Nimete uzanan yol: Hİzmet



Yüklə 27,05 Kb.
tarix05.09.2018
ölçüsü27,05 Kb.
#77064

NİMETE UZANAN YOL: HİZMET

Kainattaki hiç bir şeyin boşuna yaratılmadığını, Yüce Rabbimiz’in Kitab-ı Mübin’indeki beyanlarından biliyoruz. Zerreden gezegenlere kadar her şeyin bir varlık hikmeti bulunmakta. Ayrıca bir ölçüye ve mizana göre yaratılmış durumda.

İnsanoğlu çeşitli bilim dallarında gelişmeler sağladıkça, varlıkların yaradılış hikmetlerine ve hangi hizmeti gördüklerine dair sırları öğreniyor. Artık biliyoruz ki, okyanusun derinliklerindeki bir yosundan, dağların zirvelerinde yaşayan böceğe kadar her şeyin bir var oluş hikmeti var. En önemsiz gözüken bir bitki veya hayvan türü bile yok olduğunda tabii denge zarar görüyor. O türün gördüğü hizmet yerine getirilemiyor. İşte bu sebeple günümüz dünyasında, tabiattaki dengeyi, bitki-hayvan cinslerini korumaya yönelik tedbirler alınmaya çalışılıyor.

Bu noktada insanın aklına şu sorular geliyor: Her şeyin yaradılış sebebini anlamaya çalışan insanoğlu, kendi varlık sebebi üzerinde niçin düşünmez? Kainattaki her şeyin bir hizmeti yerine getirdiğini görüyorken, kendinin hangi hizmeti görmesi gerektiğini niçin araştırmaz?

Hakikat şu ki, canlı-cansız bütün varlıklar gibi bizim de bir yaradılış sebebimiz var. Denizlerdeki gözle görülemeyecek kadar küçük ve basit bir canlının bile çok önemli vazifeler için yaratıldığını düşünürsek, kainattaki en üstün, en mükemmel varlık olarak bizlerin amaçsız ve manasız bir hayat için var edildiğimizi elbette düşünemeyiz.

İnsanoğlu’nun kendi yaradılış gayesini araştırmadaki tembelliğini bilen Yüce Rabbimiz, bu gayeyi doğrudan açıklıyor: “İnsanları ve cinleri yalnız bana kulluk için yarattım.”

(Zariyat/ 56). İlk yaradılış macerasını anlatırken de, meleklere “yeryüzünde bir halife yaratacağını” (Bakara/30) beyan buyuruyor. Halife, yani kendi temsilcisi…

Yeryüzünde kendimize bir hayat programı çizerken, dikkate almamız gereken en temel ve en büyük hakikat işte budur. Ne yapacağımızı, kendimizi nasıl ve neye göre ayarlayacağımızı düşünürken, mihengimiz bu olmalıdır.

En mükemmel varlık olarak yaratılan, Alemlerin Rabbi’ne kulluk için seçilen, dahası yeryüzüne O’nun halifesi olarak gönderilen insan, hiç şüphesiz başıboş değildir. Büyük vazifeler ve önemli hizmetler için var edilmiştir. İslâm, bütün bu hakikatları açıklayan ve bunlara göre bir hayat programı sunan yegane dindir.

Rabbi ile irtibatını sağlam tutmaya çalışan, O’nun dinini hayatının merkezine koyan bir mümin, bu yaradılış gayesini bilen ve kendini ona göre ayarlayan kişidir. Zerreden kürreye kadar bütün mevcudat nasıl boyun eğiyorsa, o da Rabbi’ne boyun eğmiştir, O’na teslim olmuştur. Zaten İslâm kelimesinin bir anlamı da budur. Kalbi, kendisinden beklenen ilâhi vazifelere hassas ve açıktır. 0nun için hayat, doğum ve ölüm arasındaki sınırlı bir zaman diliminden ibaret değil, ebediyyetin tarlasıdır. Burada yaptığı her şeyin toprağa atılan tohum mesabesinde olduğunun farkındadır. Ahiret, ise hasadını devşireceği yerdir,

Bu açıdan bakıldığında denilebilir ki, müminin hayatı hizmetten ibarettir. Mümin, evvela güzel kullukla, taat ve ibadetlerle kendi ebedî hayatına hizmet eder. “O gün insanlar, yaptıklarının karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük dönecekler. Kim zerre kadar iyilik yaparsa onun mükafatını görecek. Ve kim zerre kadar kötülük yaparsa, o da onun karşılığını görecek.” (Zilzal/6-8) ilâhi fermanı gereği, ahiret yurdunda iyilik ve güzelliklere erişmek için çabalar. O’nun çizdiği emir ve yasaklar dairesini, yani Allah’ın sınırlarını gözetir. Bütün bunları yaparken amellerine güvenmek yerine, Yüce Rabbi’nin rızasını, rahmet ve şefkatini kazanmayı amaçlar.’ ; İnanan insan kendi istikbaline hizmet ederken, diğer insanları da unutmaz. Uzlete çekilip, toplumdan uzaklaşmak yerine insanlarla kaynaşır. Hak ve hakikat adına onlara da güzellikler sunmak için uğraşır. En yakınlarından başlayarak yaşantı ve sözleriyle doğru yolu tanıtır. Bu, peygamberlerin yolu ve ahlâkıdır. Tarih boyunca ve bugün müslümanların yolunu aydınlatan kâmil mürşidler de aynı prensiple hareket etmişlerdir.

Aslında bir müminin bizatihi varlığı hizmet anlamına gelmelidir. Güzel ve ölçülü hal-hareketiyle, dürüstlüğü ve mertliği ile, hoş sohbeti ve güler yüzüyle “iyi ki o var” dedirten, kalpleri Hakk’a ve hayra ısındıran insan olmalıdır. İnsanlarla ilişkilerde özensizlik, sözünde durmazlık, ihmalkârlık, kabalık ve sertlik gibi haller, bir müslümanın sadece kendi istikbalini zora sokmakla kalmaz, başkalarının da İslâm’la aralarına perde çeker.

Rasul-i Ekrem A.S. Efendimiz, “insanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” buyuruyor. Kitab-ı Mübinimiz’in birçok ayet-i kerimelerinde de, insanlara faydalı hizmetlerde bulunmak önemli bir emir ve tavsiye olarak yer alır. Anne-babanın, evlatların, gerekli hallerde akrabaların ve diğer bütün insanların ihtiyaçlarını karşılayarak hizmette bulunmak, farzdan müstehaba kadar dinî hükümler taşır.

Dinimizin tarif ettiği hizmet vazifesini yerine getirmek için mutlaka maddi zenginlik gerekmiyor. Günümüzde düşülen yaygın yanlışın aksine, her insanın kendi haline göre yapabileceği bir hizmet mutlaka vardır. Güler yüzden çocuk terbiyesine, muhtaç birinin ihtiyacını gidermekten güzel komşuluğa kadar geniş bir alan, hizmet çerçevesinin içine girer. Hal ve imkana göre bu çerçevenin bir yerinde mutlaka yer almak gerekir. Özellikle hayır amaçlı organizasyonlara katkıda bulunarak küçük imkanların büyük hizmetlere vesile olmasını sağlamak, bugün için büyük önem arz eder. Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Maddi imkanları ile veya bilgisi-becerisiyle insanlara hizmet etme fırsatı bahşedilen “herkes, nefsinin ve şeytanın tuzaklarına dikkat etmek zorundadır. Gurur, kibir ve üstünlük taslama yerine, kendisine bu fırsatı bahşeden Cenab-ı Rabbül Alemin’e şükretmeli ve düşebileceği hatalar için de istiğfarda bulunmalıdır. Ancak bu şekilde o kişinin hizmeti hezimete dönüşmekten kurtulmuş olur.

Büyük veli Hace Ubeydullah Ahrar K.S. buyuruyor ki: “Ben bu yolu tasavvuf kitaplarından değil, halka hizmetten elde ettim. Hayır umduğum herkese hizmet ederim.” Demek ki hizmet, insanın yaradılış gayesini yerine getirmenin yanında, manevi kemalâtı elde etmenin de önemli bir yoludur.

HEZİMET DEĞİL HİZMET

Allah rızası olmayan hizmetler ahirette bir fayda sağlamaz. Hizmetin özü ve temeli iman ve ihlastır. Hizmetin her türlüsünün yapılması ve korunması da ilâhi bir emirdir. Hizmetin ruhuna uygun tavır ise ‘ben’ değil, ‘biz’ anlayışıdır. Ancak bu şekilde kardeşlik hukuku gelişir ve fitnelerden sakınılmış olur.

Biliyoruz ki, işlerin başından çok sonu önemli. Bir işin başlangıcı güzel, sonu kötü olursa, o işe salih amel denmez. Allahu Tealâ, bazı kulların çok çalışıp didindiğini, fakat sonuçta yorgunluktan başka bir şey elde edemediğini bildiriyor (Gaşiye/3).

İman sahibi olmayanların dünyada yaptıkları bazı güzel işler, imansızlıklarından dolayı, ahirette fayda vermez. Müslümanların da Allah rızası için yapmadıkları işler ahirette fayda vermeyecektir.

Çünkü her iki grup da işlerinde Rabbimiz’in istediği özü ve edebi zayi etmiş, amelin hedefini değiştirmiştir. Amelin özü ve temeli, iman ve ihlâstır. Edebi ise dinin öğrettiği gibi başlayıp bitirmektir. Hedefi Allah’ın rızasıdır.

Allah rızası için yapılan ve kulluk kapsamına giren her şeye ibadet diyebiliriz. İbadet, maddi manevi bütün hayır çeşitlerini içine alır. Namaz kılmak nasıl bir ibadet ise, fakirlerin ihtiyacını görmek, bir yetimi sevindirmek, anne-babayı ziyaret etmek, Allah’ın dinini insanlara duyurmak için gayret göstermek de bir ibadettir. Yolda insanlara eziyet veren bir taşı, bir engeli kaldırmak bile güzel niyetle ibadet olur.

 Hizmet Bir İbadettir

Cenab-ı Hakk’ın rızası için yapılan iyiliklere hizmet denir. İyilik sadece insanlara değil, diğer canlı varlıklara da yapılabilir. Nefes alıp veren her canlı hizmette hedeftir. Susuz bir insana su vermek kadar, içi yanmış bir hayvanı sulamak da hizmettir. Bunun için tarihimizde, insanlara hizmet için kurulmuş vakıfların yanında, diğer canlıların ihtiyaçlarını görecek vakıflar da kurulmuştur.

Hizmetin her türlüsü, yapılması ve korunması istenen ilâhi bir emanettir. Bu emanet onu güzel koruyan ve hakkını verenler için bir rahmettir. Çünkü kul, Yüce Rabbi’nin emrettiği işleri yaparken, sırf Rabbi’nin rızası için başkasının ihtiyaçlarını giderirken öyle büyük bir ahlâkı temsil eder ki, Allahu Tealâ onunla meleklerine övünmektedir. Bu durumda, hak yolundaki küçük bir hizmet, büyük bir rahmetin sebebi oluyor demektir.

Hak yolunda hizmet edenler, Yüce Allah’ın himayesi altındadır. Hizmet içinde olanlar, hiç kesilmeyen bir rahmetin ve muhabbetin içinde yüzmektedir. Rahmet Peygamberi A.S.’ın şu müjdeleri hizmet aşıklarını coşturacak cinstendir:

“Kim bir müminin dünya sıkıntılarından birisini giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim mümin kardeşinin ayıbına örterse, Allah da onun dünya ve ahiretteki ayıplarını örter. Bir kul din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da onun yardımında olur.” (Ebu Davud, Tirmizî)

Bir de şu hadisi dinleyelim:

“Bir mümin kardeşimin ihtiyacını görmek için koşuşturmam, bana şu Mescid-i Nebi’de oturup bir ay itikâfa girmekten daha sevimlidir.” (Tebaranî, İbnu Ebi’d-Dünya, Elbani)

İşte bunun için arifler, “hizmet, nafile ibadetten daha hayırlıdır” kanaatine varmışlardır.

Hizmet, yapanlarına manevi bir tat ve zevk verir. Müminin, Allah için yapabileceği son hizmeti de Onun yolunda can vermektir. Bu şehitliktir. Şehitlik, bir anlamda canı verip cenneti satın almaktır.  Bu yolda canını ortaya koymaya hazır bir mümin, malını kenarda saklar mı hiç?

 Sonuçlar Niyete Göre

Hizmet diyebileceğimiz bütün işler iki şekilde görülür. Bu tür işler, ya tek bir şahıs tarafından   yerine getirilir ya da bir grup insan arasında paylaşılır. Her iki durumda da dikkat edilecek noktalar vardır. Yoksa işin görünüşü hizmet, sonucu hezimet olur.

Hizmette ilk tehlike kalp kayması ve hedef sapmasıdır. Bu, niyetin bozulması, hizmetin bir takım dünyevi çıkarlara alet edilmesi ve hedefin kaybedilmesidir. Niyet ibadetin özü, ruhu ve temelidir. Özü kaybedilen, ruhu yitirilen, temeli yıkılan bir şeyden ne hayır beklenir?

Rasulullah A.S. Efendimiz, ümmeti için küfür ve  şirkten daha çok riyakârlıktan korkmuştur. Riyakâr, din ile dünya kazanmaya çalışan, kullar görsünler ve övsünler diye hayır peşinde koşan, Yüce Allah’ı unutup insanlardan gelecek menfaate bakan kimsedir.

Bir hadiste belirtildiği gibi, insanın Allah rızası için diğer insan ve canlılara feda edeceği temelde üç şeyi vardır: Malı, canı ve ilmi. Bunları harcarken, tek niyeti insanlar tarafından sevilmek, övülmek, şan ve şöhretle anılmak olan kimselere Allahu Tealâ kıyamet günü; “Sen, insanlar sana cömert desinler diye mal harcadın, büyük alim desinler ve hürmet göstersinler diye ilimle uğraştın, kahraman olarak ansınlar diye savaştın. Benim için ne yaptın?” diyecek ve bu kimselerin yüzüstü cehenneme atılmalarını emredecektir. (Müslim, Nesaî, Ahmed)

 Hizmette Nefsaniyet Tehlikelidir

Hizmet için bir diğer tehlike ise onu nefse mal etmek ve başarıyı kendinden bilmektir. Halbuki bütün iyiliklerin ve güzelliklerin kaynağı Allahu Tealâ’dır. Her türlü başarı O’nun ikramıdır. Asıl güç, kuvvet ve kabiliyet insana ait değildir. Bunu bilen bir mümin, kendine emanet edilen imkanlara “benimdir, bendendir” demez, onlarla kibre düşmez. Onları vereni bilir, hayırlara vesile yapıldığı için sevinir, bir taraftan Allah’a hamd eder, öbür yandan da hizmetindeki kusurları için istiğfar eder.

Hizmette en büyük tehlike, başarıdan sonra gelir. Hayırlı işlerde bir başarı elde eden kimse, tevazu ve edebe sarılmalıdır. Nefsini o işin tek ehliyetlisi olarak görmemelidir. Aksine, “nefsim, bu işin daha güzel yapılması yolunda en büyük engeldir” diye düşünmelidir. “Bu hizmeti en iyi ben yaparım, bu iş bensiz olmaz” demek, Allahu Tealâ’ya karşı bir iftira, nimete karşı da bir ihanettir. Çünkü  kendisi olmadan hiç bir şeyin olmayacağı tek varlık sadece Allahu Tealâ’dır.

Hizmet edenler, ilk iyiliği kendilerine yaptıklarını bilmelidirler. Herkes kendisinin hizmetle ihya olduğunu, hizmetin bereketiyle ayakta durduğunu, yoksa kendi başına hiç bir işe yaramayacağını kabul etmelidir. Ayrıca, bütün zamanlarda ve mekânlarda devam eden bir hizmeti, tek bir şahsın eline mahkummuş gibi görmek, o hizmeti küçültmek ve öldürmektir.

Hizmette ben değil, biz anlayışı esastır. Hizmetin başarısının şahsa değil, cemaate ait olduğu unutulmamalıdır. Çünkü Allah yolunda hizmete koşan kimseleri yeryüzünde müminler, gökyüzünde melekler dua, istiğfar ve sevgileri ile desteklemektedir. Bunun için hayırlı işlerdeki başarı tek bir şahsın olarak görülmemeli. Birçok insanın hissesi olan bir şeye “benim” demek insafla bağdaşmaz.

Hizmetin en büyük düşmanı fitnedir. Fitne, Allah için bir araya gelmiş dostların arasını bozmak için şeytanın tutuşturduğu bir ateştir. Bu ateşin kaynağı genelde yalandır, çoğu kez de kötü zandır. Acele verilmiş kararlar, delilsiz hükümler, hissi hareketler, sinsi davranışlar, fitne ateşini alevlendirmek için birebirdir.



Hizmetler bir aynadır, herkes onlarda kendisini görür . Güzel tabiatlı insanlar kötü şeylerden bile iyi sonuçlar çıkarmasını bilirler. Fıtratı bozulmuş insanlar ise, hangi işe el atsalar, kendilerine benzetirler. Akıllı insan kendisine değil, ancak Yüce Rabbine güvenir. O, günahlarına tevbe ettiği gibi, hayırlarındaki kusurları için de istiğfara sarılır. Aslında haddini bilmek, kusurlarına ağlamak  gibi hizmet yoktur.


Yüklə 27,05 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin