HZ. PEYGAMBER(S.A.A)’İN
ALEYHİNE BİRLEŞMESİ
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Eğer ikiniz de tövbe ederseniz (yerinde olur.) Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Ve eğer Peygambere karşı birbirinize arka verirseniz, bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve Müminlerin iyileridir. Bunların ardından melekler de (O’na) yardımcıdır.”[5]
Bir sonraki ayette de şöyle buyuruyor:
“Eğer O sizi boşarsa Rabbi Ona, sizden daha iyi, kendini Allah’a veren ve inanan eşler verir”[6]
Buhari bu ayetin tefsirinde Übeyd b. Huneyn’den, o da İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet eder: Bir yıldır, Ömer b. Hattab’tan bir ayet hakkında soru sormak istiyordum. Ama korktuğum için soramadım. Hac için Medine’den çıktığında ben de onunla beraberdim. Geri döndüğümüz zaman yolda ona şöyle sordum: “Peygamber (s.a.a)’in aleyhine birleştiklerini buyurduğu o iki kadın kimlerdi?”
Ömer: “Onlar Hafsa ve Aişe idi” dedi.
Bu hadis çok uzundur. Sahih-i Buhari c. 3, s.136’ya müracaat edin, sonra da ayet üzerinde biraz durun ve görün ki Peygamber (s.a.a), bu iki kadının elinden neler çekmiş. Sürekli olarak Peygamber (s.a.a)’i savunmaları gereken bu iki kadın, Peygamber (s.a.a) hayattayken ve vefat ettikten sonra nasıl davranışlarda bulunmuşlar!.
(78)
HAFSA VE AİŞE’NİN TÖVBE
ETMELERİNİN İSTENMESİ
Allah, sözü geçen ayetin başında şöyle buyuruyor:
“Eğer ikiniz de tövbe ederseniz (yerinde olur). Çünkü kalpleriniz sapmıştır.”
Hafsa ve Aişe Peygamber (s.a.a)’e karşı davranışlarından dolayı tövbe etmeliydiler. Şunu da bilmekteyiz ki, tövbe günah işleyenlerden ve Allah’ın emir ve yasaklarını hiçe sayanlardan istenilen bir şeydir. Sadece Allah’ın “tövbe edin” diye buyurması bile onların apaçık bir günah işlediklerini gösterir. Buna ilave olarak; Allah “Kalpleriniz sapmıştır” buyurmasıyla Hafsa ve Aişe’nin muhalefette bulunduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Yani onların uymaları ve tabi olmaları gereken hakkı bırakıp başka şeylere saptıkları gözler önüne serilmektedir.[7]
(79)
ÖNEMLİ BİR NOKTAYA DİKKAT
Allah, bu olayın anlatıldığı Tahrim suresinin sonunda şöyle buyuruyor:
“Allah, inkar edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikahları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi savamadı. Onlara: “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi. Allah inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O: “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.”[8]
Allah’ın, Tahrim suresinde Hafsa ve Aişe’ye gösterdiği bu iki misal, onları korkutmak ve sadece Peygamber (s.a.a)’in eşi olmanın onların ne yararına ne de zararına olduğunu bilmeleri içindir. Zira insanın yarar ve zararı, onun iman, ilim ve takvasına bağlıdır.
(80)
AİŞE’NİN HZ. PEYGAMBER TARAFINDAN GÖRÜCÜLÜĞE GÖNDERİLMESİ
Mevzu şudur: Peygamber (s.a.a), Dehye-i Kelbi’nin kız kardeşi “Şeraf” ile evlenmek istiyordu. Bu nedenle Aişe’yi göndererek onu görmesini istedi. Aişe onu görüp geri döndüğünde, Peygamber (s.a.a) Aişe’ye: “Ne gördün?” diye sordu.
Aişe: “Öyle tarif edilebilecek bir şey görmedim!” dedi.
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Öyle tarif edilecek bir şey görmedin mi? Onda öyle bir ben gördün ki, seni perişan etti.!”
Aişe: “Ya Resulellah! Sen de her şeyi biliyorsun. Kim senden bir sırrı saklayabilir” dedi.
