ÜSTÜn yetenekli Çocuklar



Yüklə 2,52 Mb.
səhifə19/43
tarix15.01.2018
ölçüsü2,52 Mb.
#37978
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   43

Harekete Dayalı Beceriler: Zaman zaman üstün çocuklarla ilgili olarak karşılaşılabilecek bir başka sorun da harekete dayalı becerilerinin beklenen düzeyde olmamasıdır. Bu durum genellikle yetişkinlerin çocuktaki sadece zihinsel üstünlüğe takılıp, bazı becerilerinin gelişmesini teşvik etmekte başarısız olmalarındandır. Oysa, uygun zamanlarda bu becerilerin gelişmesi için yeterli fırsat sağlanmazsa, daha sonra bunları geliştirmek imkansızlaşır. Bunun sonucunda da çocuklar çeşitli spor oyunları denemekte isteksiz olabilirler, başarısız olmaktan korkabilirler ve beceriksizliklerinden dolayı utanabilirler. Böylece sosyal gelişmeleri için çok yararlı olabilecek etkinliklerin dışında kalabilirler.

Her Alanda Üstünlük Beklentisi: Üstün çocuklarla ilgili olarak yetişkinler tarafından benimsenen bir yanlışlık da onların her alanda üstünlük göstereceklerini zannetmeleridir. Çoğu zaman “Niçin aritmetikte olduğu gibi sosyal derslerden de yüksek not almıyorsun?” ya da “Niçin kimyaya kompozisyona ayırdığın kadar zaman ayırmıyorsun? gibi soruların çocuklara yöneltildiğini duyarız. Aslında anne-babaların başlıca görevi, bağımsız davranabilen bireyler yetiştirmek olmalıdır. Eğer sürekli olarak hedefler yetişkinler tarafından dıştan korunursa, bu durumda çocuklara kendi amaçları için düşünme fırsatı tanınmamış olur. Çocuklara, ilgi alanlarını kendilerinin belirlemeleri için şans tanınırsa, kendilerini daha iyi tanıma fırsatı bulabilecekleri gibi, karar verme alışkanlığını da edinebilirler. Böylece dış çevrenin denetimini üstlenebilirler, kendilerine ve başkalarına karşı sorumluluk duygusu geliştirebilirler. Anne babaların sürekli olarak onlar için hedefler belirlemeleri, ne yapacaklarını söylemeleri ve standartlar oluşturmaları halinde ise dış denetimin esiri olmaları kaçınılmaz olur.

Yaratıcılık: Bağımsızlığı engelleyici bu tür bir tutum, yaratıcılığın da baş düşmanıdır. Oysa bireye üstünlük niteliğini kazandıran en önemli özelliklerden biri yaratıcılıktır. Bu da ancak kendine güvenmesine, kendi kendini idare etmesine, karar verme alışkanlığını edinmesine, düşüncelerini açıkça söylemesine fırsat veren demokratik bir aile tutumu içinde gelişebilir. Unutulmamalıdır ki, uygarlıkta atılan her yeni adım, yaratıcılığın ürünüdür.

Çalışma Alışkanlığı: Üstün çocukların bazı durumlarda potansiyelleri oranında başarı gösterememeleri, doğru çalışma alışkanlığına sahip olamamalarından kaynaklanır. Zamanının çoğunu boşa harcayıp, son anda bir şey üretme çabası içine giren çocuk, doğal olarak gizli gücünün meyvelerini tatma şansına sahip olamaz. Çocuğuna bu konuda iç disiplin kazandırmış ailelerde ise bu tür soruna rastlanmaz.

Televizyon: Çocuğun kendisine pek yarar sağlamayacak programları pasif bir şekilde izlemesini engellemek için de ailenin önlem almasında yarar vardır. Aile bireyleriyle satranç oynamak ya da ilgi duyulan konularda tartışmaya girmek, müzelere ya da fabrika gibi, mesleklerin tanınmasında yardımcı olacak yerlere geziler yapmak, sanat etkinlikleri izlemek gibi faaliyetler, pasif izleme davranışına alternatif oluşturacak etkinlikler arasında sayılabilir. Böylece çocuk, hem zamanını değerlendirmiş hem de ilgi alanını genişletmiş olur. Kitaplara ilgi çekmek de bir başka önemli çözüm yoludur.

Yetişkinler Tarafından Dinlenme Gereksinimi: Üstün çocukların, kendi düşüncelerini, değerlendirmelerini, vardıkları sonuçlarını ve gözlemlerini dinleyen anne -babaya, öteki çocuklardan daha fazla gereksinimleri vardır. Sürekli zihinleri çalışan bu çocuklar, gün boyunca birçok bilgi toplarlar. Bu bilgileri iyice özümleyebilmek için, onların analizini ve değerlendirmelerini yapma gereğini duyarlar, işte çocuklar kendilerini dinleyen ve gereğinde yardımcı olabilen yetişkinlerle edindikleri bu bilgiler konusunda konuştukça, düşünceler arasında daha çok bağıntı kurabilirler, boşlukları görebilirler ve sonuca gidebilirler. Eğer anne-baba bu görevlerini yürütmekte zorluk çekerlerse, çocuklarının, aile içinden ya da dışından bu rolü üstlenecek bir bireyle temasa geçmelerini sağlamaları yararlı olur.

Benimsenecek Değer Yargıları ve Yaşam Biçimi: Üstün çocuklar da normal çocuklar gibi çeşitli gelişim evrelerine deneyimsiz başlar, zaman zaman kendilerini güvensiz hissedebilir ve uyum sorunları gösterebilirler. Bu nedenle kendilerine rehberlik edecek ve güven verecek yetişkinlere gereksinim duyarlar. Anne-babaların, bu konuda yardımcı olmaları için, çocuklarına benimsetmek istedikleri değer yargılarını ve yaşam biçimini bizzat kendilerinin yaşayarak göstermeleri olumlu sonuçlar verebilir. Somut yaşayan bir modelle özdeşleşmek, sözcüklerin oluşturduğu soyut kavramlarla özdeşleşmekten daha kolaydır, ilke, “Söylediğimi yap,” değil, “Yaptığımı yap,” olmalıdır. (2)

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Üstün çocuğun topluma yararlı bir üretkenlik içinde olması, sadece kendi gizil gücünün değil, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, gereksinmelerine duyarlı bir aile ortamının da ürünüdür.


Yaşadıkça Eğitim,
Ekim-Kasım-Aralık 1990, sayı 13.
KAYNAKÇA

1. Freeman, Joan. The Psychology of Gifted Children. Perspective on Development and Education. John Wiley and Sons, Chichester, 1985.

2. Page. Beverly A. Parents Guide to Understanding the Behavior of Gifted Children. Roeper Review. p. 39-42., May, 1983.

3. Renzulli, J. S., ‘The three-ring Conception of Giftedness: a developmental model for creative productivity,” Conception of Giftedness. Derleyen R. J. Sternberg and J. E. Davidson. Cambridge: Press Syndicate of the University of Cambridge, ss. 53-92., 1986.

Üçüncü Bölüm

ÜSTÜN YETENEKLİ


ÇOCUKLARIN EĞİTİMİ

Özel Eğitimin Gerekçesi

Mitat ENÇ*

Özel eğitim genellikle, beden, anlık ve toplumsal gelişim açılarından ayrıcalıkları olağan eğitim hizmetleri ile karşılanamayan çocuklara dönük eğitim hizmetleri olarak tanımlanabilir.

Ayrıcalıkları olağanın hayli ötesinde olan çocuklar denildiği zaman öncelikle hatıra “aşırı görme, işitme, iskelet, kas ve sinir” sakatlıkları ya da özürleri gibi gelişimi insan gücünü kısıtlayıcı durumlar gelir. Bu yüzden, eğitimcilerin de bir bölümünü kapsamak üzere, çoğu kimseler üstün beyin gücü olan ya da olağanın üstünde özel yetenekleri bulunan çocukların bu özürlüler kümesi ile ele alınışını benimseyemezler.

İlk bakışta bu nedenleri kestirebilmek kolay da değildir. Görme özürü olan çocuk düzgülü öğrencilerin kullandığı okuma, yazma araçları ile, öncelikle görme gücüne dayanan yöntem ve araçlardan yararlanamayacak durumda olduğundan özel eğitime konu olmuştur, işitme özürü olansa öğrenimin temel aracı olan anadilini olağan yollar ve araçlarla öğrenme gücünden yoksun olduğundan özel eğitim yolu ile yetiştirilmelidir. Bunlara benzeyen nedenleri anlık gücü yetersiz olan, ya da ortopedik özürleri, davranış ve uyum zorlukları olanlar için de ileri sürmek kolaydır.

Buna karşılık ilerde görüleceği gibi, beden, anlık ve toplumsal gelişimi ortalama çoğunluğunkinden belirgin olarak üstün bulunan ve yukarda değinilenlere benzeyen bir özür ya da sakatlığı bulunmayan üstün yetenekliklerin özel eğitim kapsamına alınmasını haklı ve gerekli görebilmek için yukardakilerden tamamen farklı gerekçelere ihtiyaç olacağı tabiidir. Bu bölümde söz konusu gerekçeleri belirtmeğe çalışılacaktır.
I. YAYGIN TEMEL EĞİTİMİN YARATTIĞI SORUNLAR

Antik çağlardan başlayarak onsekizinci yüzyıl başlarına kadar okul ve eğitim örgütü, yönetici sınıfın çocuklarını çeşitli amaçlara göre yetiştirmek için kurulmuştu. Başka bir deyişle soylu çocukları ile din hizmetlerinin çeşitli aşamalarında görev alacaklar buralarda yetiştirilirdi. Seçkin bir azınlığın çocukları için çalışan bu okulların programları da, onları ilerde yüklenmeleri beklenen görevlere hazırlayacak nitelikteydi. Tabiî bu programın kapsamına girmesi gereken bilgi ve beceriler, o çağların eğitim anlayışına ve okulun özel amaçlarına göre değişkenlikler gösteriyordu. Fakat ortak olan yönü, yetenekçe üstün ve seçkin olduğuna inanılan bir azınlığın ihtiyaçlarına hizmet edecek nitelikte oluşuydu.

Fakat İngiltere ve Fransa’da hükümdarların kayıtsız ve koşulsuz yetki ve otoritesine karşı gelişen direnmeler, toplum düzeni ve yönetiminde otoritenin kaynağını din kurumları ve hükümdarlardan halka doğru kaydırmağa başladı. Bu kayışın belki de ilk habercilerinden birisi Birleşik Devletlerin İngiliz imparatorluğundan koparak bağımsız bir cumhuriyet oluşudur. Bu cumhuriyetin anayasası, antik çağlar bir yana, ilk kez otoritenin kaynağını halkoyu çoğunluğuna vermiştir.

Bundan önce “1215” tarihinde, İngiliz soylularının kral otoritesine karşı ayaklanıp direnmeleri gelir. Bunun sonucu olarak da hükümdar yetkilerini, yalnız soylu sınıf yararına da olsa, kısıtlayan ve İngiliz anayasası sayılacak “Magna Charta” ortaya çıkmıştır.

Hükümdarın tanrıya dayanan koşulsuz otoritesine karşı tepki Fransa’da daha da kanlı olmuştur. Bu halk ayaklanışının sonunda yalnız krallık yıkılmakla kalmamış, onunla çıkar birliği olduğuna inanılan binlerce soylu da ihtilâlin kurbanı olmuştur.

Bütün bu toplumsal kaynama ve gelişmelerin ortak yönü şu olmuştur: temel insan hakları ilkelerinin ışığı altında kendini yönetecek olanları otoritenin gerçek kaynağı haline gelen halk seçecektir. Seçmekle de kalmayacak aynı yol ve yöntemle çalışmalarını da denetleyecektir.

Yüzyıllarca soylu bir azınlığın baskı ve güdümü altında onlar için çalıştırılmış olan her türlü eğitim ve gelişme olanağından yoksun kalan “kamu”nun otoritenin kaynağı haline gelişi, kendiliğinden önemli bir sorun ortaya çıkarmıştır. Kamu denilen bu yığın, kendini en iyi biçimde yönetecek kişileri, etkili olarak seçebilmek için gerekli bilgi ve becerilerle donanmış mıdır? Kendi adına yapılan işlerin doğruluk, gerçeklik ve geçerliğini ve yeterliğini kestirebilecek durumda mıdır?

O güne kadar din kurumlarının ve yönetici soyluların buyruklarına ve öğretilerine direnme ve eleştirme çabası göstermeden uymaya ve onlarca güdülmeğe alışmış olan kamunun bu ayırım ve karar yeterliğinden yoksun olduğu ortadaydı.

O zaman düşünürler, kamuyu uyarıp aydınlatmanın mümkün olup olmadığını düşünmeğe ve bunların yollarını araştırmaya giriştiler. Böylece okul ve eğitim hizmetlerini mutlu bir azınlığın imtiyazı olmaktan çıkararak çoğunluğun ihtiyaçlarına dönük bir duruma getirmek zoru ortaya çıktı. Ancak eğitim yoluyla geniş yığının hak, görev ve sorumluluklarına bilinçli ve bunları gereğince yerine getirebilecek becerilerle donatılması olanağı sağlanabilirdi. Böylece geniş halk yığınlarına dönük, yaygın temel eğitim hizmetleri gelişmeğe başladı.
II. PROGRAM VE YÖNTEM SORUNLARI

Eğitim hizmetlerinin beyin gücü piramidinin geniş tabanına doğru yayılması ve belirli bir düzeydeki öğrenimin zorunlu duruma sokulması demokratik yaşayış düzeni ve yönetimin doğal sonucu olarak gelişmiştir. Fakat bu yaygınlaşma önce mutlu azınlık okullarının program ve yöntemlerinin buralarda da uygulanmasıyla başlamıştır. Fakat “lise, gimnasium, gramar school” ya da “akademi, seminarium” gibi adlar altında kurulan bu kurumların programları öncelikle “ölü ve yaşayan diller, matematik ve fen bilimleri ile humanisma ve güzel sanatlardan” oluşurdu. Ancak ortanın üstünde öğrenme gücü olanların izleyebileceği bu yüklü ve çeşitli programda ve sunulanda ortalamaya göre bir uyum sağlamak zoru duyulmaya başladı. Bunun üzerine söz konusu kurumların dört yıllık ilk dönemi bir sınama, yoklama ve tanıma süresi olarak kabul edildi. Yeteneklerinin yeterliğini bu dört yıl içinde belli edenler klâsik lise, gim-nasium vs. öğrenimini sürdüreceklerdi. Bunu sürdürmeğe güçsüz olanlarsa hafifletilmiş ve daha pratik bir programla çalışan “folksschuhle” halk okulları denen kurumlara yöneltilebileceklerdi. İkinci dünya savaşından sonra bu ayırımın çok erken ve vakitsiz olduğu, yüksek öğretime dönük bir orta öğretim mi yoksa hayata yönelmiş bir ortaöğretim mi, kararının hiç değilse sekizinci yıl sonunda kesinleşmesi eğilimi yaygınlaşmaya başladı.

Öncelikle Avrupa ülkelerinde ve onun etkilediği eski sömürge memleketlerinde benimsenip yaygınlaşan bu iki dallı ortaöğrenim karşısında Birleşik Devletler ve onun etkilediği bazı ülkelerde “çok amaçlı ortaöğretimin” geliştiğini görüyoruz. Bunlar, çocukları hangi yaşta olursa olsun yüksek öğretime götüren, ya da hayata dönük ortaöğretime ayırmayı hem demokrasi ilkelerine hem de gelişim ruhbilimine aykırı buluyorlardı. Bu yüzden öğrenme gücü ne olursa olsun bütün yurtdaş çocuklarının bireysel özellik ve ihtiyaçlarını karşılayabilecek esnek bir programla aynı eğitim kurumu çatısı altında yetiştirilmesi gereğini savunuyorlardı.

Okul örgütü ve program açısından özet olarak sunulan bu gelişmelerin dayandığı temel bir ruhbilim ilkesi vardı: Aynı yaşta olan çocuklar boy ve ağırlıkları, deri, göz rengi gibi bedensel niteliklerin yanı başında anlık gücü, ya da öğrenme yetenekleri açılarında da büyük farklılıklar gösterir. Bu yüzden onları, ister aynı eğitim kurumunda, isterse ayrıcalıklarına dayanan ayrı programlarla aynı amaçlara dönük olarak eğitmeğe kalkmak da ruhbilim ilke ve bulgularına aykırı düşmektedir.

Söz konusu bireysel farklılıkların nasıl karşılanabileceği kestirilmeden önce başka bir eğitim ilkesi gücünü duyurmağa başlamıştır: Okullar, çoğunluğu oluşturan ortalama yetenek seviyesi ve o çevrede bulunan çocukların öğrenme güçleri ve gelişim özellikleri göz önünde tutularak program ve yöntemlerini geliştirmelidir. Geniş halk yığınının, gerekli yurtdaşlık görevlerini yerine getirmek üzere eğitilmeleri gereği bunu zorunlu kılıyordu.

Böylece çeşitli denemeler sonucunda okul programlarının hazırlanışında ortalama ve çevresindeki yetenek düzeyinin özelliklerine öncelik verilmesi bir temel ilke niteliğine girmiştir.

Bu ilkenin etkisi ile okulların ilk sekiz yılı içindeki “latince, yunanca, yabancı dil, cebir gibi” konular kaldırılmıştır. Kendi ülkemizde de “Arapca, Farsca” ve benzeri konuların ilk ve ortaokul programlarından çıkarılışı bunun benzeri bir durumdur. Bunların yerini “yurtdaşlık bilgisi, el becerileri” gibi hayata dönük olduğu kabul edilen konular almıştır.
III. ÜSTÜN YETENEKLİLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Zorunlu öğrenimin yaygınlaşması, yetenekleri ve gelişme hızları ne olursa olsun, bütün çocukların belirli bir yaşa girince okula başlamalarını gerekli kılıyordu. Öğrenme gücü açısından ortalamanın çeşitli bölümlerde üstünde ve altında bulunan çocukların da belirlenen bu yaş sınırında okula başlamaları ve yaşdaşları ile birlikte aynı süre içinde bilgi ve becerileri edinmeleri isteniyordu. Öğrenme gücü yaşdaşlarına göre bir, iki yıl veya daha fazla geride olan çocukların “okuma, yazma, hesaplama” gibi temel becerileri ortalama çocuklarla aynı hızda öğrenebilmeleri ihtimali yoktu. Bu yüzden onlar böyle bir program ve okul düzeni içinde, güçlerinin üstünde olan bir yük ve baskı altına sokuluyordu.

Buna karşılık öğrenme güç ve yetenekleri, yaşdaşlarının bir, iki ya da daha fazla yıl üstünde olan üstün beyin gücü bulunan çocuklarsa iki ihtimal ile karşılaşıyordu: pek az bir ihtimalle de olsa, öğretmen çok kolay ve hızlı öğrenen bu azınlığa göre öğretimi düzenliyor ve geniş çoğunluğu bir çeşit yüz üstü bırakıyordu. Kuşkusuz böyle bir tutum çoğunluğun zararınaydı ve onaylanamazdı.

İkinci olasılıkda, öğretmenin ortalamadan hayli ayrıcalık gösteren üst ve alt kümeleri bir yana iterek öğretim çabasını çoğunluğun üzerinde toplamasıdır. Bu tutum birincisinden elbette daha yaygındır.

Bu halde ortalamanın altındakiler geç, ağır ve zor öğrendikleri için ders yılı sonunda elenmektedir. Buna karşılık üst kümeyse hem öğretmence ve çoğu zaman arkadaşlarınca, öğrenme hızlarını ortalama olanlarla bir hizada tutmaya zorlanıyordu. Genellikle bu öğrenciler okula, ilkokul birinci devrede okutulan bilgi ve becerilerin çoğunu edinmiş olarak geldikleri için esasen onları bu tür uğraşılarla ilgilendirebilmekte zorluk olacağı ortadadır. Bunun yanı başında sınıfı ve öğretmeni kendi ilgi ve bilgi düzeylerine çekecek sorular ve tartışma konuları ortaya atmaları da çoğunlukla hoş karşılanmaz. Öğretmen “daha onun sırası değil, üst sınıflarda görürüz” diye susturur. Arkadaşları da “ukela” ve benzeri sözlerle onları firenlemeye zorlarlar. Bu iki yönlü baskı altında üstün öğrenme gücü olan çocuklar, gizil güçlerinin küçük bir bölümünü kullanarak sınıflardaki seçkin ve üstün başarı durumlarını sürdürebilmeyi öğrenirler.

Bugün ortalama çevresindeki öğrenme gücünü hedef alarak yaygınlaşmış ve zorunlu duruma gelmiş olan okul ve program düzeni içinde üstün beyin gücünün yüz yüze olduğu en büyük tehlike budur. Her kuşakta sayılarının çok sınırlı olduğunu göreceğimiz bu azınlığın, bu tür baskılar altında gizilgüçlerinin küçük bir bölümünü kullanarak kendilerini ortalamalar durumuna inmeye zorlanmaları özel eğitimlerinin en güçlü gerekçelerinden birisidir. Bir çok araştırmalar anlık gücüyle okul başarısı arasındaki olumlu bir ilişki bulunduğunu göstermektedir. Gene çeşitli araştırmalarda nesnel ölçeklerle belirlenen üstün beyin güçlerine rağmen, okul başarıları güçlerinin hayli altında olan öğrencilerin varlığını da ortaya koymuştur. Bu araştırmalar ileri sürülen zorluğun, sadece bir tahmin olmadığını göstermektedir,


IV. ÜSTÜN BEYİN GÜCÜNÜN UYUM SORUNUNA DÖNÜŞMESİ

Anlıksal gücü olağanın hayli üstünde bulunan çocukların ortalama öğrenme gücü çevresindekiler için düzenlenmiş bir eğitim programı içinde uyum ve gelişim sorunu durumuna girmeleri ihtimali de var. Gerek ünlü ve başarılı büyüklerin çocukluk hayatları üzerinde yapılan incelemeler gerekse üstünlükleri testlerle belirlenmiş öğrenciler üzerinde yapılan vaka incelemeleri bu konuda ilginç bulgular sağlamıştır. İlerde ayrıntılı olarak üzerinde durulacak bu bulguları şöylece özetleyebiliriz:

1. Ana-babalar çoğu zaman çok üstün yetenekli çocuklarının özellik ve öğrenme güçlerini, gerçekte olduğundan daha düşük görmekte ve genellikle “olağan” diye nitelemektedir.

2. öğretmenler üstün öğrenme gücünü teşhiste genellikle ana-babalardan daha başarılı olmakla beraber onlar da yarı yarıya yanılgıya düşmektedir, özellikle beyin gücünün düzeyi olağandan uzaklaştığı oranda öğretmenlerin yanılgıya düşmeleri olanağı artmaktadır.

3. Deha düzeyinde çok üstün beyi gücü olanları çoğu zaman öğretmen ve öteki yetişkinler “garip, anormal, kafası bulutlarda, cin midir şeytan mıdır?” gibi olumsuz yönde şaşkınlık belirten sözlerle nitelemektedir. Durumu böyle olan çocuklardan bazıları “anormallik, aptallık, aklı başka dünyalarda” gibi kuşkularla, çocuk inceleme ya da rehberlik merkezlerine getirilebilmektedir.

4. Genellikle üstün beyin gücü olanlar seçkin ve başarılı öğrenciler olabilmektedir. Fakat anlık gelişimleri yaşdaşlarının hayli ötesinde ve üstünde olanlar çoğu hallerde öğrenmeleri istenen konular ve becerileri “yalın, ilgi köreltici, sıkıcı” bulmaktadır. Bunlardan okul hayatları üzerinde inceleme yapılanların bazılarında “okulu sevmedikleri” görülmüştür. Bu yüzden verilen ödevleri yapmamak, ya da baştan savma yapmak, öğretmenin bile ilgi alanının dışında ve üstünde olan sorunlarla ilgilenmeleri gibi durumlardan yakınılmaktadır. Hatta bu yüzden okul çalışmalarında başarısızlığa uğrayan, okulu bırakan ve öğrenimini ya kendi uğraşısı ya da bir yetişkinin yardımı ile sağlayanlara rastlanmaktadır: “Edison, Churchill, Hitler” ve benzeri ünlülerin hayatları bu açıdan incelenmeğe değer.

Bu bulgular, olağan bir eğitimden olağanın hayli üstünde olanların yararlanabilmesi söz konusu olmadığı gibi bunları bir eğitim ve uyum sorunu durumuna getirmesi olanağının da bulunduğunu göstermektedir. Toplumun en değerli kaynağı olan bu üstün yaratma gücünün, böylece ziyan edilmesi küçümsenemez, özel eğitimlerinin başka bir gerekçesi de budur.
V. EĞİTİMDE EŞİTLİK İLKESİNİN YARATTIĞI SORUN

Demokrasiyi benimsemiş bir toplum düzeninde gerek politikacılar ve gerekse eğitimciler “eğitimde eşit olanak ilkesine” büyük önem verirler. Bunun kısaca anlamı, ne tür çevre olanakları içinde doğmuş olursa olsun bütün yurtdaş çocukları, doğal yeteneklerini son sınırına kadar geliştirme olanağını bulabilmelidir.

Bu ilke çoğu zaman yanlış anlaşılmakta ve yanlış yorumlanmakta, bu yüzden de üstün yeteneklilere özel eğitim olanağı sağlanması bir tür özel imtiyaz gibi görülmektedir. Halbuki bu ilke her yurtdaş çocuğuna “eşit eğitim olanağı sağlamayı” savunmaktadır. Doğal yeteneklerini son sınırına kadar geliştirmekte eğitim olanağı sağlamayı öngörmektedir. Bunun tersine bir yorum biyolojik ve ruhbilimsel gerçeklere tamamen aykırı düşer. Okul ve eğitim çağına giren çocukların eğitim olanaklarından eşit düzeyde yararlanabilmesi söz konusu edilemez. Çünkü yaşları eşit de olsa öğrenme güçlerini belirleyen anlık gücü ve özel yeteneklerinde önemli bireysel farklılıklar vardır. Yeterli bir okul programının bu ayrıcalıkları göz önünde bulundurması zorunluğu var. Eğitimin amaçları bütün bireyleri, bilgi ve beceriler açısından bir hizaya getirmek değildir. Aksine bir öğrencinin, öğrenmeye güçlü olduğunu yeterli düzeyde öğrenebilmesini sağlamaktır. Böylece beyin gücü olağanın altında bulunanlara dönük özel eğitim hizmetleri gelişmiştir. Ayrıca düzgülü okullarda da öğrencileri aynı sınıflar içinde “bilgi, ilgi, yetenek” kümelerine ayırarak her kümeyi ihtiyacına göre eğitip yetiştirmek ilkeleşmiştir. Gerçek böyle olduğu halde çok üstün beyin gücü olanların bu güçlerini son sınırına kadar geliştirebilmeğe yarayan özel eğitimi, özel bir imtiyaz gibi görmek ve yorumlamak doğru olmaz. Esasen eğitimde eşitlik ilkesi ile belirtilmek istenen de bu değildir.
VI. HER ORTAMDA GELİŞEBİLİR VARSAYIMI

Üstün beyi gücü için özel eğitimin gereğine inanmayan bazıları da bunların hangi ortam içine doğarlarsa doğsunlar düşünme, yaratma ve sorun çözmekteki üstünlüklerinden yararlanarak gelişme ve ilerleme yolunu bulabileceklerini savunmaktadırlar. Bu kanı ve görüşü desteklemek için de Lincoln gibi kişilerin hayatlarını örnek göstermektedirler. Bu türden başarı örneklerinin varlığını tartışmak bu konuya ışık tutmaya yetmez. Buna iki neden gösterilebilir:

Nisbeten yoksul gözüken bir çevrede doğup ta yükselip sivrilebilen kişilerin gelişme ve yaşamlarının özellikleri konusunda sonradan yazılan ve söylenenlerin gerçeklere ne kadar uygun düştüğünü kestirebilmek kolay değildir. Örneğin yoksul bir ekincinin evinde doğup büyüdüğü söylenen Lincoln’e okuma yazmanın öğretildiği, ocak ışığında okuyabileceği kitapları sağlayabildiği, daha ileri bir öğrenim görebilmesi için gerekli yol ve yardımların sağlanabildiği ortadadır. Bunlar olmasa yetişip yükselebilmesi mümkün olabilir miydi.

Aynı durum Edison için de doğrudur. Ancak kısa süre gidebildiği okulu, onu anlayıp gerekli rehberlikte bulunamamıştı. Tecrübeli bir öğretmen olan annesi onu eve alıp öğrenimine destek olmakla kalmamış yaratıcı yeteneklerini geliştirmekte de önemli yardımları olmuştur. Hali vakti yerinde olan babası da kaynakları ile bu çabaları desteklemiştir. Bunlardan yoksun bırakılacak Edison’un hangi yönde gelişme şansı olabileceği de tartışılabilir.

İkinci önemli nedense şudur: seçkin ve başarılı kişilerin hayatları üzerinde yapılan araştırmalar yukarda değinilenlere benzeyen kişilerin varlığını ortaya koymuştur. Buna karşılık aynı düzeyde doğal yeteneği bulunduğu halde bunu olanak yokluğu yüzünden geliştirme fırsatı bulamamış kişilerin de bulunup bulunmadığını aydınlatmış değildir. Son yarım yüzyıl içinde bu durumda olan çocukları testler yoluyla teşhis edip öğrenim ve meslek hayatları boyunca izleyen belirli incelemeler yapılmıştır. (2) Bunların sonuçlarına göre kullanılan yöntemlerle üstün beyin gücü bulunduğu belirlenen bu çocuklardan büyük çoğunluğunun umulduğu gibi, hangi hayat koşulu içinde olursa olsun sivrilip yükselemediğini gösteren bulgular sağlanmıştır. Bu sonucu, kullanılan araç ve yöntemler, üstün beyin gücünü teşhiste yeterli olmadığı biçiminde yorumlayanlar da olmuştur. Araç ve yöntemlerin eleştiriye açık yanları olabilir. Fakat aynı küme içinde teşhisin güvenirliğini destekleyen yeterli bir grubunda bulunuşu her şeyin araç ve yöntemlerden doğduğu biçiminde yorumlanamayacağını göstermektedir.

Bazıları da bu bulguları ölçek ve yöntemlerin değerlendirdiği anlık gücü düzeyi ya da belirtilerinin hayatta seçkin ve başarılı olabilmek için gerekli olan niteliklerin tümü olmadığını ileri sürmektedir. Testlerin ölçebildiklerine ek olarak çeşitli kişilik, karakter ve beden gücü özelliklerine de ihtiyaç olduğuna değinilmektedir. Bu görüşte gerçek payı olabilir. Fakat anlık gücünün yanı başında, başarı için gerekli olduğu söylenen bu niteliklerin ne kadarının öğrenme yolu ve çevre olanakları yolu ile gelişip oluştuğunun da ortaya konması gerekir. Bunlar geniş ölçüde ortam ve eğitimin ürünü niteliğini taşıyorsa sonuç gene farksız olur. Olağan üstü yeteneğin her türlü ortamda gelişebilmesi böylece söz konusu edilemez.


Yüklə 2,52 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin