Nebe' SÛresi



Yüklə 0,58 Mb.
səhifə6/8
tarix04.01.2019
ölçüsü0,58 Mb.
#90346
1   2   3   4   5   6   7   8

Kendisiyle yemin edilenin haline itibar ettiğimiz takdirde şöyleki, halinin şafakla değişmesi veya güneş ışığının sonu, sonra gece ve karanlığıyla topladığı ve örttüğü, sonra ay hilal olmaya başlıyor ta ki ışığı kapsadığı zaman. Zamanın hareketinin değişmesinden insanın halinin değişmesine intikal oldu. dünyada buna kadir olan elbette ahirette de bunu yapmaya kadir olur.

Yüce Allah’ın sözü: «Ancak iman edip iyi ameller işleyenler başkadır. Onlara tükenmez bir ecir var.»1

Dendi: “men” parça ve eksik manasındadır. Ondan türden şair’in sözü:

Ma’fer’in latif bir buzağı’sı vardı. Yiyeceğini parçalayan vahşi kurt etlerini parçalayıp saçmış

fiiirde geçen kahd: küçük baş hayvanlardan kulakları küçük bir camız cinsi. Yine şiirde geçen El-kevasib: vahşiler manasındadır. Yanı yiyeceklerini parçalamayan kurtlar veya yırtıcı hayvanlar (arslan).

Kurtubi dedi: “menentu” ipi kestim, onu parçaladığımdan

Nafi’ b. Ezrek, İbn-i Abbas’tan ayette geçen “men”den ne olduğunu sordu. Kesintisiz (kopuksuz)dedi. Araplar bunu biliyor mu? Diye sordu: evet, dedi. fiükreden kardeş ona tarif etti. fiöyle diyerek:

Hayvanın ayaklarını atışında ayaklarının arkalarında toz duman görürsün. Sanki o toz zerresidir.

Mebred: “menin” tozdur dedi. Çünkü toz, hayvannın arkasında devam ediyor.

Dendi: “gayr-ı memnun”: yani onlara o nimeti kesmeksizin. Nimetinin onlara tamamlan-ması için. İbn-i Cerir dedi: “gayr-ı memnun”: yanı hesapsız ve eksiksiz. Onu İbn-i Abbas ve Mücahit’ten zikretti.

İbn-i Kesir dedi: kesintisiz. Yüce Allah’ın sözü gibi: «Bu (nimetler) bitmez tükenmez.»2 ve “onlara o nimeti kesmeksizin” sözünü söyleyen cevap verdi (sözünü redetti.). çünkü Allah Teala kullarını minnet ederse onlar ancak Allah’ın lütfüyle ve onlara ihsanıyla cennete girerler. Bitti.

İbn-i Cerir’in sözüne “yanı hesapsız ve eksiksiz” şahitlik eden gelen ayetin umumudur: «Allah dilediğine sayısız rızık verir.»3 ve Yüce Allah’ın gelen ayetinin hususu şahitlik editor: «Kim kadın veya erkek, mü’min olarak faydalı bir iş yaparsa işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecek.»4

Ve Yüce Allah’ın sözü: «Bunlar Rabbinin yeterli bir bağışı, mükâfatıdır.»5 O yeterli manasındadır. Sözünden: yeter bana. Bana kifayet eder manasında.

Ortaya çıkan Allah Teala en iyisini bilir, her iki mana da istenilen mana olup engel yoktur. İbn-i Kesir’in söylediği söz, diğerinin sözüne ters düşmüyor. Çünkü başa kakma (minnet) içinde eksiklik ve eziyet bulunduğundan dolayıyasaklanmıştır. Yüce Allah’ın sözünde olduğu gibi: «Arkadan başa kakmayan, fakirlerin gölünü kırmayan kimseler var ya.»1 Allah Tealadan kuluna minnete gelince: O kula ikram ve kendisine yaklaştırmanın aynisidir. Gerçek ilim Allah katındadır.

BURUC SÛRESİ


(129-151)
Rahman Ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla.
Yüce Allah’ın sözü: «Burçlar sahibi gökyüzüne»2

Buruc: “Burc’unun çoğuludur. Buradaki kastedelen manasında ihtilaf oldu. Ondan kastedilen ayın menzilleri mi yoksa yıldızları mı veya üzerinde bekçilerin bulunduğu gökte saraylar mıdır?

fieyhın, (Allah'ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun.) bu konuyla ilgili açıklaması Hicir süresinin gelen ayeti kerimelerinin tefsiri esnasında geçti. «Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yaratık.»3 Ve Furkan süresinin gelen ayeti esnasında Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu ay barındıran Allah, yüceler yücesidir.»4

Ve bu maddenin aslı görünen şeydendir (açığa vurmaktan gelir.) dendi. Bu anlamda kullanılan kadının açılıp saçılması olmuştur. Gökteki burçlardan kastedilen mananın ve zikredilen ayın menzillerinin sayısı açıklaması takip etti.

Sürelerin bazılarının bazılarıyla ilişkisi bulunması sebebiyle, bazı tefsirciler şöyle dediler. Birinci sürede iki fırkanın akibetleri ve defterlerin durulmesı zikredildiğinden. Burada ise, Uhdud kıssasında geçen kafirlerin müminlere yaptıkları şiddetli işlerden birisi zikredilmiştir.

Görünen şey ise bundan daha kuvvetlidir. O da (Allah’u Teala en iyisini bilir.) geçmişte zikredilen göğün yarılması, yıldızları dökülmesi, göğün açılması ve Rabbini dinleyip O’na boyun eğmesidir. Burada göğün en ince noktasının beyanı geldi. Sağlam burçlarıyla veya büyük kuleleri ile o gök büyük bir binadır. Bu ihtişamıyla rabbinin emrini dinliyor, ona itaat ediyor. O günün korkusunda açılıyor ve yaırlıyor. Sen ey insan burada Allah’tan korkmada ve ona ittaatte saydığımız o büyük varlıklardan daha önceliklisin. Allah’u Teala en iyisini bilir.


Yüce Allah’ın sözü: «Vaad olunan o güne,»5
Tefsircilerin icmasıyla ayette geçen o günden kasıt kıyamet günüdür. Dünyada o günle vadolunuyorlardı. O her iki fırkanın onunla vadolunduğu gündü. Allah’u Tealanın müminlerin hakkında söylediği gibi: « En büyük dehşet dahi onları tasalanıdrmaz. Melekler kendilerini şöyle karşılar: İşte bu size vâdedilmiş olan (mutlu) gününüzdür.»6 Ve kafirler hakkında olan ayet-i kerime: «Ama sen onları (şimdilik) bırak da, tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya dek dalsınlar, oynaya dursunlar.»7 Yeniden diriliş esnasında «“Eyvah, başımıza gelenler! Uyuduğumuz yerden bizi kim uyanıdrdı? İşte Allah’ın vaad ettiği bu imiş?…O peygamberler doğru şöylemiş’’…derler.»1 sözünü söyledikleri zaman bunu itiraf edecekler.

Vaad edilen o gün, kıyamet günüdür. Vaad edilen şey de her iki fırkanın amellerine karşılık verilecek cezadır.


Ve yüce Allah’ın sözü: «fiahitlik edene ve edilene and olsun ki,»2
fiahitlik edenin kim olduğu ve şahitlik edilenin ne olduğu burada açıklanmamıştır. Kur’anı Kerim’de şahid “hazır olma” manasında zikredilmiştir. Ve Yüce Allah’ın sözünde geldiği gibi: «Öyleyse sizden ramazan ayını idrak edenler ondan oruç tutsun. »3 Ve başka bir sözünde «O görüleni de görülmeyeni de bilir.»4

“Meşhud” kelimesi meful isimle gelen “hazır bulunma” manasında zikredilmiştir. Ayette geldiği gibi: «O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün (bütün mahlukatın) hazır bulunduğu bir gündür.»5

“fiahid” ve “meşhud” muşahededen ibaret olmaktadır. fiahid şehadetten zikredildi. “Meşhud” ise görülen, üzerinde şahid olunan manasında zikredilmiştir. Yüce Allah’ın sözünde olduğu gibi: «Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!»6

Birinci şahit: Yani içinde gönderildiği ümmete şahit. İkinci şahit: Kendi ümetleri içindeki resullere şahid olma.

Burada tefsircilerin görüşlerindeki farklılık yaklaşık olarak 20 görüşe varıyor.

İbni Cerir’deki: özetlediği: fiahit: Cuma günüdür. Meşhud: Arafat günü veya kurban bayramı günüdür, dedi. Görüşünü Hz. Ali ve Ebu Hureyre’ye nisbet etti, (dayandırdı). fiahit Muhammed (S.A.V) dır, şahit olunan ise kıyamet günüdür. Bu görüşte İbn-i Abbas ve Ali oğlu Hasan’a nisbet edildi.

fiahid insandır, meşhud (şahid olunan ise) kıyamet günüdür denmiş. Bu görüş te Mücahit ve İkrime’ye nisbet edildi.

fiahit Allah’tır, meşhut (şahid olunan ise) kıyamet günüdür denilen görüş ise İbn-i Abbas’a nisbet edildi.

Sonra dedi: Buna göre isabetli olan görüş muşahid (şahid olunan) olarak beyan ettikleri hepsinin uygun olmasıdır. Ona meşhud deniliyor. Hazır olma veya bulunma manalarına geldiğinde ayırım açıklama yapılmadı. Onu Kurtubi ve İbn-I Kesir misallenirdi.

Ebu Hayyan geçirdiğimiz görüşleri geniş olarak ele alınıyor ve diyor: Hazır olma manasında olursa şahid insandır ve meşhud kıyamet günüdür. Vaad edilen gün zikredildiğinde, bu günde müşahade edilecek, her şeyin ve müşahade edenin de zikredilmesi uygun olur. Yirmiye yakın görüş zikretti.

Ve dedi: Bu görüşlerin hepsi kendisini savunan sahipleri var. Görünen odur ki, (Allah’u Teala en iyisini bilir): O şahit olma babındandır. Çünkü vaadedilen gün zikredildi. Ve hazır bulunan bir günden kifayettir. Bilakis o gün kendisinde şahit edecek kişiye muhtaçtır. Onun şehadeti orada sunulacak şeye yapılacaktır. Delilin halk üzerinde getirilmesi için yoksa hakkın isbatı için değil.

Kur’an-ı Kerim’de bu güne dair arz ve hesaba münasib olan çeşitli şahidler geldi.

Bunun özeti o şehadet bazen özel olur, bazen genel olur ve bazen de genelden daha genel olur. Özel olan şahitlikten, organların insanın aleyhinde şahitlik etmesidir o da Yüce Allah’ın sözünde geldiği gibidir: «Nihayet oraya ulaştıklarında kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları işleri söyleyip kendi alehlerine şahirlik ederler.»1 Ve diğer bir ayet: «Bugün muhur vuracağız ağızlarına, elleri Bize söyler, ayakları şahitlik eder, kendi yaptıklarına.»2 Bu şahitlik, fiili ve kavli şahitlik olup hal şahitliği değildir. Allah Teala’nın gelen emri onlardan haber verdiği gibi: «Derilerine: “Niçin alehimize şahitlik ettiniz?” derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu. İlk dafa sizi o yaratmıştır. Yine ona döndürülüyorsunuz, derler.»3 Allah bu iddalarını şu sözüyle reddetti: «İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu kötü zandır ki sizi mahfetti de o yüzden husrana uğrayanlardan oldunuz.»4

fieyhin, azaların şehadetiyle alakalı açıklamaları yasin ve nisa sürelerinin gelen ayetin tefsiri esnasında geçti: «Allah’tan hiç bir haberi gizleyemezler.»5 ve meleklerin şahitliği onlar gelen ayette olduğu gibi korumadırlar: «Yanındaki arkadaşı “işte! Der, onun defteri! Her ne yapmışsa burada yazılı!”»6 ve diğer ayet: «O gün her kes beraberinde bir muhafız, bir de şahit olarak Yüce Divana gelir.»7 Sonra Resulullahın şahitliği. Her resul kendi ümmeti üzerinde şahittir. Allah’ın Hz. İsa’dan (Allah’ın selat ve selamı ona ve bizim nebimizine olsun) gelen sözde olduğu gibi: «İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcu idim.»8 Bu şahitlik hayatta oluyorsa da, edası kıyamet günü olacaktır.

Ve Allah’ın ümmetlerin geneliyle alakalı sözü: «O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz.»9

Ve şehadet şekillerinden: Resulullah (s.a.v.)‘in diğer bütün resullere şehadeti. (gelen ayette olduğu gibi): «Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak?»10

fiehadetlerden: Bu ümmetin diğer ümmetlere şehadeti. Ayet-i Kerimede olduğu gibi: «İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, (Resülün de size şahit olması) için sizi mütedil bir ümmet kıldıl.»11

Ve yine şehadet şekillerinden resulullah (s.a.v.)‘in bu ümmete olan şahitliği, gelen ayette olduğu gibi: «Resül de sizin üzerinizde şahit olur.»12

Yine bu şehadet şekillerinden Allah’u Teala’nın hepsine şahit olmasıdır.

Vaad edilen günün zikrine ve bu günde amellere göre yapılacak ceza hesap ve yarattıkların göreceği şeylere uygun düşen budur. Aynı ayetin siyakında gelecektir. Allah’ın sözü: «Allah her şeye şahittir.»13 O, gördüğün gibi tek bir şahitle sınırlandırılmamıştır. Aynı şekilde birbirlerine çakışma halinde de değiller.(birbirlerine ters düşmemektedirler.)

fiahitlerin farklılıkları ve çokluğu: şahitlik ettikleri şeye görüdir. Bu sayı fertten ümmete, ondan da resule ve diğer şeyleredir. Hepsi aynı manada olup fiili olarak vakidir.

Başka sözler de zikredildi fakat kıyamet gününe has has olmuyorlar.

O şahitlikten: fiahit Allah’tır melekler ve ilim sahipleridir. Kendisine şahitlik edilen de Allah Teala’nın birliğidir.(vahdaniyetidir.)

O şahitlik çeşidinden: fiahit olan mahlukat, şahitliği yapılan ise Allah Teala’nın kudretidir. fiehadet, alamet manasında oluyor.

Tefsircilerin çoğu bunda (Bu konuda) görüş getirdiler. Fahrı Razi bunların hepsini delilleriyle arzetti. Ancak sünnetten zikrettiğimizi arzetmedi.

Sünnette, bu zikrettiklerimizin dışında başka şahitlikler ortaya çıkıyor.

Bundan müezine yapılan şahitlik: “Onun sesini ağaç taş- çamur duymasın da kıyamet gününde kendisine şahitlik etmesin.”

Bu bölümden yerin insana şahitlik etmesi ki Allah’ın gelen ayeti ona işaret etmektedir. «İşte o gün (yer) bütün haberlerini anlatır.»1

Yine bu manada infak ettiği malın sahibine şehadeti.

Yine o sahadan: Oruç’un, Kur’an-ın sahibine olan şahitliği ve şefaati ve bunlara benzer Allah’u Teala en iyisini bilir.

UYARI

Bu arzedilende, tam bir adalet ve hükme taaluk eden bir haber verme vardır. O tam adalet ve hüküm sahibi izzet sahibi Allah Subhanehu ve Teala ise, O her şeye şahittir. Ve her şeyi bilendir. Hafaza melekleri kulların amellerini yazıyorlar. Bununla beraber mahlukat arasında onlaradan öğrendiğiyle hükmetmiyor, meleklerin onlardan yazdıklarıyla da yetinmiyor. Organları onlara şahitlik eder, Resuller kendi ümmetleri üzerinde şahitlik ederler, Resulullah (s.a.v.) diğer resullerin üzerinde şahitlik eder. Yani resuller ümmetlerine Allah’ın kendilerine risaletini tebliğ ediyorlar. Hakimin, kendi ilmiyle hükmemesi bu bağlamda daha öncelliklidir.



Resulullah (s.a.v.)’den bize rivayet edilen sözünde şöyle buyurmuştur: “Siz davanızın halli için bana geliyorsunuz. Ben de sizin gibi beşerim. (insanım) İşittiğim şekilde size hükmedebilirim. Kimin lehine, kardeşinin hakkından bir şey hükmetmişsem. (bilsinki) onun için cehennemden bir parça ateş kesmiş olurum.” (Hadis) Yani kendisine vahyin inmesi mümkündür. Özellikle bu konunun aynısınde. Miras konusunda söylediler ve belirtileri kaybolup aralarında delil yok. Fakat şayet Resulullah (s.a.v.)’e bu konuda vahiy indiyse, ondan sonra gelenlere hükümde nasıl olmalı?

Bu nedenle Resulullah (S.A.V) şöyle buyurdu. “İddia sahibine beyyine gerekmektedir. İddiayı inkar edene de yemin gerekmektedir.”

Bilindiği üzere “beyyine” beyan fiilinden “fei’le” kalıbından gelmiştir. Bu da hakkı ortaya çıkarmak içn şahide ve şahide delalet eden belirtiler şamil gelmektedir. Yusuf (a.s.)’ın kısasında olduğu gibi. Kardeşleriyle ve azizin hanımıyla olan olaylardaki şartlar gibi.

Yüce Allah’ın sözü: «Kahroldu o hendeğin sahibleri, o çıralı ateşin.»2


Ebu hayyan yeminin cevabı gelen ayeti kerimededir dedi: «Burçlar sahibi semaya.» Mahzuftur dendi. Onları gönderende ve benerinedır dendi. Ve “Kutile” dir dendi. Bizim terih ettiğimiz de budur. Zikredilmiştir dendi. “İnanan erkek ve kadınlara işkence yapıp” ayetinde ve benzeridir dendi. “Kutile=kahroldu” dedir dendi. Bizim tercih ettiğimiz görüş te budur. Lam hafzedilmiştir yani “Lekutile”dir. Lam’ın hafzı, gelen ayette de olduğu gibi güzel oldu: «Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına yemin olsun.»3 Sonra şöyle buyurur: «Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş.»4 Yani muhakkak kurtuldu. Cevap bunu yapanların üzerinde Allah’ın lanetine delil oluyor. Müslümanlara eiyet vermek süretiyle dinlerinden ayrılmalarını zorluyan Kureyş kafirlerine de uyarıdır.

“Kutile” cevap olunca haber cümlesi olur. fiayet cevap başkası ise bu durumda “Kutile” inşai cümle olur. Bu da onlara bedduadır.

Ve “Kutile” şeddeyleyerek okundu. Hasan ve İbni Mukkasan bu şekilde okudu. Cumhur ise şeddesiz okudu.

“Uhdud”: Hadd’ın çoğuludur. O da yerde olan uzun yarıktır. Ve cenabı Hakkın«O çıralı ateşin» sözü. “Vekud” damme ve fethe ile ile okundu. Fetha ile okunuş sehur ve vudu (abdest) gibidir. Fetha ile kendisiyle ateş tutuşturulan, buz, kendisiyle abdest alınan su ve seherde yenilen yemek gibi. Masdar ve fiil dammesi ile okundu. Damme ile “vekud” kendisiyle ateş tutşturulan manasındadır.

Kamusun sahibi “o çıralı ateşin” “ Uhdud”a bedel olduğunu zikretti.

Manasında bir çok görüş olduğu söylendi. Hatta Ebu Hayyan bunları nakletmekten tembellik ettim dedi.

Fahrı Razi bunlardan 3 tanesini nakletti.
İbni Kesirin yanında meşhur olan, Ahmet b. Hambel ve İmam-ı Müslimin naklettikler hadiste Resülüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuş: “sizden öncekiler arasında bir kral vardı .Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca krala: “Ben artık yaşlandım. Bana bir oğlan çocuğu gönder ve sihir yapmayı öğreteyim!” dedi. Kral da öğretmesi için ona bir oğlan gönderdi.

Oğlanın geçtiği yolda bir rahip yaşıtordu. (Bir gün giderken) rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti. Artık sihirbaza gittikçe, rahibe uğruyor, yanında (bir müddet ) oturup onu dinliyordu .

(Bir gün) delikanlıyı sihirbaz, yanına gelince dövdü . Oğlan da durumu rahibe şikayet etti . Rahip ona: “Eğer sihirbazdan (dövecek diye ) korkarsan: “Ailem beni oyaladı!” de; ailenden korkacak olursan, “Beni sihirbaz oyaladı”de!” diye tenbihte bulundu. O bu halde (devam eder ) iken, insanlara mani olmuş bulunan büyük bir canavara rastladı. (Kendi kendine): “Bugün bileceğim; sihirbaz mı efdal, rahip mi efdal!” diye mırıldandı bir taş aldıve: “Allahım! Eğer rahibin işi ,sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı öldür ve insanlar geçsinler!” deyip, taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler. Delikanlı rahibe gelip durumu anlattı. Rahip ona :

“Evet! Bugün sen benden efdalsin ((üstünsün) Görüyorum ki, yüce bir mertebedesin. Sen imtihan geçireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden haber verme!” dedi. Oğlan anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan da kurtarırdı. Onu kralın gözleri kör olan arkadaşı işitti. Birçok hediyeler alarak yanına geldi ve: “Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindit ” dedi. O da: “Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah’tır. Eğer Allah’a iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!” dedi. Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi .

Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral: “Gözünü sana kim iade etti?” diye sordu.“Rabbim!” dedi .Kral: “Senin benden başka rabbin mi var ?” dedi .Adam:

“Benim de senin de rabbimiz Allah’tır!” cevabını verdi. Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. O kadar ki, (gözünü tedavi eden ve Allah’a iman etmesini sağlayan ) oğlanın yerini de gösterdi . Oğlan da oraya getirildi. Kral ona: “Ey oğul! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!” dedi .Oğlan :

“Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah’tır!” dedi. Kral onu da tevkif ettirip işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da rahibin yerini haber verdi . Bunun üzerine rahip getirildi. Ona :

“Dininden dön!” denildi. O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasını konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü. Sonra oğlan getirildi. Ona da :

“Dininden dön!” denildi. O da imtina etti. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti.

“Onu falan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman (tekrar dininden dönmesini taleb edin); dönerse ne ala, aksi takdirde dağdan aşağı atın!” dedi. Gittiler onu dağa çıkardılar. Oğlan: “Allahım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana kifayet et!” dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve hepsi de düştüler. Oğlan yürüyerek kralın yanına geldi. Kral: “Arkadaşlarım ne oldu?” dedi. “Allah, onlara karşı bana kifayet etti.” Kral onu adamlarından bazılarına teslim etti ve :

“Bunu bir gemiye götürün. Denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne ala, değilse onu denize atın!” dedi. Söylendiği şekilde adamları onu götürdü . Oğlan orada:

“Allahım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana kifayet et!” diye dua etti. Derhal gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi. Kral: “Arkadaşlarıma ne oldu?” diye sordu. oğlan: “Allah onlara karşı bana kifayet etti” dedi. Sonra krala:

“Benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!!” dedi. Kral: “O nedir?” diye sordu. Oğlan: “İnsanları geniş bir düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın. Sonra oku, yayın ortasına yerleştirir ve: “Oğlanın Rabbinin adıyla” dersin. Sonra oku bana atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!” dedi. Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte topladı. Oğlanı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayını ortasına yerleştirdi. sonra:

“Oğlanın Rabbinin adıyla!” dedi ve oku fırlattı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah’ın rahmetine kavuşup öldü. Halk :

“Oğlanın Rabbine iman ettik!” dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra krala gelindi ve:

“Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi . Halk oğlanın Rabbine iman etti!” denildi. Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı. Kral:

“Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!” diye emir verdi. Yahut hükümdara “Sen at!” diye emir verildi. İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi . Kadın oraya düşmekten çekinmişti, çocuğu: “Anneciğim sabret. Zira sen hak üzeresin!” Dedi.” fiöyle dendi: O defnedildi ve Ömer b. Hatab zamanında bulundu. Ve eli şakakında idi. Eli yukarı kaldırıldığında yarasında kan akmaya başladı. Eli serbest bırakıldığından yarasını üzerine geri dönuyordu.

Bu kıssayı verdik. Bu kısa bu manada gelen ve ibret alınacak en iyi misaldir. Bazı hükümlerinden istifade edilmesi mümkündür. fiöyleki, İbn-i Kesir bunu İmam Ahmet b. Hambel ve Müslim’e dayandırdı. Yani senedinin sıhhatılı oluşu açısında. Senedi Resulullah (s.a.v)’den marfu olarak rivayet edilmiştir. Çıkaracağımız bu hükümler geldiği gibidir:

Birncisi: Sihir öğrenmekle olur. Babil’deki iki meleğin kıssasında geldiği gibi. Harut ve Marut insanlara sihir öğretiyorlar.

İkincisi: Hayır ve şerin bir arada olması imkanı: Kişi şerin durumunu bilmiyorsa. Çocuk rahiple birlikte imanlıdır aynı zamanda sihirbazdan da sihiri öğreniyor.

Üçüncüsü: Hakkı açıklamada ve hak üzerine sebat etmede hayıra davet edenin elinde olağan üstü olayların meydana gelmesi. Gencin dediği gibi: Bu gün rahibin mi yoksa sihirbazın mı işi Allah’a daha sevimlidir? Bu gün göreceğim öğreneceğim.

Dördüncüsü: Genç kalbi şunu söylerken: “Allah’ın! Eğer rahibin içi sana daha sevimliyse” kalbı rahibin işine daha meyilliydi. Rahibin içinden sordu sihirbazın işinden sormadı?

Beşincisi: Alimin kendisinden daha faziletli olanın faziletini itiraf etmesi. Rahibin gence itirafı gibi.

Altıncısı: Allah’a davet edenlerin denenmesi ve buna sabretmenin vacip olması, insanların derecelerinin bundan farklı olması.

Yedincisi: Bütün fiilleri Allah’a dayandırması şifa veren Allah’tır.

Sekizincisi: Allah’a davet edenin ameline ve hidayetine karşılık ücreti reddetmesi: «De ki: “Ben buna (peygamberlik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum.”»1

Dokuzuncusu: Tevessül konusunda asıl rüknün beyan edilmesi. O da temel itibarıyla Allah’a iman esası üzerinde olup sonra Allah’u Tealaya dua etmek ve talebini ondan istemektir.

Onuncusu: Müştik Melik’in gafleti ve kalbinin şirkin karanlığıyla kapalıoluşu. fiöyleki arkadaşına bir şey yapmadığı halde içinde arkadaşına şifa verenin kendisi olduğunu zannetti. Nasıl oluyor da bir şey yapmadığı halde bilmiyor?

Onbirincisi: Anlatmaktan ve ikna etmekten aciz kalındığı anda, cehalet ve zorbacı üslübüyle davranmaya çalışma.

Onikincisi: İnasnın neşrinde yumaşıklık olmaksızın sertlik ve şiddetin son noktası.

Onüçüncüsü: Sabrın ve dinde dönmemenin son noktası. Bunun gibi ilk ümetlerde de oldu. Bu ümmetin üzerindeki Allah’ın faziletinin beyanı. Kendisine akidesine muhalif olan sözü, kalbi imanla doluyken telefuz etmesindeki cevaz.

Fahr-ı Raziden şu sözü geldi: Mezkur ayet, öldürülme tehdidiyle küfre zorlanan kişinin yapması gereken en uygun iş korkutulduğu şeye karşı sabretmektır. Küfür kelimesinin izharı bunda bir ruhsat gibidir ve dedi: Hasan rivayet etti. Müseyleme Resulullah (s.a.v)’ın arkadaşlarından iki adam yakaladı. Birine benim Allah’ın resulu olduğuma şehadet eder misin? dedi. O zat, “evet” dedi. Bunun üzerine Müseylime onu bıraktı. Diğerine de aynı soruyu sordu, o ise, “hayır” aksine sen yalancısın dedi. Ve Müseyleme onu öldürdü. Nebi (s.a.v) şöyle buyurdu: “Bırakılan ruhsat yolunu tercih etti. Ona beis yoktur. Öldürülen ise fazileti tuttu “İşte ona mübarek olsun.”

fieyh (Allah'ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun.) Bu konunun açıklanmasını yapmıştı.

Ondördüncüsü: Gencin davetine icabet ve Allah’ın mümin kullarına yardımı. Allah’ım onları dilediğinle verimli kıl.

Onbeşincisi: Davanın neşri yolunda, nefsini feda etme, şöyleki genç melik’e, gencin sabit kaldığı ve insanları Allah’a iman etmeye ikna ettiği yol gösterdi. fiayet buna ulaşmak kendi hayatına mal olsa bile.

Onaltıncısı: Allah’ın veli kullarına ikramın neticesinde gencin cisminin Hz. Ömer’in zamanına kadar sağlam kalması.


Yüklə 0,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin