BARBARLAR TALAN VE YAĞMACILIĞI ÖĞRENİYORLAR
Barbarlarlarla medeniyetler arasındaki ilişkilerin en önemli yanını şüphesiz kölecilik ve köle ticareti oluşturmuştur. Barbarlar, özellikle de korunmasız, dağınık yaşayan göçebe barbar halklar her zaman medeniyetlerin-köleci toplumların köle edinme kaynağını oluşturmuşlardır. Şu ya da bu şekilde savaş esiri ve sonra da köle haline getirilen barbarlar medeniyet ateşinin parlamasında onun yakıtı rolünü oynuyorlardı.
Ama bu arada barbarlar da boş durmuyorlardı! Fırsatını buldukça onlar da, vur kaç yöntemiyle kentlere akınlar düzenliyorlar, kendilerinde bulunmayan hertürlü zenginliğin kaynağı olan bu medeniyet merkezlerini talan ve yağma etmekten geri kalmıyorlardı. Dışardan bakınca sadece yağma-talan-“barbarlık”-haydutluk olarak görülen bu akınların altında derin ideolojik farklılıklar ve öc alma duygusu da yatıyordu tabi. Barbarın medeniyete karşı olan hıncını sadece basit bir kıskançlık duygusuyla-haydutlukla açıklamak yanlıştır. Evet barbarlar medeniyetin sahip olduğu bütün o zenginliklere sahip değildiler, ama onlar şunu biliyorlardı ki, bütün o zenginliklerin kaynağı köle emeğiydi. Köle haline getirilip sömürülen kendi soydaşlarının emeğiydi. Yarın birgün belki kendisi de köle haline getirilerek çalıştırılacak, onlarla aynı kaderi paylaşacaktı. Kısacası barbar, medeniyetin sahip olduğu zenginlikleri haksız kazanılan servet olarak görüyordu. Bu yüzden de, onu yağma ederken, bir yerde kendinden çalınan emeği geri aldığı duygusu içindeydi, antik çağın adaleti böyle yerini buluyordu.
Barbarlarla medeniyetler arasındaki üçüncü büyük ilişki alanı, askeri işbirliğidir! Barbarlar medeniyet ordularında her zaman paralı askerler olarak görev yapmışlardır. Emevilerden Romalılara, Bizans’tan Osmanlılara kadar, hangi türden olursa olsunlar, bütün antika toplumlarda barbarlar medeniyet ordularının asker ihtiyacını karşılayan en büyük kaynağı oluşturmuşlardır. Fatih’in İstanbul’u fethi sırasında karşısında tek bir Bizans’lı asker yoktu. Bizans’ı koruyanlar hep paralı askerlerdi. Roma orduları da öyle, hep paralı askerlerden, barbarlardan oluşuyordu o da. Emeviler de Türkleri kullanmışlardır asker köleler olarak.
Barbarlığın yukarı aşamasında-kahramanlık çağındayken kent içinde örgütlenmiş komün üyelerinin hepsi birer savaşçıydı. O zaman zaten öyle profesyonel ordu falan da yoktu. “Askeri bir demokrasi“ ve „halk ordusu“ vardı! Ama sonra, bu „askeri demokratlar“, „halk ordularıyla“ barbar halkları esir alıp köle yaparak, köleci devletler haline gelince, o andan itibaren artık bizzat savaşmayı da bıraktılar. Onlar „asil“di artık, „soylu“ydu onlar! Köle emeğine dayanan bütün o zenginliklerin üzerine oturarak, barbar halkların bir kısmını paralı asker haline getirip, diğerlerine karşı kendilerini bunlarla korumaya başladılar.
Medeniler barbarları sadece paralı askerler olarak değil, onları köleleştirip kendilerine bağımlı hale getirdikten sonra, devlet işlerinde de kullanmışlardır. İktidarı elinde tutan hükümdar-sultan, kendisini tanrısal bir güç olarak görmeye başladımıydı ya, en yakın çevresine bile güvenemez olurdu artık. O andan itibaren, „asil“ olmak, „soylu“ olmak falan birşey ifade etmezdi! Güvenilir olmaktı önemli olan! Tek güvenilir olan ise köleydi! Bütün Osmanlı tarihi bunun en açık kanıtıdır. İleriki bölümlerde bu konuya tekrar döneceğiz..
Barbarlarla medeniyetler arasındaki ilişkilere daha birçok unsur eklenebilir. Ama biz bu kadarıyla yetiniyoruz. Bizi ilgilendiren esas konu , bu ilişkilerin karşılıklı etkileşme sürecinde oynadığı roldür.
BARBARLARLA MEDENİYETLER ARASINDAKİ İLİŞKİLER TARİHSEL DEVRİM DİYALEKTİĞİ
Barbarlarla medeniyetler arasındaki ilişkier o kadar içiçedir, içselleşmiştir ki, arada bir denge oluşmuş, bunların varlık şartları biribirlerine bağımlı hale gelmiştir. Karşılıklı ilişki ve etkileşme ortamı içinde biribirlerini yaratan, biri olmadan diğerinin de olamayacağı unsurlar (bir sistemin parçaları) haline gelmiştir bunlar. Bu yüzden, medeniyetle barbarlar arasındaki ilişkiyi, bir ışıkla onun etrafında toplanan kelebeklerden oluşan ilişkiye benzettik. Medeniyet, barbarlar açısından o ışığı temsil etmektedir, çünkü barbarlar medeniyetin sahip olduğu bilgiye-üretim tekniklerine sahip değillerdir. Onlar için yaşamsal önemi olan tarımsal ürünlerin kaynağıdır medeniyettir. Deri, süt, et, davar vs. gibi ürünlerin karşılığında tarımsal faaliyetten doğan ürünleri almakta, hayatta kalabilme dengesini bu şekilde kurmaktadırlar. Ama bunun yanı sıra, yani karşılıklı ticari ilişkilerin-„komşuluk“ ilişkilerinin yanı sıra, yukarda ele aldığımız ticaret kervancılığı, paralı askerlik ve devlet hizmetlerinde kullanılma gibi alanlardaki ilişkiler de çok önemlidir. İşte bu kanallarla barbarlar medeniyetin içine sızmakta, aradaki ilişkiler „körle yatan şaşı kalkar“ hesabı içselleşmektedir. Her iki taraf da, kendileri için hayati öneme sahip olan biribirlerinin içinde bulunduğu süreci onun içinde izleyebilmektedir. Buna bir de, barbarların köle olarak zaten sistemin içinde, onun bir parçası olarak yer aldıklarını ilave edersek olay daha iyi anlaşılır.
Şimdi, bu durumu, yani barbarlarla medeniyetler arasındaki bu ilişkiler yumağını, karşılıklı etkileşimi Sistem Teorisi ve İnformasyon İşleme Teorisi açısından açıklamaya çalışalım: Medeniyet, köleci toplum, kendi içinde bir (AB) sistemi. Doğa’dan (çevreden) alınan hammadde (madde-enerji-informasyon) sistemin içindeki bilgiyle işleniyor ve ürün meydana getiriliyor. Ama, sadece üretmek yetmiyor, bu ürünün ticari bir meta haline gelebilmesi de lazım. Çünkü ihtiyacından daha fazlasını üretmenin, bunun için köle emeği kullanmanın amacı değişimdir. Değişim ise ticaretle gerçekleşiyor. Bu işi de tüccar yapıyor. Ama bir de ticaret yolları sorunu var. Bunlar vücuttaki kan damarları gibi. Bir yerinde bir tıkanıklık olsa bütün süreç birden aksıyor. İşte, ticaret kervancılığı vasıtasıyla barbarlar burda giriyorlar devreye. Tabi bu ticaret kervancılığı olayının arkasında barbarın gerçek otoritesi-gücü var. Yoksa öyle üç-beş kişiyle kervan koruyuculuğu olayı değil bu.
İşte, kendi içinde bir sistem olarak işleyen ve üreten medeniyet-köleci toplum-, ürün ticaret yoluyla meta haline getirilirken barbarlarla kurduğu ilişkilerle yeni bir sistem ilişkisi içine giriyor. Bu ilişki içinde medeniyet, ürünü gerçekleştiren, barbarlar da, bu ürünün meta haline gelmesi sürecinde rol alan önemli bir unsur haline geliyorlar.
Sistem işlemeye devam ettiği sürece hiçbir sorun yoktur burada. Son tahlilde, kurulan ilişkiler yumağı ve denge içinde taraflar biribirlerinin varlığını üretmektedirler. Ne zaman ki bu denge bozulur ve sistem işleyemez hale gelir, işte o zaman işler değişiyor. Çünkü barbar, köle gibi, ağzı var dili yok bir üretim aracı değildir!
Önce, barbarlarla medeniyetler arasında oluşan bu sistemin zamanla neden kendi kendini tükettiğini ve işleyemez hale geldiğini görelim.
Dostları ilə paylaş: |