici bir güç olarak bu yeni toplumun içindeler, onun bir parçası durumundalar, hem de bunu böyle görmüyorlar, bir yabancı, zorla çalıştırılan bir hayvan gibi görüyorlar kendilerini.
Tarihsel gelişme süreci içinde her toplum, çevreyle etkileşme süreci içinde, kendi iç dinamiğiyle, kendi kendisini üreterek yol alır. İç dinamik dediğimiz şey, çevreden alınan madde-enerjiyi-informasyonu toplumun içindeki bilgiyle işleyen tabii mekanizmadır. Toplumu bir AB sistemi olarak düşünürsek A ve B’ dir iç dinamiği oluşturan unsurlar. Çevreden alınan ham maddenin işlenebilmesi için, A, sistemin içindeki bilgiyi kullanarak bir üretim modeli oluşturur, ve sonra da bu modeli gerçekleştirmesi için motor sisteme, B’ ye verir. O da gereğini yapar. Çevre-toplum etkileşmesinin sentezi olarak ürün ortaya çıkmış olur. İç dinamik üretici güçlerdir. Ama köle bir üretici güç olarak kabul edilmiyor ki, o bir üretim aracı sadece! Köle sahibi de, sanki bu yeni toplumun içinde bir sınıf değil, o da komün artığı bir “soylu”!! Yani ortada yeni bir toplum biçiminin varlığını kimse kabul etmiyor! Ve bu da “köleci toplumu” pratikte bir sistem-bir toplum olmaktan çıkarıyor; onu ipe bağlı taş örneğindeki gibi mekanik bir sistem haline getiriyor. İşte bütün mesele burada.
Şöyle özetleyelim: Barbarlığın yukarı aşamasındaki toplum, bir yandan savaş esirlerini köle haline getirip üretim aracı olarak kullanırken, zamanla kendi içinde eski komün üyelerini de köleleştirerek sistemin dışına atar ve böylece, gittikçe sayısı azalan bir “soylular-asiller” topluluğu haline gelir. İşte bizim dışardan bakınca „köleci toplum“ dediğimiz toplum budur. Eski „komün kökenli“ insanlardan oluşan bir „toplum“ ve bu toplumun içinde köle adı verilen üretim aracı insanlar yığını! Bütün o antika „köleci toplumlar“, “soylular” denilen komün kalıntısı çelik çekirdeğin, kendi etrafında oluşturduğu kuvvet alanı içinde zorla birarada tutulan insanlar topluluğundan başka birşey değildir. İlk başlarda işi halâ aşiret-kan ilişkileriye götürmeyi başaran bu komün artığı soylular topluluğu, toprakların genişlemesiyle, kontrolleri altındaki insan sayısının artmasıyla birlikte, yeni duruma uygun yeni bir örgütlenme biçimi olarak devleti icat ettiler. Daha doğrusu, devlet bu yeni objektif koşulların ürünü oldu. Ama işin özü değişmedi. Tepesinde bir devlet örgütü de bulunsa, toplum nitelik değiştirmeden, kendini üretemeyen, kendi iç dinamiği olmayan bir antik toplum olarak kaldı. Bu yeni-sınıflı toplum, kendisinin ayrı bir nitelik , yeni türden bir toplum olduğunu insanlara bir türlü kabul ettiremeden antika tarihin karanlıkları içinde debelenip durdu.
Köleci toplumun diyalektiğini, objektif var oluş koşullarını, onun, kendi içindeki ve çevresindeki insanlarla-barbarlarla ilişkilerini, onlar tafından algılanışını kavrayabilmek çok önemlidir. Bunu kavramadan, bundan sonrasını, yani barbarlarla medeniyetlerin (yani bu köleci toplumların) mücadelesini kavramak da mümkün değil. Ama bunun tersi de doğrudur! Barbarlarla bu köleci toplumlar arasındaki mücadeleyi kavramadan, köleci toplumun diyalektiğini de tam olarak kavramış sayılamayız.

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin