Nass ve iÇTİhat nass karşisinda iÇTİhat biRİNCİ BÖLÜM: ebu bekir ve yandaşlarinin iKİNCİ BÖLÜM: ÖMEr ve yandaşlarinin kur’



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə5/32
tarix15.09.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#81846
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32

Bu halifenin hakkıydı ve hiç kimsenin ona itiraz etmeye de hakkı yoktu. Zira Müslümanların halifesinin, istediğine istediği şeyi bağışlaması câizdir.

Nitekim Ebu Bekir Peygamber (s.a.a)’in geriye bıraktığı şeylerden bazılarını Zübeyr b. Avam,[80] Muhammed b. Müslim ve diğerlerine bağışladı.[81] Buna ilave olarak üçüncü halife Osman, Ebu Bekir’in Hz. Fatıma’dan geri aldığı Fedek’i çok geçmeden Mervan’a tımar olarak bağışladı.[82] İbn-i Ebi’l-Hadid geçmişteki Ehl-i Sünnet alimlerinin bazılarından, içeriği birinci ve ikinci halifeyi kınamaya ve onların Peygamber (s.a.a)’in kızına karşı sergiledikleri tavırlarından şaşkınlığa uğradığını belirten sözler nakletmiştir. Bu Sünni aliminin sözünün sonunda şöyle demiştir: “Bırakın dini yönleri de onların hilafet makamı bile Hz. Fatıma’ya bu şekilde davranmalarına mani olmalıydı.”

İbn-i Ebi’l-Hadid bu cümlenin hemen peşi sıra şöyle diyor: “Bu cevabı olmayan bir sözdür!”[83]

Yazar: Bizim onların lütuf ve hilafet gerekçeleriyle işimiz yoktur. Konuyu bir mahkemenin gereksimleri açısından göz önüne alıyor ve şöyle diyoruz: Şer’i ölçüler (bu ölçüler Peygamber (s.a.a)’in kızının Fedek meselesinde hakim olduğunu ispatlamaktadır) kamil ve çeşitlidir. Bu durum insaflı akıl sahiplerinden saklı değildir.

Halife ve o günün hakiminin, bu davada iddia sahibinin kutsallık açısından İmran kızı Meryem ile aynı değerde ve hatta ondan da değerli olduğunu, o, Meryem, Hatice ve Asiye’nin (Firavunun hanımı) cennet kadınlarının efendileri olduklarını, o ve diğer üç kadının dünya kadınlarının en faziletli olduklarını ve Peygamber (s.a.a)’in ona hitaben: “Ey Fatıma! Tüm mümin kadınların veya ümmetimin kadınlarının efendisi olmaya razı değil misin?” dediğini bilmesi yeterliydi. Halife bunların tümünü bilmekteydi. Bütün bunlar birçok sahih rivayetler ve açık naslarla nakledilmiştir. Örneğin: İbn-i Abdülbirr “el-İstiab” adlı kitabında Hz. Fatıma’nın biyografisinde ve daha birçokları diğer kaynaklarında Peygamber (s.a.a)’in Hz. Fatıma’nın ziyaretine giderek onun hal-hatırını sorduklarını nakletmişlerdir. Peygamber (s.a.a), onun hal-hatırını sorunca, Fatıma (a.s) cevaben: “Acılar beni rahatsız ediyor ve genellikle yiyecek bir şey olmadığından dolayı rahatsız oluyorum.”

Hz. Resulullah (s.a.a): “Kızcağızım! Dünya kadınlarının veya ümmetimdeki kadınların efendisi olmaya razı değil misin?”

Hz. Fatıma (a.s): “Babacığım! İmran kızı Meryem dünya kadınlarının efendisi değil miydi?”

Hz. Resulullah (s.a.a): “O kendi asrındaki kadınların efendisiydi. Sen de kendi asrının kadınlarının efendisisin. Şunu bil ki, Allah’a yeminler olsun ki ben seni dünya ve ahrette efendi olan birisine nikahladım.”

Hz. Fatıma (a.s)’ın Hz. Meryem’den daha üstün olduğu konusu Ehl-i Beyt İmamları, onların dostları ve diğerlerinin yanında kesin olan mevzulardandır.

Birçok Ehl-i Sünnet araştırmacıları onu tüm dünya kadınlarından hatta Hz. Meryem’den bile faziletli bilmişlerdir. Örneğin: Sebki, Siyuti, el-Bedr, Zerkeşi, Makrizi, İbn-i Ebu Davud ve Menavi ki Allame Nebhani Hz. Fatıma’nın faziletleri hakkında “eş-Şeref’ul-Muebbed” adlı eserinde bu şahsiyetlerden nakletmiştir.

Bu söz, Şafiilerin müftüsü olan Seyyid Ahmed Zeyni Dehlan’ın, bir takım Ehl-i Sünnet’in büyük alimlerinden nakletmiş olduğu mananın aynısıdır. O Sire kitabında Hz. Fatıma’nın evliliği ile ilgili yerde konuşurken bu sözleri nakletmiştir. Hz. Fatıma, Meryem, Hatice ve Asiye’nin cennet kadınlarının en üstünü olduklarını belirten konuyu ise Ahmed b. Hanbel İbn-i Abbas’tan nakletmiştir.[84] el-İstiab adlı eserde de Hz. Hatice’nin biyografisinde Ebu Davut’tan, Hz. Fatıma’nın biyografisinde ise Kasım b. Muhammed’den o rivayet nakledilmiştir.

El-İstiab adlı eserde Hz. Fatıma (a.s) ve diğer üç kadının cennet kadınlarının efendileri olduklarına dair rivayetler Ebu Davut’tan silsile senet ile Enes b. Malik ve Abdulvaris b. Süfyan’dan nakledilmiştir.

Hz. Fatıma (a.s)’ın bu ümmet kadınlarının en üstünü olduğu Sahih-i Buhari, c. 4, s. 64’de, Sahih-i Müslim, c. 2, Hz. Fatıma’nın faziletleri babında, Sahih-i Tirmizi’de, Cem’un Beyn’es-Sahihayn’da (Hamidi), Cem’un Beyn’es-Sihah’is-Sitte’de ve Müsned-i Ahmed, c. 6, s. 282’de nakledilmiştir.

İbn-i Abdülbirr el-İstiab’da ve Muhammed b. Sa’d Hz. Fatıma’nın şerhi halinde (Tabakat-u İbn-i Sa’d, c. 8’de ve Peygamber (s.a.a)’in hastayken buyurdukları babında (Tabakat-u İbn-i Sa’d, c. 2’de) nakletmişlerdir.

Konunun şerhini aynen Sahih-i Buhari’den[85] naklediyoruz: “Mesruk Ümm’ül-Müminin Aişe’den şöyle naklediyor: Biz Peygamber (s.a.a)’in hanımları hepimiz Peygamber (s.a.a)’in huzurundayken Fatıma çıkageldi. Allah’a yeminler olsun ki, Fatıma’nın yürüyüşünün Peygamber (s.a.a)’in yürüyüşü ile hiçbir farkı yoktu. Peygamber (s.a.a) onu görünce şöyle buyurdu: “Kızcağızım! Hoş geldiniz.”

Daha sonra onu sağ veya sol tarafında oturtarak yavaş bir şekilde ona bir şey söyledi. Fatıma (a.s) şiddetle ağlamaya başladı. Peygamber (s.a.a) onun şiddetle hüzünlendiğini görünce yine onun kulağına bir sır söyledi. Fatıma (a.s) bu defasında gülmeye başladı. Peygamber (s.a.a)’in hanımları arasında ben Fatıma’ya şöyle dedim: Peygamber (s.a.a) bizim aramızdan sırrını sadece sana söyledi, sen (yine) ağlıyor musun?!

Peygamber (s.a.a) kalkıp gidince ben Fatıma’dan Peygamber (s.a.a) senin kulağına ne söyledi? diye sordum. Fatıma cevaben şöyle buyurdu: “Ben Peygamber (s.a.a)’in sırrını açıklayamam.” Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra bu sırrı bana söylemesi için Fatıma’ya yeminler verdirdim. Fatıma (a.s) şöyle buyurdu: “Artık söylememin hiçbir sakıncası yoktur, ilk defasında Hz. Peygamber (s.a.a) kulağıma yavaşça şöyle buyurdu: “Cebrail her yıl Kur’ân’ı bir defa bana sunuyordu. Ama bu yıl iki defa sundu. Bunun anlamı yakında ölümün bana geleceğidir. Sen, ben öldükten sonra sabretmelisin. Zira ben kaybettiğin en değerli kimseyim.” İşte bu yüzden -senin de gördüğün gibi- şiddetle ağlamaya başladım. Peygamber (s.a.a) benim dayanamadığımı görünce, ikinci defasında şöyle buyurdu: “Ey Fatıma! İmanlı kadınların hanım efendisi veya İslam ümmeti kadınlarının en üstünü olmak istemiyor musun?!”

İbn-i Hacer’in Savaik’ul-Muhrika adlı kitabında ve diğer muhaddislerin kendi kitaplarında naklettikleri şey şudur: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Dünya kadınlarının efendisi olmak istemiyor musun?”

Her neyse Hz. Fatıma’nın diğer kadınlara olan üstünlüğünü belirten söz konusu hadis sahih ve Peygamber (s.a.a)’in nassı oldukça açıktır. Muhammed b. Sa’d “Tabakat” adlı kitabının 2. cildinde “Peygamber (s.a.a)’in hasta iken söyledikleri” adlı babda kendi senedi ile Peygamber (s.a.a)’in hanımı Ümmü Seleme’den şöyle nakleder: “Peygamber (s.a.a)’in ölüm vakti yaklaşınca, Hazret, Fatıma (a.s)’ı yanına çağırdı, kulağına bir şey söyleyince Fatıma (a.s) ağlamaya başladı. Bir kez daha kulağına bir şeyler söyledi. Bu defa Fatıma (a.s) güldü. Peygamber (s.a.a) hayatta olduğu müddetçe ben ondan bu konuda hiçbir şey sormadım. Ama Peygamber (s.a.a) vefat ettikten sonra o günkü ağlama ve gülmenin sebebini sordum. Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyurdu: “Peygamber (s.a.a) bana vefat edeceğini haber verdi. Daha sonra benim cennet kadınlarının efendisi olduğumu bildirdi.”

İbn-i Hacer-i Askalani “el-İstiab” adlı kitabında bu hadisi Ümmü Seleme’den nakletmiştir.

Tüm Müslümanlar da Allah’ın, Peygamber (s.a.a)’in kızını İslam ümmeti kadınlarının arasından seçtiğini çok iyi bilmektedirler. Aynı şekilde iki evladını (İmam Hasan’la İmam Hüseyin’i) ümmetinin oğulları arasından, kocasını ise Müslüman gençler arasından seçmiştir. Peygamber (s.a.a) Necran Hıristiyanları ile lanetleşmek için vahiy geldikten sonra sadece bunları seçmiştir. Lanetleşme (Mübahele) ayeti şöyledir: “Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah’tan yalancılar üzerine lanet dileyelim.”[86]

Fahri Razi bu ayetin tefsirinde şöyle yazmıştır: Bu ayet nazil olduktan sonra (bu ayetle Allah (c.c) Peygamber (s.a.a)’e ümmetin en iyi evlatlarını, kadınlarını ve Peygamber (s.a.a)’in nefsi ve canı niteliğindeki şahısları Necran Hıristiyanları ile lanetleşmek üzere hazırlaması emrini vermiştir) Peygamber (s.a.a) siyah bir cüppe giyinmiş, Hz. Hüseyin’i kucağına almış Hz. Hasan’ın da elini tutmuş, Hz. Fatıma Peygamber (s.a.a)’in peşi sıra Hz. Ali de onu takip eder bir halde Hıristiyanların karşısına çıkarak şöyle buyurdu: “Eğer ilk önce lanet dilemeye ben başlarsam, sizin iman getirmeniz gerekir.” Necran Hıristiyanlarının Piskoposu şöyle dedi: “Ey Hıristiyan topluluğu! Ben öyle çehreler görüyorum ki, eğer Allah’tan dağları yerinden koparmalarını isteseler, dağları yerinden koparır. Bunlar ile lanetleşmeyin ki helakete uğrarsınız; artık kıyamete dek yeryüzünde bir tek Hıristiyan bile kalmaz.”[87]

Yine tüm Müslümanlar istisnasız bir şekilde aşağıdaki ayetin kapsadığı şahsiyetlerden birisinin Hz. Fatıma (a.s) olduğunu kabul etmişlerdir. Ayet şöyledir: “Ey Ehl-i Beyt! Allah ancak sizden her türlü pislik ve günahı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.”[88]

Yine herkes biliyor ki, Hz. Fatıma (a.s) Allah’ın, sevgilerini İslam ümmetine farz ve onu Peygamber’in risalet mükafatı olarak karar kıldığı kimselerdendir.

Yine Hz. Fatıma (a.s), Allah’ın, kullarından aynen O’nun birliğine ve Peygamberinin risaletine şehadet istediği gibi kendilerine selam gönderilmesi vacip kılınan kimselerdendir.

Savaik’ul-Muhrika ve diğer kitaplarda nakledildiği üzere Şafii ne kadar da güzel söylemiştir: “Ey Ehl-i Beyt! Sizi sevmek Kur’ân’da Allah tarafından farzdır. Sizin büyüklüğünüzün azameti için şu yeterlidir ki, birisi size selam göndermezse, namazı namaz değildir.”

Yine Savaik ve diğer kitaplarda olduğu üzere Muhyiddin Arabi şöyle diyor: “Benim Peygamber (s.a.a)’in hanedanını sevmemin bir farz olduğunu görüyorum. Bu sevgi, başkaları ondan fasıla almasına rağmen beni daha da onlara yakınlaştırıyor. Rahman olan Allah (c.c), Peygamber (s.a.a)’in tebliği ile kullarının hidayeti için O’nun Ehl-i Beyti’ni sevmekten başka bir ücret istememiştir.”

Allame Nebhani “eş-Şeref’ul-Muebbed” adlı eserinde şöyle yazıyor: “Âl-i Taha! Ey en iyi Peygamber (s.a.a)’in hanedanı! Sizin dedeniz Allah’ın seçtiği kimseydi. Sizler de Müslümanların en seçkinisiniz.

Allah daha ilk günden sizden her türlü pislik ve günahı gidermiştir. O zaman siz tertemizsiniz.

Sizin dedeniz din hakkında sizin sevginizden başka hiçbir ücret istemedi; ne de güzel bir ücrettir.”

Böylece Hz. Fatıma (a.s) en güzel iyi iş yapandır. Nitekim Allah (c.c) Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “İyiler ise, kafur katılmış bir kadehten (cennet şarabı) içerler. Onlar, Allah sevgisi ile yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık nede bir teşekkür bekliyoruz.”[89]

Tüm Şia alimleri istisnasız bir şekilde bu ayetin Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s) hakkında nazil olduğunu belirtmişlerdir. Onlar iftarlıklarını üç gün peş peşe yoksula, yetime, esire infak ettiler. Bu yüzden bu ayet onların hakkında nazil oldu.

Zemahşeri aynı konuyu Keşşaf adlı tefsirinde İnsan suresinin, sözü geçen ayetin tefsirinde İbn-i Abbas’tan nakletmiştir. Silsile senet ile Vahidi’den el-Besit kitabında, Sa’lebi, Tefsir-i Kebir’de ve Muvaffak b. Ahmed el-Fezail adlı kitabında getirmiştir.

Güvenilir bir grup alim Menakıb kitaplarında bu konuyu kesin olarak kat’i bilinen şeylerden saymışlardır. Biz de “el-Kelimet’ul-Garra” adlı kitabımızın dördüncü faslında Hz. Fatıma’nın faziletlerini yazdığımız zaman bu konuda araştırmacı bazı alimlerin görüşlerini de ekledik. (Oraya müracaat ediniz.)

Özet ile Hz. Fatıma’nın (a.s) Allah, Resulü ve müminler yanında sahip olduğu kutsîlik makamı, insanın O’na ve takip ettiği davasına karşı tam bir itminan ve güven duymasına sebep olmaktadır. Bu durum öyle bir hadde ulaşmıştır ki davasının ispatı için şahide bile ihtiyaç kalmamaktadır. Zira O’nun dili batılı söylemekten korunmuştur. Hz. Fatıma’nın (a.s) hakkın tersine veya zıddına bir şey söylemesi imkansızdı.

Buna göre O’nun davası başlı başına iddia ettiği şeyin doğruluğuna delalet etmektedir. Hatta daha başka ip uçlarına gerek bile yoktur. Bu, Hz. Fatıma’yı (a.s) tanıyan bir kimsenin şüphe bile etmeyeceği bir meseledir.

Ebu Bekir Hz. Resulullah’ın kızını en iyi tanıyanlardan ve davasında yüzde yüz haklı olduğunu bilen şahıslardan idi. Ali Faruki’nin de (Ali Faruki Bağdat’ın ileri gelmiş alimlerinden ve Bağdat’ın batı medresesinin üstatlarındandır) söylediği gibi aslında mesele başka bir şeydi. Ali Faruki, İbn-i Ebi’l-Hadid Mutezili’nin üstatlarından birisidir.

Bir gün İbn-i Ebi’l-Hadid ondan şöyle sordu: Hz. Fatıma Fedek davasında doğru sözlü müydü?

Ali Faruki: Evet.

İbn-i Ebi’l-Hadid: Peki eğer doğru sözlü idiyse, neden Ebu Bekir Fedek’i ona geri vermedi?

Ali Faruki: Tebessüm ederek her yönüyle ilgi çekici bir cevap verdi: Eğer o gün Ebu Bekir Hz. Fatıma’nın iddiasını kabul ederek şahit istemeksizin Fedek’i verecek olsaydı, Fatıma ertesi gün geri dönerek hilafetin kocası Ali’ye ait olduğunu söyleyecek ve Ebu Bekir’i oturduğu makamdan indirecekti! Ebu Bekir de hiçbir özür getiremezdi. Zira Ebu Bekir Fatıma’nın söylediği her şeyde doğru sözlü olduğunu ve şahide gerek olmadığını önceden kabul etmiştir.

Yazar: İşte bu yüzden Ebu Bekir, Fatıma (a.s)’ın Fedek davasında Hz. Ali (a.s)’ın şahitliğini câiz bilmedi. Hayber Yahudileri bile Hz. Ali’nin Hayber’i fethetmesine ve Yahudilerin başlarını ezmesine rağmen yine de Hz. Ali (a.s)’ın yalan yere şahitlik yapmayacağını çok iyi bilirlerdi.

Yine bu yüzden Ebu Bekir mugalata yaparak malı elinde bulundurup kullanan şahısı müddei (iddia eden) yerine koyarak ondan şahit istedi. Halbuki Ebu Bekir’in kendisinin şahit getirmesi gerekirdi.

Şu söz unutulmamalıdır ki, Ebu Bekir Hz. Fatıma’ya; “Ben senin sözünün doğruluğuna inanmıyorum” dedi. Halbuki onun sözünün kendisi başlı başına en açık hüküm ölçülerine göre Hz. Fatıma’nın faydasınaydı.

Eğer bu şahitlerin tümünü yok sayarsak, Peygamber (s.a.a)’in kızının bunca imtiyazlarına rağmen onu diğer imanlı ve mümine kadınlar gibi bile kabul edersek veya diğer müminler gibi iddia ettiği davasının ispatı için şahide muhtaç olduğunu bile kabul etsek Peygamber (s.a.a)’in kardeşi ve Harun’un Musa’ya olan yakınlığı gibi Peygamber (s.a.a)’e yakın olan Hz. Ali (a.s)’ın Hz. Fatıma’nın davası için şahitlik yapması yeterli idi. Hz. Ali (a.s) cümlelerinden yakin ve doğruluk nurlarının ışıldadığı bir şahittir. Şer’i hakimin yakine ulaştıktan sonra dava sahiplerinden isteyeceği bir şey yoktur. İşte bu yüzden Hz. Resulü Ekrem (s.a.a) Hüzeyme b. Sabit’in şahitliği iki adil şahidin şahitliği gibi kabul etmiştir. Allah da bilmektedir ki bu hususta Hz. Ali (a.s) Hüzeyme ve diğerlerinden daha üstündür.

Eğer bunu da görmezlikten gelerek Hz. Ali’nin de adil müminlerden birisi olduğunu farz ederek adil bir şahit olduğunu söyler isek, peki neden Ebu Bekir Hz. Fatıma’yı ikinci şahit yerine koyarak yemin etmesini istemedi? Eğer yemin etmeseydi davasını reddedebilirdi. Ama Ebu Bekir bunu yapmadı. Hz. Ali (a.s) ve Ümmü Eymen’in şahitliğini geçersiz saydığı yetmezmiş gibi bir de Resul-ü Ekrem’in kızı Hz. Fatıma’nın şahitliğini reddetti.

Saygı değer okurların da bildiği gibi bu iş hiçbir dini kanuna dayanmamaktadır. Halbuki Hz. Ali (a.s), Kütüb-ü Sitte yazarları ve diğer yazarların da naklettiği Sekaleyn hadisine göre Kur’ân’ın eşidir.

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Aranızda iki değerli ve paha biçilmez emanet bırakıyorum. Onlara sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz; Allah’ın kitabı ve İtretim; Ehl-i Beytim.”

Açıktır ki Ehl-i Beyt’in en ileri geleni Hz. Ali (a.s)’dır. Yine Peygamber (s.a.a)’in buyurduğu hadis uyarınca, Hz. Ali (a.s) daima Kur’ân ile, Kur’ân da Ali iledir. (Kevser) havuzu başında Peygamber (s.a.a)’e gidene dek asla birbirlerinden ayrılmazlar.

Bu hadisi Hakim-i Nişaburi[90] Peygamber (s.a.a)’in hanımı Ümmü Seleme’den naklederek şöyle demiştir: “Bu hadis sahih senetlere sahiptir.”

Zehebi de bu hadisi “Telhis” adlı eserinde naklederek senetlerinin sahih olduğunu belirtmiştir.

Yine İbn-i Hacer[91] Peygamber (s.a.a)’in ölümüyle sonuçlanan hastalığı ve odasının ashapla dolu olduğu bir esnada Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakleder: “Ey insanlar! Ruhumu teslim etmem ve sizin aranızdan ayrılmam yakındır. Şimdi sizlere unutmamanızı istediğim bir şeyi söylemek istiyorum: Ben, Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytimi sizin aranızda (emanet olarak) bırakıyorum.”

Daha sonra Ali (a.s)’ın elini tutup havaya kaldırarak şöyle buyurdu: “Bu Ali Kur’ân iledir ve Kur’ân’da Ali iledir. (Bunlar) Hiçbir zaman birbirlerinden ayrılmazlar.”

Üstelik Hz. Ali (a.s) Mübahele ayetinde Peygamber (s.a.a)’in canı ve nefsi olarak adlandırılmıştır.

Bütün bunlara rağmen Hz. Ali (a.s) bu mahkemede şahitliği hiç sayılan bir kimsedir! Bu, İslam’da meydana gelen büyük bir facia idi. Bu faciadan “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” diye bahsetmek gerekir.

Hz. Fatıma’nın ikinci şahidi ise Sa’lebi’nin “Berke” ismindeki kızı olan Ümmü Eymen’di. Bu kadın Hz. Resul-ü Ekrem’in ebesi ve kadın hizmetçisiydi. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyururdu: “Annemden sonra Ümmü Eymen benim annem idi!” Hz. Resulullah ona baktığında şöyle söylerdi: “Bu, hanedanımdan geriye kalan şahıstır.”

Yine Hz. Resulullah (s.a.a), (İbn-i Hacer’in “el-İsabe” adlı kitabında Ümmü Eymen’in şerhi halinde yazdığı gibi) Ümmü Eymen’in cennetlik olduğunu söylemiştir. İbn-i Hacer İsabe’de, İbn-i Abdülbirr “el-İstiab”da ve diğerleri de kendi kitaplarında Ümmü Eymen’den övgüyle bahsetmişlerdir.

Oğlu Eymen Peygamber (s.a.a)’in yanında Hayber Savaşında şehit olunca Ümmü Eymen bu şehadeti kendisine büyük bir mükafat ve sevap olarak bildi.[92]

(9)


ALLAH RESULÜNÜN YEGANE

YADİGARININ İNCİTİLMESİ

Hz. Resulullah'ın kızının incitilmesi, her şey bir kenara açık naslar ve Peygamber (s.a.a)’in kesin sözlerinin tersinedir.

İbn-i Hacer'in, “el-İsabe” adlı eserinde O Hazretin biyografisinde getirdiği ve İbn-i Ebi’l-Asım'ın da kendi senediyle naklettiği şu hadise dikkat etmek yeterlidir. Hz. Resulullah, kızı Fatıma'ya hitaben şöyle buyurdu: “Allah senin gazabınla gazaplanır, senin razı olmanla da razı olur.”

Taberani ve diğerleri bu hadisi kendi senetleri ile rivayet etmişlerdir. (Allame Nebhani Beyruti de eş-Şeref’ul-Muebbed adlı eserinde bu hadisi nakletmiştir.) Buhari, Müslim ve İsabe'nin Hz. Fatıma (a.s)ın hal tercümesinde Musevvir'den şöyle rivayet etmişlerdir: Resulullah (s.a.a) minberde şöyle buyurdu: “Fatıma bedenimden bir parçadır; onu inciten beni incitmiştir, onu gazaplandıran beni gazaplandırmıştır.”

Yine Şeyh Yusuf Nebhani “eş-Şeref’ul-Muebbed” adlı kitabının Ehval’uz-Zehra bölümünde Buhari’den şöyle nakleder: “Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Fatıma benim bedenimin bir parçasıdır; onu gazaplandıran beni gazaplandırır.”

Yine bir rivayette şöyle buyurmuştur: “Kim onu gazaplandırırsa beni gazaplandırmıştır.”

Cami'us-Sağır adlı eserde şöyle nakledilir: Resulullah (s.a.a) buyurdu: “Fatıma bedenimin bir parçadır; onu rahatsız eden her şey beni rahatsız eder; onu sevindiren her şey beni sevindirir.”

Anam-babam o mukaddes zata feda olsun! Hz. Fatıma'nın kendisi (İbn-i Kuteybe'nin el-İmamet-u ve's- Siyaset adlı eserinde olduğu ve diğer tarihçilerin de yazdığı gibi) Ömer ve Ebu Bekir’e hitaben şöyle buyurdu:

Sizler Peygamber (s.a.a)’in: “Fatıma'nın rızası benim rızam ve Fatıma’nın gazabı benim gazabımdır. Kim Fatıma’yı severse, beni sevmiştir; kim Fatıma’yı sevindirirse, beni sevindirmiştir; kim Fatıma’yı gazaplandırırsa, beni gazaplandırmıştır” dediğini duymadınız mı?

Onlar: “Evet bunu Peygamber’den duyduk” dediler.

Yazar: Kim Hz. Resulullah’ı iyi bir şekilde tanır da onun bu hadisleri üzerinde gerektiği şekilde dikkat ederse, bu hadislerdeki mefhumun, dünya kadınlarının efendisi Hz. Fatıma’nın masum olduğuna delalet ettiğini görecektir.

Ahmed b. Hanbel ve Ebu Hureyre gibi bir grup Ehl-i Sünnet önderlerinin Hz. Resulullah'ın Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatıma’ya bakarak şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: “Ben sizinle savaşanla savaş ve sizinle barış halinde olanla barış halindeyim.”[93]

Hakim-i Nişaburi “Müstedrek” ve Taberani “Mu’cem-i Kebir” adlı eserlerinde bu hadisi Ebu Hureyre’den nakletmişlerdir. İbn-i Hacer de “el-İsabe” adlı eserinde bu hadisin içeriğine benzer bir hadisi Tirmizi vasıtasıyla Zeyd b. Erkam’dan Hz. Fatıma’nın hal tercümesi bölümünde nakletmiştir.

Yine İbn-i Habban sahihinde, Ziya el-Muhtar’ında, Hakim, Taberani ve İbn-i Şeybe Zeyd b. Erkam’dan ve Ebu Ya’li “es-Sünnet” ve Ziya “el-Muhtariyye”de Sa’d b. Ebi Vakkas’tan da rivayet etmişlerdir. İmam Alevi[94] gibi bazı büyükler de bu hadisi nakletmişlerdir.

Ebu Bekir şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a)’in kendi çadırında oturup bir kamana yaslandığını, Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatıma’nın da çadırda olduğu bir halde şöyle buyurduğunu duydum: “Ey halk! Ben çadırda olan şahıslarla savaşanlarla savaş içerisindeyim; bunlarla barış halinde olanlarla barış halindeyim; bunlarla dost olanlarla dostum.”

Onları, veraset ve doğum açısından saadetli olanlar sever ve yine onlara, veraset, bedbahtlık ve doğum açısından bedbaht olanlar düşman olur.[95]

Bu konunun aynısını Üstad Abbas Mahmud Akkad-i Mısri “Abkariyat-u Muhammed” adlı eserinin “Peygamber (s.a.a), İmam ve Sahabe” başlığı altında nakletmiştir. (Oraya müracaat edebilirsiniz.)

Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman Ezrak’tan, o da Hz. Ali’den şöyle nakleder: “Ben yatakta yatmıştım ki, Hz. Resulullah çıkageldi. Tam bu sırada Hasan veya Hüseyin su istedi. Hz. Resul-ü Ekrem yerinden kalkarak süt vermeyen koyunumuzdan biraz süt sağdı. Hasan ileri geldi. Ama Peygamber (s.a.a) sütü ona vermeyerek Hüseyin’e verdi. Fatıma (a.s) şöyle arz etti: Ya Resulellah! Hüseyin’i Hasan’dan daha fazla sever gibisiniz. Hz. Resulullah (s.a.a): “Hayır! Hüseyin ondan önce su istemişti” dedi. Ve daha sonra şöyle devam etti: “Ben, sen (Fatıma), bu ikisi (Hasan ve Hüseyin) ve bu dinlenen (Ali) kıyamet günü bir yerde olacağız.”[96]

Bunların ümmet üzerine özellikle de sahabenin ileri gelenlerinin üzerine olan hakları onların bu gibi facialara uğratılmamasını icap ederdi. Müslümanlar arasında sahip oldukları makam, onların bir kenara atılmamasını ve daima onlarla istişare edilmesini gerektirirdi. Ama böyle olmadı. Hatta öyle bir yere vardı ki, hilafet meselesi onlar huzur bulmadan tamamlandı. Onları hak, mal, miras, humus ve mülklerinden mahrum ettiler. Henüz Peygamber (s.a.a)’in pak nâşı yerdeyken, onların bu büyük hicrandan dolayı duydukları acı dinmemişken onları aynen normal ve sıradan şahıslar gibi saymaya başladılar.

O gün İslâm devletinin yönetimini ele geçirenler, kendi hükümetlerinin temellerini öylesine sağlamlaştırdılar ki, baş kaldırmak isteyen herkesi İslâm ümmetinin birlik ve beraberliğini bölüp parçalamak suçuyla yargılıyorlardı. Böylece Hz. Ali (a.s) ve onun dostlarının direnişlerinden emin oldular. (Bu konunun tafsilatını “el-Müracaat” adlı kitabımızda getirmişiz. İsteyenler oraya bakabilirler.)

O günlerde yapılan işlerden birisi de hiçbir halk sınıfı arasında fark bırakmamalarıdır. Halk arasında çok miktarda mal dağıttılar. İslâm’da uzun bir geçmişe sahip olanlarla yeni Müslüman olanlara aynı gözle bakıldı.

İşte bu yolla halkın rızasını kazanmayı becererek ulaşmak istedikleri maksatları için yolu açmış oldular. Sonucu ise şu oldu: Hz. Fatıma (a.s) onları miras ve hakkını almak için mahkemeye çektiğinde Peygamber (s.a.a)’in bedeninin bir parçası olan Hz. Fatıma’yı aynen diğer kadınlar gibi saydılar. Hatta diğer kadınlar gibi bile saydıkları söylenemez. Zira Müslüman bir kadın kendi iddiasının ispatı için bir adil şahıs getirirse, ikinci şahit yerine onun yemin etmesi yeterlidir. Bu kadının iddiası yemin etmediği takdirde reddedilir. Ama Peygamber (s.a.a)’in değerli kızı Hz. Fatıma (a.s), Hz. Ali (a.s)’ı şahit olarak getirdiğinde bir şahit olduğundan kabul etmediler! Halbuki en azından diğer Müslüman kadınlar gibi ondan yemin etmesi istenmeliydi. Eğer yemin etmekten çekinseydi o zaman davası reddedilmeliydi. Ama onlar ondan yemin etmesini istemeyerek davasını reddettiler.


Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin