Nass ve iÇTİhat nass karşisinda iÇTİhat biRİNCİ BÖLÜM: ebu bekir ve yandaşlarinin iKİNCİ BÖLÜM: ÖMEr ve yandaşlarinin kur’



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə21/32
tarix15.09.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#81846
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   32

(60)

SA’D B. EBU VAKKAS’A



KARŞI SERT TAVRI

Mevzu şudur: Ömer, Sa’d b. Ebu Vakkas’ı Kufe valisi yaptı. Ömer’e, Ebu Vakkas’ın, sarayında oturarak kapıları halkın yüzüne kapattığı haberi verildi. Ömer, Muhammed b. Müslime’yi çağırarak şöyle dedi: “Kufe’ye giderek Sa’d b. Ebu Vakkas’ın gözleri önünde sarayını yak ve daha sonra hiçbir şey yapmadan geri dön.”

Muhammed b. Müslime Kufe’ye giderek sarayı yaktı. Sa’d, sarayında gafil avlanmıştı. Sa’d, panik içerisinde dışarı çıkarak şöyle sordu: “Bu ne iştir?”

Muhammed b. Müslime şöyle dedi: “Bu, Emirel-Müminin (Ömer’in) emridir!” Sa’d da hiçbir şey yapmadı. Saray yanarak kül oldu. Daha sonra Medine’ye geri döndü!

(61)

HALİD B. VELİD’E KARŞI KATI TAVRI



Halid b. Velid, Ömer tarafından “Kansereyn”de valiyken Eş’as b. Kays onun yanına gitti. Halid de ona on bin dirhem verdi. Bu haber valilerin her işinden haberdar olan Ömer’e ulaşınca, bir postacı çağırtıp, Hamas valisi Ebu Übeyde Cerrah’a bir mektup yazarak şöyle dedi: “Halid’i bir ayak üzerinde tut, diğer ayağını sarığı ile bağla, tüm memurlarının önünde başını aç ve bu paraları nereden alıp Eş’as’a verdiğini söyleyene dek, bu şekilde davran. Eğer kendi malından vermişse israf etmiştir ve Allah israf edenleri sevmez. Eğer bu malı halka ait olanlardan vermişse, hıyanet etmiştir ve Allah hıyanet edenleri sevmez. Her halükarda onu göz altına al ve onun işlerini kendi sorumluluk sınırları içine sok” dedi.

Ebu Übeyde, Halide bir mektup yazarak kendi yanına gelmesini istedi. Ebu Übeyde, Halid gelince halkı mescide topladıktan sonra minbere çıktı. Halifenin postacısı kalkarak Halide şöyle sordu: “Eşas’a verdiğin bu paraları nereden aldın?” Halid, hiçbir cevap vermedi.

Ebu Übeyde de susmuş hiçbir şey söylemiyordu. Bilal ayağa kalkarak: “Emir’ul-Müminin (Ömer), sana filan emri vermiştir” dedi. Daha sonra Halid’in başından sarığını alarak başına açtı. Sonra diğer ayağını sarığıyla bağlayana kadar onu bir ayak üzerinde tuttu. Ondan tekrar şöyle sordu: “Eşas’a verdiğin bu paraları nereden aldın? Kendi malından mı aldın halkın malından mı?” Halid: “Kendi malımdan” diye cevap verdi.

Daha sonra onu serbest bıraktı ve sarığını kendi eliyle başına koydu. Tam bu sırada ise şöyle dedi: “Valilerimize itaat eder ve emrimiz altındakilere de ihtiram ile hizmet ederiz!”

Halid, şaşkınlık içindeydi. Azledilip edilmediğini bilmiyordu. Zira Ebu Übeyde, ona gösterdiği ihtiramdan dolayı ne vaziyete sahip olduğunu söylememişti. Ömer, gelmesinin gecikmesinden, zannettiği şeyin vuku bulduğunu anladı. Bu nedenle Halid’e bir mektup yazarak azledildiğini bildirdi. Halid’e hayatta olduğu müddetçe bir daha herhangi bir makam vermedi.

Abbas Mahmud Akkad, bu olayı “Abkariyat-u Halid” adlı kitabında nakletmiştir. Bkz. s. 245.

ZABİY’-İ TEMİMİ’NİN SÜRGÜN EDİLMESİ VE DÖVÜLMESİ

Adamın birisi Ömer’in yanına gelerek şöyle dedi: Zabiy’-i Temimi, bizimle görüşerek Kur’ân ayetlerinden bazılarının tefsirini bizden sordu ve şöyle dedi: Allah’ım! Bana yardım et ki, Kur’ân’ı tefsir edebileyim!

Bir gün Ömer oturmuş halkla beraber öğlen yemeği yerken Zabiy’ çıkageldi. O da ileri gelerek halkla beraber yemek yedi. Daha sonra şöyle dedi: Ey Emir’ul Müminin! “Tozdurup savuranlara, yükünü yüklenenlere... and olsun”[253] ayetinin tefsiri nedir?

Ömer: Vay olsun sana! Kur’ân’ın tefsirini bilmek isteyen sen misin? dedi.

Sonra onu soyundurarak o kadar vurdu ki, sarığı başından düştü. Daha sonra onun saçının örülmüş olduğunu ve başının iki yanına salındığını görünce şöyle dedi: Ömer’in, canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki eğer, saçını tıraş ettiğini görürsem başını bedeninden ayırırım?!

Sonra da onu bir evde hapsetmelerini emretti. Her gün onu evden çıkarıp yüz kırbaç vuruyordu! Durumu biraz düzelince bir daha yüz kırbaç vuruyordu! Daha sonra onu bir deveye bindirerek, Basra’ya gönderdi. Basra valisi Ebu Musa Eş’ari’ye bir mektup yazarak; halkın onunla oturup kalkmasının yasaklamasını ve minbere çıkarak: “Zabiy’, ilim talebinde bulundu, ama ona ulaşamadı” diye ilan et emrini verdi!

Böylece kavminin büyüğü olan Zabiy’, kendi kabilesi ve diğer kabileler arasında rezil olmuş bir vaziyette gözlerini dünyaya kapadı.[254]

NASR B. HACCAC’IN SÜRGÜN EDİLMESİ

Abdullah b. Bureyd şöyle diyor: “Ömer, sokakta gezdiği bir gece, kapalı bir kapının ardından bir kadının bir grup kadına yüksek sesle şöyle dediğini duydu: “İçebileceğim bir şarap veya beni Nasr b. Haccac’a kavuşturacak bir yol var mı?”[255]

Ömer: “Yaşadığın müddetçe hayır!” dedi. Onun ertesi günü Nasr b. Haccac’ı huzuruna çağırttıran Ömer, onun çok yakışıklı ve güzel simaya sahip bir genç olduğunu gördü. Ömer, onun saçının tıraş edilmesini emretti. Saçları kısaltılınca alnı açığa çıkan Nasr, daha da güzelleşti. Ömer, başını tamamen tıraş etmesini emretti. Saçının tümünü tıraş ettirince güzelliği de arttı.

Ömer şöyle dedi: Ey Haccac’ın oğlu! Kendi güzelliğinle Medine kadınlarının aklını başından almışsın. Benim oturduğum şehirde sen olmamalısın! Daha sonra da onu Basra’ya sürgün etti.

Nasr b. Haccac, bir müddet Basra’da ikamet ettikten sonra, Ömer’e şöyle bir mektup yazarak itirazını belirtti: “Eğer bir gün bir kadın, gizli bir yerde beni arzulamışsa, benim suçum nedir ki sürgün ediliyorum? bana karşı kötü zanda bulundun, sebepsiz yere beni vatanımdan ayırdın...” Sonunda Ömer’den kendisine geri dönmesi için izin vermesini istedi.

Nasr’ın mektubu Ömer’e ulaşınca şöyle dedi: “Ben iş başında olduğum müddetçe Medine’ye dönmemeli!” Ömer öldürülür öldürülmez, Nars b. Haccac, atına binerek Medine’deki yakınlarının yanına döndü.

(64)


ÖMER’İN, OĞLUNA KARŞI

ŞER’İ HADDİ AŞMASI

Ömer’in oğlu Abdurrahman -Ebu Şahme de derlerdi- Ömer’in hilafeti zamanında, Amr b. As’ın valilik yaptığı Mısır’da şarap içti. Olay ortaya çıkınca, vali olan Amr b. As, onun başının tıraş edilmesini emretti. Şer’i had (seksen kırbaç), kardeşi Abdullah’ın huzurunda icra edildi. Bu haber Ömer’e ulaşınca, Amr b. As’a bir mektup yazarak, Abdurrahman’ı bir cüppeye sarıp, çıplak bir deveye bindirerek Medine’ye göndermesini istedi. Bu arada mektupta Amr b. As’a kaba bir şekilde hitap etmişti.

Amr b. As da, Abdurrahman’ı aynen Ömer’in söylediği şekilde Medine’ye gönderdi ve şöyle bir mektup da Ömer’e yazdı: “Ben ona şer’i haddi uyguladım. Saçını tıraş ettirerek bahçede seksen kırbaç ona vurdurdum. Yemin edeceğim ondan daha yüce bir ilah olmayan Allah’a and olsun ki, Mısır, İlahi hadlerin Müslim ve gayri Müslimlere uygulandığı bir yerdir.” Bu mektubu, kardeşi Abdullah vesilesi ile Ömer’e gönderdi.

Abdullah, kardeşi Abdurrahman ve mektupla beraber Medine’de babası Ömer’in yanına vardılar. Abdurrahman hasta olduğundan bir cüppeye sarılmış ve yürüyecek hali yoktu. Ömer, Abdurrahman’a kaba bir şekilde hitap ederek şöyle dedi: “Ey Abdurrahman! Yaptın ha! Yaptın ha!” Daha sonra: “Kırbaç! Kırbaç!” diye feryat etmeye başladı.

Abdurrahman b. Avf aracı olarak şöyle dedi: “İlahi had uygulanmıştır. Abdullah da haddin uygulandığına şahitlik etmiştir.” Ama Ömer, hiçbir itinada bulunmayarak Abdurrahman’ı kırbaçlamaya başladı.

Abdurrahman bu esnada bağırarak şöyle diyordu: “Ben hastayım, Allah’a yemin olsun ki sen benim katilim olacaksın.” Abdurrahman’ı öylesine kırbaçlıyordu ki, sesi ortalığı kaplamıştı. Daha sonra şöyle dedi: “Onu zindana götürün!” Abdurrahman zindanda bir ay kaldıktan sonra hayatını kaybetti.

Bu olay, İslam tarihi olaylarının arasında çok meşhurdur. Tarihçiler bu olayı Ömer’in biyografisinde ve onun özelliklerinde zikretmişlerdir. (Bkz. Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i Ebi’l-Hadid, c. 3, s. 123, Mısır baskısı. Aynı cildin 127. sayfasında Ömer’in arkadaşlarından birisi şöyle diyor: Ömer, oğullarından birini şarap içmesi yüzünden kırbaçladı. O da aldığı darbelerin şiddetinden dolayı öldü.)

Herkes kendi kitabında Ebu Şahme ve başından geçen olayı nakletmiştir. İbn-i Abdulbirr “İstiab” adlı kitabında bu olayı anlatmıştır.

Dumeyri, Hayat'ul-Hayvan kitabının “dik” maddesinde şöyle yazar: Ömer, oğlu Ubeydullah’a şarap içme haddi uyguladı. Bu sırada oğlu: “Baba beni öldürdün!” diyordu.

Daha sonra şöyle diyor: Tarih kitaplarında şarap içen oğlunun, Abdurrahman olduğu belirtilmiştir.

İbn-i Cevzi, “Tarih-i Ömer” adlı kitabının 77. Babını, Ömer’in şarap içen oğluna had uygulamasına mahsus kılmıştır.

Bizim amacımız ise şudur: Ömer’in güvenilir bildiği Mısır valisi Amr b. As, Abdurrahman’a had uyguladığını bildirmiştir. Hattab oğulları içerisinde en doğru sözlü bildiği oğlu Abdullah da buna şahitlik yapmıştı. O halde bir başka haddin uygulanmasına sebep yoktu.

Eğer Amr b. As, ettiği tüm yeminlere rağmen güvenilir birisi değildiyse, nasıl onu Mısır valisi yaparak Müslümanların can, mal ve namusunu ona teslim etmişti.? Bunlara ek olarak; hasta birisine had uygulanmaz, had uygulanan birisi hapsedilmez. Özellikle hastalık ve hapisin ona zararı olduğu durumlarda. Ama ne yapılabilir ki, Ömer, daima kendi görüşünün nassa öncelikli olmasında ısrarlıydı!

(65)

HUDEYBİYE AĞACININ KESİLMESİ



Hudeybiye ağacı, Hz. Resulullah (s.a.a)’in, altında ashabından aldığı Rızvan biatinin gerçekleştirdiği yerdi.[256] Bu biatin sonuçlarından birisi de, Allah’ın onlara apaçık bir fetih nasip ederek zafere ulaştırmasıdır.

Bu olaydan sonra oradan geçen Müslümanlardan bazıları, teberrük olarak o ağacın altında namaz kılarlardı. Bu biat vesilesi ile onlara arzuladıkları fetihi nasip ettiği için, Allah’a şükrederlerdi.

Müslümanların o ağaç altında namaz kıldıkları haberi Ömer’e ulaşınca, Ömer o ağacın kesilmesi emrini verdi!

Ömer şöyle dedi: “Bundan sonra o ağacın altında namaz kılan birisini getirirlerse, aynen mürtet gibi kılıçla öldüreceğim!!”[257]

Yazar: Sübhanallah! Allah-u Ekber! Dün Peygamber (s.a.a) onu, mürtet Zussedye’yi öldürmekle görevlendiriyor, o da kıldığı namaza ihtiram olsun diye bu emri yerine getirmiyordu.[258] Ama bugün kılıcını çekerek Rızvan ağacı altında namaz kılan imanlı şahısları öldürmek istiyor!!

Hayret! Hayret! Ona, kim ihlasla namaz kılan bir müslümanı, namaz kılma suçundan dolayı öldürme izni vermişti? Bu, Necd’de büyüyüp meyve veren ağacın tohumuydu. Necd ki Allah Resulü onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Şeytanın boynuzu oradan çıkacaktır.” [259]

Faruk! Bu tohumlardan çok fazla ekti. Şöyle ki; Hacer’ül-Esved’e şöyle dedi: “Sen bir taşsın, ne bir yararın vardır, ne de zararın. Eğer Peygamber (s.a.a)’in seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim.”

Bazı cahiller, Ömer’in bu sözünü bir usul olarak algılamış, buna dayanarak Kur’ân’ın öpülmesini, Peygamber (s.a.a)’in türbesine ve diğer büyük şahsiyetlerin türbesine saygı göstermeyi haram bilmişlerdir! Halbuki bu Allah’ın emrinin tersinedir. Zira Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Her kim Allah’ın muhterem saydığı şeylere saygı gösterirse, Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır.”[260] “Her kim Allah’ın şiarlarına (bıraktığı dini nişanelere) saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerinin takvasındandır.”[261]

Allah (c.c), dini şiarlara saygı göstermeyi ve mezhebi nişaneleri; iman, takva ve temiz kalpliliğin göstergesi olarak belirtmiştir. Ama onlar, birçok müstehap amelleri terk ederek kendilerini ondan mahrum kıldılar.

Onlar, Allah’a muhabbetlerini bir şair sözü haddinde bile tutmadılar. Şair şöyle diyor:

Evin sevgisi kalbimi kendisiyle meşgul etmemiştir.

Tam tersine, evde oturanların sevgisi beni kendisine çekmektedir.

(66)

ÜMMÜ HANİ’NİN ÖMER’İ ŞİKAYETİ



Taberani Mu’cem’ul-Kebir adlı kitabında, Abdurrahman b. Ebu Rafi’den naklen, Ebu Talib’in kızı Ümmü Hani’nin şöyle dediğini nakleder: Peygamber (s.a.a)’e dedim ki: “Ya Rasullelah! Ömer beni görerek Muhammed’in sana hiçbir faydası yoktur!” dedi. Peygamber (s.a.a) bu duymakla sinirlendi. Ayağa kalkıp bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu:

“Ne oldu da bazıları şefaatimin kendi hanedanımı kapsamayacağını zannetti? Ama benim şefaatim, Hâ ve Hakem’i (Kureyş’ten çok uzakta olan Yemendeki iki kabile ismi) bile kapsayacaktır?!”

Ayrı bir yerde de Peygamber (s.a.a) yine sinirlendi. Peygamber (s.a.a)’in halası kızı Safiye’nin bir oğlu ölmüştü, Peygamber (s.a.a) de ona başsağlığı verdi. Safiye, Peygamber (s.a.a)’in yanından dışarı çıktığı zaman, adamın[262] birisi onu görerek şöyle dedi: “Peygamber (s.a.a)’in akrabalığının sana hiçbir faydası yoktur.”

Safiye, öyle bir ağladı ki hatta Peygamber (s.a.a), onun hıçkırık sesini duydu. Peygamber (s.a.a) dışarı çıkarak konunun ne olduğunu sordu. Safiye de duydukları şeyin hepsini anlattı.

Peygamber (s.a.a) sinirlenerek şöyle buyurdu: “Ey Bilal! Namaz vaktini ilan et.”

Daha sonra kalkıp Allah’a Hamd-ü senadan sonra şöyle buyurdu: “Ne oluyor da bazıları benim akrabalığımın hiçbir faydası olmadığını zannediyor? Kıyamet günü benim akrabalığım haricinde, tüm akrabalıklar kopacaktır. Benim akrabalarım dünya ve ahirette birbirine bağlıdır.” [263]

(67)

NECVA GÜNÜ



O gün (Peygamber (s.a.a)’le gizli konuşma günü) birçok hayırlar, Hz. Ali (a.s) hariç, ashabın hepsinin elinden çıktı. Ne Faruk! Ne Sıddık! Ne de beşer fertlerinden birisi ona ortak olamadı. Şimdi Necva[264] ayetini naklederek, siz okurlardan bu konuda biraz daha dikkatle konuyu takip etmenizi rica ediyoruz:

“Ey iman edenler! Peygamberle gizli bir şey konuşacağınız zaman, bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir.”[265]

Tüm Müslümanların icmasına göre, bu ayetin buyurduğu hükme Hz. Ali (a.s)’dan başkası amel etmemiştir. Bu konu, sözü geçen ayetin tefsirinde aşağıdaki Ehl-i Sünnet tefsirlerinde nakledilmiştir: Tefsir-i Keşşaf (Zemahşeri), Tefsir-i Taberi, Tefsir-i Kebir (Sa’lebi), Mefatih’ul-Ğayb (Razi) vs. kitaplar bu konuya değinmişlerdir.

Hakim’in, muteber raviler yoluyla sahih olarak bildiği şu hadise[266] dikkat ediniz. Hakim, Hz. Ali’den şöyle buyurduğunu nakleder:

“Allah’ın kitabında öyle bir ayet vardır ki, benden önce ve sonra kimse o ayete amel etmemiştir. O ayet, Necva ayetidir. O zaman bir dinarım[267] vardı. Bu bir dinarı on dirheme çevirdim. Ne zaman hususi olarak Peygamber (s.a.a)’le konuşmak istesem daha önce bir dirhem[268] Allah yolunda sadaka verirdim. Daha sonra bu ayetin hükmü şu ayetle kaldırıldı:

“Gizli bir şey konuşmanızdan önce, sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin.”[269]

Bu eleştiri, Hz. Ali (a.s) hariç Ömer b. Hattab ve diğer sahabeleri kapsamaktadır. Zira Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)’le hususi olarak sohbet etmeden önce sadaka vermekten çekinmezdi. Ayrıca tövbe etmesine sebep olacak bir muhalefette de bulunmamıştır. Fahri Razi, burada da kendi heva ve hevesi üzerine hareket etmiş ve şeytani davranışlarda bulunmuştur. O şöyle diyor: “Bu (Necva ayeti) fakir birini sıkmakta ve hüzne sokmaktadır. Zira o sadaka verecek kudrete sahip değildir! Zengin birisini ise dehşete düşürmektedir. Zira öylesine bir durumla karşı karşıya bırakmaktadır ki bazı Müslümanların bazılarını eleştirmelerine sebep olmaktadır.

Buna amel etmek dehşete ve onu terk etmek birlik ve beraberliğe sebep olduğundan, birlik ve beraberliğe sebep olan şey dehşete sebep olan şeyden daha hayırlıdır...!”

Fahri Razi daha sonra Allah’ın buyruğu olan “Bu sizin için daha hayırlı ve temizdir” ve “Bunu yapmadığınıza ve Allah da sizi bağışladığına göre artık namaz kılın” ayetlerine muhalif olan saçmalıklarını devam ettiriyor.[270]

O halde Fahri Razi’nin, bu konuda söyledikleri göz önünde tutulursa, şuna inanılmalıdır ki, zekat ve hac, fakir birini sıkmakta ve hüzünlenmesine sebep olmaktadır. Zira bu emri yerine getirememektedir. Aynı şekilde zengin birisini de dehşete düşürmektedir. Zira bu, görev sadece onlara yöneliktir. Onun, ittifakı ihtilafa tercih etmesinden kaynaklanan kıyası, bütün dinleri terk etmeğe sebep oluyor. Aklın hicabından ve sözün sarsıntısından Allah’a sığınıyoruz. Güç ve kudret yüce Allah’a mahsustur.

(68)

ÖMER’İN MUAVİYE’YE



KARŞI OLAN MÜSAMAHASI

Ömer, Muaviye’yi, Şam’a vali yaparak istediği cinayeti işlemesi için serbest bıraktı! Ona karşı -gönderdiği valilere sıkı davranmasının aksine- oldukça yumuşak davrandı. O, Muaviye’nin Şam’da, kendi anlayış tarzının zıddına ve İslam’ın da reddettiği, Sasani padişahları gibi valilik yaptığını görüyordu.

Buna rağmen, bu vaziyet karşısında ona şöyle söylüyordu: “Ben ne sana emrederim ne de seni bir şeyden alı koyarım” Böylece onun yularını, istediği gibi otlaması için serbest bıraktı. Bu yolla o istediğini yapacaktı ve onu işinden alı koyacak birisi de olmayacaktı.

Muaviye’ye karşı bu şekilde davranılması onun, Sıffin da Emir’ul-Müminin Ali (a.s) ve Peygamber (s.a.a)’in değerli torunu İmam Hasan (a.s)’a karşı cüretlenmesi sonucunu doğurdu.

Muaviye’nin Şam valisi yapılarak istediği her pisliği işlemesi için serbest bırakılması, Beni Ümeyye’nin, Müslümanların malı, canı ve Allah’ın dinini kendi oyuncakları haline getirmelerine sebep oldu.

İnna lillah ve inna ileyhi raciun! ve seyalemullezine zalemu eyye munkalebin yenkalibun.”[271]

(69)

ÖMER’İN ŞERİATA AYKIRI



EMİR VE YASAKLARI

(Hatalarını Anladıktan Sonra da

Onlardan Vazgeçmesi)

Bu konuda çok sayıda örnekler verilebilir. Biz, sadece birkaç tanesinin nakliyle yetiniyoruz.

1) Muhammed b. Muhalled Attar, “Fevaid”[272] adlı kitabında şöyle yazıyor: “Ömer, hamile olan bir kadının recmedilmesine hükmetti.” Muaz b. Cebel, ona itiraz ederek şöyle dedi: “Eğer bu kadına hükmetmeye yetkin varsa, onun karnındaki olan çocuğa hükmetmeye yetkin yoktur” Ömer de verdiği hükmü iptal ederek şöyle dedi: “Kadınlar, Muaz gibi birisini doğurmaktan acizdirler. Eğer Muaz olmasaydı, Ömer helak olurdu.”

2) Hakim Nişaburi,[273] İbn-i Abbas’tan nakleder ki: Deli ama gebe kalmış bir kadını Ömer’in yanına getirdiler. Ömer, onu recmetmek istedi. Orada bulunan Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Üç grubun mükellef olmadığını bilmiyor musun? 1- Akıllanıncaya kadar deli. 2- Buluğa erene dek çocuk. 3- Uyanıncaya kadar uykuda olan şahıs.”

Bunları duyan Ömer hükmünü iptal etmek zorunda kaldı.

Yazar: Bu olay ilk olaydan farklıdır. Zira ilk olayda kadın deli değildi. Ömer şer’i hakim unvanında onu cezalandırmaya yetkiliydi; elbette kadın doğum yaptıktan ve kadının recmedilmesinden sonra çocuğa bakılabileceğine dair itminan meydana geldikten sonra. Ama bu kadını deli olduğu için yargılamaya hiç kimsenin hakkı yoktu.

Kadı Abdülcabbar Mutezili’nin “el-Muğni” adlı kitabında, hamile kadının recmedilmesi hakkında bir takım sözleri vardır ki bu, onunla Seyyid Murtaza arasında “eş-Şafii” adlı kitapta tartışma konusu olmuştur. İbn-i Ebi’l-Hadid Nehc’ül-Belağa’nın şerhinde her ikisinin konuşmalarını nakletmiştir.[274]

3) Ahmed b. Hanbel,[275] Ebu Zabyan Cenbi yoluyla şöyle nakleder: “Zina yapan bir kadını Ömer’in yanına getirdiler. Ömer, onun recmedilmesini emretti. Ama Hz. Ali, onu görevlilerin elinden alarak onları geri itti. Görevliler Ömer’in yanına gelerek; Ali bizi geri çevirdi, dediler.

Ömer şöyle dedi: “Ali bir şeyler bildiğinden dolayı bunu yapmıştır.” Daha sonra birisini göndererek Ali’yi çağırdı. Hz. Ali (a.s) sinirli bir şekilde geldi.

Ömer: “Neden bunları geri çevirdin?” dedi.

Hz. Ali: “Peygamber (s.a.a)’in üç grubun mükellef olmadığını buyurduğunu bilmiyor musun?: a) Uykuda olan kimse uyanıncaya kadar. b) Çocuk buluğa erinceye kadar. c) Deli akıllanıncaya kadar.”

Ömer: “Bunları bilmiyorum” dedi.

Hz. Ali şöyle buyurdu: “Ben de senin emrettiğin şeyi bilmiyorum!”

Ömer de kadını recmettirmekten vazgeçti.

4) İbn-i Kayyim “et-Turuk’ul-Hekime Fi’s-Siyaset’iş-Şer’iyye” adlı kitabında şöyle nakleder: Bir kadını Ömer’in yanına getirdiler. Kadın zina yaptığını itiraf etti. Ömer kadının recmedilmesine hüküm verdi. Orada bulunan Hz. Ali (a.s): Biraz vakit verin, belki de had uygulanmasını önleyecek mazereti vardır” dedi. Daha sonra Hz. Ali (a.s) kadından şöyle sordu: “Seni zina yapmana zorlayan şey ne idi?”

Kadın: “Benim develeri sağılan bir arkadaşım vardı. Ama benim develerim süt vermiyordu. Ben oldukça susadım, bu yüzden ondan su istedim. Ama o, bana su vermeyerek şöyle dedi: Eğer kendini bana teslim edersen sana su veririm. Ben üç gün boyunca susuzluğa karşı direndim. Susuzluğum daha da şiddetlenince ruhumun bedenimden çıkacağı duruma geldim. Bundan dolayı kendimi ona teslim ettim” dedi.

Hz. Ali: “Allah-u Ekber! “O halde kim asilik yapmaksızın ve haddi aşmadan mecbur kalırsa, Allah çok bağışlayan ve esirgeyendir.”[276]

Beyhaki, Sünen adlı kitabında[277] Ebu Abdurrahman’dan şöyle nakleder: Oldukça susamış bir kadın, çobanın birinden su istemişti. Çoban kendisini ona teslim etmesi durumunda ona su verebileceğini söylemiş, kadın da kabul etmişti. Bu kadını Ömer’in yanına getirdiler. Ömer, halkla onun recmedilmesi hakkında istişare etti.

Bu sırada Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Kadın bu işi yapmaya mecbur olmuş. Bana göre onun serbest bırakılması gerekir.”

Ömer de onu serbest bıraktı.

5) İbn-i Kayyim[278] şöyle nakleder: Zina edip de itiraf etmiş bir başka kadını Ömer’in yanına getirdiler. Kadın itirafını tekrarlayarak yapmış olduğu kötü ameli teyit etti. Bu esnada orada bulunan Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Bu kadın, yapmış olduğu ameli öylesine hafif sanmış ki, zinanın haram olduğunu bilmeyen birisine benzer duruma gelmiş.”

Ömer de ona had uygulamaktan vazgeçti.

Daha sonra İbn-i Kayyim şöyle diyor: Bu, Hz. Ali’nin sahip olduğu keskin anlayış düzeyinin ölçüsünü göstermektedir.

6) Ahmed Emin[279] “A’lamul Mukıin”den naklen şöyle yazıyor:

Adamın biri kayın pederi ve arkadaşı tarafından öldürülmüştü. Olay Ömer’e aktarıldı. Ömer, bir adamdan dolayı iki adam öldürülebilir mi? diye şüpheye düştü.

Hz. Ali (a.s) ona şöyle buyurdu: “Eğer iki şahıs bir hırsızlık yaparsa, ikisinin de ellerini keser misin?”

Ömer: “Evet” dedi.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Bu iki adamı öldürmek de aynen bunun gibidir.” Ömer de Hz. Ali (a.s)’ın kavlini kabullendi ve kendi valilerine emir göndererek her ikisinin de öldürmesini isteyip şöyle yazdı: “Eğer bütün San’a halkı, onun öldürülmesine ortak olsa bile onların hepsini kısas yoluyla öldürürüm.”

7) Şimdi anlatacağımız olayı birçok tarih ve sire yazarları nakletmiştir. Biz bu olayı İbn-i Ebi’l-Hadid’den aktarıyoruz. O şöyle yazıyor:[280] Ömer, bir konuyu sormak için gebe bir kadını huzuruna çağırdı. Kadın Ömer’in yüzünü görür görmez, çocuğunu ölü olarak düşürdü.

Ömer, bu konuda ashabın ileri gelenleriyle istişare etti. Ashap: Senin hiçbir suçun yoktur, ona vermen gereken bir şey de yoktur. Zira sen onu edep etmek için çağırmıştın.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Bunlar seni korumak isteseler de seni bulaştırmaktadırlar. Zira bunların bütün telaşları sonucu verdikleri fetva hatalıdır. Sen bu çocuğun düşmesine neden olduğun için, bir köle serbest bırakmalısın.” Ömer ve ashap da Hz. Ali (a.s)’ın fetvasına uydular.

8) Halife, ilk muhacirlerden olup Bedir savaşına da katılan, ama şarap içen Guddame b. Maz’un’a vereceği hüküm içerisinde bocalayıp durmaktaydı. Bu adamı Ömer’in yanına getirdiklerinde onun kırbaçlanmasını emretti.

Adam şöyle sordu: Benimle senin aranda Allah’ın kitabı hükmettiği halde, beni nasıl kırbaçlattırırsın?

Ömer şöyle dedi: “Allah’ın hangi kitabında seni kırbaçlatmamam yazılıdır?”

Adam: Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “İman eden ve iyi işler yapanlara tattıklarından dolayı günah yoktur.”[281] Ben iman edip, iyi işler yapanlardanım. Ben Bedir, Hudeybiye, Hendek ve diğer savaşlarda Peygamber (s.a.a)’le beraberdim.

Ömer, Guddame’nin cevabında ne söyleyeceğini bilemedi. Sonra ashaba şöyle dedi: “Bu adamın söylediklerini reddedecek bir sözünüz yok mu?”

İbn-i Abbas şöyle dedi: “Bu ayet, geçmiştekilerin özrü hakkında nazil olmuştur. Zira Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans oyunları birer şeytan işidir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz”[282]

Bu ayetin devamında da Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Ey iman eden, iyi işler yapan ve ellerinden geldiğince güzel yapanlar!”[283]


Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin