BURJUVA DEVRİMİ NEDİR
Kent olayını-sivil toplum olayını kavramadan “burjuva devrimini” kavramak mümkün değildir.
Evet, burjuva devrimi, burjuvazinin önderliğinde bütün halkın feodal düzeni altederek iktidarı ele geçirmesidir; ama bu cümleyi mekanik olarak tekrarlamakla onun içeriğini kavramak arasında büyük fark vardır! Bir toplumsal durumdan başka bir toplumsal duruma geçişi Bilişsel Toplum ve Tarih Bilimi zemininde açıklayabilmek gerekir.
Feodal toplum ve kapitalist toplum, bunların her ikisi de, farklı üretim ilişkilerince karakterize olunan farklı sistemlerdir. Burjuvazi, feodal topluma-sisteme ait bir güç değildir. Feodal toplumun güçleri, feodaller ve serflerdir. Egemen sınıf feodaller, ezilen, sömürülen, bu yüzden de feodallerin zıttı-karşıtı olan sınıf da serflerdir. Evet, kapitalist toplum kent toplumundan çıkıyor ve kent toplumu da feodal toplumun içinde oluşuyor, ama bu, kapitalizmi temsil eden burjuvazinin bir sistem olarak feodal topluma ait bir güç-sınıf olduğu anlamına gelmiyor.
Bir toplumsal durumdan başka bir toplumsal duruma geçişi kavrayabilmenin en basit yolu bir çocuğun doğumu olayını kavrayabilmektir. Herkes çocuk yapar; sorun bu değil, sorun bir çocuğun nasıl oluştuğunu kavrayabilmektir! Kent toplumu-sivil toplum bir geçiş toplumudur. Feodal sistemin içinde doğar, ona göbek bağıyla bağlıdır, ama o, yeni bir üretim ilişkileri sistemini temsil eden yeni bir toplumun embriyosudur. “Burjuva devrimi” dediğimiz geçiş olayı da, öyle bir anda ayaklanılarak iktidarın alınması olayı değildir! Ta o kent’in kurulmasıyla başlayan sürecin sonucudur o. Yeni, eskinin içinde oluşur, gelişir ve artık eskinin içine sığamaz hale gelince kendi ayaklarının üzerinde durmaya başlar. İş bu noktaya gelene kadar, eski kabuklar hem onu sıkan engelleyen bir hapisanedir, hem de, içinde gelişmesini sürdürdüğü bir koruyucudur. Aynen bir civcivin yumurtadan çıkışı gibidir olay!
TEKRAR BİLİŞSEL TARİH VE TOPLUM BİLİMİ ÜZERİNE
Marx’ın “Tarih, sınıflar mücadelesinden ibarettir” sözü eksiktir! 19. ve 20. yy.ların mekanik-materyalist dünya görüşüyle sınırlı olduğu için eksiktir. Buna göre, olaylar ve nesneler (bir sosyal sınıf da), yani herşey, esas olarak biribirlerinden bağımsız “objektif-mutlak” gerçekliklerdir. “Kendinde şey” olarak var olan bu “gerçeklikler” arasındaki ilişki ve çelişkiler de, hayatı, tarihi yapan süreci oluştururlar. “Sistem” anlayışının esası da budur. Yani bir AB sisteminde A ve B, “özünde, biribirlerinden bağımsız objektif mutlak gerçekliklerdir”. Sistem de, herbiri bu şekilde “var olan” unsurların “ilişki ve çelişkilerinden” oluşur. Örneğin, kapitalist toplum, onu temsil eden burjuvaziyle özdeşleştirilir. İşçi sınıfı da, bu toplumun içinde doğan, gelişen, ancak esas olarak bir başka toplum biçimini, “sosyalist toplumu” temsil eden bir sınıf-varlık olarak görülür. İki ayrı toplum biçimini temsil eden bu iki sınıf, karşılıklı ilişki ve çelişkileri içinde birlikte var olarak kapitalist sistemi oluştururlar. Ama, çelişkinin gelişen tarafı ezilen, sömürülen taraf olarak işçi sınıfı olduğu için, gelişmenin belirli bir noktasında işçi sınıfı kendi karşıtını devirip iktidarı alarak yeni bir üretim ilişkileri sistemi olarak sosyalist toplumu kurar.
Tarihi bu şekilde mekanik ve “materyalistçe” açıklamaya çalıştığınız zaman, buradan, bir toplum biçiminden daha ileri bir toplum biçimine geçişi açıklayan tek itici gücün (dinamik), mevcut sistemin-toplumun içindeki sınıfların mücadelesi olduğu sonucu çıkar. Dikkat ederseniz, bu görüş-düşünce yanlıştır demiyorum, eksiktir, mekaniktir diyorum. Tıpkı Newton Fiziği gibi! O da eksiktir, mekaniktir, fakat insanlığın belirli bir gelişme düzeyinin bilgisini-bilincini yansıtır. Ancak, daha ileriyi, gelişmişi ifade eden bir Kuantum Fiziği de bu temel üzerinde, ona sahip çıkarak gelişebilmiştir.
Tarihi yapan, belirli bir toplumun içindeki sınıfların mücadelesi olduğu kadar, bu toplumun içinde, onun ana rahminde doğan, gelişen yeni toplumun güçleriyle, eskiyi, varolanı temsil eden güçler arasındaki mücadelelerdir de. Hemen bir örnek verelim: Feodal toplum sınıflı bir toplumdur. Egemen sınıf feodallerle, ezilen sömürülen sınıf serfler-köylülerden oluşur. Bu iki sınıf arasındaki mücadeleler, feodal toplumun oluştuğu günden, o yok olana kadar sürmüştür. Ve sistem, bu mücadelelerin sonucundadır ki, kendi içinde gelişebilmiştir. Yani, sınıf mücadelesi, bir sistemin içindeki reformların-gelişmenin motorudur-dinamiğidir. Ama bunun yanı sıra bir de, feodal toplumun içinde oluşan yeni toplumun güçleriyle (kent toplumuyla) feodaller-feodalizm arasındaki mücadeleler vardır. “Tarihi yapan sınıf mücadeleleridir” sözü bu gerçeği dışarda bırakıyor. Denebilir ki, “feodal toplumu temsil eden egemen sınıf feodaller, yeni toplumu (geleceğin kapitalist toplumunu) temsil eden sınıf da burjuvazi olduğu için, olay son tahlilde gene bir sınıf mücadelesinden ibarettir, burjuvazi devrimci olduğu dönemde feodallerle savaşmıştır”. Tarihi mekanik, yani görünüşteki akışıyla açıklamaya kalkarsanız bu elbette ki doğrudur. Ama Bilişsel Tarih Bilimi açısından durum böyle değildir! Bilişsel Tarih Bilimi’ne göre sınıflı toplumlar, belirli bir üretim ilişkisi içinde biribirine bağlı olan, yani biribirlerinin varlık şartı olan, biri olmadan diğerinin de varolamayacağı (biribirlerini yaratan) sınıflardan oluşan bir sistemdir. Toplumsal sınıflar, toplumun çevreyle etkileşerek kendini üretmesi sürecinde, çevreden alınan madde-enerjinin-informasyonun sistemin içindeki bilgiyle işlenmesi sürecinde yer alarak gerçekleşen birer üretici güçtür. Bu nedenle, hernekadar feodal toplumun içinde oluşsa da, kent toplumu ve burjuvazi, esas olarak feodal topluma ait bir güç-sınıf değildir. Kent toplumu ve onun temsilcisi olan sınıf, bu haliyle annesine göbek bağıyla bağlı, ondan beslenen, onunla birlikte varolan, ama ondan ayrı olan bir oluşumdur. Burjuvaziyle feodaller arasındaki mücadele ise, özünde iki ayrı toplum biçimi arasındaki mücadeledir. Eski toplum ve onu temsil eden sınıfla, yeni toplum ve onu temsil eden sınıf arasındaki mücadeledir. Daha sonra göreceğimiz gibi, kapitalizmden modern komünal topluma geçişte de, bu geçişi sağlayan mücadele burjuvaziyle işçi sınıfı arasındaki mücadele olduğu kadar, kapitalist toplumu temsil eden sınıfla, burjuvaziyle bilgi toplumunun güçleri arasında olmaktadır.
“Tarihin sınıflar mücadelesinden ibaret olduğu” açıklamasının Antika tarih açısından da eksik olduğunu, Antika tarihi yapan dinamiğin de, sadece köleci toplumların kendi içindeki sınıf mücadeleleri olmadığını, medeniyetlerle barbarlar arasındaki mücadelelerin de buna dahil edilmesi gerektiğini söylemiş, somut bir örnek olarak da, Cermenlerin antik Roma’yla etkileşmesini göstermiştik. Şimdi buna ikinci bir örneği daha ilave etmek istiyoruz: Bir Tarihsel Devrim gücü olan Türklerin tarihini ve Osmanlı’yı ele alacağız.
Dostları ilə paylaş: |