Bazıları kalbi dörde ayırmanın sebebi hususunda şöyle demişlerdir: "Kalp ya imanla muttasıftır; ya değildir. İman ile muttasıf olunca ya bütün peygamberlerin getirdiği tüm şeylere iman etmekte ya da bazılarına iman etmekte. Birincisi müminin kalbi, ikincisi ise iman ve nifağın bulunduğu bir kalptir. İkinci kalp ya zahirde de iman izharında bulunmakta veya bulunmamakta. Birincisi münafığın kalbidir; ikincisi ise müşriğin kalbidir."
Bu açıklama hadisi şerife uygun düşmemektedir. Yani kalbin bazen peygamberlerin getirdiği tüm şeylere iman etmesi, bazen de nifak etmesi doğru değildir.
Eğer çaresiz kalırsak şöyle dememiz daha uygun olur: Kalp Nebi'nin getirdiği tüm şeylere iman ile muttasıftır veya değildir. Değilse ya iman izharında bulunmakta veya bulunmamaktadır. Birinci ihtimal üzere ya içinde iman müstakardır veya bazen iman etmektedir ve bazen de dönmektedir. Bu haletinde de iman izharında bulunmamaktadır. Hadisin sonundan da anlaşılmaktadır ki, imandan küfür ve nifağa mükerrer bir şekilde dönen kimsenin tevbesi de kabul olmamaktadır.
Kafi"de yer alan başka bir hadiste Hz. İmam Bakır (a) kalbi üçe ayırmıştır:
Kalplerin Durumları Beyanında
Biz önce müminin kalbini ele alacağız ki diğer kalplerle mukayesesi sayesinde diğer kalplerde malum olsun. Bilmek gerekir ki, hak marifetleri ve yüce ilimlerde açıklığa kavuşturulmuştur ki, vücudun hakikati nur hakikatinin aslıdır. Bu ikisi basit ve vahid bir hakikati beyan etmektedir. Muhtelif ve mutekessir (kesret) cihetlerine rucu etmemektedir.
Hakeza malum olmuştur ki kemal ve tamam cinsinden olan herşey vucudla ilgilidir. Bu değerli ilkelerden birisidir ki buna nail olan herkes marifet bablarını fetheder. Bizim zayıf nefislerimiz ve o zatın hakikatlerini derkinden gerçekten de aciz ve mahrumdur. Gaybi bir el uzanıp ezeli tevfik, nasip olursa durum bunun aksinedir. Hakeza Allah'a iman ve ilim mutlak kemaller cinsindendir. Kemallerden olduğu için de vücudun aslıdır. Yani zuhur ve nur hakikatinin aslıdır. İman ve mutaallakatı dışında kalanlar ise insanî nefis kemalleri cinsinden dışarıdır. Dolayısıyla yokluk ve mahiyetler zulmetine mülhaktır.192
Mü'minin Kalbinin Nuranı Olduğu Beyanında
O halde malum oldu ki müminin kalbi nuranidir. Kafi'de yer alan bir hadiste imam Sadık (as) şöyle buyurmaktadır:
"Bazı insanlar görürsün ki tam bir fesahate sahip olduğundan hiçbir "lam" veya "vav"da hata etmemektedirler, ama bazen dilleriyle kalbinde olanları ifade edemezler. Halbuki onların kalbi de bir çırağ gibi nuranidir. Mü'minin kalbi doğru yolda ve manevi ciheti insanlığın düz yolundadır. Zira ilkönce Allah-u Teala'nın cemal ve celal eliyle kırk gün yoğurduğu ilahi fıtrat aslından dışarı çıkmamıştır. Mutlak kemale ve tam cemale teveccüh noktası olan tevhid fıtratında yürümektedir. Bu manevi ve ruhanî hareketle yoğrulmuş fıtrat mertebesinden mutlak kemalin gayesine kadar hiçbir eğrilik olmaksızın gerçekleşmektedir. Bu yol ruhani bir istikamet ve batıni düz caddedir. Fakat diğer kalpler fıtratın dışında kalmakta ve doğru yoldan sapmaktadır. Rasulullah (sav)'den nakledildiği üzere hazret yere düz bir yol çizdi ve etrafına da birtakım eğri yollar çizdi, ve şöyle dedi:
"Bu düz çizgi benim yolumdur."193
Mü'minin Doğru Yolda Olduğu Beyanında
Mü'min insan, insan-ı kamile (peygamber) uyan insandır. Kamil insan bütün isim ve sıfatların mazharı olduğundan ve Allah-u Teala'nın ismi camisi ile terbiye edildiğinden onda da isimlerden hiç birinin diğerine galibiyet ve tasarrufu sözkonusu değildir. İnsan-ı Kamil ise bütün alemin mürebbisidir. Mazhariyyetinde hiçbir ismin diğer bir isme üstünlüğü yoktur. Vasatiyyet ve berzahiyyet-i Kübra makamına sahiptir. Seyr-ü süluku, ismi
caminin ortadaki doğru yolu üzeredir. Diğer varlıklardan her birisi (muhit ve gayri muhit) isimlerden birinin tasarrufu altındadır. O ismin mazharı konumundadır. Başlangıç ve dönüşleri de o ismedir. Bunun karşısındaki ismi ise onun batınında olup herhangi bir tasarrufa sahip değildir. Sadece isimlerin ahadiyet-i cem veçhiyle bir tasarrufu vardır ki bunun da beyanı bu makamla uygun olmadığından geçiyoruz.
O halde Hak Teala ism-i cami ve insanın Rabbi makamında sırat-ı müstakim üzeredir. Nitekim şöyle buyurulmuştur:
"Şüphesiz ki Rabbim sırat-ı müstakim üzeredir." Yani vasatiyyet ve camiiyyet makamında hiç bir sıfatın bir sıfata üstünlüğü veya bir isim olmaksızın diğer ismin zuhuru sözkonusu değildir. Dolayısıyla Allah'ın terbiye ettiği varlık da bu sırat-ı müstakim üzeredir ve de hiç bir makamının diğer makama üstünlüğü yoktur. Nitekim suudi gerçek miraçta ve kurb makamına vusulün nihayetinde insan ubudiyet izharında bulunduktan ve bütün makamlardan kusurunu itiraf edip "iyyakena'budu ve iyyakenesta'in" dedikten sonra şöyle arzeder. "İhdinessıratel müstakim" ve bu sırat kamil insanın Rabbinin sıratıdır. Ama Rabbi zahiriyet ve rububiyet veçhiyle merbub ise mazhariyet ve rububiyet vechiyledir. Diğer varlıklar ve ilallah saliklerinin hiç birisi sırat-ı müstakim üzere değildir. Hepsinde lütuf veya cemale ya da kahir ve celale bir eğilimi vardır. Müminler de insanı kamil'e tabi olduğundan seyr-ü sülukunda onu takib eder, onun hidayet nuruyla seyrini sona erdirirler. O insan-ı kamile teslim olurlar. Kendiliğinden bir adım olsun yürümez, ilallaha olan manevi sulukta akıllarına asla itibar etmezler. Dolayısıyla onların yolu da müstakimdir. İnsan-ı kamil ile haşrolur ve insan-ı kamilin vusulünün bereketiyle vusula ererler. Elbette bu şartla ki onların kalpleri şeytan ve enaniyyet tasarrufundan korumak ve bu seyr-u sulukta bütünüyle insan-ı kamil ve hatemiyyet makamına teslim olmalıdır.194
Şeytanın Bazı Hileleri Beyanında
Habis şeytanın tasarrufundan birisi insanın kalbinin yönünü müstakim yoldan çevirmesi ve başkalarına yöneltmesidir. Vesvese eden şeytan insanı birtakım oyunlarla bazı şeylere yöneltir. İnsan bu kalble o şeyhlere yönelir. Bu büyük günahın özrü hatta bundan da öte bu irfanı şirkin özrünü ise şöyle açıklar: "Kalp eğer sadece birine yönelirse daha çabuk ilgileri ve beşeri alakaları selbedebilir." Şeytan bazı ehli olmayan kimselere büyük şeyhi gösterir. Dolayısıyla da insanı yoldan alıkoyan bir şeytana yöneltir. Bu açık şirkin özrü olarak şöyle der: "Bu şeyh insan-ı kamildir. Ve insan, insan-ı kamil vasıtasıyla sadece şeyhin ahadi aynasında zuhuru olan mutlak gayb makamına erebilirsin." Böylece ömrünün sonuna kadar şeyhin ters bir yüzü veya herhangi bir sevdiğinin yüzüne bağlı kalarak cin ve şeytanlar alemine mülhak olur. Böylece ne o hayvani ilgisi ortadan kalkar ve ne de bu körü körüne bu yoldan maksadına ulaşabilir.
Mü'minin seyri müstakim, kalbi ve tüm teveccühü Allah'a ve doğru yoladır. O yolda da doğru yol üzeredir. Sureti, sireti, batını, zahiri şekli ve heyeti insanı bir şekildedir. Bu mukayese sayesinde müşriğin kalbini de anlamak mümkündür. Zira müşriğin kalbi ilahi fıtrattan dışarı çıkmış, kemalin merkez noktasından sağa, sola sapmış, cemal ve nur yığınından ayrılmıştır. Mutlak hadi ve kamil velinin yolundan sapmıştır. Dolayısıyla dünyaya ve bencilliğine mağlub düşmüştür. Bu sebeple diğer alemde de insanın doğru suret ve siretiyle haşrolmaz. Belki alaşağı edilmiş bir hayvan suretiyle haşrolur. Zira o alemde suret ve siretler kalplere tabidir.
Zahir batının gölgesi ve kabuk için gölgesidir. O alemin maddeleri bu neş'ette olduğu gibi batını melekuti şekilleri kabulden ictinab etmemektedir ve bu kendi yerinde burhanla isbat edilmiştir. O halde hak ve hakikatten yüzçevirmiş, insanlık fıtratından uzaklaşmış ve dünyaya yönelmiş olan kalplerin gölgesi de kendileri gibi istikametten ayrılmış ters yüz olmuş ve esfel-i safilin olan dünya ve tabiata gömülmüştür. O alemde bazıları yüzüstü gider ve ayaklan havada olur. Bazıları karınları üzere bazıları ayakları ve elleri üzere hayvanlar gibi yürür. Nitekim bu dünyada da onlar böyle yürürler. "Şu halde yüzükoyun sürünerek yürüyen mi daha çok hidayete erer, yoksa dosdoğru yol üzerinde dümdüz yürümekte olan mı?"
Bu mecaz alemindeki mecazın, hakikat, zuhur ve ruhaniyetin ortaya çıkışı aleminde hakikate ulaşması da mümkündür. Nitekim "İhdinassıratal müstakim" ayetinin tefsirinde yer alan bazı hadislerde Hz. Ali ve diğer masum imamların sırat-ı müstakim olduğu beyan edilmiştir. Örneğin: Allah-u Teala bu ayette bir örnek vermiştir. Bu örnek Emirel Mü’mininin velayetinden yüzçeviren kimsenin örneğidir. Onlar adeta yüzleri üstünde yol yürümekte ve hidayete ulaşmamaktadırlar. Hz. Ali'nin yoluna uyan kimseler ise doğru yola koyulmuşlardır. Sırat-ı müstakim Emirel Mü'minin (as)'dır.
Başka bir hadisde de yer aldığı üzere sırat-ı müstakim Hz. Ali (as) ve diğer imamlardır.
Kafi'de yer alan bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:
Fuzeyl şöyle diyor: İmam Bakır (as) ile Mescidu'l-Haram'a girdik. O hazret bana dayanmıştı. Daha sonra imam halka doğru baktı ve o esnada biz, Ben-i Şeybe kapısında bulunuyorduk. İmam şöyle buyurdu:
"Ey Füzeyl! Cahiliye döneminde böyle tavaf ediyorlardı. Hiç bir hakkı tanımıyor ve hiç bir dine sahip değillerdi. Ey Füzeyl onlara bak. Adeta ters yüz olmuş yüzükoyun yere düşmüşler. Bu tersyüz olmuş kimselere Allah lanet etsin. Daha sonra da mezkur ayeti okuyarak sırat-ı müstakimin, Hz. Ali ve vasileri olduğunu buyurdu.
Biz daha önce kamil insanın manevi hareket ve seyrinin sırat-ı müstakim üzere olduğunu söylemiştik. Kamil insanın sırat-ı müstakim olduğu şu andaki amacımızın dışında kaldığından açıklamıyoruz.195
Tatmin: Münafığın Kalbi Ve Münafığın Kalbinin Mü'minin Kalbiyle Olan Farklılığı Beyanında
Geçen faslın beyanatından mümin ve müşriğin hatta kafirin kalbi de açıklandı. Münafığın kalbi de mukayese ile ortaya çıktı. Zira müminin kalbi saf ve asıl yolundan çıkmamış ve dolayısıyla da her türlü imam hakikatler ve hak öğretiler kendisine ilka edilecek olursa hemen kabul etmektedir. Kalplerin fıtrat makamıyla hakikatler ve öğretileri arasında; yiyen ile yiyecekler arasındaki gibi bir ilişki vardır. Bu cihetten Kafi'de yer alan başka bir hadiste, müminin kalbine "meftuh" yani açıktır denilmiştir. Ve bu feth daha önce zikrettiğimiz üç fütuhattan birine işaret olabilir. Ama bu mana ile de ilişkisi vardır. Münafığın kalbi cahiliye taassubları, kınanmış ahlak, nefis ve makam sevgisi kabinden birçok insan fıtratına aykırı zulmetler ve bulanıklıklar içindedir. Bu cihetten de mühürlü ve kapatılmış haldedir. Hak sözü asla kabul etmez, bütünüyle kararıp bozulan bir kağıda benzemekte ve artık hiçbir şekil ve resmi kabul etmemektedir. Dolayısıyla din izharında bulunması da şeytanlığı ve dünyevi işlerinin ilerlemesi içindir.
Müşrik ve münafığın kalbi, mühürlü ve ters kalplerdir. Nitekim bu daha önce de beyan edildi. Müşriğin kalbi ibadet ve huzuda gerçek mabuddan başkasına yönelmiş ve mutlak kemalden gayrisine teveccüh etmiştir. O halde kalbinin iki hususiyyeti vardır. Evvela kalbi sadıkane bir huzur ve tevazu içindedir. Ama bu huzusu yaratıklara yöneliktir. Dolayısıyla da kalbinde birtakım bulanıklık ve noksanlıklar vardır. Böylece kalbi adeta ters çevrilmiştir. Bu onların zahiri sıfatlarıdır. Ama münafık bazen gerçek hasebiyle müşriktir. Bu yüzden kalbinin tersliği hasebiyle müşriklerle de ortaktır. Bazen de kafir sayılır, hiçbir diyanete sahip değildir. Gerçi onun kalbi de terstir, ama bunun daha zahir olan bir özelliği de vardır. O özelliği de şudur ki zahiren hakkı dinlemekte ve hak cemiyetine dahil olmakta dolayısıyla müminin kulağına gelen bütün hakikatler onun kulağına da gelmektedir, ama müminin kalbinin batını sefası açıktır ve onu kabul etmektedir. Münafık ise kalbindeki bulanıklık ve zulmet sebebiyle mühürlenmiştir ve onu kabul etmemektedir.
Hadiste müminin ihsanlara şükrettiği ve belalara ise sabrettiği beyan edilmiştir. Bu iki sıfat, müminin diğer sıfatlarından daha üstündür. Bu güzel sıfatların en güzeli konumundadır. Bunlardan birçok güzel sıfatlarda ortaya çıkar ve biz bunun bazı örneklerini daha önceden zikrettik. Hakeza celal ve cemal, kahır ve lütuf sıfatlarını da beyan etmiştir ki, ihsan ve ibtila ile tecelli etmiştir. Gerçi ibtila da lütuf sıfatındandır, ama zahiren kahır olarak göründüğünden ondan sayılmıştır. Nitekim hakkın esma ve sıfatı hususunda bu konu zikredilmiştir.196
Hitam: Haktan Gafletin Kalbin Tersliğinden Olduğu Beyanında
Geçen beyanattan anlaşıldığı üzere eğer nefis bütünüyle dünyaya yönelir onu imar etmeye kalkışır ve haktan gaflet ederse mebde ve meada inansa dahi kalbi terstir. Kalbin tersliğindeki mizan haktan gaflet ve dünyaya teveccühtür. Bu inanç ya iman değildir. (Nitekim daha önceden bazı hadislerin şerhinde zikredildi) veya nakıs bir imandır ki kalbin tersliği ile aykırılığı yoktur. Hatta gaybe ve kıyamete inandığını söyleyen bir kimse bundan korkmaz ve imanını ameli kılmazsa onu münafıklar zümresinden saymak gerekir, müminden değil. Belki de hadiste buyurulan Taif ehli gibi bazen mümin ve bazen münafık da olabilirler. Dolayısıyla da beden mülklerinde hiçbir hükümeti olmayan bu kupkuru iman da ortadan kalkabilir. Bu sebeple böyle bir insan tam bir nifak üzere dünyadan göçebilir ve münafıklar zümresinde haşro-lur. Bizim zayıf nefislerimiz bu meseleye oldukça önem vermeli ve bütün zahir ve batınımıza imanın eserlerini işlemeye çalışmalıdır. Kalben imanlı olduğunu iddia ettikleri gibi zahirlerini de imanın hükümlerine teslim etmelidir ki etkili, iman kalbinde kökleşsin ve sabit hale gelsin.
Böylece hiçbir şey onların imanına etkili olamaz. İlahi fıtrat layoğrulan bu melekutî tahir kalbi ve ilahi emaneti şeytanın tasarruf ve hıyanet eli olmaksızın zat-ı mukaddese geri verebilsin. Evvelde de sonrada da hamd Allah'adır.197
Dostları ilə paylaş: