Nehcul Belaga İçindekiler


Ashabını yererken buyurdular ki



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə18/31
tarix10.11.2017
ölçüsü1,37 Mb.
#31313
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   31

Ashabını yererken buyurdular ki:

Överim Allah'ı, takdirini yerine getirmesi, dileğini izhâr eylemesi dolayısıyla; beni sizinle mübtelâ etmesi dolayısıyla; ey buyurduğum zaman itâat etmeyen, çağırdığım zaman gelmeyen topluluk. Sizi kendi başınıza bıraksam lafa dalarsınız; savaşa soksam yorulur bırakırsınız. Halk imâmın emrine uysa kınarsınız; size uyarsa arkanızı dönersiniz. Hay olmayasıcılar, kendi kendinize yardım için neyi bekliyorsunuz; hakkınızı almak için savaşa girmiyor da ne umuyorsunuz? Ölümünüzü mü, yoksa alçalıp gitmenizi mi?

Vallahi ölüm günü gelip çatsa ki elbette gelecektir, sizinle aramı ayırsa, sizinle konuşmayı istemeden, sizden yardım ummadan ayrılacağım sizden. Allah için söyleyin, savaşınız kendiniz için mi, Allah için mi? Dininiz yok mu ki sizi bir araya toplasın; hamiyetiniz yok mu ki size bir gayret versin? Şaşılacak şey mi değil ki Muâviye, aşağılık zâlimleri çağırıyor, onlara bir şey vermeden onlar, ona itâat ediyorlar. Ben, İslâm olanların soyundan gelen, onların yerlerini tutan sizleri çağırıyorum yardıma, yahut da savaş için bir bölüğünüzü çağırıyorum bir şey vermeye, benim yanımdan dağılıyorsunuz, benim aleyhime dönüyorsunuz. Ne bana yardım ve itâat husûsunda rıza gösteriyorsunuz, ne beni kınamada, aleyhime dönmede birleşiyorsunuz. Sizden kurtulmam için ölümümden başka bir şey istemiyorum; ölüm bana en sevimli bir şey oldu. Size kitabı okudum, anlattım; delil getirdim belirttim; tanımadığınız şeyleri bildirdim; ağzınızdan attığınız şeyleri sindirttim; anlamadıklarınızı anlatmaya çalıştım; ama kör görmezse, uyuyan uyanmazsa ben ne yapabilirim?

Kılavuzları Muâviye olan, terbiye edenleri Nâbıga oğlu bulunan toplum, bilgisizliğe ne de yakındır.

* * *

 

 



108

Yarattıklarına yarattıklarıyla, yaratmak, var etmek kudretiyle tecelli eden, onların gönüllerine delilleriyle görünen, onların delillerini gösteren Allah'a hamdolsun. Halkı düşünüp taşınmadan yarattı; düşünüp taşınmak ancak düşünceye, tasarlanmaya sâhip olanlara yaraşır; oysa Allah bundan münezzehtir. Bilgisi, her çeşit gizlilikleri kavramış, her türlü gizli inançları kaplamıştır.



(Bu hutbede, Hazreti Peygamber'i, (s.a.a), anarlarken buyurdular ki:)

Onu peygamberler ağacından, ışıklar saçan kandil konan yerden, en yüce yerden, Mekke'nin göbeğinden, karanlıkları ışıtan nurlardan, hikmet kaynaklarından seçmiştir.

İmam bir hekimdir ki devâsıyla hastalarını dolaşır durur; yaralarına merhem sarar; gereken yaraları dağlayıp yakar; bereleri onarır; hastalara ilâç sunar kör gönülleri, sağır kulakları, söylemez dilleri iyileştirir; sağlığa kavuşturur. Hikmet ışıklarıyla ışıklanmayan, karanlıkları aydınlatan bilgi yalımlarıyla tutuşup yalımlanmayan, otlayan dört ayaklı hayvanlara benzeyen, katı taşları kayaları andıran, gaflete düşmüş, hayrete uğramış kişileri ilâcıyla iyileştirmek için arar, bulur.

Can gözü açık olanlara gizli şeyler açıklanmıştır; doğru yolda şüpheye kapılanlara gerçek, apaçık meydana çıkmıştır. Kıyâmet, yüzündeki örtüyü açmıştır; gelip çattığına dair alâmetler belirmiştir.

Fakat ne oldu da ben cansız bedenler, cesetsiz canlar görüyorum sizi; ne oldu da düzene girmemiş, doğru yolu bulmamış ibâdet edenler, kâr elde etmeyen tâcirler gibi görüyorum sizi? Uykuya dalmış uyanıklarsınız; burada bulunmayan, fakat bedenleriyle önümde durup duran kişilersiniz; körler gibi bakmadasınız; sağır gibi dinlemedesiniz; dilsizler gibi konuşmadasınız.

Ümeyyeoğulları devleti, bir sapıklık bayrağıdır ki miline oturtulmuş değirmen taşı gibi yerine dikilmiştir; gölgesi her yana yayılmıştır. Sunduğu kadehle sizi döndürüp duruyor; ayakları altında sizi ezip un-ufak ediyor. O bayrağı diken, dinden çıkmıştır; sapıklığa ayak basmış, direnmiştir. Üst olduğu gün, yenmiş yemeğin kapta kalan artığı, yahut boşaldıktan sonra zâhire çuvalında kalan kırıntı kadarınız kalır ancak. O sapıklık bayrağı, sizi deri tabaklayan kişi gibi ovalar; hasat edilmiş ekin gibi ezer, öğütür; kuşun küçük taneler içinden büyüğünü seçip yediği gibi, içinizden, ancak zarar vermek için inanan kişiyi seçer, çıkarıp alır.

Hangi yola gidiyorsunuz, bu yollar nereye götürüyor sizi? Karanlıklar sizi şaşırtmada, yalanlar sizi aldatmada; nereden geldi bu âfet başınıza, ne vakit bu yoldan döneceksiniz siz?

Her şeyin bir zamanı var, her gidişin bir gelişi var. Rabbin lütfuyla bunları bilenden dinleyin; gönüllerinizde yer etsin sözleri; size söylerse uyanmaya bakın. Çölde, toplumuna su ve yiyecek arayan, elbette doğru söyler; yapacağını tasarlar; zihnini derleyip zorlar; size işin aslını açıklar; hiçbir şüpheli şey bırakmaz; bildirir.

Ama o sapıklık bayrağı dikilince batıl yerleşir yeryüzünde; bilgisizlik binek atlarına biner; azgınlık büyüdükçe büyür; gerçeğe çağıran azalır; zaman saldırıp yaralayan, salıp ısıran canavar gibi saldırır; susan, sinen erkek deveye benzeyen batıl, seslenmeye başlar, esrir kuvvetlenir; insanlar, kötülük yolunda kardeş olurlar; birbirlerinden dini gidermeye başlarlar; yalanı severler, gerçeğe düşman kesilirler. İş bu kerteye gelince de oğul, dert olur babaya; yağmur ıssıyı artırır; kötüler çoğaldıkça çoğalır; iyiler azaldıkça azalır.

Bu zamanda yaşayanlar kurt kesilirler, buyruk sahipleri yırtıcı canavara dönerler, orta halliler yiyici olurlar; yoksullarsa ölüp giderler. Doğruluk bulunmaz olur; yalan çoğaldıkça çoğalır durur; sevgi dillerde kalır; insanlar gönülleriyle birbirlerine karşı dururlar; kötülükte bulunmak soy-boy olur; namus ve temizlik, şaşılacak bir şey haline gelir; İslâm ters giyilen elbiseye döner.

* * *

 

29



Ey bedenleriyle bir araya gelip toplanmış dilekleriyle, istekleriyle darmadağın olmuş insanlar, sözünüzle sert kayalar erir gider; yaptığınız işle düşmanlar size tamah eder. Meclislerde dersiniz: Var mı bize yan bakacak; savaş gelip çattı mı, dersiniz: Bizden uzak ol, uzak. Çağıranın çağırışı, size bir şeref, bir gayret vermedi; yüreğini sıktığınız kişi, huzur rahat görmedi. Bunların hepsi de sapıklıktan doğma bahaneler; hani borçlunun bugün, yarın diye borcunu vermemesine benzer. Alçalmış kişi, horluğu gideremez; hak, çabadan, savaşmaktan başka bir şeyle elde edilemez. Yurdunuzdan başka hangi yurttan düşmanı kovacaksınız; benden sonra hangi imâma uyup savaşacaksınız? Andolsun Allah'a aldanmış kişi, o kişidir ki, size aldanır; sizinle bir şey elde etmeyi uman, en isâbet etmeyecek kumar okunu atar; utulur kalır; sizinle ok atan, yaya dayanağı olmayan, temreni bulunmayan oku atar, perişan olur. Andolsun Allah'a, sözünüze inanmadan sabahladım; yardımınızı ummadım; düşmanı sizinle korkutmadım.

Nedir hâliniz, nedir ilâcınız, nedir tedbiriniz? Onlar da sizin gibi adam. Bütün sözlerinizi bilgisiz mi söylüyorsunuz; çekinmeden gaflete mi düşüyorsunuz; hakkınız olmayan bir şey mi umuyorsunuz?

* * *

 

166



Küçüğünüzün, büyüğünüzün yolunu tutması gerek. İslâm'dan önceki câhiliyye devrinin cefacıları gibi olmayın; onlar da ne dinden bir hüküm bilirlerdi, ne Allah'ın varlığını akıl ederlerdi.

(Aynı Hutbeden:)

İslâm'la birbirlerine dost olduktan sonra gene dağıldılar, asıllarından ayrıldılar; içlerinden öylesine bir dala yapışanlar oldu ki dal nereye eğilirse, onunla beraber o yana eğildiler. Fakat Allah onları, son baharda bulutlar nasıl bir araya toplanırsa, daha beter bir gün için, Ümeyyeoğulları için bir araya toplayacaktır. Allah aralarını uzaklaştıracak, sonra onları birbiri üstüne yığılan bulutlar gibi bir araya getirecek; sonra onlara kapılar açacak; toplandıkları yerlerden, Seba ehlinin iki bahçeye gelen seli gibi akıp gidecekler. O selden bir tek tepe bile kurtulmayacak; bir yüksek yer bile tutunamayacak; o selin yolunu ne bir tümsek tutabilecek, ne bir yüksek, önüne geçebilecek. Allah, onları, vâdîlerinde kol kol ayıracak; yeryüzündeki kaynakları meydana getirecek. Onlarla başka bir toplumun hakları alınacak; onları ayrı bir toplumun yerine yerleştirecek. Andolsun Allah'a ki yücelikten, yerleşip pekiştikten sonra onların ellerinde ne varsa, yağın ateşte erimesi gibi eriyip bitecek.

Ey insanlar, hakka yardım etmede birbirinizden ayrılmasaydınız, batılı gidermede gevşek davranmasaydınız, size eşit olmayanlar, sizi alt etmeye kalkışmazlardı; kendilerine üst olduğunuz kişiler, kuvvet elde etmezlerdi. Fakat siz, İsrailoğulları gibi çöle düştünüz; ömrüm hakkı için benden sonra bu çöldeki şaşkınlığınız, İsrailoğulları'nın şaşkınlığından kat kat artacaktır. Ne diye hakkı ardınıza attınız, yakından kesildiniz, en uzağa sarıldınız? Bilin ki, sizi gerçeğe çağırana uysaydınız, o, sizi Peygamber'in gittiği yola götürürdü; insafsızlığa düşmezdiniz; boyunlarınızdaki ağır yükleri atardınız.[64]

 

 



97

(Kufelilere Hutbeleri:)

Allah mühlet verse bile zâlimi, eninde sonunda kahreder, cezâsız bırakmaz. Onu görmededir, onun geçtiği yolu bilmededir, sonra onun boğazını sıkar; tükürüğünü yutmasına bile meydan vermez. Canım kudret elinde olana andolsun, bu topluluk, size üst olacaktır; ama bu, onların, sizden daha haklı olduklarından değil, batıl iş bile buyrulsa hemencecik itâat edişlerinden ve sizin, benim buyruğuma itâat etmeyişinizden. Ümmetler, buyrukları altındakilerin zulmünden korkarak sabahlarlar; bense buyruğum altındakilerin zulmünden ürkerek sabahlamadayım. Düşmanla savaşmanızı istedim, gitmediniz. Size öğüt verdim, tutmadınız. Gizli, açık bağırdım, gelmediniz. Öğüdümü duymadınız. Buradasınız ama yok musunuz? Kullarsınız ama baş mı kesildiniz? Size gerçek sözler söylüyorum, kaçıyorsunuz. Adamakıllı öğüt  veriyorum,  sözüm  bitmeden dağılıyorsunuz. İsyan edenlerle savaşa teşvik ediyorum sizi, daha sözüm bitmeden Sebe' kavmi gibi dağılıveriyorsunuz; toplandığınız yerlere gidiyor, birbirinizi öğütlerle kandırıyor, aldatıyorsunuz. Sizi sabahleyin doğru yola sevk ediyorum; akşamleyin yanıma yay gibi eğrilmiş dönüyorsunuz. Sizi doğrultan da usandı gitti, duyup dinleyenin de işi sarpa sardı.

A bedenleriyle karşımda duran, akıllarını yitirmiş, dilekleriyle burada bulunmayan, istekleri çeşit çeşit olan kişiler, a emirlerini derde uğratan belâlara düşüren adamlar, emiriniz Allah'a itaat ediyor, siz onun emrini tutmuyorsunuz: Şamlıların emiri Allah'a isyan ediyor, onlarsa onun emrini tutuyorlar. Andolsun Allah'a ki Muâviye sizin için benimle sarraflar gibi alış verişe girse, onlardan birini, bir altın verir alırdım, bir gümüş dirheme de onunuzu satardım.

Ey Kufeliler, sizde bulunan üç şeyle, sizde bulunmayan iki şey yüzünden dertlere düştüm; gamlara battım: Kulaklarınız var, sağırsınız; konuşuyorsunuz, söz söylüyorsunuz, dilsizsiniz; gözleriniz var, körsünüz[65]. Savaşta hür erler gibi direnmeniz yok; belâ çağında güvenilir adamlar değilsiniz siz.

Ellerine toz toprak giresiceler, siz, haydayanı uzakta kalmış develere benziyorsunuz; bir yandan bir yana dağılmış, gitmişsiniz. Allah'a andolsun, savaş kızışsa, ateş bacayı sarsa Ebû-Tâlib oğlunun yanından dağılır gidersiniz, doğan çocuk nasıl bir daha ana rahmine girmezse sizi de bir daha derleyip toplamak mümkün olmaz.

Rabbimin yolundayım ben, gerçeğim ve Peygamberinin emrine uymuşum; doğru yoldayım; apaçık, o yolda gitmedeydim. Peygamberinizin Ehlibeytine dikkat edin; onların yolundan ayrılmayın; onlara uyun. Onlar, sizi aslâ doğru yoldan çıkarmazlar; sapıklığa sevk etmezler. Onlar oturdular mı siz de oturun; onlar kalktılar mı siz de kalkın; onların önüne geçmeyin. Böyle hareket etmezseniz yollarınızı yitirirsiniz; sersemleşir, sapıtır gidersiniz. Onlardan geride kalmayın, yoksa helâk olur bitersiniz.[66]

Ben, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Muhammed'in ashabını gördüm; içinizde onlara benzer bir kişi bile göremiyorum. Onlar, saçları dağılmış, toza toprağa bulanmış bir halde sabahlarlar, gecelerini namazla geçirirlerdi. Kimi alınlarını toprağa koyarlardı, kimi yüzlerini. Kıyâmeti andılar mı, köz gibi yanarlardı. Alınları, secdeden, âdetâ keçinin dizlerine dönmüştü, kabuk bağlamıştı. Allah anıldı mı, azap korkusundan, sevap ümidinden gözyaşı dökerlerdi; hem de öylesine ki yenleri yakaları ıslanırdı; yel eserken ağaç nasıl sallanırsa öyle titrerlerdi.[67]

 

131



Ey bedenleriyle burada bulunan, akıllarıyla yetip giden, çeşitli dileklere dalan, gönülleriyle başka başka yerlere yelip yortan kişiler, ben sizi gerçeğe sevk etmedeyim, sizse aslanın kükremesinden korkup kaçan keçi gibi sözlerimden kaçmaktasınız, gerçekten yan çizmedesiniz. Size, ayın son gecesine benzeyen adaleti göstermeme, ışıyacağını söylememe rağmen beni dinlemiyorsunuz; sizi o ışıkla aydınlatmama, yahut eğrilmiş gerçeği doğrultmama, ne çâre ki imkân yok.

Allah'ım, sen de bilirsin ki bizim savaşa sarılmamız, dünya mülküne rağbetimizden, bakası olmayan dünya malını elde etmek istediğimizden değildir. Allah'ım, ilk olarak mâbuduna yönelen, çağrıyı duyup icâbet eden kişiyim ben; Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun, Resûlullah'tan başka hiçbir kimse, benden önce namaz kılmamıştır; ilk namaz kılan kişiyim ben.

Siz de bilirsiniz ki buyruk sâhibinin, insanların namuslarına, kanlarına, ganimetle elde edilen şeylere, dilediği gibi hüküm etmeye kalkışması doğru olmadığı gibi nekes kişinin bilgisizlik, cefâ ve zulmedenin buyruk sâhibi olması da doğru değildir; nekes, halkın mallarına göz diker; bilgisiz, onları doğru yoldan  saptırır; zulmedense onları canlarından eder. Devletin elden gideceğinden korkan, bir bölüğü tutar, öbürlerini bir yana atar. Hükümde rüşvete kapılan, bir bölüğü, hakkından mahrum eder; sünneti terk edense ümmeti helâk eder gider.

 

 



35

(Hakemeynden sonra bir hutbeleri:)

Zaman, ağırlığından kırıp geçiren, çetinliğinden ezip gideren bir iş etse, bir olay çıkarsa bile Hamd Allah'a. Bilirim bildiririm ki, Allah'tan başka yoktur tapacak; Onunla, O'ndan başka yoktur bir kulluk edilecek mâbud ve gerçekten de Muhammed, kuludur, elçisidir; Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun.

Bundan sonra derim ki: Gerçekten de esirgeyen, bilen, tecrübe sâhibi olan öğütçünün öğüdüne isyan, insanı şaşkınlığa düşürür; sonunda da nedâmete sürer götürür. Bu hakem tayin etmek husûsunda emir verdim, gizlediğim reyimi süzdüm, tertemiz ettim, size söyledim. Ne olurdu Kasir'in emri dinlenseydi.[68]

Cefâ edici muhâlifler gibi, isyancı düşmanlar gibi baş çektiniz; dinlemediniz beni; hem de öylesine dinlemediniz ki sonunda öğüt veren bile öğüdünden şüpheye düştü; her yanı ışıtan reyini kınamaya kalkıştı.

Ben de, siz de Hevâzin boyundan olan kardeşin söyledi-ğine döndük.

Mün'arac'ül-Levâda[69] reyimi bildirdim, emrettim size;

Ertesi günün kuşluğu oluncaya dek doğruluğu anlaşılmadı sizce.

 

 



36

(Nehrivan'da Hâricilere hitapları:)

Bu nehrin kıyılarında öldürüleceksiniz; bu yörenin çukurlarında yerlere serileceksiniz; hem de Rabbinizden apaçık bir delile sâhip olmadan; yaptığınızın doğru olduğuna dâir elinizde bir hüccet bulunmadan; ben bu hâlden önce sizi korkutmadayım; size  öğüt vermedeyim. Dünya sizi şaşırtmada; kader sizi helâk etmede. Sizi şu hakem işinden men etmiştim; düşmanlık edercesine karşı geldiniz bana; reyimi dileğinize bıraktım. Kafasız bir topluluksunuz; aklı kıt bir kalabalıksınız. Bense sizin bir kötü işe düşmemenizi istiyordum; size bir zarar gelmemesini diliyordum.

* * *

 

39



(Nu'man bin Beşir, Muâviye'nin emriyle Irak'a yürümüş, Ayn'et-Temr denen yere yaklaşmıştı. Orda Emir'ül-Müminin'in (a.s) tarafından memur olan ve yanında yüz kişi kadar asker bulunan Mâlik bin Kâ'b hâli bildirdi. Hazret, minbere çıkıp Hamd ve salâvattan sonra Mâlik'e yardım etmelerini buyurdu. Iraklılardan ancak üç yüz kişi toplandı Hazret me'yus olup buyurdular ki:)

Bir topluma düştüm ki emrettim mi, tutmazlar; çağırdın mı gelmezler. A babaları geberesiceler, ne diye beklersiniz Rabbinizin yardımını? Dininiz mi yok ki sizi bir araya toplasın, gayretiniz mi yok ki sizi kızdırsın, kızıştırsın. Aranızdan kalkmışım, bağırıyorum, yardım istiyorum; içinizde dinelmişim, çağırıyorum; gelin diyorum size. Ne sözümü duyuyorsunuz, ne emrimi dinliyorsunuz. Sonunda işleri örten perde kalkacak; kötü sonunuz meydana çıkacak; ama sizin bu haliniz de o zamana dek sürüp gidecek. Size kasteden, size yardım etmez; onlar sizi merâmınıza eriştirmez. Sizi kardeşinizin yardımına çağırdım; göbek ağrısına tutulmuş deve gibi sızlandınız; yükten sırtı yaralanmış deve gibi ağır davrandınız. Sonra sizden per-perişan zayıf mı zayıf bir bölük çıkageldi; sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlardı.

* * *

 

47



(Kufe'ye Hitapları:)

Ey Kufe, seni Ukâz[70] pazarında serilen tabaklanmış deri gibi çekilmiş, ezilmiş görüyorum ben. Hâdiseler, ayakları altında seni ezecek; sırtına binecek. Ama hiçbir zorbayı bilmem ki sana kötülük etmeyi dilesin de Allah onu, kendi derdiyle uğraştırmasın; bir öldüren gelmesin de onu oklayıp gebertmesin.

* * *

 

57



(Muâviye hakkında buyurmuşlardır ki:)

Benden sonra size, boğazı geniş, karnı şiş mi şiş, göbekli biri musallat olacak O, bulduğunu yer, bulmadığını ister. Hadi öldürün onu, ama öldüremezsiniz.

Duyun, bilin ki O, beni sövmenizi emredecek size, benden teberrî etmenizi isteyecek sizden. Sövmeye gelince: Sövün, çünkü bu, benim temizliğimi arttırır, sizi de ölümden kurtarır. Benden teberriye gelince: Sakının bundan; çünkü ben, İslâm dininde olarak doğdum; îmanda, hicrette en önde bulundum.[71]

 

68



(Mısır'ı zaptedip oraya Vâli tayin buyurdukları Muhammed bin Ebubekir'i şehit ettiklerini duyunca buyurmuşlardır ki:)

Hişâm bin Utbe'yi tayin etmek istemiştim, onu tayin etseydim bu alanı boş bırakmazdı,  onlara  fırsat  vermezdi. Ama bu sözü, Muhammed bin Ebubekir'i kınama yollu  söylemiyorum; O, bana sevgiliydi; ben yetiştirmiştim onu, benim oğulluğumdu o.[72]

 

 

 



69

Niceye bir sırtları ağır yükler altında ezilmiş genç develeri yola getirip uğraşır gibi sizinle uğraşayım? Niceye bir eski elbiseyi yenilemeye çalışayım; her yanı, öbür yanı yırtılmaya çağırır; bir yanı dikilse öbür yanı sökülür. Şam askerinden, sayısı az bile olsa, bir bölük geldi mi, her biriniz, evinin kapısı yüzüne kapar, keler gibi, sırtlan gibi deliğine sokulur, dalar. Andolsun Allah'a ki sizin yardım ettiğiniz her kişi alçalmıştır; kim sizinle ok atarsa, ok dayanacak yeri kırık yayla, temrensiz ok atmıştır. Andolsun Allah'a ki siz, evlerinizin alanlarında çokluksunuz; bayrakların altında azlıksınız. Gerçekten de sizi düzene sokacak nedir? Eğriliğinizi doğrultacak nedir? Ben bunu biliyorum ama kendimi bozgunluğa düşürüp sizi düzene sokmayı uygun görmüyorum. Allah yüzlerinizi karartsın, nasibinizi azaltsın. Batılı tanıdığınız, bildiğiniz gibi hakkı tanımıyor, bilmiyorsunuz; hakkı batıl saydığınız gibi batılı iptâl etmiyorsunuz.

* * *

 

158



(Ümeyyeoğulları'nı bildiren bir hutbeleri:)

O'nu, Peygamberlerin yollanmasının arası kesildiği, insanların gaflet uykusuna daldığı, uykularının uzayıp gittiği, hüküm iplerinin yıpranıp koptuğu bir zamanda gönderdi. İnsanlara kendisinden önceki hükümleri gerçekleyen haberle, uyulması gereken ışıkla geldi: Bu da Kur'an'dır. Onu konuşturmaya çalışın. O, söz söylemez görünüşte, fakat ben haber vereyim ondan size:

Bilin ki olacak şeylerin bilgisi, geçmişlere ait sözler, derdinizin devâsı, aranızdaki düzenin müktezâsı ondadır.

(Bu hutbeden:)

Bu sırada kerpiçten yapılmış, yahut kilimden kurulmuş hiçbir ev, hiçbir otağ kalmaz ki oraya, zâlimlerin derdi, gussası girmesin; orada onların kötülüğü, zahmeti olmasın. O gün, zâlimler için ne gökte bir yardımcı kalır, ne yeryüzünde.

İşe ehil olmayanı seçtiniz, o işi, su içilmesi gereken yerden başka bir yere götürdünüz. Pek yakındır Allah'ın, bir lokmaya karşılık bir lokmayla, bir yudum suya karşılık bir yudum suyla zulmedenden öç alması. O zâlimler bana zehir yedirdiler, zehir içirdiler; buna karşılıkta bulunacak ve onlara üst libâsı olarak korkuyu giydirecek, alt libâsı olarak azâba bürüyecek onları. Onlar, suçları yüklenmiş merkepler, günahları taşıyan hayvanlardır. And içerim, gene de and içerim ki Umeyyeoğulları, bu devleti benden sonra balgam gibi ağızlarından atacaklardır; geceler gündüzleri, gündüzler geceleri kovaladıkça da bir daha onu tadamayacaklardır.

* * *


 

 

25



(Muâviye ordusunun, şehirleri aldığı ve Büsr bin Ebi-Ertât'ın gelmesi üzerine, Yemen'de, memurları bulunan Abbasoğlu Ubeydullah'la Nümran oğlu Said'in ülkeyi bırakıp Kufe'ye gelmeleri üzerine minbere çıkıp buyurdular ki:)

Elimde Kufe kaldı ancak; onu sıkıyorum avcumda, onu gevşetiyorum. Ey Kufe, yalnız sen kaldın, sen. Senden de fırtınalar esmekte, kasırgalar kopmakta Allah çirkinleştirsin seni.



(Sonra şâirin şu beytini okudular:)

Baban Hayr'ın ömrü hakkı için ey Amr, ancak

Bana şu kabın dibinde birazcık artık kaldı mutlak.

(Sonra buyurdular ki:)

Haber geldi bana; Büsr Yemen'e gelmiş, Vallahi bu topluluk, sanıyorum ki yakın bir zamanda devletinizi alacak; buna sebep de batıl da toplanmanızdır; haktan ayrılmanızdır; imâmınız hak üzereyken ona isyan etmenizdir; onlarınsa imamları batıla  uymuşken itâatte bulunmalarıdır. Onlar emaneti sâhibine veriyorlar; sizse hâinlik ediyorsunuz. Onlar şehirlerinde düzgün hareketlerde bulunuyorlar; sizse bozgunculuk ediyorsunuz. Size bir sağrağı bile emanet etsem, korkuyorum, denge bağlanacak halkasını koparırsınız.

Allah'ım, ben onlardan bezdim; onlar da benden bezdiler. Benim gönlüm onlardan daraldı; onların gönülleri de benden daraldı. Onların yerine, onlardan hayırlısını ver bana; benim yerime de benden daha şerrini musallat et onlara.[73] Allah'ım, gönüllerini, suda tuzun eridiği gibi erit. Andolsun Allah'a ki Ganm oğlu Firâs oğullarından[74] bin atlı olsaydı sizin yerinizde, daha da sevgiliydi bana, daha da sevindirirdi beni.

(Sonra şâirin şu beytini okudular:)

Orda çağırsaydın onları eğer, Gelirdi sana yaz bulutları gibi yer yer.[75]

 

 

34



(Şamlılarla savaştan çekinenlere hitapları:)

Yuf olsun size; yazıklâr olsun size; sizi azarlamaktan usandım artık. Âhirete karşılık dünyâ yaşayışına mı razı oldunuz; yüceliğe karşılık alçalmayı mı hoş buldunuz? Sizi, düşmanınızla savaşa çağırdığım zaman korkudan gözleriniz dönüyor; sanki ölüm gelip çatmış da sizi belâlara uğratmış; gaflete dalıp gitmişsiniz de o gaflet sizi sarhoşluğa atmış. Bana bir söz bile söyleyemiyorsunuz; bir cevap bile veremiyorsunuz. Gönülleriniz perîşan; aklınız gitmiş başınızdan; hiçbir şeyi akıl edemiyorsunuz. Size güvencim yok bu böyle gittikçe, bu karartı devam ettikçe. Dayanağım desteğim değilsiniz  ki dayanayım size; kolum kanadım olmuyorsunuz ki sığınayım size. Siz sanki sürüp haydayanları yitmiş develersiniz; bir yandan sürülüp bir yana getirilirler; öbür yandan da dağılıp giderler. Andolsun Allah'a ki siz, savaş ateşini ne de kötü yakıp tutuşturanlarsınız. Onlar size düzen kurmadalar; siz kurmuyorsunuz; onlar yörenizi kaplıyorlar; şehirlerinizi alıyorlar; siz tınmıyorsunuz. Onlar sizden gözlerini yummuyorlar; siz gaflet içindesiniz; onları unutuyorsunuz. Vallahi birbirlerine yardım etmeyenler alt olup giderler. Vallahi sanıyorum ki savaş kızıştı, ölüm yalımlandı mı, bedenden kopan, bir daha da yerine konmayan baş gibi Ebu-Tâlib oğlundan ayrılıp gideceksiniz. Andolsun Allah'a ki düşmanın kaldırışını bekleyen kişiye saldırır düşman, etini kemiğinden sıyırır, kemiğini kırar, ufalar; derisini yüzer gider. O kişinin aczi büyük mü, büyüktür elbet. Gönlündeki azim zayıf mı, zayıftır, yoktur ona bir medet. İstersen böyle ol sen; fakat ben, andolsun Allah'a, düşmanın saldırısından önce ona öyle saldırırım ki, Meşârif'de[76] yapılmış kılıçlarla öylesine vururum ki kellelerdeki küçücük kemikler havaya uçar; kollar, bilekler, ayaklar yerlere düşer; bundan sonra da Allah, dilediğini yapar, işler.

Ey insanlar, benim sizin üzerinizde hakkım var; sizin de benim üzerimde hakkınız var:

Bana vâcip olan hak, size öğüt vermektir; ganimetleri size bölüştürmektir; bilmediğinizi öğretmektir; sizi edebe sokmaktır; böylece nasıl hareket edeceğinizi bilirsiniz; öğrenirsiniz. Size vâcip olan hak da, biate vefâ etmenizdir; ben varken de, yokken de birbirinize öğüt vermenizdir; çağırdığım zaman gelmenizdir; buyurduğum zaman itâat etmenizdir.

* * *

 

 



27


Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin