Dinî inancı
Atatürk, 23 Nisan 1920'de TBMM'nin açılışında dua ediyor.
Atatürk'ün dinî inancı hakkında onun söylemiş olduğu özdeyişler ile yaşamındaki sosyal ve politik uygulamalar esas alınarak farklı görüşler ortaya atılmaktadır. Kimi araştırmacılar bu durumun dönemsel olduğunu vurgulamakta ve Atatürk'ün din ile ilgili olumlu görüşlerinin 1920'lerin başlarıyla kısıtlı olduğunu belirtmektedirler.[148]
Bir sözünde dini "lüzumlu bir müessese" olarak gördüğünü ifade eden Atatürk, başka sözlerinde de İslam için "bizim dinimiz" ve "büyük dinimiz" gibi ifadeler kullanmıştır.[149] Ayrıca Kur'an için "şanı büyük" ve "en eksiksiz kitap", Muhammed için "peygamberimiz efendimiz hazretleri" ve "Allah'ın birinci ve en büyük kulu" demiştir.[149] 1922 ve 1923'te yaptığı iki konuşmada "Allah birdir, büyüktür." demiştir.[150] 1923 yılında kendisine armağan olarak Kur'an gönderilmesine "Bence kıymetini takdire imkân olmayan bu hediyeyi, en derin ve hürmetkâr din duygularımla muhafaza edeceğim." sözüyle teşekkür etmiştir.[149] Kur'an'ın anlaşılarak okunmasına verdiği önemden ötürü Türkçeye çevrilmesi emrini vermiştir.[149][151] Atatürk'ün manevi kızı Ülkü Adatepe, onun savaşa giderken ellerini açıp "Allah'ım sen Türk milletini hiçbir zaman esir etme." diye dua ettiğini belirtmiştir.[152] Atatürk, Türk milletinin dinî inancı ile ilgili bir sözünde şu ifadeleri kullanmıştır:
Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Bilince aykırı, ilerlemeye mâni hiçbir şey içermiyor. Halbuki Türkiye’ye bağımsızlığını veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, sun’i, bâtıl itikatlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu konuda yeterli bilgisi olmayanlar, bu âcizler sırası gelince, aydınlanacaklardır. Onlar ışığa yaklaşamazlarsa, kendilerini yitirmiş ve mahkûm etmişler demektir; onları kurtaracağız.[149]
Atatürk'ün, dini "lüzumlu bir müessese" olarak gördüğünü belirttiğine ilişkin sözüne karşın "dini olanların fakir kalmaya mahkûm oldukları" ve bu nedenle "öncelikle din anlayışını kaldırmak" gerektiğine inandığına ilişkin görüşleri için de kaynaklar mevcuttur. Kazım Karabekir'in belirttiğine göre, Atatürk ona din ile ilgili olarak "dini olanların kazanamayacağını" ve "fakir kalmaya mahkûm olduklarını" söyleyip netice olarak önce din anlayışını kaldırmak gerektiğini söylemiştir.[153] Ayrıca İslam dinine ilişkin olumsuz sözleri de bulunmaktadır. Kazım Karabekir'in anlattığı üzere, Atatürk Balıkesir'de hutbe okumasına karşın daha sonra Kur'an ve Muhammed ile ilgili olumsuz sözler etmiştir.[154][155]
Farklı bir görüşe göre, 1926-27 yılları arasında Atatürk ile röportaj yapan Grace Ellison, 1928 yılında yayımlanan Turkey Today adlı kitabının 24. sayfasında Atatürk'ün kendisine şunları söylediğini yazmıştır:
Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir. Âdetâ halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır.[156]
Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu kitabının yazarı Andrew Mango, bu sözleri kitabına alarak Atatürk'ün deist olduğu değerlendirmesini yapmıştır.[157]
Araştırmacı-yazar ve gazeteci Murat Bardakçı, Atatürk'ün dini meselelerdeki şahsi görüşlerini anlamak için "Medeni Bilgiler" adlı eserin okunmasını işaret etmektedir.[158]
Atatürk ortaokul ve liselerde ders kitabı olarak okutulması için kendi el yazısıyla kaleme aldığı Medeni Bilgiler adlı kitabın ilk ve en uzun bölümü olan Millet bölümünde şunları yazmıştır:
"...Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sâirenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanlarını uyuşturdu."
"Türk milleti birçok asırlar, bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü."
"Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular."
"...din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Artık Türk, cenneti değil, son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra..."
Kitabın bu kısımlarını köşe yazısında değerlendiren Can Dündar, ilgili yerlerin 1969 ve 1988'de Türk Tarih Kurumu tarafından sansürlendiği belirterek "Nasıl oluyor da din konusundaki görüşleri bu kadar net olan bir lider hâlâ yanlış yorumlanıyor?" demiştir.[159]
Öte yandan 1937 yılında yaptığı meclis konuşmasında şu sözleri söylemiştir: ''Bizim devlet idaresindeki ana programımız Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler bizi idarede ve siyasette aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri gökten indiği sanılan kitapların dogmaları ile asla bir tutmamalıdır.''[160]
Tarih profesörü Mete Tunçay, bu konuyla ilgili İnönü Üniversitesi'nde verdiği bir konferansta "Atatürk'ün bir deist olduğunu düşünüyorum. Agnostik ya da ateist değildi." demiştir.[161] Akşam gazetesine verdiği bir röportajda ise "Türkiye'de din, devletin denetimi altında. Bu hiç kimseyi memnun etmeyen bir durum. Mesela İmam Hatipler'de, şimdi öyle mi bilmiyorum ama kitaplarının başında Atatürk'ün portresi ve en büyük Müslüman Atatürk yazılıydı. Bu doğru değil tabii. Çünkü bana 'deist' gibi geliyor. Diğer yandan Prof. Şükrü Hanioğlu 'ateist' olduğunu düşünüyor. Tanrı'yı reddetmek yerine Atatürk'ün 'herhâlde bir Yaradan var' inancı içinde olduğu kanısındayım." açıklamasında bulunmuştur.[162]
Yine Atatürk'ün dinî inancı ile ilgili olarak bir diğer araştırma Rıfat Bali tarafından yapılmış,[163] konuyla ilgili olarak Ruhat Mengi ile aralarında bir polemik yaşanmasına sebep olmuştur.[164] Taha Akyol ise Atatürk'ün dini ile ilgili olarak "Atatürk'ün ideolojisi, Jön Türklerin pozitivist, materyalist ideolojisidir. Bu yüzden Atatürk'ün laiklik tatbikatı çok sert oldu." demiştir.[148] Köşe yazarı ve tarihçi Ayşe Hür ise katıldığı bir televizyon programında "(Atatürk) Olsa olsa en fazla yaratıcıya inanıp dinlere inanmayan biri olabilir." ifadesini kullanmıştır.[165] Yaşar Nuri Öztürk bir sohbetinde[166] deist olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur. Prof. Dr. Zafer Toprak ise Atatürk'ün dine karşı mesafeli ve dinle ilgili sorunları olduğunu ifade etmiştir.[167]
Evening Standard gazetesinin Atatürk'ün ölümünden sonra hazırladığı yazı dizisinin sonuncusu "Atatürk İslam Geleneğini Reddetti" başlığını taşıyordu.[168]
İlgi alanları
Atatürk Çankaya Köşkü'ndeki kütüphanede, 16 Temmuz 1929
Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi severdi. Tavla ve bilardo oynamak hoşuna giderdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine ilgi duyuyordu. Sakarya adını verdiği atına ve köpeği Foks'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Çankaya Köşkü'nde sık sık devlet adamlarının, sanatçıların, bilim adamlarının, dostların davet edildiği, ülke sorunlarının da konuşulduğu akşam yemekleri verilirdi. Temiz ve düzenli giyinmeye önem verirdi. Doğayı çok severdi. Sıkça Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, modern tarıma geçiş amacıyla yürütülen çalışmalara bizzat katılırdı. İleri derecede Fransızca ve az Almanca biliyordu.[169]
Afet İnan; öğretmeni olan İsviçreli antropolog Profesör Eugène Pittard'ın, kendisine doktora tezi olarak verdiği "Türk Milleti’nin Özellikleri" konusunda Atatürk'ten yardım istedi. Atatürk; Afet İnan'ın önce kendi görüşlerini yazmasını ve fikirlerini daha sonra belirteceğini söyledi. Afet İnan'ın uzun çalışmasına karşılık, Atatürk kurşun kalemle, iki küçük not kâğıdı üzerine kendi tanımını yaptı.[138]
Şahsi ilişkileri
Fikriye Hanım
Mustafa Kemal ve Latife Hanım
Ali Rıza Bey ve Zübeyde Hanım'ın Fatma (1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal Atatürk) (1881-1938), Makbule (Boysan, Atadan) (1885-1956) ve Naciye (1889-1901) adında altı çocukları oldu.[170] Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında iken o senelerde salgın olan difteri, o zamanki adıyla kuşpalazı hastalığından öldüler. En küçük kardeş Naciye, Mustafa Kemal'in Harp Okulu'nu bitirdiği sene, on iki yaşındayken verem hastalığına yakalanıp hayatını kaybetti. Makbule Hanım 1956 yılına kadar yaşadı.
Makbule Atadan ve Salih Bozok'a göre, küçük Mustafa 12 yaşındayken Binbaşı Rüknettin'in 8 yaşındaki kızı Müjgân'a âşık olmuştur. Makbule Atadan'a göre ikinci aşkı Hatice olmuş ve Hatice'nin annesi müdahale ederek ilişkisini kesmiştir. Ardından Selanik Askeri komutanı Şevki Paşa'nın 12 yaşındaki kızı Emine (Emine Arık)'ye matematik dersi verirken âşık olmuştur. Bunun dışında Selanik'teyken Rum asıllı tüccar Eftim Karinte'nin kızı Eleni Kriyas'a âşık olduğu söylendiyse de kanıtlanmamıştır.
Milli Mücadele döneminde Ankara İstasyon Binası'nda ve eski Çankaya Köşkü'nde Zübeyde Hanım'ın ikinci eşi Ragıp Bey'in yeğeni Fikriye Hanım ile birlikte yaşıyordu.[171] Verem hastası olan Fikriye hanım tedavi olması için Almanya'ya gittikten sonra 29 Ocak 1923'te İzmir'in sayılı zenginlerinden Uşakizade Muammer Bey'in kızı Latife Hanım ile evlendi. Mustafa Kemal'e âşık olan Fikriye Hanım, Atatürk'ün Latife Hanım'la evliliğini öğrenince Türkiye'ye geri dönmüştür ve ilk işi köşke gitmek olmuştur. Ancak Latife Hanım onun geldigini görünce Atatürk'e haber vermeden yavere emir verir ve onu köşkten yaka paça attırır. Bunun üzerine Fikriye Hanım'ın Köşk'ünde tabanca ile intihar ettiği söylenir. 1924'de yapılan Sonbahar Seyahati sırasında Latife Hanım'la kavga eden Mustafa Kemal Paşa Erzurum'dan İsmet Paşa'ya telgraf çekerek boşanacağını bildirdi. Ancak az sonra yaverleri Salih Bey (Bozok) ve Kılıç Ali Bey'in aracılığıyla boşanmasından vazgeçti.[172][173] Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü.[174]
Atatürk'ün manevi evlatları Abdurrahim Tuncak, Afife, Zehra Aylin, Rukiye Erkin, Nebile İrdelp, Sabiha Gökçen, Afet İnan, Sığırtmaç Mustafa ve Ülkü Adatepe'dir.[175]
1916 yılında Bitlis Rus işgalinden kurtarıldığı yıllarda 16. Kolordu Komutanı Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa, savaşta bütün aile fertlerini kaybeden ve kimsesi kalmayan Abdurrahim'i evlatlık edindi. Abdurrahim bakılması için İstanbul'a annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule'nin yanına gönderildi.[176][177] Zehra Aylin veya Zehra Mehmet; (Amasyalı Mehmet'in kızı), 1936 yılında Londra'dan ekspres treniyle Paris'e yolculuk ederken Amiens yakınlarında trenden düşerek hayatını kaybetti. Sabiha Gökçen ise ilk Türk kadın pilot[178] ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu[179] oldu.
Ölümü
Ayrıca bakınız: Atatürk'ün son günleri ve ölümü
Anıtkabir
Atatürk'ün ölümünden sonra çekilen bir fotoğrafı, Dolmabahçe Sarayı.
Atatürk'ün sağlık durumu 1937 yılından itibaren bozulmaya başladı. Kendisine 1938 yılı başlarında siroz teşhisi konuldu. Avrupa'dan doktorlar getirildi. Türk ve yabancı doktorların tedavileri sonuç vermedi. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 09.05'te İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda hayatını kaybetti. Cenazesi büyük bir törenle Ankara'ya uğurlandı ve Atatürk 21 Kasım 1938 günü Ankara'da yapılan büyük bir törenle Ankara Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrine konuldu. Bundan 15 yıl sonra da 10 Kasım 1953'te kendisi için yaptırılan Anıtkabir'deki ebedi istirahatgâhında toprağa verildi. Vasiyetinde varlığını Cumhuriyet Halk Fırkası'na, Türk Tarih Kurumu'na ve Türk Dil Kurumu'na bıraktı, Makbule Atadan'ın Çankaya'da oturmasını istedi, Sabiha Gökçen için ev ve para verilmesini istedi, ayrıca İsmet İnönü'nün çocuklarına yurt dışı eğitimleri için gerekli olan desteğin verilmesini istemiştir.[180]
İÇİNDEKİLER SAYFASI
İlgi alanları
Atatürk Çankaya Köşkü'ndeki kütüphanede, 16 Temmuz 1929
Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi severdi. Tavla ve bilardo oynamak hoşuna giderdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine ilgi duyuyordu. Sakarya adını verdiği atına ve köpeği Foks'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Çankaya Köşkü'nde sık sık devlet adamlarının, sanatçıların, bilim adamlarının, dostların davet edildiği, ülke sorunlarının da konuşulduğu akşam yemekleri verilirdi. Temiz ve düzenli giyinmeye önem verirdi. Doğayı çok severdi. Sıkça Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, modern tarıma geçiş amacıyla yürütülen çalışmalara bizzat katılırdı. İleri derecede Fransızca ve az Almanca biliyordu.[169]
Afet İnan; öğretmeni olan İsviçreli antropolog Profesör Eugène Pittard'ın, kendisine doktora tezi olarak verdiği "Türk Milleti’nin Özellikleri" konusunda Atatürk'ten yardım istedi. Atatürk; Afet İnan'ın önce kendi görüşlerini yazmasını ve fikirlerini daha sonra belirteceğini söyledi. Afet İnan'ın uzun çalışmasına karşılık, Atatürk kurşun kalemle, iki küçük not kâğıdı üzerine kendi tanımını yaptı.[138]
Dostları ilə paylaş: |