Bu rivayeti sünen ve müsned yazarları nakletmişlerdir. Örneğin: Muttaki-yi Hindi, Aişe’nin kendisinden nakletmiştir. Bkz. Kenz’ul-Ummal, c. 6, s. 294, hadis: 5084; Tabakat, Muhammed b. Sa’d, c. 8, s. 115, kendi senediyle Abdurrahman b. Sabat’tan nakletmiştir.
(81)
PEYGAMBER’İN ŞİKAYETİNE İTİRAZ
Tarihçiler ve muhaddisler zincirleme senetlerle Aişe’den şöyle dediğini naklederler: “Peygamber beni babama şikayet etti.”
Ben şöyle dedim: “Ya Resulellah! Adaletli davran.” Babam bana öylesine bir tokat vurdu ki burnum kanadı. Babam Ebu Bekir şöyle dedi: “Peygamber (s.a.a)’e adaletli davranmasını mı söylüyorsun?”
Bu rivayeti müsned sahipleri Aişe’den nakletmişlerdir. Kenz’ul-Ummal, s. 116, hadis: 1020; İhya’ul-Ulum, Gazali, c. 2, s. 35. Yine Mükaşefet’ul-Kulub kitabında 94. bab, s. 238’de gelmiştir.
(82)
HZ. PEYGAMBER (S.A.A)’İN
EMRİNE KARŞI KÜSTAHLIK
Bir gün Aişe, Peygamber (s.a.a)’in yanındaki saygınlığını kaybetti. O esnada Peygamber (s.a.a)’e şöyle dedi: “Peygamber olduğunu zannettikleri sen misin?!”
Bu hadis şu kitaplarda nakledilmiştir: İhya’ul-Ulum, Gazali, Nikah adabı bölümü s. 35 ve Mükaşefet’ul-Kulub adlı kitap, s. 238.
(83)
OSMAN’I ELEŞTİRMESİ VE
ÖLDÜRÜLMESİNİ EMRETMESİ
Bu öyle bir konudur ki hiçbir tarihçi, sire yazarı ve muhaddis için şüphe ortamı bırakmamıştır. Herkes Aişe’nin Osman’ı eleştirdiğini, onun hakkında kötü konuştuğunu ve onu öldürmelerini emrettiğini bilir. Bu konudaki rivayetler tüm müsned ve sünen kitaplarında nakledilmiş ve inkarı imkansız bir konu olarak kabul edilmiştir.
İbn-i Ebi’l-Hadid, Hz. Ali (a.s)’ın: “Ey İnsanlar! Kadınların aklı eksiktir” diye buyurduğu hutbesinin şerhinde şöyle diyor: Her tarih ve sire yazarı şöyle yazmıştır: Aişe Osman’a herkesten daha çok düşmandı. Öyle ki bir gün Peygamber (s.a.a)’in elbiselerinden birini çıkarıp içeri giren herkese şöyle diyordu: “Bu Peygamber (s.a.a)’in gömleğidir, bu gömlek çürümeden Osman Peygamber (s.a.a)’in sünnetini çürüttü.”[9]
Daha sonra İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle diyor: Osman’a ilk olarak Na’sel diye hitap eden Aişe’dir. O şöyle derdi: “Na’sel’i öldürün, Allah onu öldürsün.”
Medaini, el-Cemel adlı kitabında şöyle yazıyor: Osman, öldürüldüğü zaman Aişe Mekke’de idi. Osman’ın öldürüldüğü haberi ona ulaştırıldığında Talha’nın halife olacağı konusunda en küçük bir şüphesi bile yoktu. Bu nedenle şöyle dedi: “Kahrolsun Na’sel!”
Osman öldürülünce Talha Beyt’ul-Malın kilitlerini aldı. Osman’ın evinde bulunan değerli eşyalara da el koydu. Halife olmadığını görünce de onları Hz. Ali’ye teslim etti.
Ebu Mehnef tarihinde şöyle yazıyor: Osman’ın ölüm haberi Mekke’de Aişe’ye ulaşınca, hilafeti dayısı oğlu Talha’ya uyarlamak için hızla Medine’ye doğru yola koyuldu. O yol boyunca şöyle diyordu: “Sahabe Talha’nın hilafete layık olduğunu görmüştür.”
Kays b. Hazim şöyle rivayet eder: Osman’ın öldürüldüğü yıl o, Aişe ile beraber hacca gitmişti. Yol boyunca onun şöyle dediğini duyuyordu: “Talha! Acele et!” Osman’ın ismi geçince de şöyle diyordu: “Allah onu uzaklaştırsın.”
Bir rivayete göre Osman’ın öldürüldüğünü duyunca şöyle dedi: “Allah, onu uzaklaştırdı, günahları onu öldürdü. Allah da onu amelleriyle baş başa bıraktı.”
Şöyle söylerdi: “Ey Kureyş topluluğu! Osman’ın ölümünden dolayı üzülmeyin. Hilafete layık olan tek kişi Talha’dır. Muhacir ve Ensar’ın Hz. Ali (a.s)’a biat ettikleri haberini alır almaz şöyle dedi: Halk mahvoldu! Mahvoldu! Bundan sonra hilafet bir daha Teym evlatlarına dönmeyecektir.”
Sayın okuyucular çok yakında, Aişe’nin, Osman’ın öldürülmesi ve Hz. Ali’ye biat edilmesi konusu çerçevesi içerisindeki söz, tavır ve davranışlarının tümünün İslam Şeriatının, kitap ve sünnetinin açık naslarına, akli ve nakli delillerin aksine ve muhalifine olduğunu anlayacaklardır.
(84)
AİŞE’NİN PEYGAMBER (S.A.A)’DEN
NAKLETTİĞİ HADİSLER
Aişe’nin Peygamber (s.a.a)’den naklettiği hadisler o kadar fazladır ki, hiçbir şekilde hepsinin doğru olması mümkün değildir! Örneğin: Buhari ve diğer sahih yazarları Aişe’nin şöyle dediğini rivayet ederler: Peygamber (s.a.a)’e ilk defa gelen vahiy sadık bir rüyaydı. Zira Peygamber (s.a.a)’in gördüğü her rüya tan ağarması gibi aydın ve doğruydu. Daha sonra başka bir köşeye meyil göstererek, Hıra mağarasında inzivaya çekilirdi. Hıra mağarasındayken vahiy meleği gelerek şöyle dedi: “Oku!” Peygamber: “Ben okuma bilmem!” Daha sonra beni kucaklayıp sıkarak bıraktıktan sonra tekrar şöyle dedi: “Oku!” Ben yine: “Okuma bilmem” dedim. Yine beni kucaklayıp sıktıktan sonra bırakarak şöyle dedi: “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin en büyük kerem sahibidir.”
Peygamber (s.a.a), Hıra’dan perişan bir halde döndü! Huveylid’in kızı olan zevcesi Hatice’nin yanına gelerek şöyle dedi: “Benim üzerimi ört! Üzerimi ört!”
Olayı Hatice’ye anlatarak şöyle buyurdu: “Başıma geleceklerden korkuyorum!”
Hatice: “Hayır, korkma! Sen yakınlarına iyilik yapıyorsun, herkese karşı güzel huylusun, zayıfları koruyorsun ve sabırlısın” dedi.
Aişe şöyle diyor: Hatice, Peygamber (s.a.a)’i, halasının oğlu Varaka b. Nevfel’in yanına götürdü. Varaka Hıristiyanlaşmıştı, İbrani dininin kitabını yazıyordu. Hatta İncil’den bir bölüm dahi yazmıştı. Varaka oldukça yaşlıydı ve ömrünün sonlarına doğru kör olmuştu. Varaka Hatice’ye şöyle dedi: “O, Musa’ya inen melektir. Keşke gençlik dönemimde olsaydım! Keşke O, kavmini putperestlikten dışarı çıkarırken ben de hayatta olsam...”[10]
YAZARIN Bİ’SET HADİSİ
HAKKINDAKİ UYARILARI
Gördüğünüz gibi açıkça şöyle diyor: (Allah’a sığınırım) Peygamber (s.a.a) bütün bu söylenenlerden, vahyin nazil olmasından ve meleğin görülmesinden sonra bile kendi nübüvvet ve peygamberliğinde şüphe ediyor! Kendisinde olan korku ve dehşetten dolayı, kendisini cesaretlendirmesi, ayaklarını sabit kılması, kalbini ıstıraptan kurtarması ve ileride neler yapacağı ve kavmini nasıl hidayet edeceğinden haber vermesi için onu, kör, cahil ve Hıristiyan olan halası oğlu Varaka’ya götürecek olan zevcesine muhtaç oluyor. Bunların hepsi imkânsızdır, Peygamber (s.a.a)’e nispet verilmesi kesinlikle yasaktır.
Biz vahiy meleğinin Peygamber (s.a.a)’i, kendisine gelmesi için iki defa kucaklayıp bıraktığını anlatan hadisi iyice inceledik. Ama bu işte Allah’a, meleklere ve Peygamber (s.a.a)’e layık bir sebep ve neden bulamadık. Özellikle de bunların hepsi Hatem’ul-Enbiya (s.a.a) için denilmektedir. Çünkü diğer peygamberlerin peygamberliklerinin ilk başında böyle sahneler nakledilmemiştir. Buna, Sahih-i Buhari’ye şerh yazanlardan bazıları da değinmişlerdir.[11]
Biz, bu hadiste, Peygamber (s.a.a)’le vahiy meleği arasındaki konuşma ve diyalogu iyice anlayarak, vahiy meleğinin O’na peygamber olduğunu anlatmada ve Peygamber (s.a.a)’in bunu anlamakta haddinden fazla zorlandığını gördük. Çünkü melek Ona: “Oku!” diyor. Ama O “Ben okuma bilmem!” diyor.
Melek, Peygamber (s.a.a)’den, O’na okuduğu şeyleri tekrar ederek okumasını istiyor, ama Peygamber (s.a.a), meleğin O’ndan yazılı bir şey okumasını istediğini zannederek okuma bilmem diyor. (Allah’a sığınırım) Sanki vahiy meleği Peygamber (s.a.a)’den görevlendirilmediği bir şeyi yapmasını istiyor! Bunların tümü Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a)’in yüce ve mukaddes makamının sınırları dışındadır.
Bu hadisin içeriğinin sapıklıkla dolu olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Peygamber (s.a.a)’in, meleğin ne demek olduğunu ve ne yapmak istediğini bilmemesi nasıl mümkün olabilir? Aynı zamanda vahiy meleği, Allah’ın görevlendirdiği şeyi yerine getirmekten nasıl aciz olabilir?
O halde hadis, metin ve senet açısından batıldır. Okuyucuların şunu bilmesi yeterlidir ki, bu hadis zincirleme senede sahip olmayıp birçok senetler nakledilmemiştir. Zira Aişe, dünyaya gelmeden önce meydana gelmiş bir olayı nakletmektedir. Çünkü Aişe bi’setten en az dört yıl sonra dünyaya gelmiştir. O, Peygamber (s.a.a)’e Hıra mağarasında vahiy gelirken neredeydi?
Eğer “Aişe’nin naklettiği hadisi, Peygamber (s.a.a)’in kendisine nispet vermesinin ne gibi bir sakıncası vardır? O, mutlaka bu hadisi vahyin başlangıcında hazır bulunan birisinden nakletmiştir” diye söylenirse, biz de cevaben şöyle deriz: Hiçbir sakıncası yoktur. Ama söz konusu hadis bu haliyle hüccet değildir. Aynı zamanda sahih olarak da nitelendirilemez. Ancak senetsiz bir hadis olduğu söylenebilir. Bu durum, Aişe’nin hadisi naklettiği şahısları söylemesi ve onların da adaleti bizim açımızdan sabit olması zamanına kadar aynı şekildedir. Zira Peygamber (s.a.a)’in zamanında münafıklar oldukça fazlalaşmıştı. Onların (Münafıkların) arasında Aişe’nin tanımadığı şahıslar da mevcuttu. Hatta Peygamber (s.a.a) bile bazılarını tanımıyordu: “Medine halkından bir takım münafıklar vardır ki sen, onları bilmezsin, biz biliriz onları.”[12]
Kur’ân-ı Kerim Peygamber (s.a.a)’in zamanında münafıkların pek fazla olduğunu söylemektedir. Bu konuda Ehl-i Sünnet de aynı görüşe sahiptir. Ama Ehl-i Sünnet şöyle diyor: Sahabenin hepsi Peygamber (s.a.a)’den sonra adil oldu. Peygamber (s.a.a)’in onların arasında olması, münafıklık yapmalarına sebep oluyordu. Ama Peygamber (s.a.a) melekut alemine göçüp vahiy kesilince, münafıklar da düzeldi?! İmanları kemale ulaştı! O halde onların tümü içlerinde istisna olmaksızın adil ve müçtehit oldular! Bu nedenle yaptıkları şeyler hakkında hiçbir soru sorulmamalıdır! Onların bu işi naslarla muhalif veya muhkem hükümlere aykırı olsa bile, hiçbir şekilde bir söz söylenmemelidir!! Aişe’nin bu hadisi onun diğer senetsiz hadislerinin temsilcisidir. Keşke Müslümanlar bunu anlasalardı!!!
(85)
AİŞE’NİN HZ. ALİ (A.S)’A
KARŞI AYAKLANMASI|
Aişe, Osman’a karşı olan onca muhalefetten ve halkı onu öldürmeye teşvik etmesinden, onun aleyhinde yaptığı konuşmalardan sonra, Osman’ın kanını bahane ederek imametliği hak olan Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’a karşı ayaklandı. Ümm’ül-Müminin Aişe, Hz. Ali (a.s) ve Osman’a davranış metoduyla birçok naslarla muhalefet etti. Hatta bu konuda diğer halifelerden daha fazla ileri gitmişti. Sadece bu örnek onu tanımaya yeterlidir.
Allah (c.c) Ahzab suresinde, Peygamber (s.a.a)’in zevcelerine verdiği emirde şöyle buyuruyor: “Evlerinizde oturun, eski cahiliyet adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin. Allah’a ve Resulüne itaat edin”[13]
Ama Ümm’ül-Müminin Aişe, Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’a biat edildikten ve büyüklerin bu konudaki icmasından sonra – ki Talha ve Zübeyr de herkesten önce biat etmişlerdi- hak halife olan İmam Ali (a.s)’a karşı ayaklandı.
Bu ayaklanma hareketine, Allah’ın içinde oturmasını emrettiği evinde başladı. Aişe ve yandaşları, develere bindikleri ve etraflarını üç bin aşağılık Arap’ın çevrelediği ve biatlerini bozan Talha ve Zübeyr’in de içlerinde bulunduğu bir toplulukla harekete geçerek ayaklanmayı başlattılar.
Aişe, ordusuyla beraber dere tepe demeden uzun bir yolu kat ederek Basra’ya geldi. Basra’da, İmam Ali (a.s) tarafından Osman b. Huneyf Ensari valilik yapmaktaydı. Aişe ve ordusu kanlı bir çatışmadan sonra Basra’ya girdi. Şehir Aişe’nin eline geçince, tüm sire ve tarih yazarlarının “Küçük Cemel Savaşı” adını verdikleri birçok facia yaşandı. Basra şehrinin Aişe ve ordusunun eline geçmesi hicretin 31. yılı Rabi’us- Sani ayının 25’de meydana geldi.
Onların Basra’ya girmesi, Hz. Ali’nin gelmesinden önceydi. Hz. Ali (a.s) oraya gelince Aişe ve yandaşları şehrin kapılarını kapatarak savunmaya geçtiler.
Hz. Ali (a.s), hiçbir askeri teşebbüste bulunmadan, onları barış ve sulha davet etti. Ama Aişe savaş konusunda ısrar ederek savaşı başlattı. Hz. Ali (a.s) da mecbur kalarak Allah’ın emrine itaat etti: “Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın.”[14]
Bu ayetin hükmüyle O Hazret de savaşa başladı. Bu savaşta Hz. Ali (a.s) galip geldi ve Aişe’nin ordusu bozguna uğradı. Mümin şahısların birçok zorluklara göğüs gerdiği bu savaşa daha sonraları “Büyük Cemel Savaşı” adı verildi.
Basra’nın, Aişe’nin yenilgiye uğramasından sonra tekrar Hz. Ali (a.s)’ın eline geçmesi, hicri 36 Cemadiyulahir’in 10. gününde gerçekleşti. İslam tarihinde bu iki vakıa, Sıffîn, Nehrevan, Bedir, Uhud vs. savaşlar gibi tevatür haddine ulaşmıştır.
36. yılın hadiselerini yazan tarihçilerin geneli Cemel Savaşını genişçe yazmış, teşrih etmişlerdir.[15] Mu’cem ve şerh-i hal kitapları yazanlar, Hz. Ali (a.s), Aişe ve Cemel komutanlarının hayatını yazanlar, Cemel Savaşına, bazen özet, bazen de geniş olarak değinmişlerdir.[16]
CEMEL SAVAŞI
İbn-i Ebi’l-Hadid’ten naklen sire ve tarih yazarları şöyle aktarmışlardır: Önceden de söylediğimiz gibi Aişe, Osman’a herkesten daha fazla düşmanlık güdüyordu. Hatta Peygamber (s.a.a)’in gömleğini çıkararak içeri giren herkese şöyle diyordu: “Peygamber (s.a.a)’in gömleği çürümeden, Osman O’nun sünnetini çürüttü...”[17]
Taberi[18] şöyle yazıyor: Aişe, Mekke’den dönüp yolda “Seref”e vardı. Abdullah b. Ümmü Kelam ile karşılaşınca: “Ne haberler var” diye sordu?
Abdullah: Osman’ı öldürdüler, sekiz gün halifesiz kaldılar, dedi.
Aişe: Daha sonra ne yaptılar?
Abdullah: Medineliler icma ederek işi ümmetin en faziletlisine (Ali b. Ebi Talib’e) verdiler.
Aişe: “Eğer böyleyse, keşke yeryüzü darmadağın olsaydı! Beni geri çevirin.”
Mekke’ye geri döndükten sonra şöyle diyordu: “Allah’a yemin olsun ki Osman mazlum olarak öldürüldü! Allah’a and olsun ki ben onun intikamını alacağım!”
İbn-i Ümmü Kelam şöyle dedi: Neden böyle yapıyorsun? Allah’a yemin olsun ki onu ilk olarak yoldan sapmış olarak tanıtan sensin. Sen “Na’sel'i öldürün, o kafir olmuştur” diyordun!
Aişe şöyle dedi: “Halk önce Osman’a tövbe ettirdi, daha sonra da öldürdü. Ben de, halk da, önceden onun hakkında bir şeyler söylüyorduk ama hak söz, son sözümdür!”
İbn-i Ümmü Kelam da şöyle dedi: “İşin başlangıcı sendendi, tahrik sendendi, rüzgar sendendi, yağmur sendendi, sen önderi öldürün diye emrettin. Bize; “O kafir olmuştur” dedin. Biz de onu öldürmekte sana tabi olduk. Onun katili de, ölüm emrini verendir! Şimdi de ne yeryüzü darmadağın olmuştur! Ne ay, ne de güneş tutulmuştur! Halk da her türlü kibir ve pisliği temizlemek için şimdi yüce bir şahsiyete biat etmiştir. O, savaş zamanında zırh giyinir, her şeye hazır olur. O halde halk nereden ve kim tarafından kandırılmıştır?!”
İbn-i Esir de bu olay ve şiiri nakletmiştir, ki oldukça meşhurdur. Taberi daha sonra şöyle diyor: Aişe Mekke’ye geri dönerek Mescid-i Haram’ın kapısında indi. Oradan Hacer’ul-Esved’e doğru gitti. Taraftarları da yanındaydı. Aişe orada şöyle dedi: “Ey insanlar! Osman mazlum olarak öldürüldü. Allah’a and olsun ki ben, onun kanının karşılığını isteyeceğim.”
Hz. Ali’den -Peygamber (s.a.a)’in değerli manevi kardeşinden- intikam almak için bu yolu kat ederek, fitne ve kargaşa meydana getirdi.
Halbuki Hz. Ali (a.s) ne Osman’ın katili idi, ne onu öldürmeleri için halkı tahrik ediyor, ne de onun öldürülmesine taraftar idi. Bu durumu İslam ümmetinden ve ecnebilerden insaf sahibi olan herkes bilmektedir.
İbn-i Esir’in el-Kamil c, 3 s, 102 kitabından ve diğerlerinden naklen Aişe’nin sözlerinden birisi (elbette örnek olması açısından naklediyoruz) şudur:
“Şehir halkının, Bedevilerin ve Medineli kölelerin meydana getirdiği kargaşa, bu adama hücum ederek onu mazlum olarak öldürmelerine sebep oldu. Yaptığı işleri, onu öldürmek için bahane yaptılar. Halbuki aynı işleri ondan öncekiler de yapmışlardı. Buna rağmen Osman tövbe ederek kendisini tertemiz kıldı. Azgın olarak ayaklanan asiler her türlü bahanenin ellerinden çıktığını görünce, hücum ederek onun kanını döktüler. Allah’a yemin olsun ki, Osman’ın bir tek parmağı, onun emsali olup yeryüzünde yaşayan tüm erkeklerden daha üstündür! Allah’a yemin olsun ki, onu öldürmeleri için edindikleri bahane günah idiyse, o bu günahtan, halis altın ve çirkef elbisenin temizlenmesi gibi tertemiz oldu.”
Osman’ın Mekke valisi Abdullah b. Amir-i Hazremi şöyle dedi: “Onun intikamını isteyen ilk şahıs benim.” Beni Ümeyye de ona tabi oldu. Bunların hepsi Osman’ın öldürülmesinden sonra Medine’den firar etmişlerdi.
ÜMMÜ SELEME’NİN AİŞE’NİN
FİTNESİ KARŞISINDAKİ TUTUMU
Tarih ve sire yazarları, örneğin İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle yazıyor. Aişe Osman’ın intikamını almak için Ümmü Seleme’yi de tahrik ederek kendi safına katmak üzere onun yanına gitti. Daha sonra ona şöyle dedi: “Ey İbn-i Ümeyye’nin kızı! Sen Peygamber (s.a.a)’in hicret eden ilk zevcesisin. Sen Ümm’ül-Mümininlerin en büyüğüsün. Peygamber (s.a.a) senin evinde bizim sıralarımızı belirlerdi. Cebrail de çoğunlukla senin evindeydi.”
Ümmü Seleme: “Ne söylemek istiyorsun?” dedi.
Aişe şöyle dedi: “Halk Osman’ı tövbe etmeye zorladı. Tövbe edince de oruçlu olduğu halde muhterem bir ayda onun kanını döktüler. Ben, onun intikamını almak için Talha ve Zübeyr ile beraber Basra’ya gitmek istiyorum. Sen de bizimle gel! Şayet Allah bizim elimizle bu işi yerine getirir!”
Ümmü Seleme şöyle dedi: “Sen daha dün halkı Osman’ın aleyhine kışkırtıyor, ona en kötü sözleri söylüyordun. Sen, ona “Na’sel” diye hitap ediyordun. Diğer taraftan sen, Hz. Ali’nin Peygamber (s.a.a)’in yanındaki makamını da biliyorsun. Onu hatırlatayım mı?”
Aişe: “Evet.” diye cevap verdi.
Ümmü Seleme şöyle dedi: “Hatırlıyor musun bir gün Hz. Ali, Peygamber (s.a.a)’in yanına geldi. Biz de onun çevresinde oturmuştuk. Peygamber (s.a.a) uzun bir müddet Ali ile gizlice fısıldaşarak konuştu. Sen Peygamber (s.a.a) ve Ali’ye itiraz etmek istedin de ben engel oldum. Ama sen, bana itina etmeyerek her ikisine itiraz ettin. Ama bir müddet sonra ağlayarak geri döndün. Ben sana: “Ne oldu?” diye sordum. Sen de: “Ben içeri girip ikisinin gizli bir şeyler konuştuğunu görünce Ali’ye şöyle dedim: “Ben dokuz günde sadece bir gün Peygamber (s.a.a) ile beraber oluyorum. Ebu Talib’in oğlu! Bugünü bana bırakmayacak mısın?” diye söylediğini anlattın. Kıpkırmızı kızarıp bir hayli sinirlenen Peygamber (s.a.a) sana şöyle buyurdu: “Geri dön! Allah’a yemin olsun ki, kim Ali’ye düşman olursa, imanını kaybetmiştir.” Sen de pişman ama sinirli bir şekilde geri döndün.”
Aişe: “Evet, hatırladım” dedi.
Ümmü Seleme şöyle dedi: Yine hatırlatayım mı? Sen ve ben Peygamber (s.a.a)’in yanındayken O bize şöyle buyurdu: “Sizden hanginiz, tüylü bir deveye binecek, “Hav’eb” köpekleri ona havlayacak da doğru yoldan sapmış olacak?!”
Biz dedik ki: “Biz böyle olmaktan Allah’a ve Resulüne sığınırız.” Peygamber (s.a.a) de elini senin sırtına vurarak: “Ey Hümeyra! Sakın sen olmayasın?!” diye buyurdu. Ben de seni bu hususta uyardım.”
Aişe: “Bunu da hatırladım” dedi.
Ümmü Seleme şöyle dedi: Şunu da hatırlatayım; bir gün sen ve ben bir yolculukta Peygamber (s.a.a) ile beraberdik. Ali de Peygamber (s.a.a)’in ayakkabısını tamir ile meşguldü. Bir ağacın altında oturmuş ayakkabıları yamıyordu. Baban (Ebu Bekir) ve Ömer çıkageldiler de, aralarında olan sözlerini konuşuncaya kadar biz perde arkasına geçtik. Onlar şöyle dediler: “Ya Resulellah! Kaç yıl daha aramızda kalacağını bilmiyoruz. Bize bir sığınak olması açısından sizden sonra halife ve temsilcinizin kim olduğunu buyursanız, ne kadar da iyi olur!.”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ama ben biliyorum. Eğer, O’nun kim olduğunu söylersem, Beni İsrail’in, Harun’un etrafından dağıldığı gibi sizler de dağılırsınız!”
Onlar da susarak hiçbir şey söylemeden dışarı çıktılar. Onlar gidince biz Peygamberin yanına gittik. Sen bize oranla Peygamber (s.a.a)’e karşı daha cesaretliydin. Bu nedenle şöyle dedin: “Ya Resulellah! Onlar için kimi emir ve halife yapacaksın?”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ayakkabılarımı tamirle meşgul olanı.” Biz de dışarı çıktık ve Ali’nin bu işi yaptığını gördük. Sen: “Ya Resulellah! Biz Ali’den başkasını görmedik” dedin. Peygamber (s.a.a) de: “Evet, O’dur” diye buyurdu.
Aişe: “Evet, bunu da hatırladım” dedi.
Ümmü Seleme dedi: “Ey Aişe! Öyleyse bu olaylardan sonra sen ne kıyamı yapacaksın?”
Aişe: “Halkın ararsını düzeltmek için kıyam yapacağım” dedi.
İbn-i Kuteybe’nin “Garaib’ul-Hadis” kitabından naklen: Bu maceradan sonra Ümm’ül-Müminin Ümmü Seleme çok sert bir şekilde Aişe’yi Emir’ul-Müminin Ali’ye karşı ayaklanmaktan sakındırdı. Ümmü Seleme şöyle dedi:
“Eğer, İslam’ın sütunu eğilmişse, kadınlar vesilesi ile düzeltilemez. Eğer kırılmışsa kadınlar vasıtası ile tamir edilemez. Kadının yapacağı en iyi iş hicabına dikkat edip namusunu korumasıdır. Eğer Peygamber (s.a.a), seni bu çöllerin birisinde bir deveye binmiş, oraya buraya gittiğini görürse ne cevap vereceksin?...”[19]
Bu sırada Ümmü Seleme Mekke’den İmam Ali (a.s)’a şöyle bir mektup yazdı: “Talha, Zübeyr, Aişe, Abdullah b. Amir, yoldan çıkmış yandaşlarıyla ayaklanmak istiyorlar. Onlar Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğünü iddia ediyorlar. Allah’a yemin olsun ki Allah bana, evde oturmamı emretmemiş olsaydı ve senin de razı olacağını bilseydim, onlara karşı kıyam etmekten çekinmezdim. Bunun yerine benim yerimi alması için nerede olursan ol, senin yanında olmak üzere oğlumu (Ömer b. Ebu Seleme) gönderiyorum. Ya Emirel-Müminin! Onun hakkında iyilik yap.”
Dostları ilə paylaş: |