(Gene savaş esnasında buyurdular ki:)
Ey Müslümanlar, Allah korkusuna bürünün, iman kuvvetine sarılın; dişlerinizi sıkın, çünkü direniş, başlarınızdan kılıçları defeder. Zırhlarınızı giyinin, hiçbir yeriniz açık kalmasın; kılıçlarınızı sıyırmadan önce, kınlarındayken oynatın. Gözlerinizin ucuyla, şiddetle bakın; sağa sola mızrak vurup saldırın; adımlarınızı ileri atarak kılıçlarınızı vurun.
Bilin ki siz Allah'ın yardımına mazharsınız; Rasûlullah'ın amcasının oğluyla berabersiniz. Dönüp dönüp hücum edin, kaçmaktan utanın; çünkü o, suyunuzca sürecek bir utançtır. Ardından da soru günü azap vardır. Canla başla savaşın, savaşmaktan hoşlanın, ölüme gülerek, sevinerek koşun. Şu çoğunluğa saldırın, şu kurulmuş çadıra yürüyün; çünkü Şeytan ordadır; fırsat bulursa elini uzatıp tutmak, güce gelirse adımını atıp kaçmak üzeredir. Ercesine yürüyün ki gerçeğin direği karanlıktan kurtulup belirsin; "Allah sizinledir ve yaptıklarınızın sevabı, hiç azaltılmamaktadır." (47, Muhammed s.a.a, 35)
.
107
(Savaş sırasında:)
Dönüp dolaştığınızı, saflarınızda geri kaldığınızı, o aşa-ğılık zâlimlerin, o Şam ovasında çergeler kurup göçenlerin hücumlarının sizi sürdüğünü, geri döndürdüğünü gözle-rimle gördüm; oysa siz Arab'ın en ileri gidenlerisiniz, en önde yürüyenlerisiniz; başta beyinsiniz, yüzde burunsunuz; yüce yüce dağlarsınız.
Sonunda onları, sizi sürdükleri gibi sürdüğünüzü, sizi yerlerinizden püskürttükleri gibi sizin de onları püskürttüğünüzü, önden gelenlerini, ok, kılıç ve mızraklarla sonda kalanlarına kattığınızı, susuz develeri havuz kıyılarından, yayıldıkları yerlerden kaçırdığınız gibi kaçırdığınızı gördüm de dertten sesler çıkaran, elemden coşup kabaran göğsüm, gönlüm yatıştı, esenliğe kavuştu.
207
(Sıffin savaşında İmâm Hasan aleyhisselâmın savaşa katıldığını görünce buyurdular ki.)
Şu genci tutun, belimi kırmasın benim. Çünkü bu ikisinin (Hasan ve Huseyn aleyhimesselâm) ölmelerini, Rasûlullah'ın soyunun kesilmesini istemem; bana pek ağır gelir bu.
212
(Ashabı Şamlılarla savaşta zaaf gösterince buyurdular ki:)
Allah'ım, kullarından hangi kul, bizim cevre, zulme dayanmayan, adaletin ta kendisi olan, dinde, dünyada bozgunculuğa sebep olmayan, hem dîni, hem dünyâyı düzene sokan sözlerimizi duydu da duyduktan sonra kabûl etmedi, senin dînine yardım etmediyse, senin dînini üstün etmekten çekindiyse, ey tanıkların ulusu, senin ona tanık olmanı, onun aleyhinde yeryüzünde ve göklerinde bulunanların hepsinin de tanıklık etmesini dileriz.
Sen de ona artık yardım etme, etmezsin de; onu günahıyla azaplandır, azaplandırırsın da.
173
(Sıffin'den sonra, Nehrivan'dan önce)
(Muhammed sallallahu aleyhi ve âlihi) Vahyinin emini, peygamberlerinin sonuncusu, rahmetinin müjdecisi, azâbının korkutucusudur.
Ey insanlar, gerçekten de ben bu işe, insanların en lâyığı, Allah'ın bu hususta emirlerini en iyi bileniyim. Birisi, bu hususta münâzaaya kalkışır, fitneyi uyandırırsa onun, ya hakkı kabûlü dilenir, yahut da onunla savaşa girişilir. Ömrüm hakkı için imâmet, bütün insanların bir araya gelip rey vermeleriyle olmayacağı gibi zâten de buna imkân yoktur. Ancak bu işe ehil olanlar, orada bulunmayanlar hakkında rey yürütebilirler; bundan sonra da o toplulukta bulunanların bu reyden dönmeleri, bulunmayanın da başka birini seçmesi mümkün olamaz.
Bilin ki ben, iki çeşit adamla savaşmadayım: Birisi, kendi hakkı olmayan şeyi iddiâ etmekte; öbürü, kendisine gerekeni yapmamakta. Allah kulları, Allah'tan çekinmenizi tavsiye ederim size; çünkü bu çekinmek, insanlara tavsiye edilecek en hayırlı şeydir; Allah katında da işlerin, sonu bakımından en hayırlısıdır.
Sizinle kıble ehli arasında savaş kapısı açıldı. Bu bayrağı gerçek duraklarda görüşe sâhip olan, can gözü açık ve bilgili bulunan kişiler taşıyabilirler. Size buyurulanı yapın; yapma denenden çekinin. Bir iş sizce iyi anlaşılmadan ona koşmayın; çünkü başkalarının inkâr ettikleri şeyleri de düzüp koşmak gerekiyor bize. Bilin ki elde etmeyi dilediğiniz şu dünyâ, bâzı kere sizi öfkelendirir, bâzı kere hoşnût eder; fakat ne sizin evinizdir, ne konaklama yeriniz; siz onun için, orda kalmak için yaratılmadığınız gibi oraya da dâvet edilmediniz. Bilin ki o, size bâki değildir; siz de orada bâki olamazsınız. O, sizi aldatır ama çekindirir de. Çekindirmesine bakın da aldanmayın ona; korkutmasına bakın da tamah etmeyin ona. Orada, dâvet edildiğiniz yere hazırlanmaya bakın; gönüllerinizden dünyâ sevgisini atın. Ellerinizden, ona ait bir şey alınırsa hiçbiriniz, halayıklar gibi ağlayıp sızlanmaya kalkmasın. Allah'ın nimetinin, hakkınızda tamamlanması için Allah'a itâat ederek sabırlı olun. Kitabının buyruklarını korumanız emredilmiştir size, onları korumaya çalışın. Bilin ki dîninizi koruduktan sonra dünyânızdan bir şey yitirmeniz, size zarar vermez. Bilin ki dîninizi yitirirseniz, dünyânıza ait bir şey korumanız, size fayda etmez. Allah kalplerinizi ve kalplerimizi hakka yöneltsin; bize de, size de sabrı ilhâm eylesin.
* * *
40
(Hâricîlerin, hüküm ancak Allah'ındır demelerini duyunca buyurdular ki:)
Doğru bir söz; fakat onunla batıl murât edilmede. Evet, gerçekten de hüküm ancak Allah'ın; ama bunlar, emri ancak Allah verir diyorlar; oysa ki insanlara iyi, yahut kötü, mutlaka bir emir sâhibi gerektir. İnanan, onun buyruğu altında işe koyulur; kâfir, onun sâyesinde faydalar bulur; Allah, takdir ettiği zamânı onunla yürütür. Mallar, ganimetler, o yüzden toplanır; yollar, o yüzden emin olur; zayıfın hakkı, kuvvetliden onunla alınır da iyi kişi huzura erer; kötüden görmez zarar.
(Bir rivâyette de Hâricilerin sözlerini duyunca buyurmuşlardır ki:)
Ben de sizin aranızda, sizin hakkınızdaki Allah hükmünü beklemekteyim.
(Sonra buyurmuşlardır ki:)
İyi bir emir sâyesinde temiz kişi işe koyulur; kötü emir yüzünden de kötü kişi fayda bulur; zamanı bitinceye, ölümü yetinceye dek bu böyle sürer gider.
208
Hüküm kabûl etmesini zorladıkları zaman buyurdular ki:
Ey insanlar, sizi savaşın zayıflatmasını istediğimi sanıp durmadasınız; oysa ki savaş, sizi zayıf düşürürse düşmanı sizden ziyade zayıf düşürür.
Fakat ne çâre; dün buyruk vermedeydim, bugün buyruk altına girdim. Dün nehyediyordum sizi, bugün siz beni nehyediyorsunuz. Yaşamayı seviyorsunuz; ben de istemediğiniz şeye sizi zorlayamam.
121
(Ashabından birisi kalkıp, bizi hakem tayin etmekten men ettin, sonra da hakemlerin hükmüne uymamızı söyledin; bilmiyoruz, bu iki işten hangisi daha doğru deyince Hazreti Emir aleyhisselâm, elini eline vurup buyurdular ki:)
Gönlündeki ahdi terk edenin cezâsıdır bu. Size emrettiğim şey, Allah'a andolsun ki, istemediğiniz şeye sizi sevk etmek içindi; fakat Allah onda hayır takdir etmişti. Emrine uysaydınız doğru yolu bulurdunuz, eğrilseydiniz sizi doğrulturdum; baş çekseydiniz sizi düzene sokardım; bu da en doğru bir şeydi. Fakat bu işi kiminle yapayım, kime güveneyim? Ben sizi tedâvî etmek istiyorum, sizse derdimsiniz benim. Ayağındaki dikeni, dikenle çıkarmak isteyen kişiye benziyorum; ama o da biliyor ki diken, dikene meyletmede. Allah'ım, hekimler bile bu dertlilerin dermanından usandı; bu derin kuyudan su çekenler bıktı, dermandan kaldı.
Nerede o topluluk ki İslâm'a dâvet edildiler de kabûl eylediler; Kur'ân'ı okudular da hükümlerini kuvvetlendirdiler; savaşa yürütüldüler de yürüdüler; süt emer çocuklarını bile bırakıp atıldılar; kılıçlarını, kınlarından sıyırıp saldırdılar? Bölük bölük, müşriklerle savaşarak yeryüzünün çevrelerini tuttular; bir kısmı şehit oldu, bir kısmı kurtuldu. Yaşayışa önem vermediklerinden, kalanlar müjdelenmediler; ölüme aldırmadıklarından ölenler yüzünden kalanlara başsağlığı verilmedi bile. Onların gözleri ağlamaktan dünyâyı seçmez olmuştu; fazla oruçtan karınları çökmüştü; duâ etmekten dudakları kurumuştu; uykusuzluktan renkleri sararmıştı; yüzlerine Tanrı'dan korkanların, ona karşı alçalanların tozu toprağı konmuştu. Onlardı benim kardeşlerim; fakat gittiler; artık benim, onlara kavuşmak susuzluğuna uğramam gerek; onların ayrılığından elimi dişlemem gerek.
Bilin ki Şeytan, sapıklık yollarını kolay gösteriyor size; düğüm düğüm çözerek dîninizi almak, birlik topluluk yerine sizi ayrılığa salmak istiyor sizi. Onun vesveselerinden, onun afsunundan yüz çevirin; size verenin, öğüdünü armağan edenin sözlerini tutun; ona bağlanın, ona uyun.
(Hâriciler, hakem kabûlünü inkârda ısrâr ederlerken toplandıkları ordugâha gidip buyurdular ki:)
Hepiniz de Sıffin'de bizimle beraber değil miydiniz? (İçimizde bulunan da var, bulunmayan da denince) İki bölüğe ayrılın; Sıffin'de bulunanlar bir yana gitsin, orda dursun; bulunmayanlar da bir tarafa gelip toplansın da hepsine diyeceğimi diyeyim (buyurdu. Sıffin'de bulunanlarla bulunmayanlar ayrılınca hepsine) Susun da sözlerimi dinleyin, yüreklerinizi sözlerime verin; sizden tanıklık istediğim vakit de herkes bildiğini, bildiği gibi söylesin (diye münâdîye nidâ ettirdi. Sonra onlara uzun bir hutbe okudu ki bu sözler, o hutbedendir:)
Onlar Mushafları mızraklara bağlayıp yücelttikleri zaman, hîleyle, düzenle, bunlar da bizim kardeşlerimiz, bunlar da dindaşlarımız. Bize baş vuruyorlar, geçmiş suçlarını bağışlamamızı diliyorlar. Noksan sıfatlardan arı olan Allah'ın Kitabına sığınarak savaştan kurtulmak istiyorlar. Dileklerini kabûl etmemiz, onları bu dertten kurtarmamız doğrudur diyenler siz değil miydiniz?
