İslam Öncesi Devrede Orta Asya'da Yaşayan Türk Boyları / Prof. Dr. Ahmet Taşağıl [s.71-148]
Ahmet Yesevî Üniversitesi / Kazakistan
Boylar ve onların meydana getirdiği tarihi hadiseler, Türklerin İslamiyete girmeden önceki devrelerinde adeta bir ağacın köklerinden çıkarak gövdesini oluşturması sonra dallara ayrılmasına benzemektedir. Hun, Göktürk, Uygur gibi büyük devletleri arka planında olup onların alt yapısını şekillendiren boylar, tarihimizin eski devrinin bir başka cephesidir. Onları iyi analiz edip tarihlerini tam ortaya koymadan Orta Asya tarihinin özellikle eski devirlerini anlamak mümkün değildir. Böyle önemli bir konuda burada tarihin derinliklerinden X. asra kadar yaşamış olan Eski Türk boyları ele alınacaktır.
İslam öncesi devrede ilk gözümüze çarpan boy Baykal Gölü’nden geniş Kazakistan bozkırlarının batısına kadar geniş sahada yaşayan Ting-ling’ler idi. Bunun yanında Orta Asya’nın diğer alanlarında bulunan küçük boylar dikkat çekiyordu. Vusun’lar, Tanrı Dağları’nda yaşayan ve kaynaklarda oldukça fazla yer alan bir başka gruptur. M.S. III-IV asırlara kadar bu durum devam ederken, bir kısım Türk kitleleri İtil (Volga) ırmağını geçip Orta Avrupa’ya doğru ilerlemiştir. Hun devletleri de tarih sahnesinden çekilince Orhun bölgesinde Juan-juan’ların, Batı Türkistan-Afganistan havalisinde Akhunların, Çin’de Tabgaçların kurduğu devletler ortaya çıktı.
Aynı devirlerde kuzeyde yani Kazakistan bozkırları ağırlıklı olmak üzere bütün Orta Asya’da Kao-ch’e boyları Ting-ling’lerin yerini almışlardı.
Onlar da yüzyıllarca varlıklarını devam ettirdiler. Ancak, hiç bir zaman bir araya gelerek kuvvetli bir devlet kuramadılar. VI. asırda Göktürkler tarih sahnesine çıkarken, Orta Asya’da yaşayan boyların genel adı Töles olarak beliriyordu. Yani Kao-ch’e’ların yerini Tölesler almıştı. Çok kalabalık oldukları kaynaklar tarafından açıkça bildirilen Tölesler, Göktürklerin bağımsızlıkları yolunda önemli bir basamak meydana getirmişler, daha sonra onlar bütün Orta As-
ya’yı kapladığında hepsi esas halk kitlesini meydana getirmişlerdi. 627 yılından sonraki tarihi olaylar onların Türk milletinin ana unsuru olduğunu göstermektedir. Bu arada kuzeyde Kırgız, Kurıkan gibi Töles grubuna girmeyen başka boylar da vardı.
Göktürklerin zamanla zayıflaması çok sayıda Töles boyunun işine yaradı. Ancak artık Töles adıyla anılmıyorlardı. Her boy kendi adıyla tarih sahnesinde yer almaya başlamıştı. 627 tarihi bu açıdan bir dönüm noktasıdır. Önce Tola-Kerulen havalisinde yaşayan boylar isyan ettiğinde liderlik Sir Tarduş boyunda idi. Bundan sonra dahi Töles adı çok küçük bir gruba şamil olarak yaşamaya başlamıştır.
Bundan sonra Göktürk yazıtlarına göre Ötüken’in doğusunda yaşayanlar Dokuz Oğuz, batısında yaşayanlar ise Tarduşlar idi. 627-647 arasında bağımsız kağanlıklarını kuran Sir Tarduşlar, yıkıldıktan sonra varlıklarını boy halinde devam ettirmeyi başardılar. II. Göktürk Devleti döneminde bu devlete bağlanmak istemeyen boylarla kıyasıya mücadeleler olmuştur.
Dokuz Oğuzlar, Karluklar, Bayırkular, Türgişler, Kırgızlar isyanlarda ön plandadır. Nihayet 723 civarında bütün boylar Bilge Kağan tarafindan itaate alındı ve ülke huzura kavuştu. Onun 734’te ölümü üzerine tahta geçen idarecilerin başarısız idaresi devleti zayıflatınca, 742’den sonra Uygur, Karluk, Basmıl gibi boylar ön plana çıktılar ve hep beraber Göktürkleri yıktılar. Dokuz Oğuzlar, Uygur Kağanlığı’nın esas kitlesini meydana getirirken, Karluklar batıya doğru kaydılar. Issık Göl-Tanrı Dağları havalisine hatta Talas’a kadar uzandılar. Kırgızlar ise 840 yılında Uygurların devletini yıkınca önem kazandılarsa da 50-60 yıl sonra kendi esas bölgeleri olan Yenisey’e dönmek zorunda kaldılar. Ötüken bölgesi artık Kıtayların (Kitan-Liao) eline geçmişti.
Batı Göktürk ükesi de 630’lara doğru Kağan T’ung Yabgu’nun idaresine karşı boyları başkaldırmalarına sahne oldu. Adı geçen kağanın amcası tarafından öldürülmesinin ardından ülke tam karışıklığa sürüklendi. Başa geçen hiç bir kağan kontrolu sağlayamayınca Batı Göktürk ülkesindeki boylar kendi aralarında teşkilatlandılar. Teşkilatlanma on boy halinde oldu ve bu yüzden kaynaklarda On Ok şeklinde kaydedildiler. Bir grup İli ırmağı civarında yerini alırken, diğer bir grup Çu ırmağının kenarını seçmişti. Daha sonraları hanedan üyelerinin birbiri ardına başarısız olup gidip Çin’e teslim olmaları üzerine On Ok boylarından biri olan Türgişler temayüz ettiler. Geniş bir alana hakim oldular. İslam kuvvetleriyle Sir Derya boyunda şiddetli mücadelelere girerken doğudaki II. Göktürk Devleti’ne karşı bağımsızlıkları için direndilerse de başarılı olamadılar. 766’lı yıllarda İli havalisindeki yerlerini terk edip kuzeye ve batıya doğru kaydılar. Sir Derya havzası onların yeni yurdu idi. Derken Türgiş adı aniden kayboldu ve yerlerine aynı sahada Oğuzlar çıktı. Kışın Sir Derya civarında kışlayan Oğuzlar, yazın Kuzey Kazakistan bozkırlarına göç ediyorlardı. X. asra doğru Oğuz yurdu Hazar
Denizi’ne (Mangışlak) Cim-Emba nehirlerine ulaşıyordu. En doğu uçları ise Sayram (İsficab)’dan başlamaktaydı. Aslında Türgişlerden ve Karluklardan çok sayıda boy çıkmıştır. Bunların adını İslam kaynaklarından ve Türkçenin en eski sözlüğü Divan-u Lugat-it Türk’ten öğrenebiliyoruz
Ting-lingler
Mo-tun tarafindan Büyük Hun İmparatorluğu M.Ö. 209 (206) yılından sonra Orhun havalisi merkezli geliştirilmeye başlanıp etrafındakı farklı boy ve kavimleri teker teker hakimiyeti altına aldığında karşımıza Baykal Gölü’nün batısından Güney Sibirya’ya, Yenisey havzasına kadar uzanan sahada en eski Türk boylarından Ting-ling’ler çıkmaktadır. Onların batı grubu İrtiş ırmağı güney grubu ise Gobi çölünden Çin’e doğru yayıldı. Kuzey grubunu ise Baykal-Yenisey civarında yaşayanlar oluşturuyordu. Batı grubu önce Güney Kazakistan’a sonra Avrupa’ya, güney grubu Sarı ırmağın doğduğu yere doğru yayıldı. Her ne kadar onlar hakkındaki ilk bilgiler Mo-tun’la (M.Ö. 209-174) başlasa da onları bir evveliyatı olmalı, tarihin bilinmeyen devirlerinden gelmelilerdi. Fakat, kaynakların azlığı bize bu konuda fazla yorum yapma imkanı vermemektedir.
Tarihi kaynakların ifadesine göre Ting-ling’ler Hunların kuzeyinde bulunuyorlardı. Daha sonraları Maveraünnehrin kuzeyine kadar yayıldıkları anlaşılmaktadır.1 Neticede Ting-ling boylarının Baykal Gölü’nün batısından Yenisey nehrinin kaynakları, Güney Sibirya ve Batı Kazakistan bozkırlarına yayılmaları söz konusudur. Diğer taraftan arkeolojik araştırmaların sonucuna göre M.Ö. XII-VII. asırlar arasında varlığını sürdüren Karasu kültürünün Ting-ling’lerin atalarına ait olduğu söylenmektedir.2
Muhtemelen M.Ö. 206-201 yılları arasında Mo-tun’a bağlanan Ting-ling’lerin adına yaklaşık bir yüzyıl kaynaklarda rastlanmamaktadır. Bunun sebebi Hun İmparatorluğu içinde yer alarak herhangi bir isyan hareketinde bulunmamalarıdır.3 Dolayısıyla kaynaklarda adlarının zikredilmesine gerek görülmemiştir. M.Ö. 101 yılında Hun hükümdarının Baykal Gölü tarafina sürgüne gönderdiği Çin elçisi Su Wu, hükümdarın kardeşi ile birlikte Ting-ling’ler arasında yaşayarak, avcılıkta ustalaşmış, ok ve yay yapımını öğrenmiştir. Yine Hunlara sığınan Wei Lüe adlı devlet adamı ise Ting-ling’ler üzerinde on yıl idarecilik yapmış, ve M.Ö. 79 yılında ölmüştür.4
M.Ö. 72 yılında Çinliler Vusun’larla işbirliği yaparak Hunları ağır bozguna uğratınca, Ting-ling’ler tarih sahnesinde seslerini duyurmaya başladılar. Hunların zor durumda olmasından faydalanarak atlarını, koyunlarını ve sığırlarını yağmaladılar. Bundan sekiz yıl sonra aynı akını bir daha tekrarladılar. Hunlar onların hücumlarına karşı bır ordu gönderdilerse de Ting-ling’ler kuzeyin karlı ve buzlu dağları arasında çabuk kaybolduklarından yakalayamadılar. Bu hadiseler dolayısıyla M.Ö. 71-51 arasında Ting-ling’lerin bağımsız yaşadıkları söylenebilir.
Hun devlet meclisinde ağabeyi Hu-han-ye ile anlaşmazlığa düşen Chih-chi Shan-yü kendisine bağlı kuvvetlerle birlikte batıya doğru ilerlerken önce Kırgızları, sonra da Ting-ling’leri mağlubiyete uğrattı. Onları yenen Chih-chi’nin M.Ö. 36 yılında öldürülmesinden sonra bir süre bağımsız kaldılarsa da daha sonra doğudaki Hun hükümdarı Hu-han-ye’ye bağlandıkları düşünülmektedir. Bu arada M.S. 6-23 yıllarında ihtilal yapan Wang Mang, Çin İmparatoru olduktan sonra Hunlara karşı savaşmak üzere bazı boyları T’ai-ch’üan’de yerleştirdiğinde aralarında Ting-ling boyları da vardı. Neticede adı geçen Çinlinin onlara yiyecek ve yerleşecek yer vermemesi üzerine isyan ederek etrafı yağmalamışlar ve daha sonra kaçarak Hunlara bağlanmışlardı.5
V. yüzyıldan sonra kuzeyde yaşayan Türk boyları artık Töles adıyla anılıyordu. Yine bazı Kao-ch’e boylarının Juan-juan’lara saldırmaları dolayısıyla kaydedilen tarihi olaylarda adlarının Ting-ling olarak geçtiği görülmektedir.6 Zaten Tabgaç Devri’nde bazen Kao-ch’e Ting-ling tabirine rastlanmaktadır.7 Hunlar yıkıldıktan sonra bir kısım Ting-ling gidip Çin’in Kansu eyaletine yerleşmişti. Bunlar 447 yılına kadar çeşitli tarihi olaylara karışarak varlıklarını devam ettirdiler.
M.S. 350’li yıllarda Çin kaynakları Ting-ling’leri üç ayrı noktada göstermektedir. Biri Gobi çölünde, ikincisi Baykal Gölü’nün güneyinde diğeri Kazakistan bozkırlarında bulunmaktaydı.
Hunlar Orta Avrupa’ya doğru hareketlenince onlardan doğan boşluğu Ting-ling’lerin batı grubu doldurdu. Sir Derya’nın kuzey sahalarına yerleşen bu grup daha sonraları Doğu Avrupa’ya doğru ilerleyerek (M.S. 460) Ogurları oluşturacaktır.8
Gobi çölündeki grup Çinlilerle doğrudan temasa geçtiği gibi daha sonra Töles adını alacak ve yüzyıllarca Çin kaynaklarında bu adla anılacaktır.
Büyük Hun İmparatorluğu döneminde ayrıca Pamirlerin kuzeyinde yaşayan Hu-te, Baykal Gölü’nün batısında Kırgızların ataları Chien-k’un, Hunların kuzeyinde Hun-yü, güney batılarında Ch’ü-she, Tanrı Dağlarının batı kısmından İli ülkesine doğru uzanan sahada Hu-chie gibi boylar da yaşamakta idi.9
Ogurlar
Tarihi kaynakların ışığında Ting-ling’lerin batı grubundan çıktıkları anlaşılan Ogurlar, Doğu Avrupa’ya göç etmeden önce üç ayrı grup halinde yaşıyorlardı. Birinci kitle Sir Derya-Çu arasında, ikinci kitle Emba havzası yani Batı Kazakistan bozkırlarında, üçüncü kitle ise Yayık ırmağı civarında yaşıyordu. Büyük ihtimalle birinci grup On Ogurları, ikinci grup Otuz Ogurları, üçüncü grup ise Dokuz Ogurları meydana getiriyordu. Ogurlar daha sonra Sarogur (Sarı
-Ak Ogur), Bitte (Beş Ogur), Ultingur-Altziagir (Altı Ogur), Kutrigur-Kuturgur (Tukurgur-Dokuz Ogur), Ungur, Hunugur (On Ogur), Utirgur-Uturgur (Otuz Ogur) gibi boy birlikleri halinde görülmektedirler.10 Sabarlar tarafından 461-465 tarihlerinde Ural dağlarının doğusundan batısına itilmişlerdi.
Ogurlar meşhur oldukları avcılık ve kürkçülük yanında yaşadıkları sahanın gereği ziraatle de uğraşıyorlar, tarımın her türlüsünü yapıyorlardı.
Karadenizin kuzeyine geldikten sonra devletleri parçalanıp yıkılan Avrupa Hunlarının bakiyelerini idare eden İrnek idaresine katılan Ogurlar bundan son-
ra Bulgar adıyla anılmaya başlanmıştır. Yeni geldikleri sahada da üç ayrı grup halinde yaşamaya başladılar. Kafkasların kuzeyinde Azak denizinin doğusunda On-Ogurlar, Don-Volga arasında yani daha kuzeyde Otuz Ogurlar, batıda Dnyeper’e doğru Dokuz Ogurlar bulunuyordu. Daha sonraki devirlerde doğudaki grup önce Sabarların daha sonra Göktürklerin hakimiyetine girdi. Batıdaki grup ise Avarlara bağlandı. Doğudaki grup 630’lara doğru kısa ömürlü Büyük Bulgarya (Magna Bulgarya) adı verilen devleti kurdu.11
Sabarlar
Sabarlar hakkında kaynaklarda oldukça az bilgi vardır. Bizans kaynaklarında Sabar, Sabeir, Saber, Ermeni Süryani ve İslam kaynaklarında Sabir, Sebir gibi isimlerle anılmışlardır. Tarih sahnesine ilk çıktıkları yıl kesin bilinmemekle birlikte, onlara ait ilk haberin 461-465 yılları dolayısıyla olması sebebiyle bu tarihin kabul edilmesi gerekmektedir. İli ırmağı ile Tanrı Dağları havalisinde yaşayan Sabarlar, Juan-juan’ların baskısı sonucu kuzeybatı Kazakistan’a gelerek Tobol ve İşim ırmakları dolaylarına yerleştiler ve burada yaşayan Ogurları batıya ittiler. Aynı Sabarlar, bu sefer Avarların sıkıştırması yüzünden 506 yılını takiben Avrupa’ya yöneldiler. Nihayet 558 tarihinde Kafkasya çevresini ele geçirdiler. Sasani ve Bizans ile ilişkiler kuran Sabarların özellikle Kuban ırmağı civarında yoğunlaştıkları anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Sasanilerle işbirliği yaparak Ermeniyye bölgesine ilerledikleri, hatta Anadolu’ya girip Kayseri, Konya ve Ankara dolaylarına kadar akınlar yaptıkları bilinmektedir. Bu esnada Balak (Belek) adlı hükümdara sahiptiler ve onun 520’de ölümünden sonra eşi Boarık (Bu[arık) tarafından idare edildilerse de 557’de Avarlardan ağır bir darbe yediler. Arkasından Göktürklere bağlandılar.
Aynı bölgede VII. asrın ortalarından itibaren ortaya çıkan Hazar kağanlığının temelini oluşturdular. Özellikle Semender ve Belencer kabileleri bunda büyük rol oynamıştır.
Her ne kadar tarihi kaynaklarda varlıklarını kısa ve az bir şekilde gösterseler de Sabarların kültürel alanda önemli etkileri olmuştur. Özellikle XIX. yüzyıl sonlarında Batı Sibirya’daki Vogul, Ostiyak ve İrtiş Tatarları üzerinde yapılan incelemelerde Sabarların yerli halkı kalıcı bir şekilde etkiledikleri ortaya çıkmıştır. Tobolsk dolaylarında Ob, Tura ve İrtiş boylarında çok sayıda sabar, saber, soper, savri, sabrei, sibir gibi kale ve yer adları tesbit edilmiştir. Ayrıca Ay Sabar ve Gün Sabar gibi kullanılan şahıs isimlerinde Sabar adı yaşamaktadır. Diğer taraftan Tobolsk halkı o bölgenin eski halkını sybyr-syvyr diye anmakta, ayrıca mitolojilerinde geniş yer vermektedir. Rusların XVI. asırda kurulan İsker (Sibir) şehrini aldıktan sonra bu bölgeye verdikler Sibirya adı gittikçe daha geniş alanlara yayılarak günümüze kadar gelmiştir.12
Vusunlar
Vusun’lar, Büyük Hun İmparatorluğu döneminde varlığını sürdüren en önemli boylardan biridir. Yerleştikleri Tanrı Dağları havalisinde onların tarihi de asırlarca devam etmiş, Hunların siyasi tarihi ile iç içe gelişmiştir. 6-7 asır sonra Göktürklerin ortaya çıkışında olduğu gibi Vusun’ların da menşeyi efsanelerle karışık anlatılmıştır. Kısaca bir göz atarsak Hunlar ya da Yüeçi’ler Vusun’ların ülkesine hücum etmişler ve meşhur hükümdarları K’un-mo’nun babasını öldürmüşlerdi. Ancak, K’un-mo’nun yaşı küçük olduğu için öldürmeye kıyamamışlar, otların içine atmışlardı. Sonra kara bir kuş gelip çocuğun üzerinde uçarak ona et verirken, dişi bir kurt onu emzirmişti. Bu olayları uzaktan izleyen Hun hükümdarı hayran kalıp çocuğun kutsandığını düşünerek otlar arasından aldırıp, büyüttü ve ordusunda kumandan yaptı. Akabinde Hun ordusunda büyük başarılar kazanması üzerine, eski halkı ve ülkesi kendisine idare edilmek için geri verildi.
Böylece Vusun’ların başına geçen K’un-mo eski halkını toparlayıp geliştirdi. Neticede bir kaç on bin kişilik okçu askerine sahip oldu. Söz konusu Hun hükümdarı ölünce bağımsızlığını ilan etti. Üzerine gönderilen orduları yenince Hunlar tarafından, Tanrının onu koruduğu düşünülmeye başlandı. Aslında Vusun’lar Ch’i-lien ile Tun-huang arasında Yüeçi’lerle birlikte otururlarken, onlar tarafından mağlup edildikten sonra Hunlara sığınmışlardı. İşte adı geçen K’un-mo, o sırada yeni doğmuştu ve Pu-chiou Yabgu adlı birisi kollarına alarak onu kaçırdı. Sonrası yine efsanelerle karışık anlatılmaktadır. Dolayısıyla Vusun’ları yenenlerin Hunlar değil Yüeçi’ler olduğu kanaatine varmak da mümkündür. Bundan sonra güçlenen K’un-mo, Hun hükümdarının izniyle Yüeçi’lere hücum ederek onları yendi ve Toharistan’a göç etmek zorunda bıraktı.13 Onların boşalttığı alanlara Vusun’lar oturdu. Arkasından Hun sarayında yapılan kurultaylara artık katılmayan Vusun hükümdarı daha da büyüyerek komşularını itaat altına almıştı. Doğularında Hunlar, kuzeybatılarında K’ang-chü krallığı, batılarında Fergana, güneylerinde ise surlarla çevrili Doğu Türkistan’ın eski şehir devletleri ile komşu oldular.14 Genel olarak ülkelerinin İli ırmağı-Tanrı Dağları havalisi olduğu söylenebilir.
Hun hükümdarı Lao-shang (M.Ö. 174-161), K’un-mo’ya yardım ederek Yüeçi’lere bir darbe daha vurmayı başardı. Bundan sonra Doğu Türkistan’daki Narın ırmağının yukarı tarafında Ch’i-ku adlı kale onların başkenti oldu. Nihayet M.Ö. 161’de Hun hükümdarı Lao-shang Shan-yü ölünce Vusun’lar gerçek anlamda bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar. Bu arada batıya göç eden Yüeçi’lerin ve Sai’ların bazı kalıntılarının Vusun’ların arasında kaldığı bildirilmiştir.15
M.Ö. 121 yılı dolaylarında Çinli elçi Chang Ch’ien, imparatoruna sunduğu raporda Hunların zor durumda bırakılması için Vusun’lara bir Çin prensesinin gönderilerek ittifak yapılmasını tavsiye etti. Bunu kabul eden imparator, Chang Ch’ien’i üç yüz adam, her birine iki at sığır ve koyunlardan on binlerce, bir milyondan fazla altın, kağıt, kumaş ve başka eşyalarla Vusun’lara göndererek, Hunlara saldırmaya ikna etti. Ancak, bu sırada Vusun ülkesinde karışıklık çıktığı için Hunlara karşı harekat yapılamadı. K’un-mo ihtiyarladığından dolayı oğulları arasındaki taht mücadelesi ülkeyi sarstı.
Yine bu arada adı geçen Çinli elçi ile Çin’e giden Vusun elçileri, bu ülkenin zenginliğine hayran kalmışlar, döndüklerinde hükümdarlarına anlatarak Çin’deki Han hanedanına daha çok önem verilmesini sağlamışlardı.16 Hunlar, Vusun’ların Çinle ilişki kurduklarını duyunca kızdılar. Bu yüzden çok korkan Vusun’lar, Çin’deki Han hanedanına ardı ardına elçiler göndererek yardım istediler. Onların teklifi Fergana bölgesinde yetişen meşhur kan terleyen atlardan elde etmeyi hesaplayan Çinliler tarafından kabul edildi.17
Çin’e Batı Türkistan’ın kapılarını açan meşhur elçi Chang Ch’ien M.Ö. 115 yılında tekrar Vusun’ları Hunlara karşı savaşa ikna etmek istedi ise de başarılı olamadı. Ancak, Vusun-Han ilişkileri daha da gelişti. Ülkeye Çin elçileri gelmeye devam ediyordu. Hunlar da eski güçlerinde olmadıklarından Vusun’lara fazla baskı yapamadılar. Bir prenseslerini gönderip Vusun hükümdarı ile evlendirdiler. Vusun’lar bu prensesi doğu kanat prensesi tayin ederek batı prensesi tayin edilen Çinli hatundan üstün tuttuklarını gösterdiler. Fakat daha sonraları sürekli gönderdikleri hediyelerle Vusun’lar üzerinde etkili olunca Çinli prensese saray yaptılar. Çin kültürü Vusun’lar arasında yayılmaya başladı. Çinliler devamında bir başka prenses dahi yollamışlardı. Neticede gelişen Çin-Vusun ittifakına karşı Hunlar M.Ö. 74 yılında Vusun’lara bir taarruzda bulundu. Yenilen Vusun’lar yardım istediklerinde, Çinliler iki yüz bin kişilik orduyu göndermişlerdi. Neticede Hunlar çok ağır bir bozguna uğradılar. M.Ö. 64 yılında Hunlar, Vusun’lar üzerine yeni bir ordu çıkardıklarında yine Han hanedanından yardım talebinde bulundular. Bu arada taht mücadelesi başladı. Arkasından batı yönüne doğru ilerleyen Chih-chi önce Vusun’larla müttefik olmak istemiş, ancak onların bunu reddedip Çin’den yardım talepleri üzerine, Semerkand krallığı ile birlikte onların üzerine yürüyüp mağlup etmişti. Issık Göl’ün kenarındaki merkezleri Ch’ih-ku (Kızıl Kale)’ye kadar gitti. Halklarının bir kısmını öldürdüğü gibi hayvanlarını ele geçirdi. M.Ö. 44’te Chih-chi, Vusun’lara bir darbe daha indirim, onların müttefiki Çinliler hiç bir şey yapamamıştı.
Böylece zayıflayan Vusun’lar bir daha asla eski günlerine dönemediler. M.S. 177 yılına kadar az da olsa Çinlilerle ilişkileri dolayısıyla kaynaklarda zikredilirler. Tabgaç Dönemi’nde Juan-juan’larınn akınlarına maruz kalan Vusun’lara onların imparatoru Tun Wan elçi göndermişti. Bundan sonra sayıları iyice azalan Vusun’lar hakkında kayıtlar kaybolmaktadır. Sadece 938 yılında Liao hanedanının imparatoru Tai-tsu’ya elçi yolladıkları kaydı vardır.18
Vusun’ların esas işi hayvancılık ve avcılık olup tarımla uğraşmazlardı. Özellikle at yetiştiriciliği gelişmişti. İnsan başına dört-beş bin yılkı düşerdi. Keçeden mamül evlerde oturup, et ve süt ile beslenirlerdi.19 Her ne kadar Çin kaynakları bu bilgileri verse de onların yaşadığı Yedisu, Çu, Talas ırmakları etrafında yapılan arkeolojik kazılarda tarımla uğraştıkları, yerleşim yerleri kurdukları açığa çıkmıştır. Sulama kanallarının bulunması ve sulu ziraat yapıldığının ortaya çıkması enteresandır.20 Yine Çin kaynağı Wei Shu’da kültürleri ilginç bir şekilde kaydedilmiştir. Buna göre başkentleri Ch’ih-ku kalesidir. Toprakları otlu ve düzlüktür, çok yağmur ve kar yağar, dağlarında çok çam ağacı vardır. Yeşil göz ve kırmızı saçları vardır. Al renkte bir çeşit şarapları olup yağa benzer ve kemiklere güzel koku verirdi.21 Yine Çin’in Chao-su eyaletinde bulunan bir Vusun mezarının yanında demir saban ve ağaç tabutun dışındaki metal izler onların demir madenini iyi kullandıklarını göstermektedir.22
Kao-ch’elar (Kanglılar)
Orta Asya’da Ting-ling’lerin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra onların yerini Kao-ch’e boyları alarak yaklaşık iki asırdan fazla varlıklarını sürdürdüler. Dağınık vaziyette doğuda Moğol asıllı Juan-juan’ların güney doğularında Tabgaçların güney ve güney batılarında Akhunların arasında varlıklarını sürdürdüler. Hiç bir zaman bir araya gelip devlet kuramadılarsa da bazen bazı boylar kuvvetlenerek ön plana çıktılar ve önemli roller oynadılar. VI. asrın ortalarında yerlerini Töles adına bırakarak tarih sahnesinden çekildiler. Daha doğrusu tarihi gelişim sürecinde Kao-ch’e adı Töles’e dönüştü.
Kao-ch’e adının anlamı Yüksek Arabalılar demektir. Bunun da bilindiği gibi Türkçe karşılığı kağnılı yani eski söylenişiyle Kanglı (Kanklı) olup tarihte ve günümüzde yaygın şekliyle kullanımı vardır. Eğer Kao-ch’e sözünün anlamından hareket edersek XI. asırda Aral Gölü’nün kuzeyinde ortaya çıkan Kanglı (Kanklı) boyunun söz konusu Kao-ch’e’ların devamı ya da başka bir ifade ile onların kalıntısı olduğu sonucuna varmak mümküm olabilir. Öyleyse Çinliler Kanglı (kanklı) kelimesini Kao-ch’e yüksek arabalılar diye tercüme ederek, onlara bu ismi vermişlerdi. Genelde olduğu gibi Türkçe isimleri kendi sesleriyle transkripte etmemişlerdi.
Kanglılar (Kao-ch’e’lar) her ne kadar büyük bir devlet kuramasalar da yine de Çin kaynaklarında önemli yer tutmuşlardır. Menşeyleri Hunların ataları döneminde geçen en eski kabile gruplarından Kızıl Ti’ (Ch’ih Ti) lere dayandırılmaktadır. Aslında onların köklerinin çok eskilere dayandırılması ilginçtir. Çünkü herhangi büyük bir siyasi kuruluş meydana getirememişlerdi. Diğer yandan Hunlarla aynı dili konuştukları bildirilmiştir. Yine bazı kaynakların bildirdiğine göre onların atası Hun hükümdarının yeğeni idi.23
Büyük Hun İmparatorluğu’nun parçalanıp yıkılmasından sonra III. asrın başında Moğolistan coğrafyasında ortaya çıkan Hsien-pi devletine Kao-ch’e (Kanglılar) da bağlanmak zorunda kaldılar. Daha sonra kurulan Juan-juan Devleti V. asrın ilk yıllarında Kao-ch’e’ların doğu bölgesini ele geçirdi. Onlara mağlup olan Pei-hu-li, Çin’deki Tabgaç (T’o-pa) Devleti’ne kaçarak kendisini kurtarabildi.
Aslında Tabgaçlar 389 yılında onları ağır bir bozguna uğratmıştı. Bu esnada onların kabile sayısı otuz yedi idi. Juan-juan’ların baskınından sonra doğudaki Kao-ch’e siyasi birliği dağıldı. Bu yüzden Tabgaç hükümdarı Juan-juan’lara biri 429’da olmak üzere üç önemli sefer tertip etmiş, onları yenmişti. Neticede Juan-juan’lar zayıflayınca Kao-ch’e boylarının bir kısmı Tabgaçlara tâbi olurken Kuzey Moğolistan’daki Fu-fu-lo kabilesi ile birlikte bazı kabileler batıya doğru harekete geçti. 481’de Tanrı Dağları’nın güneydoğu etekleri ve Turfan’a geldiler. Bundan sonra kuvvetlenen Fu-fu-lo kabilesi A-fu-chih-lo idaresinde 485-486 yıllarında Tanrı-Altay dağları arası Tarbagatay-Cungarya havalisinde bir devlet kurmayı başardı. Fakat, Akhunlar bu devleti yıktılar.
Böyle ana hatlarıyla açıkladığımız Kao-ch’e tarihiyle ilgili dağınık bilgileri biraz açarsak şu bilgiler gözümüze çarpmaktadır. Yukarıda da söylediğimiz gibi Kao-ch’e’lar çok sayıda boydan müteşekkil idiler. Ancak bazı boy adları ön plana çıkıyordu. Temayüz eden öemli boy adları Ti, Yüan-ho, Hu-lü, Chie-pi, Hu-ku, İ-ch’i-chih idi. Kao-ch’e boylarının toplandığı ağırlıklı bölge Turfan olup burada kuvvetlendikleri için Tabgaç hükümdarı T’ai-wu onlar üzerine sefere çıkmak zorunda kalmıştır. Aralarında kuvvetli bir birlik olmadığı için Kao-ch’e’lar yenildiler. Çin’e bağlananların kolayca avlanabilmeri için bir av sahası tahsis edilmişti.24
Ön plana çıkan kabileler arasında Hu-lü kabilesi de vardı. Reisleri Pei-hu-li, Juan-juan’ların Tabgaçlar tarafından mağlup edilmesi üzerine devreye girdi ve Juan-juan memleketine girip kolay zaferler elde etti. Ancak çabuk rehavete kapılmışlardı. Yendikleri Juan-juan’ların kızlarını kadınlarını alarak uykuya daldılar. Juan-juan reisi She-lun dağılan askerlerini toplayıp sabah ani bir hucumla baskın yaptığında Hu-lü boyunun sadece onda ikisi üçü kurtulabilmişti. Bunun üzerine reisleri Pei-ho-li de gidip Tabgaçların hizmetine girdi. Çinde çok meşhur olan bu şahıs dürüst karakterli olduğu gibi savaş atlarına bindiğinde özellikle heybetiyle bütün insanlardan farklı görüntü çizdiği vurgulanmıştır.
Dostları ilə paylaş: |