GÖÇEBE BARBARLAR NASIL DEVLET KURARLAR
Göçebe orta barbarlarla medeniyet arasındaki ilişkiler, en güçlü barbarın gelip medeniyeti fethetmesiyle yani tarihsel bir devrimle sonuçlanır. Bu adeta kanun gibi birşeydir. Bütün antika tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. En güçlü olduğunu ispat eden diğerlerini boyunduruğu altına alıyor. Fetihçilik işin doğasında var, bunu gördük. Burada altını çizmek istediğimiz nokta şudur: Önce, aşiret gücüne dayanarak fetihler yapılıyor. Daha çok topraklar, zenginlikler elde ediliyor. Sonra da, elde edilen bu geniş toprakları-ülkeleri ve çeşitli halkları-insanları yönetebilmek için yeni kurallar, yeni örgütlenme biçimleri gerekli oluyor. Aşiretten devlete geçişin diyalektiği budur. Aşiret, kendi içinde devletleşmenin potansiyelini yaratıyor, fetihçilik de zorunlu olarak devletleşmeyle sonuçlanıyor. Ve orta barbarlıktan-aşiret toplumundan devletin egemen olduğu sınıflı topluma-medeniyete geçilmiş olunuyor.
Peki nasıl bir sınıflı toplum oluyor bu, yukarı barbarlığın kahramanlık çağından, yani yerleşik toplumdan-kent’ten sınıflı topluma-devlete geçişle bunun arasındaki fark nerede? Kent’te yaşayan yukarı barbarlar çok daha ileri bir üretim biçimine sahip oldukları, köle kullanarak tarımsal faaliyette bulundukları, yani büyük çapta üretim yaptıkları için, burada birey daha güçlüdür. Bu köle sahibi bireyler, daha sonra, “asiller-soylular” olarak devletin oluşmasına ve yönetimine de bizzat katılırlar. Yani, Kentten çıkma devlet, tek bir askeri şefin-sultanın ve onun etrafında oluşan bir “kapıkulları sınıfının”-“devlet sınıfının” diktatörlüğü değildir. Üretim sürecinin içinde oluşan bir sınıfın, köle sahipleri sınıfının devletidir. Gerçek iktidar bu sınıfın elindedir. Antik Roma’yı, Greekleri düşünelim. Her ne kadar burada da bir hükümdar-şef vs. varsa da, gerçek güç bir yerde “asiller”-“soylular” sınıfının elindedir. Ama göçebelikten fetihçilik yoluyla devletleşmede durum farklı oluyor. Fetih savaşlarını gerçekleştiren barbar askeri şef, önce, “askeri demokrasinin” kurallarına uygun olarak (zaten yapacağı başka şey de olmadığı için), aşiretin içindeki en güvendiği adamlarını fethedilen yerlere göndererek onları buraların “Sahibülarz’ı” yapar (yani, devlet adına buraları yönetmekle görevli memur yapar). Bunların görevi bölgeyi yönetmek, devlet adına vergi toplamak ve fetih savaşları için devlete asker yetiştirmek, bu işi örgütlemektir. Bunun karşılığında da bir devlet memuru olarak belirli bir geliri vardır.
O kadar güzel bir mekanizma ki, o kadar güzel, tereyağından kıl çeker gibi gerçekleştirilen bir geçiş ki, insan hayran oluyor!! Aşiret güçlenmiş, şan, şeref desen tonla, bir sürü yerler fethedilmiş, ve sen de bu aşiretin bir üyesisin, o güne kadar da herşeye rağmen kendi varlığını o aşiretin bir üyesi olarak üretmişsin, yani öyle ondan ayrı bireysel bir varlığın vs. söz konusu olmamış. “Kişisel çıkar” diye birşey bilmiyorsun, buna ihtiyacın da olmamış, çünkü aşiret çıkarı yetmiş. Ve sonunda da, senin kendi varlığının bir uzantısı olan senin o aşiretin, birsürü başka toprakları fethederek, birsürü başka halkları boyunduruğu altına alarak, onlardan daha “yiğit” olduğunu ispat etmiş ve de onların bütün “zenginliklerine” el koymuş. Şimdi de, kendini bütün bu işleri aşiret adına yaparak ispat etmiş olan aşiretinin şefi sana bir görev veriyor, “sen aşiret-devlet adına şu bölgeyi yöneteceksin, görevlerin de şunlar şunlardır” diyor. Olay budur.
Yani öyle sadece tek başına aşiretin şefi yapmıyor o fetihleri, bütün insanlar, bütün o komün üyeleri, daha çok servet edinmek için, başkalarının zenginliklerine el koymak için yapıyorlar bunu. Evet sonunda, oradaki köleleri vs. de özgürleştiriyorlar ama, asıl amaç köleleri özgürleştirmek falan değil, yani sadece bunun için yapmıyorlar tarihsel devrimi; amaç servet kazanmak, medeniyetin zenginliklerine el koymak! Tamam, onlar bunu kendi kafalarında legalize ediyorlar, bu zenginliklerin haksız kazanç sonucu oluştuğunu düşünüyorlar vs. ama sonuç şu ki, kendilerinde bu zenginliklere el koyma hakkını görüyorlar. Yani o hırs bürümüş gözlerini. Madalyonun bu yüzünü görmezlikten gelirsek, tarihsel devrim olayını yapan barbarların sadece “sınıfsız toplum” gazileri olduklarını düşünürsek, daha sonra ortaya çıkan sonucu, barbarın kurduğu devlet olayını kavrayamayız. Hem onun bir devlet olduğunu söyleriz (buna mecbursun zaten, çünkü o kendisini böyle tanımlıyor), hem de sonra onun sınıfsal karakterini, kimin, hangi sınıfın devleti olduğunu görmezlikten geliriz! Ortada görünen köleci bir sınıf yok diye barbarın kurduğu devleti “sınıfsız bir toplumun devleti” olarak ilan ederiz!! Batıdaki tasnife-tanıma uymuyor diye, “klasiklerde” “devlet sınıfı” diye bir sınıf yoktur diye, koskoca devlet sınıfını göremeyiz! Bunun adına ideolojik körlük derler!
Şimdi, “tarihsel devrim” yapıldı! Bundan sonra ne olacak? Çünkü, eskiden sadece aşiret üyeleri arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi söz konusuyken, şimdi artık, aşiretle hiçbir ilgisi olmayan birsürü insan arasındaki ilişkilerin de düzenlenmesi gerekecektir, nasıl olacaktır bütün bunlar? Aşiretten devlete geçiş nasıl başarılacaktır? İbni Haldun’u dinliyoruz gene:
“Her topluluğun bir yasakçı ve hakime ihtiyacı vardır. Bu hakim insanların biribirlerinin hakkına tecavüzlerine engel olur. Bu yasakçı ve hakimin asabiyet kuvvet ve kudretiyle onlara galebe çalmış ve onları hükmü altına almış olması gerektir. Yoksa o bunların biribirlerine kötülük etmelerine mani olamaz. İşte bu kuvvet ve kudretle ahaliyi hüküm ve idaresi altına almak hükümdarlıktır37. Hükümdarlık başkanlığın (riyasetin) üstünde bir şeydir. Çünkü başkanlık ululuktan ibaret olup, ona başkaları uyrukluk ediyorsa da o kahır ve kuvvetle kükmünü yürütmek kudretinde değildir. Hükümdarlık ise kahır ve şiddetle galebe çalmak ve hükmü altına almaktan ibarettir, arkasında kendisini koruyan ve kendisine yardım eden nesilden gelen akrabaları veyahut kölelik, azadlılık, anlaşma ve hademelik gibi bağlarla kendisine bağlanmış olan yardımcıları bulunan kimse ululuk derecesine erişir ve uyruğunun kuvvet ve kudreti yeter derecede olup da kahır ve galebe yolunu bulur ise, bu fırsatı kaçırmaz, galebe çalarak idareyi eline alır, çünkü bu nefsin arzu ve talep ettiği bir şeydir. Hükümdar bunu ancak kendisine tabiiyet ettirecek derecede kuvvet ve kudret sahibi olmakla elde edebilir. Üstün gelerek devlet kurmak asabiyyetin amaç ve sonudur ki bizim yukarıdaki açıklamalarımızdan sen bunu anladın. Bir uruğun içinde çeşitli soylar, boylar ve dallar bulunduğu taktirde, idare ve hakimiyeti ele geçirmek ve elde tutabilmek için bu soy ve boyların hepsinden daha kuvvetli bir asabiyyete ihtiyaçları vardır. Bu kuvvetli boy diğer soy ve boyları kendi idaresi altına alır ve bunları büyük bir asabiyyet haline getirir. Yoksa, anlaşmazlık ve çekişmeye götüren bir dağılma husule gelir. Tanrı kanun ve hükümleri ile insanların biribirlerine saldırmalarına engel olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu”.
“Hükümdar, kendi boyunun kudret ve hamiyetiyle o kavmi kendine itaat ettirdikten sonra akraba olmayan uzak boy ve uruğları da kendisine boyun eğdirmek ister. Bu boy ve uruğ kuvveti itibariyle onun dengi olup, kendisini müdafaa edebilirse, bunlar birbirine karşı koyabilecek eşit bir kudrette iseler, birbirine denk olan iki kuvvet teşkil ederler. Bu taktirde her ikisi de kendi yurt ve sınırlarını ve kavmini korur. Dünyanın her tarafında yaşayan uruğ ve kavimlerin halleri işte böyledir. Biri üstün gelerek diğerlerini kendisine boyun eğdirir ise, bu yenmesinin bir sonucu olarak başkalarını kendisine boyun eğdirmek için kuvveti artar ve hedefini genişleterek daha çok bölgeleri ve uzakları kendisine boyun eğdirmeye çalışır. Kuvvet ve kudreti bir devletin kuvvetine denk olabilecek hale gelinceye kadar bu şekilde hareket eder. Bir devletin ihtiyarlama çağı geldiğinde, devlete mensup boylardan o devleti koruyacak yardımcılar bulunmadığı taktirde, ötekisi o devleti yenerek topraklarını ve idaresini ele geçirir. Bu suretle bütün devlet ve idare onun eline geçer.. Bu açıklamalarımızdan asabiyyetin sonuç ve gayesinin devlet kurmak olduğu anlaşılmıştır” [10].
İbni Haldun göçebe barbarların nasıl devlet kurduklarını o kadar güzel anlatıyor ki, başka hiçbirşey söylemeye gerek yok! Daha sonra Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu ele alırken bütün bunların ne anlama geldiğini somut olarak orada da göreceğiz.
Dostları ilə paylaş: |