YASAMA - YÜRÜTME - YARGILAMA YETKİLERİ
„Saray, her modern devlette de "saray" adını alan örgüt-kurumdur. Divan: Modern Devletin "Bakanlar Kurulu" ile "Millet Meclisi" görevlerini bir araya toplamıştır. Devlet demek olan Padişah, gerek yasama, gerekse yürütme yetkilerini düzenli olarak Divânlarla kullanır“[11].
DÖRT PAYİTAHT ORGANI
„1 - Müşavere (Danışma): Vezirler ve Defterdarlar'dan başka kimsenin giremediği en gizli, olağanüstü toplantılardır“.
„2 - Divân-ı Hümâyun: Vezirler, Kazaskerler, Nişancılar, Defterdarlar, gereğinde mâzûl Beylerbeyiler ve Beyler'in OTURMA hakkıyla katıldıkları günlük toplantıdır“.
3 - Divân-ı Hümâyun'da Taâm: Bir çeşit Divân sayılabilir. Divân toplantıları "SOFA"da, Divân "Taâm" (Yemek toplantısı) "SOFRA"da yapılır. Barbar geleneğidir“.
„4 - Cemiyet'i Âli (Yüce Toplum) yahut "Mecma'i Ehâlî" (Yetkililer toplantısı)na, Divân-ı Hümâyun üyelerinden başka, Silahlı Kuvvetler komutanları da katılırlar. Burada Vezirler, Kazaskerler, Defterdarlar, Yeniçeri Ağası ve öteki "Üzengi Ağaları": Mirî Alem, Kapucubaşı, Mirahur, anı sırası ile hep otururlar“[11].
Osmanlı toplumundaki bu yapısal ikiliği (Merkez-Çevre) Şerif Mardin şöyle dile getiriyor: “Bürokratik çekirdeğin ekonomiyi ve toplumu büyük ölçüde denetim altına alma iddiası, besin maddelerinin ticaretini denetiminde tutması, toprak mülkiyetine koyduğu sınırlamalar ve savruganlığı kısıtlamaya yönelik yasalar aracılığıyla, toplumsal katmanları pekiştirmeye çalışmak için gösterdiği titizlik ve sertlik, devlet otoritesini toplumun can alıcı noktalarının üstünde tutmak ve ona denk düşen bir yücelik imgesi yaratmak amacı güdüyordu. Mülkiyet ilişkileri, bu sistemin içinde yer alıyordu. Sultan, kentlerin dışındaki ekilebilir topraklar üzerinde tam mülkiyet hakkına sahipti. İstediği zaman toprağı mülk olarak verebilirdi, ama gerçekte, pek az toprak serbest mülkiyet olarak verilmişti. Latifundia vardı, ama büyük çiftliklerin çoğu gaspedilmişti ve gerektiği zaman devlet bunlara el koyabilirdi“.
„Devletin siyasal ve ekonomik konulardaki denetim iddiası, kültür üstünlüğü hakkıyla da destekleniyordu. Çevrenin ayrışıklığına oranla yönetici sınıf olağanüstü derli topluydu ve bu herşeyden önce bir kültür olgusuydu“. „Bir yanda, devlet mekanizması Sultanın yüceliği mitosunun etkisindeydi; öte yanda, sıradan ölümlülere kısıtlamalar konmuştu. Göçebe ya da yerleşik olan, kırda ya da kentte bulunan halkın çoğu için bu kültür ayrımı, çevrede yaşadığını gösteren en çarpıcı özellikti“.
„Çevre, resmi düzenin okumuş ve yetişmiş üyelerinin yararlandığı eğitim kurumlarının ancak birinden, yani dinsel öğretim kurumlarından yararlanabiliyordu. Bundan ötürü, çevrenin, büyük çeşitlilik gösteren kendi karşı-kültürünü geliştirmesine şaşmamak gerekir. Ama çevre kültür bakımından ikincil bir statüye sahip olduğunun iyice farkındaydı. Nitekim bu farkında oluş, çevrenin, seçkinler kültürünün üst gruplarını acemice taklit edişinde çok iyi bir biçimde dile gelir. Bu, özellikle hem kırsal, hem de kentsel alt sınıflar için geçerlidir ve bu açıdan, kentteki kitleler de çevrenin bir bölümü olarak görülebilir“.
„Osmanlının en güçlü olduğu ve koruyucu çaba olarak Sultan imgesinin elle tutulur bir ekonomik gerçeklik taşıdığı sırada bile saray, resmi görevliler ve siyasa halk takımının uzak durduğu ürkütücü şeylerdi. Siyaset sözcüğü Türkçede, yönetim sanatı, bilgisi, siyasa anlamına geliyor bugün; ama daha eski resmi dilde siyaset, devlet nedenleri yüzünden verilen ölüm kararı anlamına da geliyordu“.
„Devlet egemenliği üslubu ve resmi statü ile kültürün bu yanları, bir bütünü, kurumlaşmış düşünüş ve davranış tarzını oluşturuyordu“.
„Feodalizmin ve babadan oğula geçen beyliklerin bulunmadığı, kullardan oluşan bir kurumun, devletin yürütme işlevini yüklendiği gözönüne alındığında, ilk bakışta Osmanlı İmparatorluğunda optimum dengeye çok yaklaşmış bir „Doğu Despotizminden“ sözedilebilir. Bu sistem yalnızca iki toplumsal zümreden oluşmaktadır. Bir yanda yönetici ile hizmetindeki yürütme görevlileri; öte yanda ise yönetilenler“.
„Halil İnalcık’ın belirttiği gibi: Osmanlı düzeni iki temel sınıfı içermekteydi. Bunlardan birincisi, padişahın bir ber’atla, dinsel yetki ya da icra yetkisi tanıdığı kişilerden, yani saray ve askeri erkandan, devlet görevlileri ve ulemadan oluşurdu. İkincisi olan Reaya ise, vergi ödeyen, ama yönetime katılmayan bütün Müslüman ve gayrımüslim teb’adan oluşuyordu. Reaya’nın „askeri“ye tanınan ayrıcalıklardan yararlanmasına olanak tanımamak, İmparatorluğun temel kurallarındandı“[16].
ÇEVRE KENDİ VARLIĞINI NASIL ÜRETİYOR
„Çevrenin ekonomik ve toplumsal yaşamına, devletin zorla el atmasına karşı çıkanların dünya görüşü, bir tarz değilse de, yerelcilik, bölgecilik ve heterodoks dini inanç (Sufilik, Tasavvuf, Tarikatlar) olarak kendini ortaya koyan bir tavır doğurdu. „Temel gruplar“ denen şey, çevrede önemli rol oynadı ve böylece, bir grupla özdeşleşme bu çevresel tavrın edinebileceği çeşitli biçimlerden biriydi. Ama gerçekte, çevresel tavrın birçok farklı biçiminde, hepsinin de memurları kötü gözle görmesinden doğan bir benzerlik vardır“.
„Tüccarlar, bir zamanlar İmparatorluk içinde önemli bir tabaka oluşturmuşlardı. Dünya ticaret yollarının değişmesi, bunlardan çoğunun iç ticarete yönelmesine ve girişimlerinin önemli oranda azalmasına neden oldu. Zamanla zanaatkarlar sınıfından, yani esnaftan farklı hiçbir özellikleri kalmadı“.
„Esnaf , (bu çevre hiyerarşisi içinde) köylüden daha üst düzeyde, ancak, resmi zümreden tümüyle ayrı bir eksen çevresinde yer almaktaydı. Heterodoks (resmi dinden sapan) akımlara açıktı. Öte yandan, varoluşu devletin izlediği devletçi ekonomi siyasetinin insafına kalmıştı“.
„Nihayet, en alt sırada, köylü yer almaktaydı. Devletin yürürlüğe koyduğu özel vergi uygulamalarının yükünü en ağır biçimde sırtında taşıyan kesim, köylülerdi“.
„Yönetilenlerin hepsi, esnaf loncaları gibi kurumlarda örgütlenmişlerdi. Yönetilenler, devletten, hatta Padişah’tan da öte, asıl bu kurumlara sadakatle bağlıydılar. Loncalar elbette ki temelde kent kökenliydi. Bazı yörelerde çiftçi loncaları da bulunmakla birlikte, genel olarak kırsal kesimde köy kurulları, ya da göçebeler söz konusu olunca aşiretler bu görevi üstlenmişlerdi. Ancak bütün loncalar, köy ve aşiret kurulları yerel yöneticiler tarafından denetlenmekle birlikte, küçümsenmeyecek bir özerkliğe sahiptiler. Kasaba ve köylerin genellikle kapalı ekonomik birimler olmalarının da pekiştirdiği bu özerklik, İmparatorluk teb’asının yarı-bağımsız bir çok birime bölünmesine yol açıyordu“[16].
Dostları ilə paylaş: |