MEZEPOTAMYA’DA GELİŞEN MEDENİYET BURADAN ÇEVREYE YAYILIYOR
„Irak medeniyeti Basra körfezi kıyısından, Fırat-Dicle ırmakları boyunca, aynı karakesimi üzerinde genişledikçe, güneyden kuzeye bir bitkinin aynı kökten filiz, gövde, dal, budak salması gibi uzamış ve yayılmıştır. Tek başlarına alınınca bütün orijinal karakesimi medeniyetleri böyle bitkicil gelişim göstermişlerdir. Mısır, Hint, Çin medeniyetleri gibi..Mısır medeniyeti Irak’ın tersine kuzeyden güneye (Aşağı Mısır’dan Orta ve Yukarı Mısır’a) doğru ağaçlaştı. Hint medeniyeti batıdan doğuya, Çin medeniyeti doğudan batıya doğru yayılmıştır”.
“Medeniyetin önüne kendi zamanı için aşılmaz gibi gelen denizler çıkınca, medeniyet oracıkta kalmamış, uzun mesafeler içinde sıçramalar yapmıştır. Klasik kadim tarihte buna kolonileştirme adı verilir. Modern tarihin, ’sömürgeleştirme’ kavramıyla ifade edilen ko-lonileştirme olayıyla kadim koloniler-kolonileşme biribirlerinin taban tabana zıttıdır. Elbet modern kolonileşmeler gibi kadim koloniler de iç tezatların sonucuydu. Ama kadim koloniler tıpkı canlı bir hücrenin „bölünmesi“ olayında olduğu gibi, kentin eşit hak ve görevli kişilerinin, yeni kente adını verecek bir kahraman çevresinde teşkilatlanarak başka ülkelerde ana kentin hayatını sürdürüp, geliştirmek üzere onun bütün müessese ve teşkilatlarıyla yola çıkmaları idi”.
“Bu gidişte ilk bitkisel medeniyet ana olmuş, yeni hücreler doğurunca koloniler koparıp uzaklara göndermiştir. Ayrılan kolonilerin gittikleri yer şartlarına göre başka bitkisel medeniyetler yaratmaları da mümkündü. En ilk ana Irak medeniyeti güneye doğru Acem Körfezi ile karşılaşınca, Umman denizinden atlayarak, subtropikal Sind Irmağı boyunca Hint medeniyetinin tohumlarını attı. Aynı Irak medeniyeti, kuzeybatıda Akdeniz kıyılarına varınca, oradan Fırat-Dicleye eşit Nil ırmağı boyuna sıçrayıp Mısır medeniyetini doğurdu. Sind ve Nil subtropikal medeniyetleri kendi karakesimleri içinde kaldıkça tıpkı tohum aldıkları ana Irak medeniyeti gibi bitkisel tipte gelişimlere daldılar”.
“Basamaklı gelişimlerini en iyi izleyebildiğimiz hayvansal tip medeniyet biçimleri Akdeniz coğrafyası için biçilmiş kaftan oldu. Burada, Irak’ın yetiştirdiği üç koldan; kuzeyi güney Anadolu, güneyi kuzey Afrika, doğusu Suriye kıyılarını kaplamış, Anadolu-Finike-Mısır medeniyetlerinin çapraz ateşi altında, Akdeniz, yeryüzünün hayvansal tipte en hareketli, dolayısıyla da en bereketli medeniyetlerini vermekte gecikmedi. Anadolu-Finike-Mısır, önce Girit medeniyetini doğurdular. Girit medeniyeti, Avrupa karakesiminde Yunan yarımadasının doğu kıyı körfezlerinde Nisenya medeniyetini; Asya karakesiminde, Anadolu yarımadasının boğazlara bekçi batı girinti çıkıntılarında Truva medeniyetini fışkırttı. Böylece gelişen Ege medeniyeti tarih sahnesine sıçrayan Greklerce tasfiye edilirken, Grek saldırısı bütün
Anadolu kıyılarını kolonileriyle kuşattı. Hayvansal tipte medeniyetler kışkırtmakta en köklü olan Finike, Batı Akdenize doğru Tyr (Sur) prensi Didon yönetiminde Kartaca kolonisini kurdu. Sicilyadan İspanya’ya dek Batı Akdeniz kıyı ülkelerini medeniyet çerçevesine soktu. Greklerin yıktıkları Truva medeniyeti, İtalyan yarımadasının kolonileştirilme çağını olgunlaştırdı. Girit medeniyetinde tramplen bulmuş Anadolu medeniyetinin, daha Misen medeniyeti sırasında İtalyan yarımadasına sıçrattığı Etrüsk medeniyeti Truva bozgunu üzerine İtalya’ya gelen ikinci büyük Anadolu medeniyeti kolonizasyonu için kotarılmış bir zemindi. Acemcenin yanılması ile 'Yunan’ dediğimiz Grek medeniyeti, çağdaşı Kartaca gibi sırf bezirgan imtiyazlılığı zırhına bürünmüş yerinde yadırgı kent gibi kalmadı. Erişebildiği Ege, Marmara, Akdeniz, Karadeniz kıyılarını bol bol kolonileştirdi. Makedonya’lı İskender çökkün Asya ve Afrika medeniyetlerini Hint sınırına dek tasfiye eden yukarı barbar akını ile Grek medeniyetine son verdiği zaman, Grek ve Kartaca mirasına konacak hayvancıl tip Roma medeniyeti nöbet yerine geçti“[11].
MEDENİYET BİR IŞIK, BARBARLAR DA ONUN ETRAFINDAKİ KELEBEKLER!
Mezepotamya’nın verimli topraklarında gelişerek, buradan Mısır, Hint ve Çin’e atlayan, benzer koşulların bulunduğu bu toprakları da tutuşturarak etrafa yayılan medeniyet ateşi insanlık tarihinde ilk kez parlayan bir güneş gibiydi. Gerçi insanlık uzun zamandan beri hayvanları ehlileştirmeyi öğrenmişti, insanlar ihtiyaçlarından daha fazlasını üretmeye başlamışlardı. Ama bu üretimin boyutları henüz daha fazla olmadığı için ancak aşiret içinde, ya da biribirine yakın aşiretler arasında ticaret yapılabiliyordu. Değiştirecek mal miktarının sınırlı olması ticaretin kapasitesini de sınırlıyordu.
Mezepotamya’dan parlayan medeniyet güneşiyle birlikte işler değişti. Burada insanların tarımsal faaliyete başlaması en çok çevredeki çoban kabilelerin ilgisini çekiyordu. Onlar için tarımsal faaliyet demek herşeyden önce kışın hayvanlarına yem bulabilmek demekti. Bu ise onların daha çok sürülere sahip olabilmeleri, daha fazla ürün elde edebilmeleri anlamına geliyordu. Yani daha çok zenginlik demekti. Daha çok zenginlik üretilmeye başlayınca da daha çok ticaret yapılabilirdi. İşte, ana medeniyetlerle çevredeki barbarlar arasındaki ilişkiler böyle başladı. Bu ilişkilerin giderekten geliştiğini ve biribirini tamamlayan çok boyutlu bir yapıya ulaştığını görüyoruz. Şöyle ki :
GÖÇEBE BARBARLAR MEDENİYETLERİN TİCARET KERVANCISI OLUYORLAR
Ticaretin başlamasıyla birlikte ticaret kervancılığı da doğmuştu. Ama bunun için sadece tüccarlar yeterli değildi. Uzun ticaret yollarının güvenliğinin sağlanması da gerekiyordu. İşte bu işi göçebe barbarlar üstlendi. Medeniyetin daha çok üretmesi, daha çok ticaret demekti, daha çok ticaret ise barbarlar için daha çok iş anlamına geliyordu. Ticaret yollarının güvenlik altında tutulması, tüccarların hiçbir saldırıya uğramadan güvenlik içinde bu yollardan gidip gelebilmelerinin sağlanması barbarların göreviydi. Tam bir işbölümü değil mi! Orta barbar çobanların yaşam tarzına uygun yeni bir geçim kapısı, zenginleşme yolu açılıyordu böylece. Bu nedenle, üretim kanallarında ve ticaret yollarında ne zaman bir tıkanıklık olmuşsa, o zaman barbarlar buna müdahale ederek sorunu yerinde çözmeye çalışmışlardır. Antika tarihe damgasını vuran, bütün o, barbarların kendi aralarındaki sen-ben kavgalarının ve barbarlarla medeniyetler arasındaki altüstlüklerin çıkış noktası budur işte.
Dostları ilə paylaş: |