Nutuk mustafa Kemal atatürk samsun'A Çiktiğim gün genel durum ve göRÜNÜŞ


ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK GRUBU'NUN KURULMASI



Yüklə 3,11 Mb.
səhifə36/52
tarix17.11.2018
ölçüsü3,11 Mb.
#82951
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   52

ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFAA-İ HUKUK GRUBU'NUN KURULMASI

İkinci nokta : Grup, devlet ve milletin teşkilâtını , Teşkilat-ı Esasi e Kanununun koyduğu ilkeler çerçevesinde, sırasıyla şimdiden tespite ve hazırlamaya çalışacaktır. Efendiler, bütün grupları ve Meclis üyelerinin çoğunu davet ederek,bu iki esas üzerinde birleşmelerini sağladım. İşaret ettiğim bu ana maddeve bundan sonra Grup'un içtüzüğü ile ilgili olan maddeler,10 Mayıs 1921günü yapılan toplantıda kabul edildi. Grup Genel Kurulu'nca seçildiğimiçin, grubun başkanlığını da üzerime almıştım. Efendiler , memleket içinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i HukukCemiyeti var olduğu gibi, onun, aynı ad altında Meclis'te de bir siyasîgrubu kurulmuş oldu. İstanbul'daki Meclis-i Meb'usan'ın yapmaktan çekindiği iş, ancak onların dağılmasından 14 ay sonra Ankara'da yapılmışoldu. Bu grup, Birinci Büyük Millet Meclisi'nin devam ettiği sürece,hükûmetin görev yapmasına yardımcı olabilmiştir. Fakat, grup tüzüğündeki ana maddenin ifade ettiği ilcinci noktayı manidar bulanlar oIdu. Bugibiler duygularını açıklamamakla birlikte, bu noktada toplanan anlamve gayenin gerçekleşmemesi için derhal faaliyete geçmekte gecikmediler.Olamsuz faaliyet diye vasıflandırabileceğimiz bu türlü teşebbüsler, ikişekilde ortaya çıkmaktaydı. Birincisi, Grup'un içinde düşünceleri karıştırma ve görüşülecekkonularda aleyhte bir durum yaratma şeklinde oluyordu.



HOCA RAİF EFENDİ "MUHAFAZA-İ MUKADDESAT CEMİYETİ'Nİ KURUYOR

İkincisi, memleket içinde ve yine teşkilâtımız içindeydi. Bu noktayı açıklayan en belirgin örnek, Erzurum milletvekili Hoca Raif Efendi'nin ve bazı arkadaşlarının, grubun kurulmasından önceve Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun çıkmasından hemen sonra giriştikleriteşebbüstür. Arzu ederseniz bu konuda biraz bilgi vereyim:


Hoca Raif Efendi ve arkadaşları, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i HukukCemiyeti Erzurum Merkez Hey'eti'nin adını değiştirdiler.Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti dediler. Mevcut cemiyet ilkelerininbaşına da, Hilâfet ve Saltanat makamının ve devlet şeklinin olduğu gibibırakılmasını sağlayıcı birtakım eklemeler yapmışlar ve bu teşebbüslerini öteki illere, özellikle doğu illerine de birtakım bildiriler göndererekyaymaya kalkışmışlardı. Ben bu durumu öğrenir öğrenmez, Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'nın dikkatini çektim.Hoca Raif Efendi'yi ve arkadaşlarını uyararak bu türlü teşebbüslerden vazgeçirmesini rica ettim.
Sarıkamış'ta bulunan Kâzım Karabekir Paşa ile Erzurum'da bulunan Hoca Raif Efendi arasında bazı yazışmalar olduktan sonra Raif Hoca, bizzat Paşa'nın karargâhına gitmiş, oradaMuhafaza-i Mukaddesat adının kullanılmasındaki sebepleri açıklarkendemiş ki : "Maksat halifelik ve padişahlık haklarını korumak, memleketin ve İslâm dünyasının bugünkü ve gelecekteki hayatı için büyük uyuşmazlık ve sakıncalar doğuracak olan Cumhuriyet idaresinden kesinliklesakınmaktır." Hoca, Büyük Millet Meclisi'nde kurulan Müdafaa-iHukuk Grubu'nun hilâfet ve saltanat idaresini cumhuriyete dönüştürmemaksadı güttüğü hissedilmektedir görüşünde bulunduktan sonra, bugibi teşebbüsleri tanımakta mazur olduklarını bildirmiş.


KAZIM KARABEKİR PAŞA, DEVLET ŞEKLİNDE TARİHİ DEĞİŞİKLİKLER YAPILACAĞI ZAMAN ASKERİ VE SİVİL DEVLET ADAMLARININ GEREĞİ GİBİ GÖRÜŞLERİ ALINMALIDIR DİYOR

Kâzım Karabekir Paşa'nın bu bilgileri veren 11 Temmuz 1921 tarihli şifreli telgrafında,kendisi de ileri sürdügü görüşler arasında diğer hükumet şekli ile ilgili esasları, Büyük Millet Meclisi'nce kabul edilen Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun tespit etmişolduğu görülüyor. Halbuki bendeniz, bu kanun hükümlerinin olsa olsa birparti programı halinde kalmasını, uygulamada ortaya çıkacağını tahmin ettiğim güçlüklere karşıdaha yararlı buluyorum. Bu görüşümü, bölgenin çok yakından tanıyabildiğim duygu ve düşüncelerine göre kısaca açıklamak isterim. Meclis'teTeşkilât-ı Esasiye Kanunu'nu desteklemek üzere kurulan gruba girmişolanların çoğu, yeni bir rejim değişikliğinde memleket mukadderatındasöz sahibi olmak hevesinde görünenlerdir. Halk arasında, ancak küçükbir grup yeni nitelikte teşkilât fikirlerini benimser. MilletvekillerininTeşkilât-ı Esasiye Kanunu'na taraftarlıkları ancak şahsî görüşlerinden gelebilir. Devlet şeklinin bu büyük ve tarihî değişiklik teşebbüslerinde,memleketin geleceğinden hep birlikte sorumlu olan askerî ve sivil devlet adamlarıyla, Müdafaa-i Hukuk merkezlerinden gereği gibi görüş alınması ve durumun olağanüstü bir Meclis'te incelendikten sonra kararabağlanması gerekir, düşüncesindeyim.

Efendiler, kesin zaferden sonra İkinci Büyük Millet Meclisi, Cumhuriyet'i ilân ettiği zaman bile, Kâzım Karabekir Paşa, İstanbulgazetelerine verdiği demeçte, öteden beri süregelen duygularını ve şikâyetlerini "Cumhuriyet ilânını bize sormadılar" şeklinde özetlemekteydi.
Kâzım Karabekir Paşa, bu görüşleriyle, Türkiye BüyükMillet Meclisi'nin millet tarafından olağanüstü yetkiler verilerek gönderilmiş üyelerden kurulu olağanüstü bir meclis olduğunu unutmuş gibigörünüyor. Böyle bir meclisin koyduğu kanuna hem de Teşkilât-ıEsasiye Kanunu'na karşı bulunduğunu îmâ ediyor. Daha garibi devletteşkilâtının değişmesinde etkili olacak kararlar alabilmek için, askerîve sivil devlet adamlarının ve Müdafaa-i Hukuk merkezlerinin görüşlerinin alınması gerektiği inancında bulunduğunu söylüyor.
Kâzım Karabekir Paşa, benim Müdafa-i Hukuk grubuyla olan ilgime de karşı çıkarak : "Bendeniz zâtıdevletlerinin bu gibi siyasî partilere girmemesini özellikle uygun bulmaktayım" dedikten sonra, benim tarafsız olarak kalmamı tavsiye ediyor.
Kâzım Karabekir Paşa'nın bu telgrafına, 20 Temmuz1921'de cevap verdim. Biraz uzunca olan bu cevabın bazı hususları aydınlatmaya yarayacak olan noktalarını belirtmekle yetineceğim. Cevabımda demiştim ki : "Müdafaa-i Hukuk Grubu, memleketin istiklâlinitam olarak sağlamak gibi kısa ve kesin bir maksatla kurulmuştur. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun uygulanma durumu da gayesi içindedir. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, bütün idare sistemini ve Türkiyc Hükûmeti'ninhukukî durumunu gösteren ayrıntılı ve tam bir kanun olmayıp, memleketin mülkî ve idarî teşkilâtında zamanın şartlarının gerektirdiği halkçılık ilkesini ifade eden bir kanundan ibarettir. Bu kanunda cumhuriyeti ifade eden bir şey yoktur. Raif Efendi' nin, saltanat şeklinin cumhuriyetçiliğe dönüştürülmek istendiği yolundaki düşüncesi, kuruntudur."
"Meclis'teki Grup merkezinde kendilerine önemli işler verilen kimseler arasında, kişilikleri ve geçmişteki davranışlarıyla, eleştirilebileceklerin bulunduğu yolundaki iddia ise, daha açık bir ifade ile, doğrulanmaya muhtaç bir durumdadır. Her işi, bütün idarî kabiliyetleri ve şahsîfaziletleri ile mükemmel yetişmiş adamlara vermek, pek değerli ve tatlıbir dilek olmakla birlikte, kendi toplumumuz için değil, dünyanın enileri gitmiş milletleri için bile, her çevre, her bölge ve her meslek sahibitarafından saygıya değer görülecek bu kadar çok adam bulmak imkânsızdır. Hayalî ve gerçek dışı düşünce ve iddialarla, memleketin kendisinedayanabileceği tek kuvveti ve teşkilâtı yıpratacak engellemelere başvurmak, eğer cahilce bir çılgınlık değilse, herhalde bir hainlik olarak kabuledilmelidir. Zâtıdevletlerince de bilinir ki, ilerleme yolunda girişilecekher önemli teşebbüsün, kendine göre önemli sakıncaları vardır. Bu sakıncaların en alt düzeye indirilebilmesi için alınacak tedbir ve yapılacakgirişimlerde kusur etmemek gerekir."

Bundan sonra Efendiler, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu yapılırken, sivil ve askerî devlet adamlarıyla Müdafaa-i Hukuk merkezlerinin düşüncelerini almak konusundaki görüşümü de şöyle açıkladım : "Zâtıdevletlerince de bilindiği üzere, bir hükûmet şeklinde yaşıyoruz ve onun bütün şartlarına uymak zorundayız. Kanunun, Meclis komisyonlarındansonra, Genel Kurul'daki tartışmalarıyla ortaya çıkacak şekli üzerinde,uzaktan alınacak düşüncelerle etki yapılamayacağı elbette kabul buyurulur."


Kâzım Karabekir Paşa, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nunyapılmasında niçin acele edildiğinin, bunun uygulanmasından doğacakgüçlüklerin, nasıl giderileceğinin, hilâfet ve saltanat konusundaki görüşümüzün ne olduğunun açıklanmasını da istemişti. Bu noktalarla ilgilicevaplarımda demiştim ki : "Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun yapılmasında acelecilik sayılan tutumun sebebi, bütün dünyada ve memleketimizde belirmiş olan halkçılık akımını, sağlam bir şekilde tespit ederek, bukonuda başka türlü katışmalara yer vermemek; aynı zaınanda yüzyıllardan beri yetersiz kimseler elinde boyuna kötüye kullanılan millethaklarını korumak için, bu hakların asıl sahibi olan millete de söz hakkı tanımak ve bu yüksek düşüncenin gelişmesi için bugünkü olağanüstüşartlardan yararlanmaktır.
Kanunun ne dereceye kadar uygulanabileceğini ölçmek için debu işle ugraşmaya fırsat bulacakların azim ve irade yeteneğini hesabakatmak gerekir.
Ortada hilâfet ve saltanat meselesi diye başlıbaşına bir mesele yoktur. Söz konusu olan Padişah'ın haklarıdır. Onun belirlenmesi ile sınırlandırılması için son birkaç yüzyılın tecrübelerî ve devlet kavramındakimillet haklarının gerçek anIamı gözönünde bulundurulmalıdır. Bu konuda şimdilik tespit edilmiş kesin bir kuralımız yoktur."
Kâzım Karabekir Paşa'nın, grup başkanı olmayıp tarafsız kalmaklığım konusundaki teklifine verdiğim cevapta da, şu düşünceleri ileri sürmüştüm : "İstanbul'daki Meclis-i Meb'usan gibi birmeclisin başlcanı değilim. Böyle bile olsa bir partiye bağlı olmak tabiîdir. Halbuki, Büyük Millet Meclisi'nin yürütme yetkisi de bulunduğundan, bir bakıma, hükûmet niteliğindeki bir meclisin başkanı bulunmaktayım. Yürütme yetkisi de bulunan bir başkan için, çoğunluk partisinden olmak pek gereklidir. Buna göre, geniş bir programla ortaya atılmış siyası bir partinin başkanı da olabilirim. Bütün kimliğiınle karışmış bulunduğum Cemiyet'ten ayrılmaklığım mümkün olmadığı gibi, o cemiyetten dogmuş olan grup içinde bulunmaklığırn da zarurîdir.Aslında grup, hemen hemen Meclis Genel Kurulu'na lakın büyük birçoğunluğu içine almaktadır. Dışarıda kalanlar, Erzurum milletvekillerinden Celâlettin Arif Bey ve Hüseyin Avni Efendi ile birkaç benzeri davranışlarında serbest kalmak isteyen birkaçkişiden ibarettir..."


İZZET VE SALİH PAŞA'LARIN İSTANBUL'DA SİYASİ GÖREV ALMAYACAKLARINA SÖZ VERMELERİ ÜZERİNE, İSTANBUL'A DÖNMELERİNE İZİN VERİLDİ

Efendiler, Ankara'da bulunan İzzet ve SalihPaşa'lar bir türlü Ankara'ya ısınamadılar. İstanbul da ailelerinin yanına gitmelerine izin vermemiz için doğrudan dogruya veya dolaylı yoldan boyuna rica ediyorlar ve İstanbul'a dönüşlerinde, siyasî hiçbir görev almayacaklarına söz veriyorlardı. 1921 yılının Mart ayı başlarında, İsmet Paşa'nın bazı işler için Ankara'va gelmiş bulunduğu bir sırada, Paşa'lar ricalarını yenilediler. Bir gün, İsmet Paşa'nın da katıldığı Bakanlar Kurulu, toplantı halindeyken, Ahmet İzzet Paşa daireye gelerek haber göndermiş ve İsmet Paşa kendisiyle görüşmüştür. İzzet Paşa, bizim teklifimiz üzerine, İstanbul'da görev almayacağına, uzun uzadıya açıklamalarla söz ederek İstanbul'da ailesinin yanına gönderilmesiiçin izin rica etmiş; Salih Paşa'nın da aynı şekilde söz vererek serbest bırakılması ricasında bulunduğunu eklemiş.

İsmet Paşa. bu açıklamayı ve bu ricayı Bakanlar Kurulu'nagetirdi. Zaten varlıklarının millî işlerimizde yararlı olmadığı, aksine Ankara'da bir yük bir ağırlık olarak bulundulsları, üstelik bazı olumsuzakımlara da sebep oldukları anlaşılmış bulunduğundan, Bakanlar Kurulu, bu paşaların İstanbul'a dönmelerinde bir sakınca görmedi. Fakat,ben, Ahmet İzzet Paşa ve arkadaşının verdikleri sözde ciddiyetve samimiyet olmadığını, İstanbul'a döndükten sonra, mutlaka İstanbulHükûmeti'nde görev ularak bizi tedirgir. etmekte devam edecekleri kanaatinde olduğumu söyledim. Namusları üzerine söz veriyorlar dendi.Bu sözlerini yazılı ve imzalı olarak verirlerse müsaade edilebileceğinisöyledim. İsmet Paşa, ba teklifimi yanımızdaki odada bekleyenİzzet Paşa'ya bildirdi. İzzet Paşa, derhal bir kâğıt kalem alarak kabineden çekileceklerini, bir taahütnâme olarak yazmış ve imzalamış; eğer yanılmıyorsam Salih Paşa'ya da imzalatmıştın.
Ben, bu kısa taahhütnâmeyi yeterli görmedim. Paşa'nın sözlüanlattığı anlam ve genişlikte değildi. Hemen, bunun bir aldatmaca olduğuna arkadaşların dikkatini çekerek, "İsmet Paşa'ya ağızdan anlattıklarını yazarak imza etsin" dedim. İzzet Paşa'nın ağızdan bukadar açıklama yapıp söz verdikten sonra, başka maksatla bir taahhütyazmış olacağı tahmin edilmedi ve bu kısa taahhüdün yeterli görülmesiistendi. İşte İzzet ve Salih Paşa'lar böyle aldatmaca bir belge ileİstanbul'a gitmenin yolunu bulmuşlardır.

AHMET İZZET PAŞA TÜRK MİLLETİNE HİZMET ETMEYİ VAHDETTİN'İN HİZMETİNDE OLMAYA TERCİH EDEMEDİ

Efendiler, Ahmet İzzet Paşa, ekmeği ve nîmeti ile yetiştiği Türk milletinin içinde kalarak, ona en acı ve kara günlerinde hizmet etmeyi, Vahdettin'in hizmetinde olmaya tercih edememişti. Dürrîzâde Esseyit Abdullah'ın fetvasına bağlı kalıp,sultanın emri dışına çıkmakla suçlanmaktan ve şeriatın hışmına uğramaktan çekindi. Ahmet İzzet Paşa'nın daha başka marifetleri de olmuştur. Onları da bildireyim :


Savaş bütün hızıyla devam ederken ve milletin maddî ve manevîkuwetlerini düşman karşısına toplamaya çalıştığımız günlerde, Türkmilletinin büyük kuvvetleri ellerine verilmiş olan kimselere de, yazdığıözel mektuplarla ümitsizlik ve bezginlik verecek karamsarlıklarını aşılamakta devam ediyordu. Benim, "Düşman ordusunu mutlaka yeneceğiz,vatanı mutlaka kurtaracağız" sözlerimle alay ederek, İkinci İnönü'ndensonra yeniden doğuya Sakarya'ya doğru yürümekte olan Yunan ordusunun hareketini bir gözdağı gibi kullanarak akıl ve anlayış dersi vermekten geri kalmıyordu.
Efendiler, ne gariptir ki, kendisini dev aynasında gören bu kafanın,tuttuğum yolun felâket doğuracağını bi1diren bir mektubu, Sakarya'dadüşmana karşı taarruz ederek onu geri çekilmeye mecbur ettiğimiz gün,görev icabı bana gösterilmişti. Bu mektup bizi şaşkınlık içinde bırakmıştı.
Ahmet İzzet Paşa, Yunan ordusunun Sakarya'dan en sonunda İzmir Körfezi'nden çekildiğini gördükten ve Lozan Barış Antiaşmasımetnini okuduktan sonra, acaba bana yazdığı 6 Temmuz 192I tarihli telgrafındaki şu cümleyi : "İddia buyurduğunuz gibi gaflet için,de bulunduğunıu itiraf şöyledursun, şimdiki gibi siyasî olayları kılı kırk yararcasına değerlendirmişolduğumu görmekle kendime, düşünce ve görüşlerime güvenim artmıştır."cümlesini yeniden mırıldanmış mıdır?
Ben, buna da ihtimal veririm!
Efendiler, İzzet ve Salih Paşa'lar aylarca Ankara'da oturdular.Millî ilkelerimizi kabul etmek şartıyla, kendilerine millî hizmet ve görevvermeye hazırdık. Yanaşmadıar. Bir defa olsun Millet Meclisi'nin kapısından içeri ayak atmadılar. Fakat herhalde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin çıkardığı kanunlardan haberdar idiler. Bu kanunların hükümlerini,MiIIet Meclisi'nin ve Hükûmeti'nin İstanbul'a karşı belirmiş olan tutumunu pekâlâ biliyorlardı. Bu kanunlara ve bilinen duruma rağmen, İstanbul'da yeniden işbaşına geçip millî varlığın ve Millî Mücadele'nin değerini ve etkisini yok etmeye, düşmanların elinde oyuncak olan Vahdettin'in hâkimiyetini sağlamaya bütün varlıklarıyla çalışmalarına verilecek gerçek anlamın ne olduğunu ben söylemeyeceğim! Onu Türk milletine ve Türk milletinin bugünkü ve yarınki kuşaklarına bırakın.


AZİZ MİLLETİME TAVSİYEM

Efendiler, sırası gelmişken, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek basının üstünekadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyitahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!


SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ

Saygıdeğer Efendiler, olayları Sakaıya Meydan Muharebesi'ne getirmek istiyorum. Fakat, bunun içinmüsaade buyurursanız, ufak bir giriş yapacağım. İkinci İnönü Muharebesi'nden sonra, üç ay kadar bir zaman geçti. Ondan sonra 10 Tenzmuz 1921tarihinde, Yunan ordusu yeniden cephemize genel taarruza. girişti. Butarihten önceki günlerde tarafların durumu şöyleydi :


Bîzim ordumuz, başlıca Eskişehir ve Eskişehir'in kuzeybatısındakiİnönü mevzileri ile Kütahya - Altıntaş dolaylarında yığınak yapmıştı. Afyonkarahisar dolaylarında iki tümenimiz vardı. Geyve ve Menderes dolaylarında da birer tümenimiz bulunuyordu.
Yunan ordusu da, Bursa'da bir, Uşak doğusunda iki kolordusunutoplu olarak bulunduruyordu. Menderes'te de bir tümeni vardı.
Yunanlılann bu taarruzu ile başlayan ve Kütahya - Eskişehir Muharebeleri adıyla anılan bir sıra muharebeler vardır. Bunlar on beş günsürmüştür. Ordumuz 25 Temmuz 1921 akşamı büyük kısmıyla Sakarya'nın doğusuna çekilmişti. Ordumuzun çekilmesini zarurî kılan sebeplerinbaşlıcasına işaret edeyim :
İkinci İnönü Muharebesi'nden sonra genel seferberlik yapmış olanYunan ordusu, insan, tüfek, makineli tüfek ve top sayısı bakımından ordumuzdan önemli derecede üstündü. Temmuzda, Yunan ordusu taarruzageçtiği zaman millî hükûmetin durumu ve Millî Mücadele'nin gelişmesi,bizim genel seferberlik ilân ederek, milletin bütün kaynak ve imkânlarını,başka bir şey düşünmeden düşman karşısında toplamaya daha elverişlive yeterli görülmemişti. İki ordu arasındaki kuvvet, vasıta ve şartlar bakımından kendini gösteren nispetsizliğin elle tutulur başlıca sebebi budur.Bunun sonucu olarak, biz, daha tümenlerimizin taşıt araçlarını bile tamamlayamadığımızdan, bunların hareket güçleri yoktu. Yunan milletinin bütün kuwetiyle yaptığı bu taarruz karşısında, bizim askerlik bakımından asıl görevimiz, Millî Mücadele'nin başından beri yürütegeldiğimizgörev idi ki, o da, her Yunan taarruzu karşısında kaldıkça, bu taarruzudirenerek ve uygun hareketler yaparak durdurup etkisiz bırakmak ve yeniorduyu kurmak için zaman kazanmak şeklinde özetlenebilir. Son düşmantaarruzu karşısında da, bu aslî görevi gözden uzak tutmamak şarttı. Budüşünceyle, 18 Temmuz 1921 tarihinde, İsmet Paşa'nın Eskişehir'ingünebatısında, Karacahisar'da bulunan karargâhına giderek, durumuyakından inceledikten sonra, İsmet Paşa'ya genel olarak şu direktifivermiştim :"Orduyu, Eskişehir'in kuzey ve güneyinde topladıktan sonra,düşman ordusuyla aramızda büyük bir açıklık bırakmak gerekir ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun içinSakarya'nın doğusuna kadar çekilmek yerindedir. Düşman hiç durmadantakip ederse, hareket üssünden uzaklaşacak ve yeniden menzil hatları kurmaya mecbur olacak; herhalde bekleınediği birçok güçlüklerle karşılaşacak; buna karşılık bizim ordumuz toplu bulunacak ve daha elverişli şartlara sahip olacaktır. Bu şekildeki çekilişimizin en büyük sakıncası, Eskişehir gibi önemli yerlerimizi ve birçok topraklarımızı düşmana bırakmaktan dolayı kamuoyunda doğabilecek manevî sarsıntıdır. Fakat kısazamanda elde edebileceğimiz başarılı sonuçlarla, bu sakıncalar kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Askerliğin gereğini kararsızlığa düşmedenuygulayalım. Başka türden sakıncalara karşı koyabiliriz. "

ORDUNUN BAŞINA GEÇMEMİ İSTEYENLER

Efendiler, gerçekten de tahmin ettiğim manevi sakıncalar hemen kendini gösterdi. İlk duyarlık Meclis'te belirdi. Özellikle muhalifler, kötüm'ser nutuklarla feryada başladılar : En sonunda, Mersin Milletvekili Salâhattin Bey, kürsüden benim adımı söyleyerek : "Ordunun başına geçsin!" dedi. Bu teklifekatılanlar çoğaLdı. Buna karşı olanlar da vardı.


Efendiler, bu görüş ayrılıklarının sebepleri üzerinde biraz açıklamada bulunmak uygun olur. Bir defa, benim doğrudan doğruya ordununbaşına geçmem teklifinde bulunanların düşünce ve maksatlarını ikiyeayırmak mümkündür. Benim ve benimle birlikte birçoklarının o zamananladığımıza göre, birtakım kimseler, artık ordunun büsbütün yenildiğine,durumun iadesine imkân kalmadığına, bundan dolayı da dâvânın, güttüğümüz millî dâvânın kaybedildiği yargısına varmışlardı. Bu sebeplerleduydukları öfke ve hıncın acısını benden almak istiyorlardı. İstiyorlardıki, kendi zanlarına göre bozguna uğramış ve bozgunu devam edecek olanordunun başında benim de şahsiyetim bozguna uğrasın! Diğer birtakımkimseler, diyebilirim ki çoğunluk, bana karşı duydukları güven dolayısıyla, samimî olarak ordunun başına geçmemi arzu ediyorlardı.
Şimdilik komutanlığı fiilî olarak üzerime almamı sakıncalı görenlerin de düşüncesi şuydu :

Ordunun bundan sonraki herhangi bir savaşta başarı kazanamayıpyeniden geri çekilmesi, uzak bir ihtimal değildir. Bu durumlarda ben,fiilen ordunun başında bulunursam, genel kanaate göre son ümidin deyitirilmiş olduğu gibi bir inanç doğabilir. Oysa, genel durum, daha sontedbir, son çare ve son kuvvetlerin feda edilmesini gerektirecek bir nitelikte değildir. Bundan dolayı, kamuoyunda son ümidin korunabilmesiiçin benim askerî harekâtı şahsen yürütme zamanım gelmemiştir.




BAŞKOMUTANLIĞI KABUL EDİYORUM

Ben, görüşmeler ve tartışmalarla ortaya çıkan bu görüşleri, gerektiği kadar gözönünde tutuyor ve inceliyordum. Son görüşü savunanlar, mantığa dayanan kuvvetli sebepler ileri sürüyorlardı. Samimiyetsiz isteklerde bulunanların yaygaraları, başkomutanlığı üzerime almamı içtenlikle teklif edenlerde, derin ve kaygı verici etkiler yapmaya başladı. Benim fiilen başkomutanlığı üzerime almam, bütün Meclis'te son çare ve son tedbir olarak görüldü.


Meclis'in bu görüşü çabucak Meclis dışında da yayıldı. Benim ses çıkarmayışım ve komutayı fiilen üzerime almaya yanaşmayışım, adeta felâketin kesin ve yakın olacağı düşünce ve inancını yaygın bir duruma getirdi. Bunu anlar anlamaz derhal kürsüye çıktım.
Efendiler, bu anlattığım durum, 4 Ağustos 1921 günü bir gizli oturumda geçiyordu. Üyelerin bana karşı gösterdikleri yakınlık ve güvene teşekkür ettikten sonra, Başkanlık makamına şöyle bir önerge verdim :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığına
Meclisin pek sayın üyelerinin genel olarak beliren istek ve talepleri üzerine, Başkomutanlığı kabul ediyorum. Bu görevi şahsen üzerime almaktan doğacak yararları azamÎ çabuklukla elde edebilmek, ordunun maddî ve manevî gücünü en kısa zamanda artırıp en yüksek seviyeye çıkarmak, sevk ve idaresini bir kat daha kuvvetlendirmek için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin sahip olduğu yetkileri, fiilen kullanmak şartıyla üzerime alıyorum. Ömrüm boyunca, millî hâkimiyetin en sadık bir kulu olduğumu millete bir defa daha gösterebilmek için, bu yetkinin üç ay gibi kısa bir süreyle sınırlandırılmasını ayrıca rica ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal


BAŞKOMUTANLIĞIMA YAPILAN İTİRAZLAR

Efendiler, bu önergem, doğruluktan yanaymış gibi görünerek tekliflerde bulunanların gizli düşüncelerini açığa vurnıalarına yol açtı. Derhal itirazlar başladı. dediler. 0, Büyük Millet Meclisi'ninmanevî şahsiyeti içindedir. Başkomutan Vekili denilmelidir.


İkinci olarak, "Meclis'in yetkilerini kullanmak gibi bir imtiyazın verilmesi asla söz konusu olamaz" düşüncesini ileri sürdüler. Ben, padişah ve halifeler tarafından verilegelmiş eski bir ünvanı takınamayacağımı; yerine getireceğim görev, fiilen başkomutanlık olduğuna göre, bu ünvanı olduğu gibi vermekten kaçınmanın yersizliğini ilerisürerek görüşümde direndim. Durum, Meclis'in değerlendirdiği ve belirttiği gibi olağanüstü olduğuna göre, benim de alacağım kararların ve yapacağım işlerin olağanüstü olması gerekeceğine şüphe yoktu. Düşünceve kararlarımı çabuk ve sert bir şekilde yürütmek ve uygulamak zarureti vardı. Hükûmetten ve Meclis'ten izin istemekle doğacak gecikmeleredurum elverişli olmayabilirdi. Bütün memleketi ve memleketin bütünkaynaklarımı ilgilendiren emir ve tebliğlerim için, her işin ilgili bakanından veya Bakanlar Kurulu'ndan olur ve izin almak, benim yapacağımBaşkomutanlıktan beklenen yararları sağlayamazdı. Onun için kayıtsız veşartsız emir verebilmeliydim. Bunun için de Büyük Millet Meclisi'ninyetkisi benim kişiliğimde belirmeliydi. Bunu, başarı için zarurî görüyordum. Onun için bu noktada ısrar ettim.
Salâhattin Bey, Hulûsi Bey gibibirtakımmilletvekilleri, Meclis'in, kendi yetkisini bir başkasına vermekle işleyemez duruma geleceğinden, milletten aldığı vekâleti başkasına devretme hakkı bulunmadığını ve aslında orduya komuta edecek bir kimseye Meclis'e aityetkilerin verilmesinin söz konusu olamayacağını, buna gerek de olmadığını belirttiler. Meclis'in yetkisini kullanabilecek bir kimseye, milletvekillerinin şahsen güvenemeyecekleri ihtimalinden söz edenler de oldu.
Ben bu düşüncelerin iıiçbirine karşı çıkmadım. Hepsini doğru bulduğumu belirttim. Meclis'in bu noktayı çok dikkatle ve önemle düşünüpincelemesini söyledim. Yalnız, şahıslarından korkanların, telâşlarına yerolmadığını söyledim. 4 Ağustosta bu konu bir karara bağlanamadı. Görüşme, 5 Ağustos 1921 günü de devam etti. Bugün bazı milletvekillerindeki karar sızlığın iki noktada toplandığı anlaşıldı. Birincisi : Meclis'invarlığının herhangi bir şekilde iş göremez duruma getirilmesi; ikincisi deüyelerden herhangi biri için keyfî ve kanunsuz işlem yapılması...
Bu şüphe ve kararsızlıkları giderecek şekilde konuştuktan ve açıkIamalar yaptıktan sonra, yapılacak kanuna da bu hususlarla ilgili bağlayıcı hükümler konmasının yerinde olduğunu belirttim ve vermiş olduğum önergeyi buna göre bazı maddeler haline getirerek bir tasarı şeklinde Meclis'e sundum. İşte bu tasarı maddeleri üzerinde yapılan görüşmeler sonunda, bana Başkomutanlık ünvanının verilmesiyle ilgili, 5 Ağustos192l tarihli kanun çıktı. Bu kanunun ikinci maddesine göre bana verilmişolan yetki şuydu : "Başkomutan, ordunun maddî ve manevî gücünü büyük ölçüde artırmak, sevk ve idaresini bir kat daha sağlamlaştırmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bununla ilgili yetkisini Meclis adına fiilen kullanabilir."
Bu maddeye göre benim vereceğim emirler kanun olacaktı. Efendiler, bu ünvanın verilişinden dolayı, "Meclis'in bana karşı gösterdigi güvene layık oldugumu az zamanda ispatlamayı başaracağım"dedikten sonra, Meclis'ten bazı ricalarda bulundum : Örnek olarak, MillîSavunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı görevlerini yapmakta olan
Fevzi Paşa Hazretleri'nin alnız Genelkurmay ın işleri ileugraşabilmesi için, İçişleri Bakanlığı görevinde bulunan Refet Paşa'nın Milli Savunma Bakanlığı'na getirilmesi ve onun yerine bir başkasının seçilmesi gibi...
Özellikle, Meclis'in ve Bakanlar Kurulu'nun içeriye ve dışarıya karşısükûnet içinde ve çok güçlü bir durum ve göri.inüşte kalmasının önemliolduğunu, ufak tefek sebeplerle Bakanlar Kurulu'nu sarsmanın doğru olmadığını arz ettim. Kanun teklifi, o gi.in açık oturumda okundu. Öncelikle görüşüldü ve ad okunarak oylandı. Oy birliğiyle kabul edildi.
Bu münasebetle yaptığım kısa bir konuşmanın bir iki cümlesini,tekrar etmeme müsaade buyurmanızı rica ederim. O cümleler şunlardı : "Efendiler, zavallı ınilletimizi esir etmek isteyen düşmanları mutlaka yeneceğimize olan güven ve inancım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Şu dakikada, bu kesin iııancımı yüksek hey'etinize karşı, bütün millete karşı bütüın dünyaya karşı ilân ederim."


Yüklə 3,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin