MüSLÜmanin ahlâKI



Yüklə 1,06 Mb.
səhifə16/29
tarix09.01.2019
ölçüsü1,06 Mb.
#94126
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   29

Sabır



"Sabır, aydınlıktır."359

Musibetler yığılıp çıkmaza girdiği, zorluklar birbirini takip ettiği uzun müddet devam ettiği zaman ve durumlarda, müslümana nurunu yayıp, onu şaşkınlık ve umutsuzluktan ko­ruyacak tek hidayet ve kurtuluş yolu, SABIR'dır.

Sabır, bir müslümanın dünya ve ahiretinde muhtaç olduğu bir fazilettir. Müslüman, amel ve arzularını sabır fazileti esa­sına göre ayarlamak mecburiyetindedir. Aksi takdirde şaş­kına dönüşecektir. Müslümanın geç olsa bile sıkılmadan ne­ticeleri beklemesi, akıllıca ve sağlam bir kalb ile zorluklara göğüs germesi vâcibtir. Müslüman sebat ve güven sahibi ol­malı... Ufukta görülen bulutlardan (çok olsalar bile) kork­mamalıdır... Çünkü aydınlık ufukların zuhur etmesi mu­hakkaktır. Böyle bir anı sükun ve inançla beklemek hikmet icabıdır, Allah (c.c.) insanların gelecek musibetlere hazırlık yapmaları, facialara mağlub ve zelil olmamaları için mutlak olarak imtihan edileceklerini beyan etmiştir.

"And olsun ki, savaşla sizi imtihana sokacağız... Ta ki içinizden sabır gösterenleri meydana çıkaralım ve haberlerinizi imtihan meydanlarına örnek yapalım."360 Şairin şu sözü de bu meyandadır: "Karanlık geceler basmadan durumu öğrendik. Karanlık bizleri basınca da bil­diklerimizden başka birşey olmadı..."

Şüphesiz ki hâdiseleri basiret ve tam bir hazırlık içinde karşılamak insana daha layık ve işlerin sağlam olmasına daha yakındır. Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Eğer katlanır, sakınırsanız, işte bu hadiselere karşı (gösterilmiş) bir azmü metanettir."361

Sabır iki Önemli Hakikate Dayanır:
BİRİNCİ HAKİKAT: Dünya hayatının tabiatına taalluk eder. Allah (c.c.) dünyayı mükafat ve istikrar sahası kılmamıştır. Bilakis onu imtihan, deneme ve insanın bir im­tihandan çıkış diğerine girmek suretiyle ardı kesilmeyen tec­rübeleri elde ettiği bir dönem kılmıştır. Böyle durumlar birbirinden değişiktir. Yani, insan bazen, demirin önce ateşte eritilip sonra da suyun içine atıldığı gibi, biri diğerine ters iki durumla imtihana tabi tutulabilir.

Süleyman (a.s.) dünyanın çok büyük imkanlarına sahip olunca durumuna vakıf olup şöyle demişti:



"Bu dedi Rabbimin fazl'u lütfundandır. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim? Beni im­tihan ettiği içindir bu. Kim şükrederse kendi faidesinedir. Kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki, Rabbim müstağnidir. Hakkıyla kerem sahibidir."362

Kederlerle mübtelâ olmanın bilinmeyen birçok sebebi var­dır. Şunu bilmemizde fayda vardır ki, insanların hayattaki durumları, savaşa hazır bir ordunun durumuna benzer. Bu ordunun içinde bazı askerler arkadaşlarını kurtarmak için ölüm dahil her şeyi göze almışlardır. Bu da ancak ko­mutanlığın uygun göreceği bir şekilde yapılacak bir harekâtla mümkün olacaktır. İşte böyle bir harekâtta bir as­kerin değişik düşünmesine ehemmiyet verilmez. Aynı zaman da böyle önemli bir durum sadece bir ferdin durum ve tak­diriyle de halledilmez. Bunun gibi bazı durumlarda takdirî ilâhî bazı insanların ölümüne de sebebiyet yerebilir. Böyle durumda kişiye yaraşan sabır ve teslimiyetle bu zor imtihanı karşılamasıdır. Madem ki hayat imtihandan ibarettir, öyleyse onu kazanmak için tüm imkan ve cehdimizi seferber et­meliyiz.

Hayat imtihanı yazılı veya sözlü olarak verilecek tipte de­ğildir. Bu imtihan, elemler, nefsi kaplayan ve onu korku ve zorluklarla başıbaş bırakan ızdıraplardan ibarettir. Bu elem­ler dünyayı köpeklerin karnında kokuşturacak kadar çeşitli ve acayib şeylerdir. Bunlar bazen eşleri aç ve çıplak olarak sırtüstü yatırır. Bunlar, bazı insanların ulûhiyyette bu­lunmalarına sebep olacak, başkalarının da gasbedilmiş hak­larını savunmaya sevk edecek dâvalardır. Hayat tarihi, baş­langıçtan bugüne dek üzücü hadiselere sahne olmaktadır.

insan, hayattaki hedefine ulaşmak istediğinde, yolunun diken ve zorluklarla kaplı olacağını da unutmamalıdır.


İKİNCİ HAKİKAT: İman tabiatına taalluk eder. İman, kişi ile Rabbı arasında bir bağdır. İnsanlar arasındaki samimiyet bağları sadece bu samimiyeti ifade etmekte olmayıp zamanın geçmesi, bazı hayat tecrübeleri ve hadiselerin de samimiyeti doğrulaması gerektiği gibi imanın durumunu da doğ­rulayacak şahitler gerekir.

Sağlam iman ile zayıf imanın birbirinden ayrılması, ki­şinin başından bu durumu birbirinden ayıracak imtihan tab­lolarının geçmesiyle mümkündür. Allah (c.c.) şöyle buyurur: "O,insanlar sandılar mı ki 'iman ettik' demeleriyle bırakılacaklar da imtihana çe­kilmeyecekler? Doğrusu biz onlardan evvelkileri de denedik. Allah sâdık olanları da muhakkak bilecek, yalancı olanları da..." (el-Ankebut 3-4).

Şüphesiz ki Allah (c.c.) ilmi işlerin hem zahirini hem de ba­tınını ihata eder. Binaenaleyh bu imtihan, Allah(c.c.) ‘ın evvelâhir her şeyi ihata eden ilmine herhangi bir yenilik ge­tirmeyecektir. Ancak insan Allah'ın indinde malum şeylerden sorulmayacak, bilakis o sadece yaptıklarından hesabe çekilecektir. Madem ki bazı günahkârlar yapmış oldukları suçlan inkara kalkışacaklardır. Öyleyse bunların yap­tıklarını vücud ve uzuvlarının söyleyip şahitlik edecekleri bir imtihan gereklidir. Allah (c.c.) şöyle buyurur:

"Hele müşriklerin hepsini kıyamet gününde toplayıp onlara "Hani nerede Allah'a eş sayarak o takılmış olduğunuz ortaklarınız" deriz. Sonra kurtuluş için özür­leri olmayıp sadece şöyle diyeceklerdir: "Rabbimiz olan Allah'a yemin ederiz ki biz müşriklerden değiliz. "Bir de bak ki vicdanlarına karşı nasıl yalan uy­dururlar. Allah'a ortak koştukları putları da kendileri de nasıl kayboldu?"( el-Enam: 22-24)

Bunların hesabı sadece Allah (c.c.)'ın bilmesiyle nasıl gö­rülebilir? Adil bir ceza, ancak onlar veya başkalarının yap­tıkları kötü ve bozuk durumlarım ispat edecek amellerle mümkündür.

İşte sabır bu iki hakikat üzerine bina edilir. Bu iki hakikattan dolayı da din insanları sorumlu tutar. Ancak hakikatları bilinemezlikten gelmek, meydana gelen zorluklar karşısında dehşete düşmek, düçar olduğu ızdıraplara usan­mak insanlık fıtratındandır. Sabır gösteremediği hususlar in­sanları telaşa düşürüp yutulmayacak şekilde tatsız bırakır. İnsanın başına zor bir durum gelip, çetin bir olay veya musibetle karşı karşıya kaldığında, bütün genişliğine rağ­men, yeryüzü ona dar gelmeye, tüm zaman ona yetersiz gö­rünmeye başlar.

İnsan, bu halinden hemen kurtulmaya çalışır. Fakat böyle bir durumdan zor kurtulabilir. Çünkü böyle bir çırpınış din ve yaratılışa aykırı düşer. Müslümana yaraşan, nefsini uzun müddet sabırla beklemeye alıştırmasıdır:

"İnsanda acelecilik yaratıldı. Yakında size azaba dair alametlerimi göstereceğim. Şimdi siz acele etmeyin."363

Bir hadiste şöyle denilmiş: "Kim sabır göstermeye çalışırsa Allah (c.c.) ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha ha­yırlı bir şey verilmemiştir."364

Sabır, kemâl ve yücelik alâmeti ve nefsin etrafa hakim olma hususlarını belirlediği için (çok sabreden manasına gelen) es-Sabûr kelimesi Allah (c.c.)'ın esma-i hüsna'sından sayılmıştır. Allah (c.c.) insanlar suç işleme hususunda ace­lede bulunsalar bile ceza vermede acele göstermeyip mühlet gösterir. O (c.c.), kısa ömür, çılgın arzu ve duygular yerine asırlar boyu ve geniş zaman müddetince amellerin iş­lenmesini takdir etmiştir.

"Bir de senden acele edip azap istiyorlar? Elbette Allah (c.c.) va'dindan caymaz. Bununla beraber Rabbının katında bir gün sizin sayacaklarınızdan bir sene gibidir."365

Sabır, erkeklik ve yüce kahramanlık unsurlarındandır. Hayatın ağır yüklerini cılız insanlar kaldıramaz. İnsanın ağır bir yükü olunca onu kaldırmak için çocuk, hasta ve za­yıfları çağırmayıp, sağlam bilek ve geniş omuzlu insanları ça­ğırması gibi, hayatın büyük risaletini bir durumdan diğerine aktarmak da ancak yiğit ve sabırlı kahramanlarla mümkün olabilecektir.

Bundan dolayıdır ki büyük liderlerin dünyada çektikleri musibet ve belalar yaptıkları işlere sahip bulundukları ka­biliyetlerle orantılıdır.

Resulullah (s.a.v.)'a insanlardan en şiddetli belalara düçar olanların kimler olduğu sorulunca şöyle buyurmuştur:



"Onlar Peygamberlerdir. Onlardan sonra en şerefli insanlar gelir. İnsanlar, dinlerinin (kuvveti) nisbetinde musibetlere düçâr olurlar. Kimin dini güçlü olursa musibetleri de çoğalır. Kimin de dini zayıf olursa musibetleri de o nisbette az olur. Mümin, günahları hiç kalmayıncaya dek mu­sibetlere düçar olur."366

İnsanların, musîbet, gayret ve büyük kederlerdeki farklı oluşları bu hususlara karşı dayanma güçlerinin farklı oluş­larından kaynaklanmaktadır. Büyüklük ve becerinin nasıl olacağı hususunda Amerikalı büyük bir komutan şöyle der: "Allah (c.c.)'tan senin yükünü hafifletmesini isteme. Ancak senin sırtına güç vermesini taleb et".

Hafif yük, neticesizlik ve aldırmamazlık hususlarında ço­cuklar da muvaffak olabilir. Fakat meşgaleli hayat vazife so­rumluluğunun meşakkatli hayat mücadelesi, gayret gös­termenin acı hususları ise, hayatta yapıcı ve çalışkan insanların işidir.

Evinde oturana sokağın tozu bulaşmaz. Firâr-î askere silah ilişmez ve onu savaş korkutmaz. Fakat hayat mücadelesinde yer alıp zorluklarına katlananlara ise bu mü­cadelenin sıkıntı, zehiri yaralı, eziyet ve bıkkınlığı ulaşır. Bunun içindir ki İslam, dünya sıkıntılarına katlananları şe­refli kılmış, yorulanları keder ve üzüntülerini düşünecek bi­çimde okşamıştır:

"Müminin benzeri taze başaktır. Rüzgar bazen onu eğer bazen de düzeltir. Sonuna kadar bu böyle devam eder. Ka­firin benzeri de köküyle yere dayanan selvi ağacıdır. Ona birşey isabet edip zorladığı zaman defasında yerinden sökülür.”367

Hayatın kötü akışını değiştirmekle uğraşan mü'mini büyük problemler beklemektedir. Hayattan kaçan aciz insana ne isabet edebilir ki? Bunların sırrını Resulullah (s.a.v.)'ın şu hadisleri çözer:



"Allah (c.c.) kimin hayrını dilerse başına musibetler yağdırır."368

"Allah (c.c.) bir kavmi sevdi mi belalara mübtelâ kılar. Kim buna rıza gösterirse Allah (c.c.)'ın rızasına nail olur. Kim de rıza göstermezse Allah (cc.)'ın rızasına nail olmaz."369 Dünya zorluklarıyla güreşen bu zorluklardan uzak ve aciz olarak oturandan derece bakımından daha yüksektir ki böyle biri ne bir problemden korkar ne de bir problem ondan... Allah'ın (c.c.) gayret ve sabır gösterenlere yazdığı sevap ken­dini ibadetlere veren kişilere yazdığı sevaptan daha çoktur. "Rahatı yerinde olanlar kıyamet gününde musibetzedelere ve­rilecek ecri gördüklerinde vücutlarının makaslarla parça parça edilmesini arzulayacaklardır."370

İşin garip tarafı da şudur ki bazıları "Şerefli insanların meziyetleridirler" gerekçesiyle İslam'ın elem, hastalık ve ağ­rıları takdis ettiğini zannederler. Bu ise fahiş bir hatadır. Enes bin Mâlik (r.a.) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.) iki oğ­lunun omuzlarına asılarak yürüyen bir yaşlıyı görünce: "Buna ne oldu? buyurdu. " O, yürümeyi nezretti" dediklerinde Resulullah (s.a.v.) "Allah (c.c.) bu (yanlışın) nefsine azab et­mesine muhtaç değildir" buyurup bir hayvana binmesini emretti."371 İbni Abbas'tan rivayet edilmiştir: Ukbe'nin kız kardeşi yürüyerek hacca gitmeyi nezretmişti. Ukbe (r.a.) Resulullah'a (s.a.v.) onun güç getiremiyeceğini bildirdi. Re­sulullah: "Allah (c.c.) senin kız kardeşinin yürümesinden müstağnidir. Binaenaleyh o bir hayvana binsin ve keffaret olarak da bir deve versin buyurdu."372 Allah (c.c.) şöyle bu­yurmuş: "Eğer siz Allah'ın (c.c.) nimetine şükreder ve iman ederseniz, Allah (c.c.) size niye azab etsin?"373

İslâm musibet zedelerin dehşete düşmemelerini ve sağlam akidelerini hoş karşılar. O, insanların başına gelen musibet ve karşılaştıkları sıkıntılara kuvvet ve teslimiyetle aşılması gereken bir imtihan gözüyle bakar. Bu imtihana gevşeklik ve kaderine küsme gibi bir durumla bakmak lazım. Rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) hasta bir hanımı ziyaret ederken, onu hastalığa lanet okuyup sıtmaya söver buldu. Onun bu halini beğenmeyip şöyle buyurdu: "Sıtma körüğün demirin pasını temizlediği gibi Ademoğlunun günahlarını temizler."374 Bunun manası hastalık mikroplarım toplayıp sevdiklerimize hediye etmek midir? Evet maalesef bazı mak­satlı insanlar böyle anlamak isterler. Delilik de maharet ister ya... İnsanın bazen savaşın başlarında sırtı yere ge­lebilir. Zorluklar onu birçok sıkıntıyla karşı karşıya bı­rakabilir. Fakat mü'min zor durumlara düçar olunca Allah'a (c.c.) olan imanında sarsılmayıp ak yüzle kaldığı müddetçe Allah'ın rızasına daha fazla yaklaşacaktır. İnsanın başına gelen musibetleri Allah'ın kendisini unuttuğuna ve rah­metinden uzaklaştırdığına işaret sayması saçmadır.

Fakat maalesef Müslümanların gerileyiş ve çöküş asır­larında böyle bir düşünce revaç görmüştü. Bundan önce hayatî güçlüklerin yükselme ve gerileme durumlarında bile insanlığın tabiatıyla beraber bulunduğunu söylemişti. Re­sulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Fazilet sahibinin oğlu, fazilet sahibi, oğlu fazilet sahibi, İbrahim'in oğlu îshak'ın oğlu, Yakub'un oğlu Yusuf dur".

Yusuf (a.s.) peygamberler kucağında terbiye görmüş, köklü bir ağacın meyvesidir. Allah (c.c.) onu risaletine ehil gördü. Sen bu şerefli insana bir bak. O, nasıl hayatının ilk devresini bir sıkıntıdan diğerine düçar olmak suretiyle geçirmişti. O, çocuk iken annesini kaybetti. Sonra kardeşleri ona çeşitli do­laplar döndürerek babasının kucağından aldıktan sonra kendisinden habersiz bırakılması ipin kuyuya attılar. Kervan onu köle olarak ve değersiz bir kaç dirheme satabilmek için köleler pazarına götürdü. Onu oradan Mısır hükümdarı satın aldı. Gider gitmez iftiracı kadının komplolarına maruz kaldı. Bu kadar iffet ve namusuna rağmen kötülük peşinde olmak ile itham edildi. Bu iftiradan kurtulmasına rağmen birkaç gün veya ay değil, evet, yıllarca zindanda kaldı. Yusuf (a.s.) yerinde bir başkası musibetli geçmişine bakıp düşünseydi, yer ve gök ona dar gelip huzursuz olurdu. Ancak Yûsuf-i Sıddık (a.s.) zindanın duvarları arasında Allah'tan (c.c.) cahil ve habersiz olanlara Allah'ı (c.c.) tanıtıyor ve İslam'a davet ediyordu.

"Ey Benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok ilahlar mı hayırlıdır, yoksa herşeye hakim ve galip olan Allah mı? Sizin Allah'tan başka taptıklarınız bir takım isimlerden ibaret putlardır ki o isimleri siz ve atalarınız uydurmuşsunuzdur. Allah bunlara hiçbir delil indirmemiş tir. Hüküm ancak Allah'ın (c.c.)'dır. Ve o, yalnız kendisine ibadet etmemizi emretmiştir. İşte doğru ve gerçek din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler."375 Bu, başlarına bir musibet geldiğinde dünyalarından olup fakat dinlerinden olmayan, fazilet sahibi insanların şanıdır. Sen dünya metaını almak, yoksulluğu yenmek için çırpman bir şairin nefsini ne kadar bü­yüttüğünü görürsün ki o, kaderleriyle iftihar ederek şöyle der: "Bu zamanda insanların en iyileri (musibetlere) he­deftirler, fetânet'ten en uzak olanları ise gam ve kederden be­ridirler". Bizim, peygamberler, sıddıklar, şehidler ve iyi in­sanlar hayatında, gördüklerimiz ise yüksek rütbe ve derecelerin, ağır yük ve zorlukları yenmeye bağlı olduğunu tenkidle tasdik ediyordu. Resulullah'dan (s.a.v.) şu rivayet edilmiş. "Kul kendine yazılan rütbeye erişmeyince Allah (c.c.) onu malı, bedeni ve çocukları alanında musibetlere duçar kılar. O da buna sabrederse Allah da (c.c.) ona yazdığı rüt­beyi verir."376

Bu, musibetlerin çokluğunun kişinin hayır ve yüceliğine delalet ettiğini gösterir. Çoğu kere musibetler, mü'minlere nefislerinin arzuladığı dünya metaına aldanmayıp bağ­lanmamaları için (manevi) temizliktir. Nice zararlar son­radan fayda olur. Nice nimetler de rahmet ve mihnetler dö­nüşür.

Teslimiyet, sabır ve neticeleri temenni ile beklemek, kâinatın ilahi kanunları ve daimî nizanııyla ittifak halinde olan hususlardır. Sadece tohum saçmakla aynı saat filiz bit­mez. Hasad da elde edilmez. Hasad'ın toplanabilmesi için to­humun aylarca toprakta beklemesi gerek. Anne karnındaki cenin de öyledir. Organlarının olgunlaşması için birkaç ay beklemesi gerekmektedir. Allah (c.c.) Kur'an'da kainatı 6 günde yarattığını haber vermektedir. Oysa Allah (c.c.) bunu bir lahza veya daha kısa bir zamanda yaratabilirdi. Gece ve gündüzün birbirini takip etmesi insanların ömür kat'etmeleri, yaşayışlarını tanzim etmeleri bedenlerinin onun sakin iklimine alışıp olgunlaşması, tüm bunlardan sonra da yaratıcılarına dönüş yapmaları içindir. "İlkinsizi o yarattığı gibi yine ona döneceksiniz. Allah bir kısmına hidayet verdi ve bir kısmına da sapıklık inip yerleşti."377

Zaman, kainatta olup biten tüm hareket ve duruşlar için bir zarftır. Onunla karşılıklı sabırlaşmazlık telaşın alevlerine tutuşur, kâinatın takdir edilmiş nizamından da hiçbir şey değiştirmeyiz.

Sabır çeşitlidir:

1. Taat üzerine sabır göstermek,

2. Günah işlememede sabır göstermek,

3. Musibetlere karşı sabır göstermek.

Taat üzerine sabır göstermenin esası şudur: .İslam'ın lü­zumlu rükünlerinin ikame ve devam edebilmeleri, gayret gösterip tahammül etmeye dayanmaktadır. Mesela namaz günde beş defa tekrarlanan bir farzdır. Allah (c.c.) onun hak­kında şöyle der: "Ehline namazı emret kendin de ona sebat ile devam eyle."378 "Hem sabır ile hem de na­mazla Allah'tan yardım isteyin. Gerçi bu elbette büyük çetin bir şeydir. Ancak Allah'a karşı yüksek saygı gösterenlere öyle değil."379

Müminlerle iyi geçinmek, muhabbeti devam ettirmek, ha­talarına göz yummak hususları da güzel sabır ile elde edi­lebilen meselelerdir. "Sabah ve akşam Allah'ın rızasını is­teyerek Rablarına dua eden kimselerle beraber nefsini sabırlı tut."380 Sabrı tavsiye hakkı tavsiyeye eştir. Allah (c.c.) insanlık saadetinin bu ikisine bağlı hususuna kasem et­miştir. "Asra andolsun muhakkak insan büyük bir hüs­ran içerisindedir. İman edip iyi amel işleyenlerle, hakkı ve sabrı birbirine tavsiye edenler müstesna."381

Günah işlememe hususunda sabır göstermek:

İnsanların hayatta karşılaştıkları ve şeytanın insanlara süslediği kötülüklerden yüz çevirmek bu çeşit sabrın esas un­surudur. Resul-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurur:

"Cennet zor işlerle, cehennem de nefsin arzuladığı şehevi arzularla süslenmiştir"(Buhâri).

Zorluklara katlanabilmek, şehevî arzulardan yüz çe­virmek ancak sabırla mümkündür. Bu sabır kuvvetli inanç ve Allah'ın (c.c.) rızasına yönelmenin bir eseridir. O, mümini dünya çirkefliğinden ve günahlara karışmaktan koruyan if­fetin ruhudur.



"Ey Rabbimiz! Üstümüze sabır yağdır. Bizi müslümanlar olarak öldür."(el-A'raf, 126)

Müminin nefsine, malına, ailesine ve evine gelen mu­sibetlere tahammül etmesi bu nevi sabırdandır. Böyle hadisler, her zaman için olabilen ve hayattan ayrılmayan nor­mal durumlardır. Bu musibet selinde isabet almayan birine mutlaka onun sıçrıntıları bulaşır.

Bununla beraber mü'min musibet esnasında Allah'a (c.c.) yalvarır. Ondan himaye taleb ederse hâdiselerin hızı alınır ve bedenine yapacağı tahribat azalır. Çoğu kez güçlü inanç, zorlukları ameliyat esnasında, ilaçlarla hastanın ağrılarının giderildiği şekilde giderir. Mü’mine hâdiseler esnasında dini zayıflayıp zorluklar karşısında inancı sarsılmadığı müddetçe, Allah'ın (c.c.) yardımı gelir. "Andolsun sizi biraz korku biraz açlık biraz da mallardan canlardan ve mah­sullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sab­redenlere (keremini) müjdele ki onlar kendilerine bir bela geldiği zaman "Biz (dünyada) Allah'ın teslim olmuş kullarıyız ve biz ahirette de ancak ona dönücüleriz di­yenlerdir. Rablerinden mağfiret ve rahmet hep on­ların üzerinedir. Ve onlar doğru yola erdirilenlerin ta kendilerdir."382 Ümm-i Âlâ ki o Resulullah'a bey'at eden­lerdendir, anlatıyor: Hasta olduğum bir zamanda Resulullah (s.a.v.) beni çağırıp şöyle buyurdu:

"Ya ümmi Âlâ! Sana müjdeler olsun ki, Allah (c.c.) ateş, gümüş ve demirin kirini nasıl gideriyorsa, Öylece hastalık mü'minin günahlarını giderir.”383 Bir diğer hadiste de şöyle denilmiştir:

"Allah (c.c.) bir mü'minin iki gözünü aldığında oda sabır gösterip ecrini Allah'tan (c.c.) beklerse Allah (c.c.) ona cenneti vermekten başka bir şeyle razı olmaz.”384

Şu hususu da unutmayalım ki, pay ve irtibat iddia et­tiğimiz her hak da Allah'ın irtibat ve hakkı bizim ki­mimizden daha çok ve daha sıkıdır.

Kişiye, çocuğundan daha yakın neyi var ki? İnsana en kıy­metli şey çocuğudur. Çocuğu kendi bedeninden gelmiş onun kucağında büyümüş kendinden sonra da namını sürdürecek, yine odur. O, cesedinin bir parçasıdır. Bu çocuk öldüğünde sabırsız baba, çocuğum diye diye feryat koparır. Fakat bu feryatlardan önce Hakk'ın nidası, bizlerin şöyle demesini ge­rekli kılar...

Baba, çocuğunu kaybetti ise de her şeyin sahibi olan Allah (c.c.) kulunu yanına götürmeyi irad etmiştir. Bu gözleri ha­yata açıp aynı zaman da onları hayata kapayan da onun ta kendisidir. Bu bedeni çeşitli nimetleri ile olgunlaştıran zat, onun esas barınağı olan toprağa iade etmiştir. Baba "ço­cuğum" dediğinde yaratan da o "kulumdur" der. “Benim hak­kım herkesten önce ve herkesten çoktur" der. Kasım b. Mu­hammed şöyle der:

"Hanımım vefat edince Muhammed b. Ka'b taziyeme gelip şöyle dedi: "İsrailoğullarından, âlim âbid, çalışkan ve fakîh olan adamın çok sevdiği hanımı vefat edince ona çok üzül­müş, öyle ki evine girip kapıyı üstüne kilitlemiş ve kimsenin yanına gelmesini de önlemiştir. Bu durumu anlayan bir hanım gelip kapıcısına şöyle demiş: Mutlaka onunla gö­rüşmem gerek, ona soracaklarım var. Binaenaleyh mutlaka onunla konuşacağım. Ve kapıda bekledi. Kapıcı onun du­rumunu alime bildirince kendisine izin verildi. Kadın, abide senden birşey sormak isterim dedi. Âbid: Neymiş o? kadın: Ben komşum olan bir kadından bir süs eşyası aldım. Bir süre onu taktıktan sonra benden geri vermemi istiyor. Bi­naenaleyh ona geri vereyim mi? Âbid: Vallahi evet, deyince kadın: Ama yanımda epey zaman bekledi. Âbid: Bu durum ona geri vermeni daha fazla gerektirmektedir. Kadın: Allah (c.c.) seni affetsin. Sen Allah'ın (c.c.) uzun zaman sana ver­diği ve senden daha fazla hakkı bulunduğu bir emaneti geri almasına üzülür müsün? dedi. Âbid, bu hanımın irşadından istifade ederek içinde bulunduğu hatalı durumu terketti."385


Yüklə 1,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin