Şimdi, tanimlarini yapmis oldugum üst kimlik ve alt kimlik acisindan, birey ve devlet iliskileri nedir? Konusmayi kisaltabilmek için bunu bir tablo biciminde şu tahtaya yazdim. Birey-devlet iliskilerinde üc tane olasilik mevcuttur. Birinci olasilikta birey kendi alt kimligini birakir, devletin kendisine empose ettigi üst kimligi benimser, devlet bundan çok memnundur. Biz buna sosyolojide gönüllü asimilasyon deriz. Gönüllü asimilasyon bir bireyin kendi alt kimligini müdafaa etmesi kadar mesru bir olaydir, cünkü önemli olan grup değildir, cemaat değildir, bireydir. Ikinci olasilikta bunun tam tersi bir durum vardır. Birey devletin kendışine verdigi üst kimligi reddeder. Bu devleti son derece rahatsiz eder. Bu durumda çok büyük bir olasilikla bir travma ortaya cikacaktir. Bu travma da iki sekilde olabilir. Birincisi, ayrilma, yani o grup, o azinlik devletten bir toprak parcasini alarak ayrilir. Ikinci travma bicimi de, devletin onu katliama uğratmasıdır. Bu iki durum, birinci ve ikinci durumlar ekstrem durumlardir. En fazla rastladigimiz durum ücüncü durumdur. Ücüncü durumda birey devletin kendisine verdigi üst kimligi kabul eder, fakat kendi alt kimliginden de vaz gecmedigini her vesileyle belli eder. Bu durumda ne olur? Önemli olan budur ve Türkiyede görülen durum da bu ücüncü olasiliktir. Burada devletin ne yapacagi önem kazanir. Eger devlet asimilasyonda israr ederse, o zaman catisma cikar. Eger devlet bireyin alt kimligine saygi gösterirse, o zaman uyum ortami dogar. Burada bu ücüncü olasilik konusunda izah edilmesi gereken bir konu daha var. Üst kimlik dedik ve üst kimligin tanimini da acikladik ama, üst kimligin niteligi nedir? Cünkü üst kimlik bazi durumlarda birey tarafindan taninmasi imkansiz bir üst kimlik olabilir. Burada iki tane olasiliktan bahsetmek mümkün. Birincisi, devlet öyle bir üst kimlik tanimi yapar ki, bireyin bu üst kimligi edinmesi ya imkansizdir, yahut son derece sinirlanmistir. Mesela, Siyahlarin yasadigi bir toplumda devlet eger üst kimligi Beyaz insan biciminde tanimlamissa, bir Siyah istese dahi üst kimlige ulasamaz. Böyle durumlar çok acikca irkcilik politikasinin güdüldügü durumlardir. Bunlarin da en asiri örnegi 1990`larin ortasinda sona eren apartheit politikasidir, Güney Afrika Cumhuriyetindeki apartheit politikasidir. 1960`larin ortalarina kadar ABD’nin bazi eyaletlerinde ayni durumun görüldügünü hatirlayalim. Ikinci durum daha sik görülen bir durumdur ve Türkiye’yi ilgilendiren durum da budur. Üst kimligin bireyi temsil etmemesi durumu. Üst kimlik bireyi ne zaman temsil etmez? Bunu izah etmek için İngilizce nation building dedigimiz, Türkceye milleti insa seklinde cevirebilecegimiz durumun iki yönteminden bahsederek gecebiliriz bu noktaya. Bir millet, hatta bir devlet iki yöntemle insa edilir. Bir, kan yöntemi, iki, toprak yöntemi. Kan yönteminin adina Alman yöntemi de denir. Tek bir etnik gruptan oluşan ülkelerde uygulanabilir. Çok uzun süre Almanya’da uygulanması nedeniyle buna Alman yöntemi denmistir, fakat son zamanlarda yabanci isciler gerek oraya geldikten sonra, gerekse orada dogduklari için, dogduklari zaman Alman vatandasligina kabul edilmeye baslamislardir. Böylece Almanya’da da kan yöntemi sulanmistir. Toprak yöntemine doğru bir gidış baslamistir. Bu yöntem, tek bir etnik gurup tarafindan olusturulan, veya öyle oldugu iddia edilen ülkelerde görülür. Toprak yönteminin adina Fransiz yöntemi, teritoryal yöntem, veya Ernest Renan yöntemi de denir. Burada önemli olan aynı etnik kökenden gelmek değil, aynı toprak parçası (territory) üzerinde yaşamaktır. Bu yöntem, tek bir etnik gurup tarafindan olusturulmayan, çok kültürlülügün hakim oldugu ülkeler için gecerlidir. Iste, biz İnsan Hakları Danima Kurulunun „Azınlık Raporu“nda dedik ki:Türkiyede, Osmanli imparatorlugu döneminde üst kimlik Osmanliydi. Bu kimlik hicbir sorun cikarmiyordu, cünkü Ermeni de Osmanliydi, Türk de Osmanliydi, Kürt de Osmanliydi, Yahudi de Osmanliydi. Osmanli, kan yöntemine göre tespit edilmis bir üst kimlik değildi. Teritoryal yönteme göre, toprak yöntemine göre tespit edilmisti. Oysa, Türkiye Cumhuriyetinde üst kimlik „Türk“ olarak tespit edildi ve Türk ayni zamanda dominant etnik gurubun da adiydi. Böylece kan yöntemini cagiristiran bir üst kimlik tanimi yapildi. Bunun için dedik ki, „Türk“ bicimindeki üst kimlik bölücüdür. Teritoryal bir tanim yapmak zorundayiz ve biz bunu „Türkiyeli“ olarak saptamak zorundayiz. O zaman birlestirici olur dedik. Iste o zaman bes yil hapis istediler, Kaboğluna ve bana. Benim söyleyeceklerim özet olarak bu, tabii bir sürü seyi acikta biraktim. Onlari da sorularla hallederiz diye düsünüyorum. Teşekkür ederim. Prof. Tahsin Yesildere:
Teşekkür ediyorum sayin hocam, zamani çok iyi kullandiniz.
Şimdi Dr. Tarik Ziya Ekinciye veriyorum sözü. Kürt sorunu ve demokrasi üzerine konusacak kendışi. Emekli milletvekili, yazar, Liceliler Vakfi kurucusu, Tarih Vakfinda aktif üye, TÜSDAL `da da aktif üye olarak calisiyor. Buyurun sayin hocam.
Dr. Tarik Ziya Ekinci:
Teşekkür ederim sayin baskan. Degerli konuklar, sayin dinleyenler, Kürt sorununu ila demokrasi arsindaki baglantiya gecmeden önce önemli bir noktaya temas etmek istiyorum. Avrupada, bazi ülkelerde, Fransada, daha sonra Danimarkada bir ölcüde de Avusturyada Türkiyenin Avupa Birligine alinmasina karsi bir akima basladigini ve bunun giderek yayginlastigini, hatta devlet ve hükümet katinda bunun itibar gördügünü ve bu politikanin uygulanmak istendigini görüyoruz. Benim Avurpali, Avusturyali, Viyanali dostlardan ricam sudur: Türkiyenin Avrupa Birligi rotasinda kalmasi için herkesin üstüne düsen görevi yapmasi ve cabayi göstermesi gerekiyor. Türkiyenin Avrupa Birligine hemen alinmasi diye bir sey söz konunsu değil, ama Avrupa Birligi rotasinda kalmasi çok önemlidir. Türkiyenin Avrupa Birligi rotasindan cikmasi, yani Türkiyenin diyelim bütün üyelik iliskilerinin askiya alinmasi, reddedilmesi demek, Türkiyenin yeniden eski döneme dönmesi, yani eski baski sisteminin, eski otoriter, merkeziyetci devlet yapisina dönme anlamina gelecektir. Bunun iki sonucu olacaktir, biri Türkiyede demokratiklesme hareketinin durmasi, ikincisi de Kürt sorununda katedilen mesafenin tamamen iptal edilmis olmasi, yeniden Türkiyede Kürt yoktur, herkes Türktür politikasina dönülmesi sonucunu doguracaktir. Saygideger bilim adamlarimiz dahi artik Kürt sorunundan söz edemeyeceklerdir. Çok önceleri, bundan 15-20 yil önce ben bir akadmisyen arkadasim, siz bilim adamisiniz, Kürt sorununu inceleyin, dedigim zaman, bana demisti ki: Ben kahraman değilim, ben bilim adamiyim. Çok doğru, o günkü kosullarda, Kürt sorununa deginmek gercekten kahramanlik istiyordu. Bizim Ismail ( Celalettin ) arkadasimiz gibi uzun yillar hapis yatmayi gerektiriyordu. Ama bugün geldigimiz asamada, Avrupa Birligi rotasinda olmanin sagladigi imkanlarla, dış dinamiklerle, Türkiyede artik Kürt sorunu konusulabiliyor. Bunun geri gitmemesi için Türkiyenin bu rotada kalmasi lazım, Avrupali dostlarimdan benim istedigim, ricam budur. Çok önemsiyorum. Ikincisi, Türkiyede Kürt sorunu Türkiyenin rejimi ile, Türkiyedeki demokratiklesmeyle çok yakin bicimde ilgilidir. Ve Türkiye demoratiklesmeden de Kürt sorununun çözüme kavusmasi, Kürtlerin alt kimligi teskil eden Kürtlerin, kendi kimliklerini yasatmalari, kendi kültürlerini yasatmalari, kendi dillerini kullanmalari, okuyup yazmalari mümkün değildir. O halde, herseyden evvel, Türkiyede demokrasinin yerlesmesi, köklesmesi gerekiyor. Bunun aksi de ....???......... Türkiyede demokratiklesmenin önündeki en büyük engellerden birisi Kürt sorunudur. Kürt sorunu asilmadan da Türkiyede demokrasinin kurulmasi mümkün değildir. O halde Türkiyede Türk ve Kürt demokratlarinin el birligi yaparak Türkiyede demokrasinin kurulmasina caba göstermeleri ve bu yolda mücadele etmeleri, örgütlü bicimde mücadele etmeleri gerekir. Türkiyede hala 1925`den beri, Ismet Inönünün ortaya koymus oldugu, kendi ifadesiyle ortaya koymus oldugu, bir milliyetcilik anlayisi hakimdir. O milliyetcilik anlayisinin temelinde Türkiyed herkes Türktür, Türk olmak zorundadir, devlet katinda itibar görebilmesi için bir insanin, Türk ve Türkcü olmasi gerekir. Hem Türk olacaksiniz, hem de Türkcü olacaksiniz Türkiyede itibar görebilmeniz için. Bu devlet milliyetciligidir. Türkiye ayni zamanda militarist bir devlettir. Kurulus itibariyle militaristtir. Asker sivil bürokrasinin öncülügünde kurulmus bir devlettir. Militarizm, çok partili döneme gectikten sonra bir zaafa ugradi, demokrat parti döneminde belli bir zaafa ugradi, hatta demokrat partinin genel baskani olan, basbakan Adnan Menderes, Battal Gazi ordusu diyebilmistir ordu önde gelenlerine. Ben gerekirse bu ülkenin güvenligini yedek subaylarla dahi saglayabilirim demistir, ama ona karsi bir darbe yapilmis ve sonucta bu zat idam edilmistir. 27 Mayis hareketiyle birlikte Türkiyede militarizm yeniden köklesmis ve 27 Mayis darbesinin getirdigi anayasa, ki birçok dostlar bunu devrim olarak, ilerici bir adim olarak niteler, 27 Mayis anayasasina da büyük kiymet atfederler. Oysa milli güvenlik kurulunu getiren 27 Mayis anayasasidir. 27 Mayistan sonra 12 Mart darbesiyle, 1980 darbesiyle de bu milli güvenlik kurumu daha güclenmis, daha da yetkileri arttitilmistir. Son yapilan ufak degisiklige rağmen Türkiyede militarizm devam ediyor, militarizmin bir ayagi Milli Güvenlik Kurulu ise, bir diger ayagi da özel bir kanundur, askere yetki taniyan bir kanundur. Bir basbakan, ben bati calisma gurubuna görev vermedim dedigi zaman, genel kurmay: Biz kimseden görev almayiz, Türkiyenin cikarlarini korumak, milli birligi korumak için biz görev almayiz, bizim görevimiz anayasada bellidir, demistir. Keza, yapilan andic ??? hareketinde ve diger calisma guruplarinda da tamamen bagimsiz hareket etmistir. Son olarak aydinlarin basbakani ziyaretini takip eden olayda da yine militarizmin büyük etkisi olmuştur. Basbakan, Türkiyede Kürtler vardir, Kürt sorunu vardir, Türkiyede Kürt sorunu da tipki kuzey Irlanda sorunu gibi bir gün mutlaka çözülecektir, demis olmasina rağmen, geri adim atmis olmasinda militarizmin büyük etkisi vardir. Bunu kabul etmek ve Türkiyede militarizm etkisizlesmeden, geriletilmeden, demokrasinin kurulmasi mümkün değildir. Bunu yapabilmek için de, kurulu düzeni savunan siyasi partilerin karsisinda cagdas demokrasinin bütün normlariyla savunacak bir siyasi partiye ihtiyac vardir. Türkiyede bugün demokratik hak ve özgürlükleri savunan, demokrasiden yana olan gücler son derece daginiktir. Daginik olduklari için de demokratik kazanimlari savunmalari mümkün olmadigi gibi, demokrasi yolunda da yeni adimlar atma olanagi yoktur. Demokrasi gücleri neden daginiktir? Cünkü Türkiyede hala köylülük büyük oranda, köylülügün etkisi devam ediyor. Nüfusun yüzde kirki köylerde yasiyor ve gelismis bati ülkelerinde gördügümüz demokratiklesme ve sanayilesme hareketinin tersi bir uygulama Türkiyede gecerlidir. Nasil köyün itici, tarimin itici etkisiyle sehirlesme baslamistir, oysa batida sanayilesmenin cekici gücüyle bir sehirlesme baslamistir. Bize son zamanlarda Kürt sorunu nedeniyle de yasanan baski ve köy yakma, köylerin bosaltilmasi politikasiyla buna katilmak suretiyle süratli bir sehirlesme hareketi görülmüstür. Bu sehirlesme hareketinde bunu maseden bir sanayilesme olmadigi için, gecekondu semtlerinde yigilmislardir. Gecekondu semtlerindeki yasayan insanlar da köylülük ideolojisine baglidir, yani dogmatizmin, dinsel dogmatizmin etkisi altindadirlar. Ve bu nedenle Türkiyede laiklesme sorunu devletin baskisi altinda yürütülmektedir. Devlet baskisini cektigi andan itibaren de laiklikle ilgili hicbir gelisme kalmaz. Bu nedenle de Türkiyenin demokratiklesmesinde hem sehirlesmenin, hem sanayilesmenin çok büyük önemi oldugunu düsünüyorum. Türkiyede demokratiklesmenin önündeki önemli engellerden biri de anayasadir. Anayasamiz merkeziyetci, otoriter bir rejimi öngörmektedir ve devlet merkezli bir anayasadir. Devleti çok önemsemektedir. Her sey devlet içindir, bireyin ve toplumun cikarlari ancak devletin cikarlari söz konusu oldugu zaman korunabilir. Herseyden evvel, devletin cikarlarinin korunmasi gerekir. Anayasamizda yapilan ufak degisiklikler sorunu hic degistirmemistir. Örnegin 14. maddede çok net sekilde ortaya konan su ifade anayasanin içinde asagi yukari 20 kez tekrarlanmaktadir. Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlügüne karsi olan her türlü eylem ve ifade suctur, diyor. Ceza kanununda da bunun ayni ifadesi vardir. Hicbir devletin milleti ve ülkesi olmaz. Bir milletin ülkesi ve devleti olur. Oysa bizde devlettin her seyin üstünde olan. Millet de devletin emrindedir, devletin milleti vardir. Türkiyenin anayasasi böyle tanzim edilmistir, böyle yapilmistir. Anayasamizin 42. maddesinde de keza ayni su ifade kullanilmaktadir: Türkiyede Türkceden baska hicbir ana dilde egitim ve ögrenim söz konusu olamaz, ifadesi vardir. Yani, Türkceden baska bir ana dil yoktur anlamina gelen bir ifade bu aslinda. Bu anayasa tümüyle degistirilmeden, gercekten vatandas-toplum odakli bir anayasa haline getirilmeden, devleti bir hizmet örgütü olarak yeniden düzenlenmeden, Türkiyede demonkratiklesmede mesafe kat etmek imkansizdir. O halde önemli olan konulardan birisi de Türkiyede bu anayasanin degisikligidir. Bu sorun nasil asilacaktir? Tek basina Kürtlerin ne anayasayi degistirmeleri, ne Türkiyede demokratiklesmeyi saglamalari mümkün değildir. Mutlaka Türkiyede bütün demokrasi güclerinin ortaklasa hareket etmeleri ve bu günkü hem sosyopolitik ortamdaki bu sikintilari asabilmek için. Cünkü köylünün bu kadar agir, bu kadar etkin oldugu bir toplumda o kadar kolay değildir demokrasiyi yasatmak ve gelistirmek. Onun için demokrasi güclerine büyük fedakarlik düsüyor. Türk ve Kürt demokratlarinin el birligi yaparak ortak bir siyasi hareket gelistirmeleri gerekiyor. Bu siyasi hareket salt Kürtler tarafindan gerceklestirilemez ve Kürtler Türkiyede tek basina demokrasiyi kuramaz. Bir seyi de ayri tutuyorum tabii. Ben ayrilip bagimsiz devlet kuracagim diyenler için bir itirazim yok. Ama Türkiyenin bütünlügü içinde kalmayi düsünen tüm Kürtlerin Türkiyede demokrasiyi kurmasi için mutlaka Türkiyedeki demokratlarla el birligi, is birligi yaparak ortak bir program etrafinda bütünlesmeleri ve bu programi yasama gecirmeleri gerekiyor. Avrupa Birliginin tek basina Türkiyede demokratiklesmeyi saglamasi mümkün değildir. Cünkü bugünkü kurulu düzen ve bu düzenden yana olan siyasi partiler ufak tefek retüslerle Avrupa Birligini ikna edebilirler ve orada mesafe katedip ve hatta Avrupa Birligine girebilirler. Önemli olan o kazanimlari koruyacak ic dinamiklerin harekete gecmesi, bir siyasi partinin olusmasidir. Bir ücüncü nokta daha. Avrupada yasayan Kürt kardeslerime hitap ediyorum. Onlarin da bagimsiz bicimde hareket etmelerinin yanlis oldugunu düsünüyorum. Mutlaka burdaki Türk demokratlariyle omuz omuza ve birlikte Kürt sorununu da içinde çözmeyi öngören bir program etrafinda bütünleserek bir mücadele cizgisi gelistirmeleri gerekiyor. Türkiyede de öyke, burda da böyle. Burda Kürtler tek basina hareket ettiklerini ben olumsuz bir davranis olarak görüyorum. Bu, aranizda hic bir Türk demokratinin olmayisi da bir eksikliktir. Mutlaka bunun saglanmasi gerektigine isaret etmek istiyorum. Bir cagrim var burdan. Daha önce bu cagriyi yaptim. Türkiyede bugün demokrasi mücadelesi güclerin önünün acilabilmesi için silahli mücaele yürüten güclerin, yani PKK`nin kayitsiz kosulsuz olarak ateskes karari almasi ve bütün kontenjanini yurt dışina cikarmasinin sayilamayacak kadar çok yarari vardir. Bu hem demokrasi güclerin önünü acacak, hem de onlarin ortaklasa bir hareket örgütlenmelerine olanak saglayacaktir.
Vaktinizi aldigim için özür diler, hepinize teşekkür ederim. Sagolun!
Prof. Tahsin Yesildere:
Şimdi Etyen Mahcupyan fikirlerini bildirecek. Kendışi köse yazari, biliyorşunuz Zaman Gazetesinde yaziyor. Televizyondan da kendısini taniyorsunuz, birçok oturumdan. Demokratiklesme alaninda program direktörü ayni zamanda TESEV`de. Siyaset, tarih, zihniyet üzerine makale ve kitaplari var. Şimdi kendısi Türkiyeyi anlamak, seküler müslümanin karmasik dünyasi üzerine anafikir olarak verdigim konusmasini yapacak. Herhalde dinsel kimliklere deginecek. Bu arada da etnik guruplara doğru gidecek. Bir kimlik, alt kimlik üzerine herhalde iyi bir tartisma ortami yaratacak.
3. Kasette ( 2. Seite ) :
Etyen Mahcupyan:
Teşekkür ederim............. biraz Türkiyede müslüman kesimi, tabii sünni alevi kesimi kastediyorum müslüman derken burda. O dindar kesimde ne olup bittigini konusmakta ve onu anlatmakta büyük bir yarar oldugunu gördüm. Son yillarda Avrupalilarla çok sik temas ediyorum, yaptigim islerden ötürü ve Avrupalilarin Türkiyeyi ne kadar az tanidigini görüyorum, ama bu çok normal. Bir kere bu çok baska bir kültür Türkiye. Ayrica çok degisken bir kültür. Ayrica hizli gelisen bir kültür. Ama ön görülen bir bicimde de degismeyen bir yapi. Klasik, modernist bakisa göre bir az gelismis toplum ya giderek sekülerlesecek, modernlesecek ve dinden uzaklasacak, ya da direnecek modernizme ve giderek daha fundamentalizm olacak. Türkiye bu ikisini de yapmiyor. Türkiye hem daha dindar, hem daha seküler oluyor ve ayni insanlar bunu yapiyor. Bu sünni-halefi kesimin içinde oluyor. Bunu görmeden, bunu anlamadan da Türkiye üzerinde yorum yapmak, Türkiye ile ilgili siyaset yapmak son derece güc. Şimdi bu nasil oluyor? Bununla ilgili kisa bir tarihsel 1-2 cümle söylemekte yarar var. Osmanli düzeni, hiyerarsik, heterojen bir yapiydi, bir sürü cemaatten olusuyordu ve tabii sünni halefi kesim en tepedeki cemaatti. Dolayısıyla onlarin üstünlügü vardi. Siyaset her cemaatin kendi içinde olan bir isti, orada bir kamusal alan vardi, her cemaatin kendi içinde. Dolayısıyla da büyük siyaset, büyük konular bürokrasiye terk edilmisti, aynen bu günkü gibi biraz yani. O yüzden sivil-asker iliskilerini biz bir türlü çözemiyoruz, cünkü bu 500 yillik, 700 yillik bir gelenek. Tabii tepedeki cemaat oldugu için, sünni hanefi cemaat, modernizme karsi cikti. Cünkü modernlik, tanzimatla gelen modernlik esitliyordu herkesi. Bundan hoslanmadilar. Şunu da söyleyeyim, Kürtler hic hoslanmadilar. Ayni nedenlerle. Cünkü onlar da müslümanlarin içinde, sünni hanefilerin içinde telakki ediliyorlardi, ayrica da tanzimat merkezin hakim olmasini getirdi, Istanbulun Anadoluya hakim olmasini getirdi.Idari yapi olarak. Kürtler bundan da hic hoslanmadilar. Dolayısıyla bu acidan bir benzerlik var. Modernizme karsi cikti bu guruplar. Cumhuriyet bir ikilem yaratti müslümanlarda. Cünkü bir taraftan ülkeyi, devleti kurtardi cumhuriyet, ve devlet olmadan islam yasayamaz diye bir anlayis vardi. Ama öte yandan da son derece otoriter bir laiklik getirdi ve bu da onlarin yasam alanini sinirladi. Dolayısıyla cumhuriyet karsisinda ne yapacaklarini uzun süre bilemediler. Kisa bir direnc oldu, bastirildi ve ondan sonra yaklasik 20 yillik bir sessizlik yasandi hanefi cemaati içinde. Derken 2. dünya savasi sonrasinda acilim oldu siyasette. Iste siyasi partiler, Demokrat Parti cikti. O zaman islami kesimin taleplerinin sag partilerin içinde seslendirilmeye baslandigini görüyoruz, ve islami kesimin hala ne kadas kimliksel olarak ayakta oldugunu birden bire idrak etti Türk etnisitesinin içinden bakanlar. Ve iste Türk-Islam sentezi de öyle dogdu zaten. Türk-Islam sentezi mecburen demokratiklesen bir ülkede müslümanlari Türklerin yaninda tutmak isteyen Türk milliyetciliginin ürettigi bir seydi, bir aydin hareketiydi ve islami genel halk içinde hicbir zaman anlamli da olmadi. Ama yönetimsel anlamde baktigim zaman aydin hareketi olmasinin getirdigi bir gücü oldu daima. 70`lere gelindiginde, islami kesimin içinden esas partisi cikti, yani bu MSP, MNP, Refah Partisi ve Erbakan gelenegi. Bunun tabii ki ne Türk-Islam sentezi ile ne de baska bir akimla hicbir ilgisi yok. Yeniden Osmanlidaki cemaatci yapiya döndü Türkiyedeki bu dindar kesim.Şimdi 80`den sonra üc tane büyük dalga yasandi ve bu dalga çok fazla incelenmedi Türkiyedeki insanlar tarafindan. Şunu söyleyebilirim ki, Türkiyedeki laik kesim Türkiyeyi hemen hemen hic tanimiyor, Islami kesimin içinde olan bitenleri hic bilmiyor. 80`ler, 90`lar ve 2000`ler diyebilecegimiz üc tane dalga. Her biri de dış dünyadaki degisime olan bir tepkidir. O sünni hanefi kesim tarafindan. 80`lere baktigimiz zaman, dışarda olan en önemli sey Iran devrimiydi. Iranda islami bir devrim oldu ve bu Türkiyedeki müslümanlari çok etkiledi. Onlar şimdi bir bütün dünya düzeyinde bir tür küresel bir islami birliktelik olabilir mi? soruşunu sormaya basladilar. Ümmet kavrami yeniden kafalarinda üredi ve bu ümmet üzerinden nasil bir siyasallasma olabilecegini entelektüel olarak tartismaya basladilar. Mesela faizsiz islami bankacilik çok önemli bir arac olarak düsünüldü, cünkü bütün yer küreye yayilan bir ümmet üzerinden siyaset yapacaksaniz, gene ayni sekilde yerküreye yayilan bir finansman karsiliginin olmasi lazım bunun. Kadinlar ilk defa olarak kamusal alana ciktilar bu dönemde ve tamamen erkeklerin siyasetine yardimci olmak üzere kamusal alana ciktilar. O dönem yapilan calismalarda eger bakarsaniz, bas örtüsü namus anlamini tasiyordu kadinlar için, cünkü basörtüsü, o kadinin yanindaki erkek için namus demekti. Yani kadinla erkek arasindaki ataerkil iliski aynen evden dışariya, sokaga yansidi ve kadinlar o siyasetin bir araci olarak kullanildilar. Bir dizi entelektüel cikti Türkiyede. Hemen hemen hepsi ilahiyatciydi bu entelektüellerin. Bazilari hem ilahiyatci, hem sosyolog bir türdendi ve bunla tüm Türkiyedeki müslümanlari dünyadaki müslümanlarla bütünleyecek teoriler gelistirmeye basladilar. Burdan giderek de siyasetin bütün diger alanlara tahakküm ettigi, her seyin islami siyaset için tanimlandigi bir dünya üretildi. Buna bir anlamda fundamentalizm demek mümkün ama bu yumusak bir fundamentalizmdi cünkü burada siyasi bir amactan ziyade sosyal bir amac hedefleniyordu. Bir sosyal proje idi bu. Dolayısıyla bir islami devrim yapmak değildi amac ama Türkiyeyi müslümanlastirmak, gündelik hayati müslümanlastirmak. Dolayısıyla da, her seyin müslümani nasil olur diye sormaya basladilar. Is yapmanin, oturup kalkmanin, sokaga cikmanin, her seyin bir müslüman bicimi var midir acaba? Nasil yasarsak müslüman hayata uygun olabilir? Vesaire. Ama ironik olarak söyle bir sey oldu: 80`lerin sonlarina geldigimizde müslüman kesim on yillardan beri ilk defa tartismaya basladi. Bu, “Nasil müslüman olunur?” noktasini tartisiyordu ama, hayatinda da ilk defa tartisiyordu. Ve burdan bize şimdi geriye kalan o kesimin tartismayi ögrenmesi olarak kaldi. O kesim, o ilk deneyimi, o çok epeyce fundamentalist görünen tartismalari bir süre sonra dışa doğru yansitti. O tartismalar birden bire degisti. Degistiren sey 1990`lara geldigimiz zaman gene dışardaki çok büyük iki degisiklikti. Bir tanesi küresellesme dedigimiz sey. Cünkü küresellesme mukayese imkanlari getiriyor insanlara ve farkli normlar, standartlar getiriyor. Dolayısıyla şimdi bir müslüman, nasil müslüman yasanir diye sorarken, bir de dünyada insanlar nasil yasiyor diye sormaya basladi ve ben niçin öyle yasamiyorum, ya da onun benden farki ne, onun refah seviyesi niçin öyle, haklar, özgürlükler niye bende böyle falan demeye basladi. Ikinci olay Avrupada da çok az anlasilmis ve takdir edilmis bir sey ama Türkiyedeki islami kesimde çok çok etkili olmuş bir sey. Avrupada modernligin elestirisi basladi. Yani modernlik, kendi sorunlarini çözemeyen bir paradigma olarak, tartisilmaya baslandi Avrupada. Ve bu Türkiyedeki demokratlarin da tartismasiyla bütünlestigi andan itibaren 90`larin ortalarina geldigimizde islami kesimi çok derinden etkiledi. Cünkü ilk defa olarak eziklikten kurtuldular. Avrupa da kendi sorunlarini çözemeyen bir kültür. Bunu gördüler, ve bu bir öz güven getirdi islami kesime. Şimdi kendilerini daha esit olarak görmeye basladilar. Sadece bu değil. O dönemde birden bire yeni imkanlar dogdu. Örnegin, televizyon kanallari oldu müslümanlarin, örnegin gazeteleri oldu ve bunun getirdigi akla hic gelmeyecek meslekler ortaya cikti. Mesela şimdi, sünni hanefi film kritikleri var. Şimdi böyle bir sey daha önceden hic düsünülemezdi. Ama şimdi filim kritigi yapan insanlar var, senaryo yazarlari var, bütün bir sinama alemi, televizyon aleminin içinde yepyeni meslekler ve onlara giren yepyeni bir islami kesim ortaya cikti. Bunun içinden baktigimiz zaman gördügümüz sey: Mesela Iran hala bir semboldü 90`larda, ama islami anlayisi bizden farkli bir toplum diyorlardi artik müslümanlar, Türkiyedeki müslümanlar. Dolayısıyla bir mesafe olusmaya basladi. Islami bankaciligin anlami olmadigini anladilar. Bunun yerine islami sirket arayisina girdiler. Yani daha bireysel, kar ortakligi bicimindeki islami sirketlerin dogusu böyle geldi. Ve de yeni nesil, genc bir entelektüel gurubu cikti. Bunlarin hic birisi ilahiyatci değildi. Bunlarin hepsi, edebiyatci, sanatci ve is adamiydilar. 90`lar ortasinda ciktilar, birtakim edebiyat dergileri, ben hatirliyorum 90`larin ortasinda müslüman anarsistler diyen kendilerine müslümanlarin edebiyat dergileri vardi. Bu dergilerde, islami kesimdeki insanlar tarafindan yazilmis dergilerdi bunlar ve islami kesim için yazilmis dergilerdi. Ama içinde neredeyse hic bir islami bir entelektüel adi gecmiyordu. Tamamen batili filozoflardan esinlenerek yazilmis makaleler vesairelerdi bunlar. Ilk defa olarak pop guruplari cikti. Stand up`cilar cikti 90`larin ortasinda ve bunlar yepyeni bir alttan gelen bir kültür olusturmaya doğru gittiler. Kadin hareketleri erkeklerden kopmaya basladi ve kendileri için en formel guruplasmalari olusturmaya basladi kadinlar. Şimdi artik sirf kendileri için isler yapmaya basladilar. Çok yogun ev toplantilari biciminde olmaya basladi bunlar ve erkeklerle kadinlar arasinda çok önemli catismalar, gizli catismalar olmaya basladi islami kesimde. Ben TESEV`de oldugum için yaptigimiz birçok arastirmada bunlari o dönemin baslarinda görmüstük. Bas örtüsünün anlami degisti. Şimdi bas örtüsü kamusal alana cikmak için vize olarak kullanilmaya baslandi. Genc kiz bas örtüsünü takabildigi için babasina karsi gelebiliyor, bas örtüsü taktigi için sokaga cikabiliyor, gece gec saatte geri gelebiliyor, bas örtüsü takabildigi için parkta nisanlisi ile el ele gezebiliyor, hatta onu öpebiliyor. Su anda Istanbulun parklarinda gezdiginiz zaman bazi bas örtülü insanlarin hic de bas örtüsüne yakismayan, tirnak içinde, sekilde davrandigini görebilirsiniz. Bizim yaptigimiz calismalarda yine şunu görüyoruz ki, bugün bas örtüsüne en fazla karsi cikan kesim çok ortodoks, yani çok kati islami kesim, ve eski nesil. Onlar bas örtüsüne çok karsilar, cünkü onlar bas örtülülerin ahlaksiz oldugunu düsünüyorlar. Bütün bunlarin sonucunda siyasetim tahakkümü kirildi. Diger alanlar yavas, yavas özgürlesmeye basladilar ve sünni hanefi cemaatin içinde bir sürü alt guruplasmalar, alt cemaatlesmeler bir anlamda, alt kültür tipolojileri cikmaya basladi. Sanat üzerinden, degisik siyasi akimlar üzerinden vesaire. Dolayısıyla da siyaset şimdi, hem o müslümanlari tasimak, hem de dünyaya entegre olmak biciminde bir hal aldi. Tabii ki bunu artik Erbakan yapamazdi. Ve AK Partinin dogusu ve dogduktan sonra bu kadar kisa süre içinde bu kadar oy almasinin arkasindaki büyük dalga budur. AK-Parti Türkiyeyi degistirmiyor, zaten degisen Türkiye islami kesimden AK Partiyi zorunlu olarak cikartti. Ben şunu da söyleyebilirim ki: Su anda AK Parti islami kesime demokratlasma acisindan yetmiyor zaten. Yani toplum çok daha önde. 2000`lere geldigimiz zaman bir dış dalga daha geldi Türkiyenin önüne. Tabii ki Avrupa Birligi. Cünkü Avrupa Birligi bir kere hakları ve özgürlükleri formalize etti. Onlari anlamli bir cerceveye oturttu. Canimizin istedigi için istedigimiz haklar ve özgürlükler değil, bunlar hepsinin tutarli bir arka plani var. Bir kere Türkiyedeki insanlar bunu gördüler. Ilk kez demokratligin bir zihniyet olarak nüfus ettigine tanik olduk, özellikle gencler arasinda şimdi bu islami kesime. Şimdi baktigimiz zaman, Iran diye sordugumuz zaman arastirmalarda, cikarlari bizden farkli olan bir ülke diyor müslümanlar. Artik onun ne müslümanligi önemli, ne baska sey önemli. Fakat tabii bu son 11 Eylül sonrasinda, iste nükleer enerji baglaminda yapilan tartismalar yeniden bir tür kayma, belki de konjonktür olarak yapiyor. Ama siradan insanlarla yapilan calismalar gösteriyor ki, Iran artik çok fazla bir sey ifade etmiyor. Islami sirketler hepsi iflas ettiler ve büyük bir utanc kaynagi su anda müslümanlar için. Hizbullah büyük bir utanc kaynagi. Yani siddete bulasmis, dinle siyaseti yan yana getirmis ve bunu kullanmis olan o insanlardan utanc duyuyor. Bütün siradan müslümanlarla konustugumuz zaman gördügünüz sey bu. Şunu da söyleyeyim: Tabii ki daima kücük bir cekirdek, çok banaz, çok islamci gelenegin üzerinden giderek totaliter bir arayis içinde olan bir yüzde üc veya dört oran. O her zaman olabilir. Beni ilgilendiren sey, onlar değil, genel, siradan dedigimiz insanlardaki olan bu degisim. Şimdi yeni nesil, insanlara, genclere baktigimiz zaman sorulari olan, kuskulari olan bir tür siyasetci tipinin ciktigini görüyoruz. Yeni nesil müslüman gecler, kendileri bizzat siyasetle ugrasan değil, ama siyasetle ilgili fikirleri olan insanlar şimdi. Laik kesimin bütün o apolitik yeni neslinin karsisinda, genellikle 12 Eylül sonrasinin getirdigi bir ortamin içinden yetismislerdi o insanlar, islami kesim biraz farkli bir cizgi izledi. Şimdi kadinlar tamamen kendi amaclarina yönelik olarak formel örgütlenmeler yapiyorlar. Amaca yönelik, mesela bas örtülü kadin hukukcular dernegi, vesaire gibi dernekler var ve su anda yine müslüman kadin kesimi içinde çok yogun ve güclü bir feminist akim var. Bütün bunlar çok yeni seyler. Şimdi bas örtüsü dinin geregi. Ama dinin ne olduguna herkes kendışi karar veriyor. Onun için de genc kizlara baktigimiz zaman, bas örtülülere, her türlü insanin orada yer aldigini görüyoruz. Ve şunu da söyleyeyim: Hangi görüsten olursa olsun en dindari dahil, modanin dışinda hicbir bas örtüsü yok. Bütün bas örtüleri bir moda baglami içinde anlam kazaniyor. Bu cercebe içinde çok önemli iki elektiri yapti islami kesim. Bir 28 Subati elestirdiler, hala elestiriyorlar. Askerlerin yaptiginin yanlis ve antidemokratik oldugunu söylüyorlar. Ikincisi, Erbakani elestirdiler. Erbakanin yaptiklarinin sacma sapan oldugunu söylüyorlar. Ve bu iki elestiri yan yana geldigi zaman bir tür katarsiz üretti islami kesimde. Su anda alti tane sonucu var. O sonuclari söyleyerek bitirecegim. Bir tanesi din ile etik arasindaki mesafenin acilmasidir. Artik ahlak, namus, din üzerinden anlasilmiyor. O baska bir sey, o baska bir sey. Ikincisi siyaset ve siyasetci arasindaki mesafenin acilmasidir. Yani siyasetcilerin hegemonyasini reddeden bir siyaset anlayisi var islami kesimde. Ücüncüsü, çok önemli bu, bugün yasadigimiz olaylar acisindan, Türkle müslüman arasindaki mesafenin acilmasidir. Şimdi artik islami kesim Türk kavramina daha soru isaretleri içinden bakiyor.Onu yeniden tanimlamak, ne oldugunu sorgulamak üzere bir bakisi var. Dördüncüsü, bir kamusal alan genislemesi yasaniyor su anda. Kamusal alanda daha fazla dindar var, ama bunlar cesitlenerek üretilen bir kamusal alan bu. Yani ayni tip dindarligin yayilmasindan değil, farkli dindarliklarin cogulcu bir yapi içinde artmasindan bahsediyoruz. Dolayısıyla da bir sekülerlesme yasaniyor, alttan gelen. Besincisi, birey üreten değil, kisi üreten bir kültür su andaki islami kesim. Yani ille de kendışi tutarli insanlar değil bunlar. Bir sürü celiskileri var, bu celiskilerin farkindalar, bu celiskileri çözmüyorlar, bu celiskilerle beraber yasamaya razilar. Yani bir sey yapiyor, bu islami mi diyorsun, değil ama diyor, yani yapilabilir diyor. Benim anlayisima göre olabilir diyor. Dolayısıyla islami alttan bireysel olarak degistiren, ve celiskili hale getiren, ama bu celiskiyi de tasimaya razi olan bir yapi. Ve şimdi ideal müslüman dünya ile sentez arayan bir tip. Artik entegre olmak değil olay. Böyle baktigimiz zaman da seküler bir dindar arayisi var ve Tayyip Erdogan bu anlamda çok önemli bir rehber. Tayyip Erdogan dünyayi müslümanlarin ayagina getiren, müslümanlari dünyaya götüren, kendışi, durusuyla, oturusuyle, gördügü saygiyla insanlari sembolik olarak tasiyan model, su anda müslümanlarin gözünde. Şimdi dolayısıyla da eger Türkiyeden bahsedeceksek, şunu görmek lazım ki, siyasete bakarak toplumu anlamamiz mümkün değil, hükümete bakarak da müslümani anlamamiz mümkün değil. Ve Türkiyede çok önemli bir ic dinamik var. Ic dinamik sadece bizim cemaatimizin içinde olan seyler değil. Bizim dışimizdaki cemaatlerin içinde olan çok yogun ic dinamik var, ve katarsiz acisindan baktigimiz zaman, laik kesimin beceremedigi bir seyi su anda o kesimin bir miktar becerebildigini görüyoruz. Su cümle ile bitirmek istiyorum. Bugünkü Türkiyedeki degisimi anlamayan, ona ulasamayan, onunla konusamayan, onun sesini duyamayan bir solun Türkiyede siyaset yapmasi mümkün değil. Çok anlamli sempozyumlar yapilabilir ama çok anlamli bir siyaset üretilebilecegini hic sanmiyorum ben. Teşekkür ederim.