Size, bu bir iştir ki dedim, görünüşte îman, fakat içyüzde düşmanlık ve isyan. Evveli rahmet, fakat sonu nedâmet, Yolunuza yürüyün, dişlerinizi sıkın, savaşa devam edin. Uyulursa adamı sapıklığa götürecek, uyulmazsa hor-hakir bir halde kalakalacak kişinin çağrısına aldırmayın. Fakat siz dinlemediniz; siz kabûl etmediniz bunu. Ben kabûl etseydim uymam gerekirdi; fakat Allah, bunun suçunu yüklemedi bana; Kur'ân benimledir elbet; ona inanalı ayrılmadım ondan ben.
Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlallah'la beraber olduğumuz demlerde öldürülmek, babaların, oğulların, kardeşlerin, yakınların arasında döner dururdu; ama musibetlerde, bütün çetin olaylarda bizim ancak inancımız artardı; gerçek üzere geçer giderdik; buyruğa uyarak, yaraların sızısına dayanırdık.
Şimdiyse Müslüman olduğunuz hâlde İslâm'a giren sapıklık ve batıl şüphe ve te'vil yüzünden kardeşlerimizle savaşmadayız; Allah'ın aramızdaki ayrılığı gidereceğini, bizi uzlaştıracağını umduğumuz şeye yapışmaya, ondan başkasını elden atmaya çalışmadayız.
238
Hakemeyn Hakkında:
Aşağılık kaba kişilerdir; bayağı huylu kullardır. Her yandan toplanmışlar, her kötülüğe bulanmışlar. Din hükümlerini öğrenip edep kaidelerine uymaları, belleyip yola gelmeleri gerekli olan, buyruk altına girmeleri, başlarına buyruk bırakılmamaları icâb eden kişilerdir. Ne Muhâcirlerdendir onlar, ne Ansâr'dan; ne de daha önce Medîne'de yerleşenlerdir.
Bilin ki onlar, toplumun içinden kendilerince sevilen, istenen en yakın kişiyi seçtiler. Sizse istemediğiniz, sevmediğiniz en yakın kişiyi seçtiniz. Abdullah bin Kays'in dün dediklerini hatırlayın; diyordu ki: Bu bir fitnedir, Müslümanlar arasında hakla batıl belli değildir; yaylarınızın zırhlarını kesin; kılıçlarınızı kınlarına sokun.[56]
Doğru söylüyorduysa zorlanmadan gitmekte yanıldı; yalan söylüyorduysa töhmet altına girdi. Amr ibn'il-Âs'a karşı Abbas oğlu Abdullah'ı gönderin; fırsattan faydalanın; İslâm'ın elinde olan uzak şehirleri kaplayın, kavrayın, koruyun. Görmüyor musunuz ki şehirlerinizde savaşıyorlar; onları elde etmeyi umuyorlar.
* * *
125
(Hâriciler hakem kabûl etmesini, sonradan kınayın-ca buyurdular ki:)
Biz insanları hakem yapmadık, Kur'ân'ı hakem tâyîn ettik. Kur'ân, iki yaprak arasındaki kitaptır; dille söylemez; çâresiz onu okuyup anlatacak biri gerek. Onunla söz söyleyenler, insanlardır. Şamlılar bizden, Kur'ân'ı hakem tayin etmemizi istediler. Yüce Allah'ın kitabından yüz çevirecek kişiler değiliz biz ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, "Bir şeyde anlaşmazlığa düştünüz mü, Allah'a, Peygamber'e başvurun" buyurmuştur (4, Nisâ', 59). Allah'a başvurmak, Kitabıyla hükmetmemizdir; Peygamber'in sünnetine başvurmak, onun hükmüne, onun sünnetine uymamızdır. Allah'ın Kitabıyla gerçek olarak hükmedilecekse biz, onunla hükmetmeye herkesten daha ziyade layığız; Allah'ın Rasûlü'nün sünnetine uyularak hükme varılacaksa biz, insanlar arasında onunla hükmetmeye en fazla hakkı olanlarız, ona ehil bulunanlarız.
Ama neden hakeme razı olarak mühlet verdin derseniz cevabım şudur: Bilgisiz de gerçeği bilsin, öğrensin, bilgi sahibi de bilgisini büsbütün arttırsın; bunu istedim, bunu diledim; Allah belki bu uzlaşmayla bu ümmetin arasını bulur, düzeltir, bu zaman içinde biraz soluk almasını sağlar, gerçek aydınlanır, sapıklık ortadan kalkar dedim.
Gerçekten de Allah katında insanların en yücesi, gerçek, onun elde edeceği şeyi azaltsa, onu derde, gussaya salsa, batıl ona fayda verse, elde edeceğini çoğaltsa bile gerçeğe uyanı, onunla amel edenidir.
Neden şaşkına dönüyorsunuz, neden bu fitne nereden geldi size, düşünmüyorsunuz? Gerçeğe uymakta şaşırıp kalan, onu bir türlü görmeyen, zulme sarılan, ondan ayrılmayan, kitabın hükmünü anlamayan, doğru yoldan çıkıp sapan topluluğa karşı yürümeye hazırlanın. Fakat siz, ne güvenilir, ne dayanılır kişilersiniz, ne yoldaşlık edilecek dostlar. Savaş ateşini yalımlayacak ne kötü kişilersiniz siz, Yuf olsun size; dertlere düştüm, belâlara uğradım sizinle. Birgün savaşa çağırıyorum sizi; birgün gönlümdeki dertleri söylüyorum size, danışıyorum sizinle; fakat ne çağırdığım zaman doğru özlü, vefâlı kişilersiniz siz, ne sır söylenecek, güvenilecek kardeşler.
* * *
127
(Hâricilere karşı buyurmuşlardı ki:)
Tutalım, benim yanıldığımı, doğru yoldan saptığımı sandınız; benim bu hareketim yüzünden neden bütün Muhammed ümmetini de sapık sayıyorsunuz? Neden benim yanılmam yüzünden onları da yanılmış biliyor, benim suçum yüzünden onları da kâfir sanıyorsunuz?
Kılıçlarınız omuzlarınızda; onları suçsuzlara sallıyorsu-nuz; suçluları suçsuzlara katıyorsunuz. Oysa siz de bilirsiniz ki; Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah evli olarak zina edeni recm etmiş, sonra ona namaz kılmıştır, mirasını da, miras düşenlerine vermiştir. Adam öldüreni öldürtmüş, mirasını ehline pay etmiştir. Hırsızlık edenin elini kestirmiş, evli olmadığı halde zina edeni dövdürmüş fakat sonra Müslümanların haklarından onlara düşen hakkı da kendilerine teslîm eylemiştir; onlar da Müslüman kadınları nikâhlamışlar, onlarla evlenmişlerdir.
Demek ki, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Rasûlullah onlara, suçlarının cezalarını vermiş, Allah'ın hükmünü tatbik etmiş, fakat Müslümanlıkta haklarını onlardan men etmemiş, adlarını Müslümanlıktan çıkarmamıştır. Sizse insanların en kötülerisiniz; Şeytanın azgınlığa, isyana sevk ettiği, şaşkın bir halde sapıklığa sürdüğü kişilersiniz.
Yakındır, benim yüzümden iki bölük helâk olur gider: Bir bölüğü, beni fazlasıyla sevendir; sevgi, gerçek olmayan inanca yürütür onu; öbürü, bana buğuz edendir; buğuz, gerçek olmayan yola salar onu. İnsanların hayırlıları, hak-kımda ne ileri gidenleridir, ne geri kalanları. Onlar, orta yolu seçerler. Bu yolu seçin; Müslümanların çoğunluğunun inancına sâhip olun; çünkü Allah'ın (Kudret) eli, topluluktadır. Sakının ayrılıktan; insanlardan ayrılan, Şeytana kul olur; sürüden ayrılan koyunun kurda lokma olması gibi.
Bilin, duyun; onların bu inancını güden kişiyi, imamemin altında bile olsa, öldürün.
Tayin edilen iki hakem, Kur'ân'ın dirilttiğini diriltmek, Kur'ân'ın öldürdüğünü öldürmek için tâyîn edilmişti; onların bir araya gelmeleri ayrılığı yok etmek içindi. Kur'ân, bizi onlara uymayı çekerse uyacaktık onlara; Kur'ân bize uymayı emrederse, onlara değil, bize uyacaktınız. Sizi kötü bir işe salmadım; işlerinize ait bir hususta aldatmadım; şüphelere düşürmedim. Seçtiğiniz iki kişiyi, Kur'ân'ın hükmünden çıkmamalarını şart koşarak tâyîn etmiştik, göndermiştik. Onlarsa gerçeği, göz göre göre terk ettiler; cevr olduğunu bile bile kendi kendilerine uydular; cefâ yoluna gittiler. Oysa ki hükümde adaleti, gerçeğe uymalarını, kendi kötü reylerine uymamalarını şart koşmuştuk önceden.
19
(Kufe'de, minberde hutbe okurlarken ve hakemlere ait beyanda bulunurlarken birisi, önce bizi bundan men etmiştin, sonra da bunu kabûl ettin; bilmeyiz hangisi daha gerçek dedi. Hazret, elini alnına vurarak, biati bozan toplumun cezâsıdır bu buyurdu. Kays oğlu Eş'as, Ey Emir'el-Mü'minin, bu söz, senin lehine değil, aleyhinedir deyince de ona hitap ederek buyurdular ki:)
Hangisi aleyhimde, hangisi lehimde, ne bilirsin sen? Allah'ın ve lânet edenlerin lâneti sana ey çulha oğlu çulha, ey kâfir oğlu münâfık. Andolsun Allah'a ki O, seni iki kere tutsak etti; bir keresinde kâfirdin, bir keresinde Müslüman. İkisinden de ne malın kurtardı seni, ne soyun-sopun, ne devletin, ne şerefin, izzetin. Kavmini kılıca götüren, onları ölüme sevk eden kişiye, en yakınının düşman olması, en uzak olanınsa ondan emin bulunması, yerindedir, gerçektir.[57]
184
Haricî şâirlerinden Burc b. Müshir'it-Tâî'nin "Hüküm ancak Allah'ındır" dediğini duydukları vakit ona buyurdular ki:
Sus bre ön dişleri düşmüş adam, Allah çirkinleştirsin seni; Andolsun Allah'a ki hak açığa çıktığı zaman arıktın sen, hor hakirdin sen; sesin bile çıkmazdı; çıksa bile duyulmazdı, o söze uyulmazdı. Ama batıl nâra atınca erkek keçinin boynuzu gibi hemencecik fırladın da başı aştın, söz etmeye düştün.
* * *
44
(Maskala b. Hubayrat'iş-Şeybânî, kaçıp Muâviye'ye gittiği zaman buyurdular ki:)
Allah Maskala'yı çirkinleştirsin, rezil etsin, cezâsını versin. Uluların işini yapmıştı, aşağılık kişilerin kaçışı gibi kaçtı. Onu övecek kişiye fırsat vermeden susturdu onu; yaptığını söyleyecek kişiyi gerçeklemedi, pusturdu onu. Kaçmasaydı kolayına gelini alırdık ondan, kalanı için de mal-mülk sâhibi olmasını beklerdik onun.[58]
181
(Kufelilerden olup Haricîlere katılmak isteyen ve kendisinden korkan bir bölüğün ahvalini anlamak için ashabından birini göndermişti. Dönüp gelince, emin olup yatıştılar mı, yoksa kötü bir düşünceye kapılıp gittiler mi diye sordu. Gelen kişi, Yâ Emir'el-Müminin gittiler deyince buyurdular ki:)
Uzaklaşıp helâk olsunlar, Semud kavminin helâk olduğu gibi.[59] Ama mızraklar onlara uzandı, kılıçlar tepelerine indi mi, yaptıklarına pişman olurlar. Bugün, onları bozgunluğa düşüren Şeytan, yarın, onlardan olmadığını söyler, onları kendi hâllerine bırakır gider.[60] Doğru yoldan sapmaları, azgınlığa, körlüğe uymaları, gerçekten ayrılmaları, sapıklık çölüne düşüp serkeşlik etmeleri, belâ olarak yeter onlara.
* * *
58
(Hakemeyn'den sonra Nehrivan'da toplanan Hâricilere buyurdular ki:)
Kasırga kökünüzü silip süpürsün; sizden söz söyleyen bir tek kişi bile kalmasın, gitsin. Allah'a inancımdan, Râsulullah'la, sallallahu aleyhi ve âlihi, uyup onunla beraber savaşımdan sonra kâfir olduğuma mı şehâdet edeyim? Böyle bir şey yaparsam sapıklığa düşmüş olurum; doğru yoldan şaşmış olurum. Yıkılın gidin en kötü yere; topuklarınız üstünde dönün gerisin geriye. Bilin ki benden sonra sizi kaplayan bir alçalışa düşeceksiniz: keskin kılıca uğrayacaksınız; zâlimler mallarınızı alacak; bu, size yapılıp duran bir âdet olacak.
* * *
59
(Nehrivan'a Hâricilerle savaşa giderlerken buyurdular ki:)
Öldürülecekleri yer, suyun bu yüzü; andolsun Allah'a, onlardan on kişi kurtulmaz; sizden de on kişi helâk olmaz.[61]
60
(Hâricilerle savaş bittikten sonra, Yâ Emir'el-Müminin bu kavim tamamıyla öldürüldü denince buyurdular ki:)
Olamaz; vAllahi onlar daha babalarının bellerindeler, analarının rahimlerindeler. Onlardan biri, bir dal gibi taş gösterdi mi, kesilir, öldürülür; sonuncuları hırsızlığa başlar, adam soymaya koyulur.
* * *
61
(Hâricilerle savaştıktan sonra buyurdular ki:)
Benden sonra Hâricileri öldürmeyin; gerçeği dileyip hata eden, batılı dileyip elde edene benzemez.[62]
* * *
56
Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun Rasûlullah'la beraberdik, babalarımızı, oğullarımızı, kardeşlerimizi, amcalarımızı öldürüyorduk. Bu, doğru yolda yürüyerek, mihnetlere sabrederek, düşmanla savaşa sarılarak ancak inancımızı arttırmada; teslimiyetimizi çoğaltmadaydık. Gerçekten de bizim her birimiz, düşmanımızdan birine saldırmada, iki esrik deve gibi boğuşmada, dövüşmedeydik. Dövüşenlerin ikisi de birbirinin canına susamıştı. Kim, ömrüne ölümü sunacak, hangisi hangisini ölümle suvaracak, onu gözetmedeydi; ona bakmadaydı. Kimi olurdu, biz düşmanımıza üst olurduk, kimi de düşmanımız bize üs olurdu. Allah, doğruluğumuzu görünce düşmanımızı alçalttı; bize yardım etti; sonra Müslümanlık yerleşti; üst olup karar kıldı. Ömrüm hakkı için ki bu işe, sizin sarıldığınız gibi sarılsaydık dinin bir direği bile dikilmezdi; iman bağında bir dal bile yeşermezdi. Allah hakkı için yaptığınız işten dolayı kan sağmanız gerek; nâdim olmanız gerek.
* * *
93
(Nehrivan savaşından sonraki hutbelerinden:)
Sonra ey insanlar, bilin ki ben fitnenin gözünü kör ettim; dalga-dalga yayılan karanlığına benden başka kimse dalamaz; coşup duran kudurganlığına kimse atılamaz. Sorun bana, beni yitirmeden sorun. Canım kudret elinde olana andolsun, sizinle kıyâmet arasında neler olacaksa, sorarsanız haber veririm size. Yüzlerce kişiyi doğru yola götürecek, yüzlerce kişiyi sapıklığa atacak topluluklardan hangisini öğrenmek isterseniz, o fitneye halkı kim çağırır, kim yürütür; yüklerini çeken develeri nerelerde ıhlatıp yaratırlar; yüklerini nerelerden alıp yüklerler; onlardan kim öldürülür, kim ölümüyle ölür; hepsini bir bir bildiririm size.
Ama beni yitirdiniz mi, size hoşlanmadığınız işler, sıkıntılı çetin olaylar gelip çatınca, soranların çoğu, şaşırıp başlarını önlerine eğecekler, soru sorulanların çoğu da cevap veremeyip acze düşürecekler. Bu da, giriştiğiniz savaş kızışıp sürdükçe sürdüğü, halkın paçalarını sıvayıp işe giriştiği, dünyanın sizi dara düşürdüğü, ortalığı kararttığı zaman olacak; sonunda Allah, sizin hayırlılarınızdan geriye kalanlardan bu belâ günlerini giderinceye dek bu, böyle gidecek.
Bilin ki fitneler gelip çattı mı, hak mıdır, batıl mı, bilinmeyecek, şüphe edilecek. Geçip gitti mi, halk uyanacak, bilecek, Gelip çatınca inkâra düşülecek, geçip gidince anlaşılıp bilinecek. Bu fitneler, kasırgalar gibi esip dönecek, tozup duracak, bir şehirden gelecek, bir şehri alıp verecek.
Bilin ki size gelip çatacak fitneler içinde en korktuğum fitne, Ümeyyeoğulları'nın fitnesidir; çünkü o, hiçbir şey görmeyen kör, hiçbir şey göstermeyen karanlık bir fitnedir. Bu fitneye karşı tedbir yolu görünmez, belâsı herkesi kaplar; can gözü açık olana gelir çatar; körleşip onu görmeyendense geçer gider. Allah'a and olsun ki Ümeyyeoğulları, benden sonra sataşacağınız en kötü buyruk sahipleridir; kocamış, kötü huylu deveye benzerler onlar; sütünü sağarken sağanı dişiyle ısırır; ayağıyla başına vurur; onu tekmeler durur; sütünü vermez olur. Sizden, kendilerine yarayandan, yahut da hiç olmazsa onlara zararı dokunmayandan başkasını bırakmaz onlar. İçinizden birinin, onlardan öç alması, ancak kulun efendisinden, birinin hizmetinde bulunan kişinin, o kişiden öç almasından başka bir şey olamaz ve o zamana dek de onların belâsı sizin üstünüzden kalkmaz. Görünüşü çirkin, korkunç, câhiliye devrinin karanlıkları gibi kapkaranlık fitneleri gelip çatarsa size; o fitnede ne bir hidayet alâmeti vardır, ne bir yol gösteren bilgi.
Biz Ehlibeyt, ondan kurtulmuşuz; o fitne için de halkı, kendisine çağıranlardan değiliz biz. Sonra Allah onları alçaltan, zorla, zorlukla sürüp götüren, onlara zehirden daha acı ağı ile dopdolu kadehi sunan, onlara ancak kılıç veren, onlara ancak korku ve dehşet elbisesi giydiren kişinin eliyle sizden o belâyı, o fitneyi, hayvanın derisini yüzer gibi yüzüp sıyıran kişinin eliyle giderir. O zaman Kureyş, bütün dünya ellerinde olsa, dünyada ne varsa hepsine sahip bulunsa, pek az bir müddet için bile olsa beni görmek için fedâ etmeye hazırdır. Ama ne fayda. Bugün, onlardan bir kısmını istiyorum da gene vermiyorlar bana.[63]
* * *
180
Dostları ilə paylaş: |