Toplumsal sistem gerçekliĞİ


DEVLETİN ÖRGÜTLENMESİNE DAİR



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə44/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   133

DEVLETİN ÖRGÜTLENMESİNE DAİR

İbni Haldun’dan aktarmaya devam ediyoruz: “Tanrı elçisi Ensar’dan birisinin avlusunda bir saban demiri gördüğünde şunları söyler: “Bu demir parçası bir kavmin avlusuna girer ise, bu demirle beraber düşkünlük ve hakirlik de girer.” Yani diyor ki “Tanrı elçisi”, öyle elinde sabanla toprağı ekip çiftçilik falan yapmaya kalktınmıydı ya hapı yutarsın, ne ayabiyyet kalır ne yiğitlik, ne savaşçılık! Bu türden işleri kölelerin yapması gerekir. Asabiyyet sahibi bir kavmin görevi savaşmak, medeniyetlerin köle emeğine dayanarak yarattığı zenginliklere el koyarak devlet kurmak, şan ve şeref kazanmaktır!


Bu mantık herşeyi anlatıyor aslında. Tarihsel devrimi yapıpta devlet kuran barbarlar toprağa yerleşerek çiftçiliğe, tarımsal faaliyete mi başlıyorlar sanıyorsunuz! Hayır, onların görevi devleti örgütlemek, ayakta tutmak ve daha çok yerler fethetmektir. Çalışmak, üretmek insanı küçülten işlerdir! Hatta, ticaretle uğraşmak, zanaatkarlık yapmak bile ikinci sınıf insanlara lâyık işlerdir! Tarihsel devrim gücü olmanın verdiği hızla medeniyetin içine dalan barbarlar, askeri şeflerinin liderliğinde, herbiri işin bir ucundan tutarak, bal tutan parmağını yalar hesabı yeni devlet düzenini örgütlemekle görevlidirler.

BARBARLIK AŞISI DEVLETİN ÖMRÜNÜ UZATIR

“Devlet idaresini ele geçirenler, ancak kahır ve şiddetle düşmanlarını yendikten sonra ve diğer kavimler onlara boyun eğerek onların hakimiyetine baş eğdikten sonra o devleti kurmuşlardır. Ancak bunlar bir süre sonra nimet, refah ve bolluk içine dalarlar. Kendi boy ve uruğlarından olanları kendilerine köle edinirler ve devletin idaresinden uzaklaştırırlar.. Bunların hali ipek kurdunun haline benzer. İpek kurdu ağını ördükten sonra, örgüsünün merkezinden başlayarak tersine bir hareketle kendi ördüğü bu ağı yok eder”.


“Nimet ve lezzetlere dalmaktan mahrum edilenlerin devletin idaresi ve korunması için gereken şecaat, atılganlık ve şiddet gibi üstünlük ve galebe için gereken meziyetleri tabii halinde saklanmıştır. Bundan dolayı onların, önce kendilerinden üstün ve kendi neseplerinden olan sülale tarafından mahrum edildikleri devlete sahip olmak emel ve ümitleri artar. Bunların üstünlüğü belli olduğu için çekişmeler sona erer, bu suretle bu yeni soy devletin idaresi başına geçer. Nimet ve lezzetler içine dalarak ihtiyarlama çağı geldiğinde bunlar da ötekilerin katlandığı hallere katlanırlar“[10].

ANTİK ÇAĞDA KENT KIR İLİŞKİSİ

„Mamurluk ve medeniyet yönünden çöl ve sahraların (Arabistanda göçebe kabileler buralarda yaşıyorlardı) şehir ve kasabalardan aşağı derecede olduğunu yukarıda anlatmıştık. Çünkü medeni ve yerleşik hayat için gereken ve mevcut olan nesnelerin hepsi de çöl ve sahra ahalisinde bulunmaz. Onların yurtlarında ancak çiftçilik ve bağcılık gibi vasıtalarla istihsal edilen maddeler vardır. Marangozluk, terzilik ve demircilik gibi istihsalleri ve hayatları için gereken sahat ve hirfetler onlarda bulunmadığı gibi, onların alış veriş için gereken dinar ve dirhemleri de yoktur. Ellerinde ancak bunların karşılığı olan ve çiftçilik, bağcılık ile istihsal edilen ürünlerle hayvan ve hayvanlardan istihsal ettikleri ve şehir ahalisinin muhtaç oldukları süt, yün, yapağı, deri vesair bulunur. Bunlar istihsal ettikleri bu maddeleri dinar ve dirhemler karşılığında satarlar. Fakat sahralarda yaşayanlar gerekli nesneler için şehirlere, şehirler ise ancak ikinci derecede muhtaç oldukları maddelere sahrada yaşayanlara muhtaçtırlar. Bundan anlaşıldığına göre, sahralarda yaşayanlar varlıklarının icabı, yani vücutlarını koruma ve hayatlarını temin edecek maddelerde şehirlilere muhtaçtırlar. Bundan dolayı bunlar şehirleri ele geçirip devlet kuramadıkları müddetçe şehirlere olan bu bağımlılıktan kurtulamazlar. Sahralılar (göçebe çobanlar) şehirlilere muhtaç oldukları için, şehir halkı tarafından çağırıldıkları taktirde onların hizmetlerinde bulunurlar ve onlara itaat ederler. Şehirde hükümdar bulunduğu taktirde onların şehirlilere boyun eğmeleri hükümdarın onları yenerek kuvvetle itaat ettirmesinden ileri gelir. Şehirde hükümdar bulunmadığı taktirde, şehrin hayatını ve mamurluğunu korumak için şehirde bir nevi kuvvet ve istipdatla ahalisine hükmü cari olan bir başkan bulunması tabiidir. İşte bu başkan mal ve para sarf etmek ve şehirde istihsal edilip de sahralılar için bir zaruret olan nesneleri onlara ihsan etmek suretiyle kendi rızaları ile onları kendisine boyun eğdirir ve bu suretle sahralılar için gereken ve zaruri olan nesneler temin edilmiş bulunur. Şehir başkanı kudret sahibi olup sahralıları itaat ettirecek derecede kuvvetli ise zor ve kuvvetle onları kendisine itaat ettirir, sahralıların hepsini birden itaati altına almak imkanını bulamaz ise, onları biribirinden ayırarak bir kısmını kendi tarafına meylettirdikten sonra bunların yardım ve kuvvetiyle kalanlarına galebe çalar, bundan sonra bu kalan kısmı da illerinin istilaya uğrayarak harap olmasından korktukları için şehrin başkanına itaate mecbur olur“[10].


Antik Çağ’daki kır-kent ilişkisine daha sonra Orta Çağ’ı incelerken tekrar döneceğiz. Çünkü bu ilişki orada tersine dönüyor! Şimdilik bu noktanın altını çizmiş olalım yeter. Ama ne kadar ilginç değil mi, bir yanda şehir-şehirliler, yani yerleşik toplum-medeniyet, diğer yanda da kırı temsil eden tarihsel devrim gücü barbarlar. Bu ikisi bir bütünün parçalarını oluşturuyorlar. Sistemin merkezi ise şehirde. Yani mevcut üretim ilişkileri oradan yönlendiriliyor. Sistemin dominant unsuru orası.

TARİHSEL DEVRİMDEN TEK KİŞİ DİKTATÖRLÜĞÜNE

„Bunun sebebi yukarda anlattığımız gibi devletin asabiyyetle kurulması ve devam etmesidir. Asabiyyet ise birçok topluluk ve boylardan teşekkül eder; devletin başına geçmek için bu boylardan birinin bütün boylardan kuvvetli olması ve onlara galebe çalması şarttır. Galebe çalan devleti ele geçirir. Bu suretle hepsi de onun idaresi altında toplanır, o da diğer kavimlere ve devletlere galebe çalar. Bunun sır ve sebebi şudur: Uruğlar için aralarında ortak olan umumi asabiyyet varlıkların karışımında onları bir arada tutan kuvvet gibidir. Bir karışım ancak çeşitli unsurlardan teşekkül eder. Yukarda anlattığımız gibi imtizaçlar terkipleri itibariyle eşit ölçü ve derecede oldukları taktirde, hiçbir vakit birleşemezler. Bir karışımın husule gelebilmesi için unsurlardan birinin galebe çalması şart olduğu gibi, tek ve umumi bir asabiyyetin vücuda gelmesi için de uruğların terkibine dahil olan asabiyyetlerden birinin galebe çalması şarttır, bundan sonra bütün bu asabiyyetlerden tek bir asabiyyet husule gelir ve bütün diğer asabiyyetlere galebe çalanın idaresinde toplanır38. Terekküp etmiş olan bu büyük asabiyyet eskiden başkanlık etmiş olan asaletli aile ve sülaleler etrafında toplanır. Bu sülaleye mensup olanlardan birinin başkan olması ve onun ötekilere galebe çalması gerektir. Mensup olduğu asabiyyet asıl ve şerefli olup da diğer bütün asabiyyetlere galebe çaldıktan sonra, o kimsenin bu asabiyyetlerin hepsinin başkanı olması açıkça görülür. Başkanlığa taayyün edip asabiyyetlerin başına geçtikten sonra hayvani tabiatın sevkiyle o kimse büyüklenmeye kapılır ve hamiyeti kaynar, başkalarının hüküm ve idare işlerine karışmasını istemez, beşerin tabiatında mevcut olduğu gibi, kendisinde Tanrılık hulk ve tabiatı husule gelir. Üstelik, siyaset ve idarede her kafadan bir sesin çıkması bütün idarenin bozulması sonucunu vereceği için, siyaset, hüküm ve idarenin bir şahısta toplanmasını gerektirir”.


“Başkan bu şekilde, imkan ve iktidarı dahilinde, memleketi tek başına idare etmeye başlar, hüküm ve idare işlerinden diğerlerine ( o güne kadar beraber olduğu eski aşiret yoldaşlarına) el çektirir. Böylece bütün ululuğu (ululuktan kasıt tanrı adına sistemin merkezini temsil etme yetkisidir) kendi şahsında toplar. Diğerleriyle iktidarı paylaşmaktan vazgeçer. Devletin ilk hükümdarı bazan bunu başarır, ancak çoğu zaman asabiyyet sahipleri engel oldukları için başaramaz ve o devletin ikinci, üçüncü hükümdarları başarırlar bunu. Bu, Tanrının kullarını idare etmek için tesbit ettiği bir kanundur“.[10]
Tarihsel devrim gücü olarak barbar geliyor medeniyeti fethediyor ve bu etkileşmeden yeni bir devlet ve toplum çıkıyor ortaya. Bir „durumdan“ başka bir „duruma“-yeni bir duruma geçiş olayıdır bu. Daha önceki „durum“, içinde sınıflı toplumun geliştiği bir „aşiret durumuydu“. Bu yeni „durum“ ise, devletin kurulmasıyla taçlanan „medeniyet durumudur“. Toplum daha önce herşeye rağmen bir aşiret toplumuydu ve burada geçerli olan yasalar da herşeye rağmen gentilice-kan yasalarıydı. Ama bu yeni toplum başka bir toplumdur. Bu toplum artık, varlığını toplumsal varlığın içinde, onunla birlikte üreten aşiret üyelerinden oluşmamaktadır. Herbiri kendisi için var olan bireylerden oluşan bir toplumdur bu. Bu yüzden de, farklı elementlerden oluşan bu yeni sistemi birarada tutacak yeni bir işletme sisteminin, yeni yasallıkların oluşması gerekecektir. Üretici güçlerin gelişme seviyesine uygun yeni üretim ilişkileriyle beraber yeni toplumsal üstyapı ilişkilerinin de oluşması demektir bu. Çevreyle-doğayla etkileşmede, çevreden alınan madde-enerjinin-informasyonun bu yeni sistemin içinde nasıl işleneceğinin mekanizmasının oluşması demektir. Ve oluşur da. Bunun potansiyelleri zaten devralınan mirasın içinde bulunmaktadır. Sadece doğan çocuğun adı konulmuş olur.

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin