fiair şöyle dedi:
Gafilin kalbini kaç günah pas kapladı Ve kalbını pas kaplayan günahtan tevbe etti ve geçti
Ebu Hayyan şöyle dedi: Asıl olan Reyn’dır o da üstün gelmedir (galip gelmedir.). şöyle denir: fiarap, kendisini içene galip geldi ve şiddetlendi.
Sonra onu görünce şarap ona galip oldu Ve onu yoklukla görmüyor.
Bu ayetteki kıraatların (okuyuş şekillerinin) açıklaması:
Ebu Hayyan: “bel rana”, Lam’ın Ra’ya idğam edilmesi ile ve Hafs’ın bel üzerinde hafifçe ve basit bir duruşla durmasıyla lam belli olsun şeklinde okundu, ded.
Ebu Cafer b. Bazş: İcma ettiler. Yanı kurra (kıraat sahipleri). Lam’ın ra da idğamına kurra icma etti. (Kıraat alimleri “bel rana” daki lamın ra harfinde eritilmesi hususunda fikir birliği yaptılar.) Ancak Hafs’ın üzerinde süküt ettiği “bel” hariç. Sonra “rana” diyor.
Bu, onun zikrettiğidir. İcmadan zikrettiği gibi.
Levami’ kitabında bütün yollarıyla söyleyenlerden var. “Lam’ın” “Ra” ile birlikte izharı. Cenab-ı Hakkın gelen sözü gibi: «Bilakis Allah onu (İsa’yı) kendi nezdine kaldırmıştır.»1 «Bilakis Rabbiniz (yerin ve göğün Rabbıdır.).»2 (İki ayette de “be” harfının hemen akabinde “ra” harfı gelmektedir.)
İbn-i Attiye’nin kitabında: Nafi’ şöyle okudu: Bel rane yi idğamsız okudu.
Yine ayni kitapta ve yine aynı şekilde Nafi’ okudu: İdğam ve imale3 ile okudu
Sibeveyh, idğamın da beyanın da güzel olduğunu söylüyor.
Zamahşeri, Lam’ın ra’ya idğamıyla okundu diyor. İzhar ve idğamla en iyidir. Elif imale3 yapıldı ve fağm4 edildi.
Manasına gelince fieyhin, (Allah'ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun.) bunun manasıyla ilgili yeterli açıklaması Kehf Sûresinde gelen ayetin tefsiri esnasında geçti: «Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyecekler.»5
Ve Yüce Allah’ın sözü: «Onun sonu misktir. İşte ona imrensin artik imrenenler.»6
Kendisinde imrenme yarışına deyebilecek şeye yönlendirmedir. O bir şeye rağbet etme manasındadır.
Ebu Hayyan şöyle dedi: Bir şeye imrenmek ona rağbet etmektir. İmerenilecek en imren-dirici bir şeyle ona imrendi. Onunla ona cimrilik edildiğinde ve onun olmasını sevmadiğinden.
Bana görünen: (Allah en doğrusunu bilir.) Bu güzel (imrendirici) bir şeyin talep edilmesinde ve çoğalmasını istemesinden kaynaklanmaktadır. Ona koşan herkes onu kendisi için caiz görüyor.
Bu ayet-ı kerimede sürenin başına dikkatı çekmek vardır. O insanlar mal toplamak için tatfife (eksik ölçüp tartıyorlar.) çalışıyorlar. Kıyamet gününde onların vay hallerine.
Kıyamet gününde iyiler nimet içinde iseler, bu da onların içecekleridir. İşte imrenme makamı budur. Sevgiden dolayı tartıda, olçüde veya herhangi bir tarada eksiltmekte değildir.
Yüce Allah’ın sözü: «Doğrusu o süç işleyenler insanlara gülüyorlardı. Onlara uğradıkları vakit birbirlerine göz kırpıyorlardı.»7
Onları burada süç işleyenler diye vasfetti. Mü’minlere alay etmelerindeve birbirlerine göz kıpmalarında sebep olduğunu hissetiriyor. Bakara süresinde başka bir gerekçenin açıklaması geçti. Yüce Allah’ın şu sözünde: «Kâfir olanlar için dünya hayatı câzip kılındı. (bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler.»1
Allah Teala Bakara süresinde Allah’tan korkanların kıyamet gününde onlardan çok daha üstün olduğunu beyan buyurdular. Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.
fieyh, (Allah'ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun.) orada konuştu. Bu ayetin alay etme çeşitleri beya için olduğunü üzerinde gönderdi. Açıklamayı Ahkaf süresinde gelen ayetin tefsiri esnasında artırdı: «İnkâr edenler, iman edenler hakkında dediler ki: “Bu iş bir hayır olsaydı, onlar bizi geçmezlerdi”.»2
Onları bu söze götürücü etkenlerden ve sözlerinin neticesi beyan etti. Bu şerh esnasında Muteffifin ayetini getirdi. Aynı şekilde Vakia süresinin başında gelen ayetin tefsiri anında getirdi: «O, alçaltıcı ve yükselticidir.»3
Kendisine işaret edilmesi uygun olanlardan, Bu halın sadece bu ümmete has olmadığıdır. Geçen ümmetlerinde özelliği olduğu konusunda onunla ilgili uyarı geçti.
Nuh (a.s.)’ın kavminde: «Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı.»4
Aynı cevap onlara da verildi: «Dedi ki: “Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız biz de sizinle alay edeceğiz! Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz.»5
Bundan daha fazlasını ifade eden, hatta Resulullah (s.a.v.)’e yaptıklarını şu ayet-ı kerime ifade ediyor: «Senden önce de nice peygamberlerle alay etmişti. Fakat alay ettikleri gerçek, o maskaralık edenlerin üzerine inip her taraflarından sararak mahvetti.»6
Benzeri Enbiya süresinde aynı nasla geçti.
TENBİH
Bu bazı zayif müminlerle birlikte bazı süç işleyenlerin durumu bu ise, aynı şekilde bası ümmetlerin Resülleriyle halleri bu ise, Allah Tealaya davet edenin o kişilerin alaylarından etkilenmemeleri gerekir. Bilmelidir ki kendi dışındaki Allah’a davetçilerin yolundadır. Ve Allah Teâlanın ya dünyada ya da ahirette kendisine mutlaka yardım edeceğini bilmelidir. Bu ayetlerden butün siyaklarda olduğu gibi.
Yüce Allah’ın sözü: «İşte bugün de inananlar kafirlere gülecekler. Koltuklar üzerinde üzerinde etrafa bakacaklar. Nasıl kâfirler yaptıklarının cezasını buldular mı? 7»
Bu müşriklerin alaylarına dunyada cevaptır. O da Allah Teâlanın buyurduğu gibi: «Oysa ki, (iman edip) inkârdan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir.»8
Bu konunun beyanını fieyh,(Allah'ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun.) mü’minün süresinde gelen ayetin tefsiri esnasında yapmıştı: «Bugün ben onlara, sabrettikle-rinin karşılığını verdim; onlar, hakikaten muratlarına erenlerdir.»9 Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA
İNfiİKÂK SÛRESİ
( 111-125 ARASI )
Yüce Allah’ın sözü: «Gök yarıldığı zaman»1
İnfitar süresinin başında gelen ayetin tefsiri esnasında bununla alakalı söz geçti: «Gök çatladığı vakit»2 fieyhın, (Allah'ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun.) iki süre olan fiura ve Kâf sürelerindeki geçen sözlerinde bu konu geçmişti.
Ve Yüce Allah’ın sözü: «Rabbini dinleyip kendisine yaraşır şekilde boyun eğdiği vakit.»3
EZİNE maddesinin beyanı Cuma süresinde “ezân” maddesinin tefsiri esnasında geçti. EZİNET burada işitti itaat etti manasına gelir. Ve HUKKET kelimesi ise, yani ona layik kılındı, ya da o bunu hakketmiştir. Yani bu emre engelleyiciler yoktur.
Bazi tefsirciler onu “ezinet”teki mecazi manaya hamletmişler (dayandırmışlar, yüklemişler). Yani göğün yarılmasında hiç bir engelleyiciler olmayınca bu durumda emri işitme ve itaat etme mesabesinde oldu.
Allah Teâlaya nisbetle cansızlar için, mahlukata oranla zayif olmayan bir hal olduğunu geçirmiştik. Bunu Haşr süresinin başında cansızların tesbihi manasında geçirmiştik.
Yer ve göğün tesbihi hakkında açık olarak geldi. Bundan Yüce Allah’ın sözü: «Biz emaneti, göklere ve yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular.»4 ve Allah Teâla buyurdu: «Sonra buharhalinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: “isteyerek veya istemeyerek, gelin” dedi. İkisi de: “İsteyerek geldik” dediler.»5
Yüce Allah’ın sözü: «Yer üzayıp düzenlendiği zaman.»6
Yani dağları düzenlendiği ve çekildiği vakit. Dağları serilmek ve düz hale getirmek. Allah Teala buyurduğu gibi: «(Resulüm!) Sana dağlar hakkında sorarlar. De ki: “Rabbim onları ufalayıp savuracak.” Böylece yrlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır. Orada ne bir iniş, ne de bir çıkış görebileceksin.»7
Bununla ilgili İbn-i Abbas ve Ali’den rivayet edilen hadisten. Bu ikinciyi İbn-i Kesir, İbn-i Cerir den senediyle Ali b.Huseyne kadar olan senette Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “kıyamet gününü olduğundan Allah yeri dümdüz eder yeryüzü düzlüğündan. İnsan için ancak ayağının yeri kalır. Ben çağırılanların ilki olurum.” Hadis.
İbn-i Abbas’tan gelen rivayette ise: “yeryüzünü ‘Edim ul-U’kâzî* nin düzlüğü gibi yapar”
Kurtubinin yanında İbn-i Abbas’tan rivayet edilen hadite ise: “Genişliği şöyle ve şöyle artar.” Buyurmuştur.
Razi dedi: O yerin yerin dışından bir şeyle değiştirilmesidir. Gerçek olan yerin yerin haricinden bir şeyle değiştirilmesi, bu var olanını götürüp yeni yeni bir yer getirmesi manasında değildir. Ezan ile ilgili hadiste geldiği gibi: “hiç bir taş , hiç bir ketpiç taş olmasın ki, müezinin sesini duysun da kıyamet gününde ona şahitlik etmesin.” Ona yenilik olarak gelen, üzerinde şahitlik edilmeyecek bir şeye şahitlik etmeye belmiyor. Her şeye rağmen dağların yürütülmesi ve yerin düzeltilmesi şüphesiz ki en fazla yer yüzünde bulunur. İsterse İbn-i Abbas’ın dediği gibi şöyle şöyle uzatıldı şeklinde olsun, isterse yeryüzünün üst kısmının genişletiletilip düzlüğünde artış olsun aynıdır. İçinde olanların karşılaşmasından sonra, “yoğun olan bir maddenin sıkıştırılması neticesinde yoğunluğu hafifleyip genişliği artan madde gibi” genişler. Yüce Allah’ın sözü kendisine işaret ettiği gibib: Ama yeryüzü parça parça döküldüğü vakit.1
Ve Yüce Allah’ın sözü: Artık “sûr” a ilk nefha üflendiği , yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman, işte o gün olacak olur. Gök te yarılır ve artık o, gün çökmeye yüz tutar.2
Yerin üzaması dağlar ve yerin birbiriyle çarpıştırıp darmadağın edilmesiyle oluyor. Bu durumda genişliği artar. Belki bu yön Kur’anın burada iki işi toplamak için şahitlik ettiği yöndür. Yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman, işte o gün olacak olur ve gök yarılır. O bu sürede olana uygun olur: Gök yarıldığı zaman.3 ve ondan sonra: Yer uzatılıp düzlendiği vakit.4 Allah Teala en iyisini bilir.
Yüce Allah’ın sözü: İçinde ne varsa attığı ve tamamen boşaldığı zaman5
Definelerini attığı ve onlardan tamamen boşalmasıdır dendi. Bunların kıyametten önce olacağına dair bu görüşe cevap verildi.
Dendi: Kabirlerinden çıkmalarından ve tekrar dirilmelerinden sonra, yer içinde bulunan ölüleri dışarı attı ve tamamen onlardan boşaldı. Yerin altında hiç kimse kalmadı.
Yüce Allah’ın sözü: Tamamen boşaldığı vakit. Yani: dirilerinde ve ölümlerinde kendilerine örtücü olduktan sonra. Kendilerine beşik olduktan sonra onları attı ve onlardan tamamen boşaldı. Ve bu konumun korkuçluğunu, şiddetini ve kullar üzerindeki daralmasını artırıyor. Onlara, Allah’a dayanmadanbaşka bir sığınak ve bir kurtuluş yolu yoktur. Allah Teâlanın buyurdukları gibi: Hayır, hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur! O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.6
Yüce Allah’ın sözü: Ve Rabb’ini dinleyip kendisine yaraşır şekilde boyun eğdiği vakit.7
Yani, göğün dinlediği gibi. Ohalde bütün kainat isteyerek veya istemeyerek Allah’a itaat eder ve emirlerine uyar.
Yüce Allah’ın sözü: Ey insan! Haberin olsun ki sen, Rabbine doğru çaba üstüne çaba sarfetmektesin, nihayet ona varacaksın.8
Dendi: insan cins içindir. Ferd içindir dendi. O da Hz. Muhammed (s.a.v.) dır. Fakat sürenin siyakı gelen kısımlandırma için birinci görüşe delalet ediyor. O vakit kitabı sağ eline verilen. Ve o vakit kitabı sol eline verilenler. Çünkü ferd için olmuyor ancak cins için olur. Cins olmasına göre ameli çabalanma nefsin gayretidir.
İbn-i Mukbil şöyle dedi:
Zaman ancak iki kezdir ve ikisinden birinden ölürüm diğerinden yaşamak için çabalanırım
Onun dışında biri de, ayette geçen “kedh-çaba” de yorulmak manası olduğuna işaret etti.
Bütün güzel yaşamların neşeleri geride kaldı. Geride hayat için çaba ve yorgunluğu kaldı.
Buna Cenab-ı Hakkın, kendi yerinde tefsirini yaptığımız şu şözü şahitlik etmektedir: Biz, insanı (yeryüzü geleceği nice) zorluklar içindeyarattık.1
TENBİH
Bu Kur’an-ı Kerimin, göğüyle yeriyle kainatın konumunun değişiminin arzetmesinden ve insanın onda konulması ile Rabbine doğru çabalar da çabalar ve ona kavuşacaktır. Yanı bu çabası sırasında meydana gelen ameliyle Rabbine kavuşacaktır. Basiret sahibi akıllı kişi çabasını sadece ve sadece Allah’ın ve kendisinin razi olacağı şeyde kullanır. Çabalandığı müddetçe şahit olunduğu üzere imkansız olmayıp Rabbiyle mutlaka karşılaşacaktır.
BAfiKA BİR TENBİH
Yüce Allah’ın sözü: Ey insa! Kapsamda ister hali mü’min olsun ister kafir, ister ister iyi olsu ister kötü bütün insana geneldir. Bütün hepsi çalışır yöneldiği şeyin gerçekleşmesi için çaba harcarlar. Hadiste olduğu gibi: “Çalışın herkes niçin yaratıldıysa onun için imkân verildi.” Yanı onda çalışarak ve ona razı olarak. Bu, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan zatın hikmetinin son noktasıdır.
Üzerinde uyarılmaya layik olan, gök cisminin büyüklüğüne rağmen, yer genişliğinin aslına rağmen emanete tahamül etmemeleriyle birlikte ve insanın zaifliğine göre bu vazifeyi nasıl yapacağını sormadan Rabbini dinleyip kendilerine yaraşır şekilde boyun eğdiler. Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa gökyüzünü yaratmak mı?2 Emanetin tahamulu mesuliyettir ve insan onu yüklenmeyi kabullendi. Bu durumda gayretinde işitme ve itaatta yer ve gökten daha mustahak oldu.Rabb’ine razi olduğu şekilde varacaktır.
Yüce Allah’ın sözü: Ovakit kitabı sağ eline verilen, kolay bir hasapla hesaba çekilecek. Ve sevinçli olarak ailesine dönecektir. Ama kitabı arkasına verilen, “yetiş ey ölüm!” diye bağıracak. Ve alevli ateşe girecektir. Çünkü o ailesi içinde sevinçli idi. Hiç Rabb’ine dönmeyeceğini sanmıştı. 3
Bu geniş açıklamada insanın çabası neticesinde gideceği yerin beyanı vardır. Onun amel defterinde yazılanların beyanı vardır. Bu İnfitar süresinde geçtikten sonra: «Oysa üzerinde koruyucular var. Değerli yazıcılar. Onlar, siz ne yaparsanız bilirler. Kuşkusuz iyiler nimet içindedirler. Kötüler de cehennemdedirler.»4
Ve Muteffifin süresinde ise «Hayır hayır, kötülerin yazısı muhakkak Siccin’dedir.»1 sonra peşinde «Hayır hayır, iyilerin yazısı muhakkak İlliyin’dedir.»2
Ve burada bu sürenin bir biriyle olan irtibatlarına işaret eden kitapların gelişi açıklandı. Bütün alemin sonundaki açıklamasında ve insanın varacağı yerin amelinin neticesi olduğu açıklamasında.
fieyhin, kitapların sağdan, soldan ve arkalarından verilmesi konusundaki açıklaması İsra süresinde gelen ayetin tefsiri esnasında geçti: «Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defterleri sağında verilirse.»3 ve amel defterleri sağında ve solunda verilen iki fırkanın hallerini beyan etti. Sürenin başına havale etti.
Allah Tealanın sözü: «Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, orada yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün.»4 Kehf süresinde. Burada ise Allah Subhanehu ve Teâla her iki fırkanın hallerinden bir hal arzetti.
Birinci olarak kolay bir hesapla hesaba çekilecek. Munakaşa yapılmadan sadece arzdır. Hz. Aişe (r. anh.)’nın hadisinde olduğu gibi: “Hesabı munakaşaya tutulan azap edilir.”
İkinci olarak: kendisi için ölümü istiyor, o da helektır (yokolmadır.). Ondan: bir şeye muvafakat edişmek helk diye isimlendirildi. Çümkü sanki o, isteğinde helek olunmak istiyor.
Burada acaip, önemi açık olan bir karşılaştırma var. O birisinin dunyadaki sevinci diğerinin ahiretteki sevincidir.
Birincisi kitabı sağında veren hakkındadır. Ehline sevinçli bir şekilde döner ve sevinçle bağırır: «Alın, kitabımı okuyun;»5 der. Ailesi o anda hüri ve çocuklardan ve cennete giren akrabalerından bir cennettedirler. Yüce Allah’ın sözünde olduğu gibi: « (O yurt) And cennetleridir; oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından salih olanlarla beraber girecekler.»6
Ve sözü: «İman eden ve soylarından gelenlerde, imanda kendilerine tabi olanlar (var ya)! İşte Biz, onların nesillerini de kendilerine kattık.»7 Onlar eğer bir birlerine katılacaklarsa ancak ehillerindendirler. Bu nimetin tamamlanmasındandır ki, kişi onunla ehlini tanıyor. Bu da kulun kulun sevincini artırıyor. O sevinç daimi bir sevinçtir.
diğeri ise dünyadaki sevinçtir. O da kitabı soluna verilenin sevincidir. Çünkü onlar dünyada ehliyle beraber sevinçliydiler. Sevinçten sevince fark var.
Burada dünyada iken sevinçlerinin sonucunu beyan etti. Onlar bu sevinçlerinin neticesinde alevli ateşlere girecekler. Diğerlerinin sevincinin sebebi zikredilmedi. Fakat başka yerda Aalla korkusundan olduğunu beyan etti. Allah Tealanın şu ayetinde beyan etti: «Derler ki: “daha önce biz, aile çevremiz içinde bile (ilâhi azaptan) korkardık.” “Allah bize lütfetti de biizvücüdün içinde işleyen azaptankorudu.” “gerçekten biz bundan önce O’na yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O’dur.”»8 Burada deniyor: Alah Subhanehu kuluna iki korkuyu birden veya iki emniyeti birden vermez. Dünyada iken korkan ahirette emin olur. «Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.»9
«rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran için şüphesiz cennet yegane barınaktır.»10
Allah’ın planlarından emin olan bütün şehevei duygularını yerine getiren ve dikkat etmeyenin kitabı sol eline verilir, alevli ateşlere girer.Yüce Allah’ın sözünde olduğu gibi: «Soldakiler; ne yazık o soldakilere! İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, Serin ve hoş olmayan kapkara bir dumandan bir gölge altındadırlar; Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefahete dalmışlardı. Büyük günah işlemekte direnir dururlardı. Ve diyorlar ki: Biz öldükten, toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra, biz mi bir daha dirileceğiz? »1 Tekrar dirilmeyi yalanlayarak. Onun bu sözü aynı şekliyle bu elmizdeki ayette zikredilmiştir: «O hiç bir zaman Rabbine dönmeyeceğini sandı»2
Cenab-ı hakkın (O hiç bir zaman Rabbine dönmeyeceğini sandı,) sözü. Bu zan, ölçü ve tartıda noksanlık yapanların hakında geçen zan gibidir. «Onlar büyük bir gün için tekrar tekrar diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?»3 Tekrara dirilmeye imanının olmadığını veya ondan şüphesi olduğunu bildirenlerden. Bu süphe ve inançsızlık bütün kötülüklere sevkeder ve bütün hayırları kaybetirir. Ahiret gününe iman bütün hayırların başlangıcı ve bütün kötülüklerin engelidir. Tekrar dirilmeye iman etmek bütün salih amellerin başlangıcıdır. Kur’an-ı Kerimde olduğu gibi. Sakınanlar ve arınmak isteyenler için bir yol göstericidir.
Yüce Allah’ın sözü: «fiimdi yemin ederim o şafağa, Geceye ve içinde barındırdığı şeylere, Derlediği zaman o aya, Ki, siz elbette halden hale geçeceksiniz.»3
fiafakın sözlük manası: Bir şeyin inceliğidir. (Tül gibi)
Kurtubi şöyle der: İnce şey denir. Yani inceliğinden dolayı tutunamayan şey demektir. Ona şefikim. Yani kalbim ona şefiktir (şefkatlıdır.). ve şefkat- “işfak” tan isimdir. O da kalbın inceliği manasındadır. Aynı şekilde “şefek”.
fiair şöyle demiş:
Hayatım çabuk geçti ve ölümü ona şefkat etti. Ölüm, yasağa inen en güzel iniştir.
Ve şafak: Akşam güneş battıktan sonra ufukta görünen geride kalan kırmızılığıdır.Sanki o incelik güneşin ışığındandır.
Halil’den nakledildi: “şafak” güneşin batımından gittiği zaman son yatsıya kadar olan kırmızılıktır. fiafak gitti dendi.
Bu akşam vaktının tayininde üç mezhebin ortak görüşüdür. Güneşin batımından şafakın (kırmızılığın) kaybolmasına kadarolan zamandır. O da güneşin batımından sonraki kırmızılıktır. Halil’in dediği gibi.
Ebu Hanife’ye (Allah ona rahmet etsin) göre şafak: Kırmızılıktan sonraki beyazlıktır.
fieyhın, (Allah'ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun.) beş vakit namazın vakitleriyle ilgili açıklaması daha önce gelen ayetin tefsiri esnasında geçti: «Haydi siz, akşama ulaştığınızda (akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah’ı tesbih edin (namaz kılın), ki göklerde ve yerdehamd O’na mahsustur.»4 Ve “fiafak’ın” kırmızılık olduğunu tercih etti.
Kurtubi bir söz nakletti, dedi: Hukema o beyazlığın asla kaybolmadığını iddia ettiler.
Halil dedi: İskenderiye minaresine çıktım ve beyazlığı gözetledim. Ufuktan bana sık sık gelip gittiğini gördüm onun gittiğini görmedim.
İbni Uveys şöyle dedi: O beyazlığı fecrin doğmasına kadar devam ettiğini gördüm. Sonra dedi: Alimlerimiz dedi: Vakti yenilenmediğinden itibar edilmesi düştü.
O bununla “şafak’ın” manasında cümhürün mezhebini tercih ediyor. Bunda sünnetteki naslarda söz vardır.
Darukutni, merfu’ bir hadis rivayet etti: fiafak kırmızılıktır.
fievkanî, bunun üzerinde konuştu sonra onu diyen sahabileri zikretti, O sahabiler: İbn-i Ömer, İbn-i Abbas, Ebu Hüreyre, Übbade, İmamlardan: fiafii, İbn-i Eb^İ Leylî, Sevrî, Ebu Yüsüf ve Muhammed, fıkıhçılardan, dil ehlinden (dilcilerden): Halil ve Ferra’.
Sen de görüyorsun ki, Ebu Hanife’nin arkadaşları Ebu Yüsüf ve Muhammed cümhüre uymuşlar.
Aynı şekilde Hidaye’nin şerhinde: Ebu Hanife’den bir rivayet Cümhure uyuyor.
Kurtubi’nin zikrettiğine gelince onda görüş vardır. Yanı beyazlığın gitmemesi yönünde. Astronomi alimlerince biliniyor ki, beyazlıkla kırmızılık arasında iki derecelik miktar vardır. Bir derece dört dakikaya denk geliyor. Buna göre fark basittir.Allah’u Teâla en doğrusunu bilir.
Yüce Allah’ın «Geceye ve onun kapsadığı şeylere yemin olsun.»1 sözü: Çok olan bir şeyi eklemek, derleyip toplamak manasındadır. Yine o manadan, hububat ölçülerinden belli bir ölçüye “vesek” diye isimlendirilmiştir.O da altmiş sâ’ dır. Dha başka manaların da olduğunu söylediler fakat bunlar tercih edilen manalardır.
Buradaki mana: Geceye ve kapsadığı mahlukata. Dendi: Sanki Cenab-i Hak her şeye yemin etmiştir. Gelen ayet gibi. «Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki»2
Yüce Allah’ın: «Derlenip toplanarak düzgün bir dolunay olduğu zaman Ay’a yemin olsun»3 sözü: Yani genişlediğinde, ışığını tamamladı manasında. O da vesek’ten iftaale babıdır. Sarf kaidesidir: Fa-ul fiil (fiilin ilk harfı ) illetli (hastalıklıdır) dir. Yani ilk harfi “vav” olan. İfteala babına bina edildiğinde “vav” “tâ” dönüşür ve “ta” “ta’da” eritilir. Gelende olduğu gibi: “veseltuhu = ona yetiştim”: “fetesele”= ve yetişti. Ve vezentuhu: Fettezene, veya “tesele ya da tezene” gibi. Aynı şekilde burada: veya teseke.
Yüce Allah’ın sözü: «Ki, siz elbette halden hale geçeceksiniz.»4
İbn-i Cerir, keraat alimleri bu ayetin okunuşunda ihtilaf ettiler dedi: Hz.Ömer b. Hatab, İbn-i Mesud ve arkadaşları, İbn-i Abbas ve Mekke ile Küfe’nin kurrasının geneli “Leterekebenne = elbette bileceksiniz” “ta ve ba’nın” fethası ile okudular. Bu şekilde okuyanlar manasında ihtilafa düştüler. Bazıları şöyle dedi: Yani Ey Muhammed, ve yani yükselmeve yücelme halleri, ve kavimle birlikte şiddetli hallere gireceksin. Bu mana Mucahit ve İbn-i.Abbas’tan gelmiştir.
Dendi: Halden hale geçmek: yani gökten sonra gök. Yani göğün katları. Bu mana da Hasan, Ebi Âliye ve Mesruk’tan gelmiştir.
İbn-i Mesud’dan: O gök olup halleri değişiyor, bulutlarla yarılıyor. Sonra küllenmiş ateş gibi kırmızılaşiyor. Bunun dışındaki değişmelere kadar. Birinci okuyuş ve birinci mana tercih edildi.
Medine kurrasının tamamı ve bazi Kufeliler şöyle okudular: “Leterkebunne = elbette bileceksiniz” “ta’nın fethası ile ve ba’nın dammesi ile” bütün insanlara hitap yönü üzerine.
Tefsirciler manası için halden sonra hal olarak bir çok mana zikrettiler: Çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık olarak, fakirlik ve zenginlik. Kuvvet ve zaiflik. Hayat, ölüm ve tekrar diriliş. Bolluk ve kıtlık. Taki kelimenin taşıdığı bütün manalara kadar.
Kurtubi şöyle dedi: bütün sayılanlar ihtimal dahilindedirler. Ve hepsi kastedilendir. Ortaya çıkan Allah’u Teâla en doğrusunu bilir: Bu, bütün insanlar için olup kıyamet gününde olacaktır. Ayetin (sürenin) siyaki tekrar dirilmenin şekline dairdir. Gök yarıldığı zaman ve yer, genişlediği zaman. O vakit kitabı sağ eline verilenler ve devreden bir hesap zikredildi. Sonra geleceğin tabir edilmesi elbette bileceksiniz. fiayet hallerin değişmesi dünya işiyle ilgili olsaydı, hazır vakit veya geçmiş zaman daha öncelikli olacaktı. Gelecekteki zamanla ilgili olsaydı fakat yeni bir şey olmayacaktı. Hayatın durumuyla ilgili hallerin değişmesi zihinlerde karar kılınmış bir iştir. Dolayısıyla bu usluba ihtiyaç duymaz.
Kıyamet gününde ahiret, haşr, defterlerin arzı, mizan, sırat ve kitapların dürülmesi işlerine gelince, insanların halleri konumlarının değişmesine göre kıyamet alanında değişiklik arzeder. Ve o uyarma hürriyeti ve ondan sakındırmadır. Onun için çalışmak Rabbine varma çabasındadır. Bu nedenle bununla geldi. O da, çabayla çeşitli hallere ve frklı derecelere geçtiketen sonra insan halinin devamını hissetirmektir.
Dostları ilə paylaş: |