Torunum ozan arda’nın anısına … ordu / 2006 sen söz giBİ GÜzeldin sen tüRKÜ GİBİ Özeldin hem varsin aramizda hem yoksun yokluğun varliğimizla


ELLEHEM: Galiba. ELLEHEME/ELLAME



Yüklə 0,75 Mb.
səhifə4/9
tarix25.11.2017
ölçüsü0,75 Mb.
#32834
1   2   3   4   5   6   7   8   9

ELLEHEM: Galiba.

  • ELLEHEME/ELLAME: Yine, her durumda (davranmak).

  • ELVERÜ: Yeter, kafi.

  • EMCİK: Meme.

  • EMEÇER: Emsallerinden daha güçlü olan.

  • EMEKSİZ: Babası askerdeyken doğan çocuk.

  • EMİŞME: Koyunun kuzusu tarafından emilmesi.










    • EMME: Amma. “Emme iş gördün!”: Fazlasıyla iş yaptın. “Bu ev yapılır emme!...”: Evin yapılması, sorunu bitirmiyor. Ardını düşünmek gerek.

    • EMMİ: Amca. Babanın erkek kardeşi. EMMİ OĞLU: Amcaoğlu.

    • EMÜŞÜK/EMİŞİK: Aynı zamanda doğan aynı memeden emmiş çocuklar.

    • EMZİK/EMZÜK: Çocuklarım emdiği lastik meme.

    • EN(Divanü Lügati’t-Türk):

        1. Herhangi bir şeyin genişliği.

        2. EN YER: Aşağıya doğru eğimli yer.

    • ENBEK GEL: Çok çabuk gel.

    • ENCEP/ANCAP: Armudun küçüğü.

    • ENCİK: Erkek çocuk.

    • ENDİRES GÖDÜĞÜ: Büyük ölçekli kile, buğday ölçeği.

    • ENEK:

    1. Burulmuş, iğdiş edilmiş (erkek hayvan).

    2. Bakınız EĞEK.

    • ENEMEK: Erkekliğini gidermek. İğdiş etmek. Hadım etmek. Yöremizde, öküzlerin erkeklik bezleri burularak erkekliği, dolayısıyla döl verme güçleri yok edilir.

    • ENNÜ/ENLİ: Geniş.

    • ENTERİ/ENTARİ: Bayan elbisesi.

    • ENÜK/ENÜK/ENİK/ENCİK: Köpek yavrusu.

    • ENÜKLEME: Ele yakılan kınanın ara sıra siyah renk alması. Bir başka anlamıyla da “Köpek yavrusu gibi yerde sürüklenme”.

    • EPEY: Çokça.

    • EPRİMEK: Bozulmak, ekşiyip çürümek.

    • ER: Erken. Sabahın ilk vakti.

    • ERCEK :Erkenden.

    • EREK: Durak yeri.

    • ERİK KURUSU : Çekirdeği çıkartılarak gölgede ya da fırında kurutulmuş erik.Daha sonra sulandırılarak sulu katık olarak sofrada kullanılır ya da suyu soğukluk olarak içilir.

    • ERİNMEK: Üşenmek.

    • ERİNTİ: Hayvanların beğenmeyerek yemediği saman.

    • ERİŞTE (Farsça RİŞTE: İplik)’ten. Elle yufka inceliğinde açılan hamurdan, kalın iplik biçiminde kesilen bir makarna türü. Açıklama: Yabancı sözcüklerin önüne getirilen –i, -e, -u,-o, -ü, -ö seslilerinden türeme yapılarak (E)RİŞTE olmuştur.

    ÖRN: (İ)RECEP, (İ)RAMAZAN söylenişleri gibi.

    • ERKETE: Yasa dışı bir işin yapıldığı yerde geleni haber verme işi.

    • ERKETECİ: Haberi verme işini yüklene kişi.

    • ESİRGÜN/ESÜRGÜN: İlkbahar fırtınası. Hafif rüzgarlı fırtına. Çok şımarık olan.

    • ESİRİTME: Rastgele hareket etme.

    • ESİRÜK/ESERÜH/ESERÜK/ESİRİK: Şımarık. Düşüncesizce hareket eden.

    • ESSAH MI?: Sahi mi? Gerçek mi?

    • EŞEK: Odun kesme sehpası.

    • EŞELEK:

    1. Elma, armut, ayva gibi meyvelerin yenmeyen iç bölümü.

    2. Hayvanların otlatıldıktan sonra dinlenmesi amacıyla bırakıldıkları tozlu yer.

      • EŞENEK: Eşinme işleminin yapıldığı uğraşılan yer.

    • EŞİK: Kapı boşluğunun alt yanında bulunan alçak basamak veya kapı ağzında basamak yapılan yer. Kömsek.

    • EŞKİN: Atın bir türlü hızlı yürüyüşü.

    • EŞME: Yaylada koyun yatırılan topraklı yer.

    • EVCEKLİK: Bir işte acele etme.

    • EVCİMEN: Evine bağlı, ev işlerinde becerikli.

    • EVDİRMEK: Acele ettirmek. Su kabı doluncaya kadar bekleme.

    • EVECEK: Aceleci.

    • EVEĞEN (TürkçeİVMEK/EVMEK)’ten EVEGEN, EVEĞEN: İvedi davranan. İVECEN/EVECEN: Hızla ilerleyen. EVEKLEMEK: Acele etmek (Baknızı TELESİMEK).

    • EVEKLEMEK : Acele etmek.

    • EVELEK: Ispanağa benzer yenilen bir bitki.

    • EVERMEK (Türkçe EV)’den: EV-E-R-MEK: Evlendirmek, evinin olmasını sağlamak.

    • EVETÜ: İvedi, çabuk.

    • EVKOŞ: Saban izi. Sabanın toprakta bıraktığı sürgü izi.

    • EVLEK: Tarlada çift sürerken eşit parçalara ayrılmış hali. (KAYNAK Çiftçi’nin El Kitabı/Ziraat Tarihi’nde çiftçilik hakkında yazılmış en eski el kitabı): “Kim tarlaya ufki yollar açmışsa bu defa sabanı, dkey olarak gezdirmeli ve öyle yollar açılmalı; önce dikey olarak iz yapılmışsa ikinci defa ufki yollar açılmalıdır. Ekilmeyi takip eden günlerde filizlerin çıkmasına engel olmamak için oyuklarda bulunan büyük toprak parçaları temizlenmelidir.”





    EVLEK: Tarlanın ,tohum ekmek için saban iziyle ayrılan veye bölünen bölümlerinden her birine verilen ad.Genelde dönümün dörtte biri ölçüsündedir. Tarlayı sürenken zaman ayarlamak ve tohum kullanmada bilinen bir ölçü olarak düşünülmüştür.Bazı yörelerde “ Andal” da denir. Fotoğrafta , bölünmüş bir evleklik yerin sürülmesini görüyoruz.





    • EVME: Acele etme.(Oguzca) ewdi. Evmek.

    • EVSECEK: Sini gibi düz yuvarlak tahta parçası. Zahra eleme nesnesi. Buğday savurma aleti.

    • EVSÜK : Eksik.

    • EVŞELEME: Hırpalayarak yapılan el şakası.Vücudu ezgin hale getirme.

    • EVVELCE: Biraz evvel, az önce.

    • EVVELSİ/EVVELKİ: Sondan önce gelen. Dünden daha önceki gün. Geçen seneden önceki sene.

    • EVZA: Kibrit.

    • EY: Yüksek sele çağrıldığında cevap olatrak söylenen söz.

    • EYELTİ: Elle yapılan seyrek dikiş.

    • EYER: At sırtına konan oturak.

    • EYİN : Giysi.

    • EYİŞ: Küçük, demir ağızlı ve demir saplı ateş küreği.

    • EYLEMEK: Bekletmek. Durdurmak.

    • EYLENMEK/EĞLENMEK: Durup beklemek. Öğlendi(Yorgun adam)dinlendi.

    • EYVAH: Yazık, yanıp yakılma ünlemi.

    • EZEMEÇ: Yoğurt, pekmez gibi maddeleri suyla içecek duruma getirmek.

    • FADİK: Fatma’nın halk ağzında söylenişi.

    • FAFALAMA: Bir nesneyi el yordamıyla aramak, el gezdirmek.

    • FALDACA (İtalyanca FALCETTE): Ufak tırpan (FALÇETA/FALÇATA).YukarıFaldaca/Aşağı Faldaca…(Bak: Gürsel YILDIRIM –FALDACA adlı kitabı)

    • FALDACA SOMUNU: Mesudiye yöresinde lezzeti ile tanınmış Yukarı Gökçe köyünde yapılan fırın ekmeği.

    Karadeniz ekmekleri Türkiye’de birhayli ünlü olup lezzetiyle yiyenlerin beğenisini kazanmıştır. İstanbul ve diğer büyük şehirlerde özellikle Trabzon ekmeği adıyla birhayli müşteri potansiyeline sahiptir. Mesudiye’nin geleneksel ekmekleri de lezzetleriyle hep beğeni kazanmıştır. Köylerdeki fırınlarda kadınlar sıra ile bir haftalık, on günlük ekmeklerini pişirirler. Çünkü bu ekmekler on günden önce bayatlamazlar. Mesudiye ekmekleri içinde en beğeni toplayanı, “faldaca somunları” dır. Yüzyılların birikimiyle diğer köylerde yapılanlar aynı lezzete ulaşamazlar. Gerek yoğruluşu, gerek mayası, gerek pişiriliş ile hep ayrı bir lezzete sahip olan Faldaca somunlarından yiyenlerin tadı damaklarında kalır.Esmer undan yapılan bu somunlar Faldaca’ya gelenlerce mutlaka istenirken, misafir olarak bu köylere gidenlerden dönüşte somun getirmesi özellikle istenir. Fotoğrafta evin bahapılan kahvaltı sırasında köyde yeni pişen sıcak bir Faldaca somununu ve bu somunun kalitesini ölçen Prof. Dr. Aziz Ekşi ve diğer konukları görüyoruz.




    Kaynak:Mesudiye Gazetesi




    • FARFAR: İçine gaz yağı koyularak aydınlatma amacıyla kullanılan fitilli şişe.

    • FARFARACI: Yalan, palavra atan.

    • FARIMAH-K: Eskimek.Yorulmak.

    • FARLAMAK: Alevlenmek.

    • FAYRAPLAMA: Hızla ilerleme, panik etme, birden koşma.

    • FEFELEME: El yordamıyla arama.

    • FEHMETME: Görememek.

    • FELFECİR: Uyanık, açık göz.

    • FELFELEK:1- Afallamak. Eski canlılığını yitirmiş olmak. Şaşırmak.2-Ketern döğmeye yarayan topak.

    • FELFENEZ : Birkaç kişinin toplanarak kaynaşması..

    • FELLENMEK: Sinirlenmek.

    • FENAHAS: Çok iyi.

    • FENER: İçinde ışık kaynağı bulunan, etrafı cam çerçeve ile çevrilmiş aydınlatma aracı. Donuk ışık.

    • FENİKLEMEK/FENİKMEK: Bozulmak.Ağlamaktan yorulmak.

    • FER: Güç, kuvvet. Gözdeki canlılık.

    • FERAHLAMAK: Serinlemek.

    • FERFENE: Uzun kış gecelerinde dost ve akrabalarla birlikte yenen akşam yemeğine ve o gece yapılan eğlenceye verilen ad. Bazı köylerimizde “ortaklaşa yapılan et yemeği” anlamında da kullanılır.

    • FERİK: Yumurtlamaya yeni başlayan tavuk.Civcivlikten çıkmış yavru.Piliç.

    • FEŞEL: Yaramaz, afacan. Açıkgöz.

    • FETİL: Sac üzerinde pişirilen bir tür ekmek.

    • FIHRAMA: Ekşime.

    • FIRAHTU/FIRAKTI/FIRAHDU: Tarlaların kenarına çalılardan, tahtadan örülen set.ÇİT.

    • FIRHIL/FIRĞIL: Haşlanmış yumurta veya meyve. Armudun haşlanması..

    • FIRT GELDİ: Hemen, çabucak geldi.

    • FIRTKELEK: Düzen, hile.

    • FISKA/FİSİL: Arpacık soğanı.

    • FISLAMAK: Bir sözü başka kimsenin kulağına fısıltı halinde söylemek, gizlice haber vermek.

    • FIŞIR/HIŞIR: Eski.

    • FIŞKI (Rumca PHUSKİ): At, eşek pisliği. Hayvan dışkısının kurutulmuşu.

    • FIYDU: Ağızdan laf kaçırmak.

    • FIYMAH-K: Kaçmak. Farızmak. Puymak. (Ürküp kaçmak). Tezikmek.

    • Fİ(Ğ): Hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki.

    • FİLARİZ: Keten döğmeye yarayan tokmak.

    • FİLDİR FİLDİR: Çok oynak, hareketli.

    • FİNGİL : Kum taneciklerini iterek çıkan kaynak su kabarcığı.

    • FİNGİLDEME : Görünmeden ortaya çıkma.

    • FİRİKLENMEK: Dört dönme.

    • FİSİRTİ: Yavaş konuşma.

    • FODOLLAMA/FODULLANMA: Kızma, darılma.

    • FODUL: Sinirli, kendi kendine kızıp sinirlenen, geçimsiz, çitil. Bilmediği halde akıl öğreten. “Hem kel, hem fodul.”

    • FOL: Tavukların yumurtlaması için bırakılmış yumurta veya yumurta biçiminde taş.(Rumca) FOL-(Türkçe) YUVA

    • FOLLUK-H: Tavukların yumurtladıkları yer.

    • FOLTAK-H/FÖLTEK-H: Üzrine bol gelen. Yerleştiği yerde boşluk bırakan.

    • FORT: Bol. FORT GELMEK: Bol gelmek.

    • FORUZ : Horoz

    • FOS: Kof. Kafalak.

    • FOSALAK : İçi boş.

    • FOSFOSALAK-H: Hepten boş gelmiş olan.

    • FOSUL: Haşlanmış (meyve).

    • FÖRTEDEK ÇIKMAK: Bulunduğu yerden birden ortaya çıkma eylemi.

    • FÖRTLEK: Gözü, korkudan dışarı çıkmış gibi olan. Dışarı çıkma eylemi.

    • FÖSÜLLEME: Rastgele yapma, gelişigüzel iş yapma.

    • GAAM/GAAMA/GEEM/GALİBA: Zannederim.

    • GAARUK: Büyük ağaç.

    • GABALAK-H/GELABAK : Dul avrat otu.Hayvan yiyeceği olarak kullanıldığı gibi geniş yapraklarıyla ot sarması yapılırken de kullanılır.

    • GABARA/KABARA: Ayakkabının altına çakılan büyük başlı çivi.

    • GABARDAH-K: Kabarmış durumda olmak.

    • GADA: Hastalık, dert. GADASINI YEMEK: Hastalığına çare olmak. GADASINA KURBAN OLMAK: Derdine yaardımcı olak. Bu uğurda gönüllü olmak.

    • GADAMAK: İyice yaklaştırmak.

    • GADANI ALMAK (GADAN ALDUM): Belasını almak.

    • GADİMİ: Daha çok, daha ziyade.

    • GADİRLİK: Vefasız olmak, hainlik.

    • GADRİ GEÇMEK: Güvenine inanmış olmak.

    • GAGEÇ KESMEK: Sertleşmek.

    • GAĞARTMAH/GAĞARTMAK/KAHIRTMAK/KAĞARTMA: Zorlarak bükme.

    • GAĞIŞ: Ağır, yavaş hareket eden. Birisini dürtmek.

    • GAĞIŞLAMA/KAKIŞLAMA: İtikleme.

    • GAHBE/GAHPE/KAHBE: Dönek. Kötü yola düşmüş kişi. Orospu.

    • GAHMA/KAKMA: İtmek.

    • GAHURA/GAPULA (Pontosça): Küçük dal, ağaç filizi.

    • GALDİRİK-H/HODAR: Yer pancarı türünden yenen ot.

    • GALDURUM: Germenin altına konan çaput.

    • GALIÇ: Orak.

    • GALLE: Pazı yemeği.

    • GALUH-K/KALIK/GALUĞAN/GALIVAN: Kocamış, iyi durumdan düşmüş hal. Evde kalmış kız.

    • GAMBAK : Başı saçsız olan.

    • GAMCI/KAMÇI: At sürmek için deriden yapılan nesne (Bakınız KAMÇI).

    • GANAYAHLU/KANAYAKLI: Yavaş olan, umursamayan.

    • GANGIBİLİÇ: Tahta revan.

    • GAPÇUH/GAPCUK/KAPCUK FASİLLE: Taneler halinde kırılarak kurutulan fasulye. Anadolu’da 4000 yıldan beri süregelen bir geleneğin değeri günümüzde adeta yeniden keşfediliyor. Bazı sebzelerin kuruutularak kış mevsiminde yenmesi yüyıllardır devam etmiş, ancak köyde kente göçün hızlanması sonucu 80’li yıllardan sonra adeta modasını yiitirerek ter edilmeye başlanmıştı. Taze fasulyenin bıçakla ince ince kesilerek “kıyma” fasulye adıyla kurutulması, bütün bunların kurutulmasına ise “kapçuk” denilmesi; biberlerin sıra sıra iplere dizilerek kızarmış durumda kurutulması; patlıcan, kabak, dağ nanesi (anuk) gibi onlarca sebzenin kış aylarında tadılmasını sağlıyordu. Kurutulan sebzelerin daha sağlıklı olduğu ortaya koyulunca serenlerde, samanlık ve evlerin duvarlarında yapılan kurutma geleneği yeniden gözde duruma gelmeye başladı.







    • GAPPO(Ğ): Kahpe durumda olan.

    • GAPUSKA/KAPUSKA: Etli lahana yemeği.

    • GARAFATMA/KARAFATMA: Tarıma yararlı, parlak siyah renkli böcek. Hamam böceği.

    • GIRNATA: Davul-zurna ekibi.

    • GARABABA: Öldürücü, zehirleyici yiyecek.

    • GARA BACAK: Kara lahana.

    • GARADAVUN: Hayvan hastalığı. Beddua anlamında söylenen söz.

    • GARAMUH/KARAMUK-H:

    1. Ekin tarlalarında biten, yaprakları karşılıklı, çiçeği pembe, mor renkte, zararlı bir bitki.

    2. İnsan ve ya koyun vücudunda görünen kara kabarcıklı hastalık.

    • GARA YOL: Dönüşü olmayan yol.

    • GARDAŞLIK/GARDAŞLUK-H/KARDEŞLİK

    • GARGABARDA (Karga bardağı): Bir tür bitki.

    • GARGALAK: Deniz, dere sularının kıyıya attığı ağaç parçaları.

    • GARI/KARI: Kadın, eş.

    • GARIPSAMAK-H (GARİPSEMEK): Özlemek.

    • GARUH-K/GARIK: Bir ekimlik yer.

    • GASBAHANEK/GASBENEK: İnadına, kasıtlı, bilerek, özellikle.

    • GASBANA: Kasıtlı olarak.

    • GASNAH/KASNAK: Tahtanın silindir şekline gelmiş hali.

    • GAŞAMA: Eskiyecek malzeme parçalarının açılması, boyanması. Deforme olması.

    • GAŞO(Ğ)O: Hayvanları kaşıma, tüyünü temizlemek için kullanılan dişli demir tarak. Kaşağı.

    • GATİLİK/KATİLİK: İnat.

    • GATUĞAZ: İri. Sert, dayanıklı.

    • GAVAZAH: Çok yavaş, ağır.

    • GAVİ/KAVİ: Çok sağlam.

    • GAVİL: Lades. Anlaşma.

    • GAVNİK: Yorgun düşmüş.

    • GAVRAN: Kavran. Ağaçtan yapılmış uzun kap. Bal, un kabı.

    • GAVUM: Akraba ziyareti.

    • GAVURGA/KAVURGA: Buğdayın kuruyemiş gibi yenilmek için kavurlarak hazırlanmış durumu.

    • GAVUT: Buğdayın kavrulmuşu.

    • GAYAR: Atın ayağını eski nalla onarma.

    • GAYASAH/GAYSAH : Çok çok kirli.

    • GAYBANA : Yakışıksız.Yakışık olmaktan uzak olan.

    • GAYDA/GAYDE/KAYDA: Müzik.

    • GAYDALI/GAYDELİ/KAYDALI: Kulağa hoş gelecek şekilde, hoş gelişli.

    • GAYER: Tırnağın nala değimesi yüzünden yapılan nal düzeltme işlemi.

    • GAYKINCAH/KAYKINCAK-H: Kaymak için yapılan tahta araç. Kızak.

    • GAYLIK/GAYLIĞAN/GAYUĞAN/ GAYLUĞAN :Düz,srt taş.

    • GAYLUH-K: Yufka ekmeğinin kaşık şekline getirilip baş ve işaret ile tutularak yeme çeşidi.

    • GAYPANAK-H/KAYPANAK: Sözünden, işinden vazgeçmiş olan. Dönek. Kasıtlı olarak.

    • GAYTARMA/KAYTARMA: İşten kaçmak, sıvışmak.

    • GATUVAZ/GATUĞAZ: :Elindekini sıkı tutan,vermek istemeyen.

    • GAZAL/GAZEL: Kurumuş yaprak.

    • GAZANDİBİ: Evin küçük çocuğu. Kazandibi.

    • GAZMA/KAZMA: Toprak eşme aleti.

    • GAZO : Hamur kazıma aleti.

    • GEBERİK : Ölü, gebermiş.

    • GEBEŞ: Çok şişman, iri karınlı.G embeş.

    • GEBRE: Genelde atların korunmasında kullanılan keçi kılından yapılan örme.

    • GEÇEK: Geçilen yer. Geçit.

    • GEDEK: Manda yavrusu.

    • GEGEK: Gaga, uç.

    • GEĞER: Bahçe sularken akan suyu ince kollara ayırmak.

    • GEĞİRME: Ağızdan, mideden gelen gazı çıkarma.

    • GEĞREK: Kaburganın altıü böğür üstü.

    • GELBERİ (Türkçe GELMEK ile BERİ’den): GEL/BERİ: Uzun saplı ocak küreği. Ateşi öne doğru çekmeye yarar. Harmanda tane buğdayı öne çeker.

    • GELECOŞ/KALECOŞ: Soğan, kıyma, ayranla yapılan yemek. Yoğurt kurusu, keş. Suda ezilip kaynatılan keşin içine pide doğranarak pişirilen ve üstüne yağ dökülen yemek.

    • GELENEKSEL YERLEŞİM: Gözlemlerim 1935’li 40’lı yıllarda başlar. Anımsadığım kadarıyla 100-150 kadar ve çoğunlukla 2 katlı konuklarda ve bir sürü küçük küçük işyerlerinden oluşmuş bir ilçe merkezi. Sanıyorum 300’ü geçmeyen bir nüfus varlığı. Konutlar beyaz badanalı, genellikle çatılar hartama kaplı, çok pencereli, yüksek tavanlı yapılmış, çoğu konut Rumlar’dan kalmış, sonra yapılan konutların da mimari biçimi Rumlar’dan alınmış yapılar. Gözalıcılıklarına, şirinliklerine diyecek yok. Yerel deyimle konut değil büyüklüklerine göre konaklar da var içlerinde; tam bir derebeyi malikanesinin sanki küçük bir örneğiydiler. Özellikle Karayakalar’ın, Serdaroğlu, Boduroğlular’ın konakları kasabaya ayrı bir görkemlilik veriyordu. Rumlar’dan kalma marinaların konağı ise apayrı bir mimari zevki yansıtıyordu. Bu konakların bazıları bu günlere gelebildiler, ya diğerleri...(Turgut Hacıoğlu)








    Köykent alanındaki yöreye has geleneksel kütük evlerden iki örnek.





    • GELİNLİK TUTMAK: Yeni gelinin kaynatası ile kendisine izin ya da armağan verilene değin konuşmaması.

    • GELOĞU: İri sıçan.

    • GELPEDEK GERİLMEK: Aniden kaskatı olup sırtüstü düşmek.

    • GEM (Grekçe KHEMOS)’tan: At takımlarından ağıza takılan özel aygıt. Anadolu Türkçesi’na Anadolu’da konuşulan Rumca’dan geçti.

    • GEN: İpe ilmek atılarak yapılan ve atın alt çenesini çeken dizindirik.

    • GEN TARLA : Ham araziden açılmış ya da dağlarda boş duran otla yerden açılmış tarla “.Toprağı kabarık tarla anlamında da kullanılır”.

    • GEN TOPRAK : Yaş toprak.

    • GEN YER: İşlenmemiş arazi. Dağ üstündeki arazi.

    • GENDÜME: Buğdayın dövülerek kabuğunun çıkartılmış hali.

    Genel olarak “buğday vesair hububatın kırılmış ince kabuğu” diyebiliriz.

    • GERCE: Sarmaşık türünden bir bitki.

    • GERİSİNİ BİLMEM: Söylenecek sözü olmamak. Ne olacağını kestirememek. “Benim bildiğim bu kadar” anlamında. Bazen “Ben bu kadarını söylerim ama olacakları sen düşün” şeklinde tehdit sözü olarak da kullanılır.

    • GERME OLUK: Su değirmenlerinde suyu büyük oluğa taşıyan düzenek.

    • GERME: Bir yeri bölmek, sınırını belli etmek için çakılan tahta perde.Bu perde de kullanılan uzun, genişçe tahta.

    • GERMEÇ: Tarlayı, harmanı hayvanlardan korumak için tarla kenarına uzatılan uzun cerek.

    • GERMO(Ğ): Meyve toplamakta kullanılan ucu eyri uzun değnek.

    • GERMÜCEK: El değirmeninde üst taşın altına konan tahta.

    • GERO(Ğ): Ağaçtan uzun bir sapı olan kesici demir alet.

    • GEVEN : Kitre denen zamkı çıkarılan dikenli,bodur çalı. KEVEN.

    • GEYREK: Böğür.Kaburga altı.

    • GEZEH-K: Gezecek yer.

    • GEZEKLİK: Sığır sürüsünün otlamaya gitmeden önce toplandığı yer.

    • GEZELEME: Tuvalete gitmek.

    • GI : Seslenme bildiren bir ilgeç.

    • GIBAN/KIBAN: Çağlanın kızarıp yetişeni.Yenecek durumda olanı.

    • GIBAN OLMAK : Yetişip olgunluğa erişmiş duruma gelmek.

    • GICGIRUM: Gelişigüzel saldırı.

    • GICI OĞLAK: Kuzu kulağı. Roka yaprağına benzer, mayhoş tatlı yabani bir ot.

    • GICI:

    1. Küçük kız çocuklarına söylenen seslenme sözcüğü.

    2. Çam kozalağı.

    3. Semiz otuna benzer, yaprağı daha küçük bir bitki.

    4. (Bazı köylerde) Kar.

    • GICIK VERMEK: Vesvese. İşkil.

    • GICIK/KICIK/KICI/KOZAK: Çam kozalağı. GICIK: Güvenilemez.

    • GICILAMAK: Kağnı arabalarının yük taşırken çıkardıkları sesler.

    • GIÇMUK/GIŞMUH: Hayvanalrın arka ayaklarıyla vurduğu veya insanların buna benzer türde attığı tekme.

    • Yüklə 0,75 Mb.

      Dostları ilə paylaş:
  • 1   2   3   4   5   6   7   8   9




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin