Nutuk mustafa Kemal atatürk samsun'A Çiktiğim gün genel durum ve göRÜNÜŞ


OSMANLI SALTANATI'NIN YIKILIŞ VE GÖÇÜŞ MERASİMİNİN SON SAFHASI



Yüklə 3,11 Mb.
səhifə42/52
tarix17.11.2018
ölçüsü3,11 Mb.
#82951
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   52

OSMANLI SALTANATI'NIN YIKILIŞ VE GÖÇÜŞ MERASİMİNİN SON SAFHASI

Sür'atle kanun tasarısı hazırlandı. O gün Meclis'in ikinci oturumunda okundu. Ad okunarak oya konması teklifine karşı, kürsüye çıktım. Dedim ki, "Buna gerek yoktur. Memleket ve milletin istiklâlini ebedî olarak koruyacak ilkeleri, yüce Meclis'in oy birliği ile kabul edeceğini sanırım." "Oya" sesleri yükseldi. Sonunda, başkan oya sundu ve "oybirliği ile kabul edilmiştir" dedi. Yalnız olumsuzluk bildiren bir ses işitildi:"Ben muhalifim!" Bu ses "söz yok" sesleriyle boğuldu. İşte Efendiler, Osmanlı Saltanatı'nın yıkılış ve göçüş merasiminin son safhası böyle geçmiştir.



HAİN VAHDETTİN BİR İNGİLİZ HARP GEMİSİYLE İSTANBUL'DAN KAÇIYOR

17 Kasım 1922 tarihli resmî bir telgrafın ilk cümlesi şuydu : "Vahdettin Efendi bu gece saraydan ayrılmıştır. " Bu telgrafın bir iki cümlesini daha 18 Kasım 1922 gününe ait Meclis tutanaklarında okumuşsunuzdur. Fakat telgrafın aslında, bu ayrılışa kimlerin yardım etmiş olabileceğinden, kutsal emanetlerin nasıl korunacağından ve daha başka hususlardan bahseden alt tarafı da vardır.


Aynı gün Meclis'te okunmuş bir mektup suretiyle ona ekli -ajans- larla yayınlanmış bir bildiri suretini de zabıtlardan bir daha okuyalım :
17.11.l922

Mektup Sureti

Bir nüshasını ilişik olarak sunduğum resmi bildiride açıklandığı gibi, Zâtışâhâne, İngiltere'nin koruyuculuğuna sığınarak bir İngiliz harp gemisiyle İstanbul'dan ayrılmıştır....
İmza : Harrington

Mektuba Ekli Bildiri Sureti

Resmen bildirilir ki, Zâtışâhâne, bugünkü durum karşısında hürriyet ve hayatını tehlikede gördüğünden, bütün Müslümanların halifesi sıfatıyla İngiliz himayesini ve aynı zamanda İstanbul'dan başka bir yere götürülmesini istemiştir. Zâtışâhâne'nin isteği bu sabah yerine getirilmiştir. Türkiye'deki İngiliz Kuvvetleri'nin Başkomutanı General Sir Charles Harrington, (Sör Çarlz Harrington) Zâtışâhâne'yi almaya giderek bir İngiliz harp gemisine kadar kendisine eşlik etmiş ve Zâtışâhâne, vapurda Akdeniz Filosu Genel Komutanı AmiralSir De Brook (Sör Bruk) tarafından karşılanmıştır. İngiliz Fevkalâde KomiserVekili Sir Newill Henderson, Zâtışâhâne'yi gemide ziyaret ederekKral Beşinci George' a bildirilmek üzere arzularını sormuştur.
General Harrington'un Ulviye Sultan adındabir hanıma gönderdiği Fransızca bir mektup da vardır. Bu mektup, hiçbir karşılık verilmemiş olduğu notuyla Refet Paşa' ya gönderilmiş.O da, 25 Kasım 1922 tarihinde bize bir suretini göndermişti. Fransızca mektubun bize gönderilen Türkçe sureti şudur :
Sultan Hanımefendi Hazretleri,

Şu sıralarda Malta'ya yaklaşmakta olan Padişah Hazretleri'nden, ailesinindurumu hakkında bilgi rica eden bir telsiz aldım. Bu konuda, geçen CumartesiYıldız'dan bilgi almış ve Kadınefendi Hazretleri'nin sağlık ve neş'elerinin yerindeolduğunu öğrenmiş ve derhal Zâtışâhâne'ye arz etmiştim. Eğer Padişah Hazretleri'nin aileleri hakkında yeni bilgiler lûtfederseniz, onu da derhal Zâtışâhâne'yesunmakla mutluluk duyarım. Zâtışâhâne'nin içinde bulundukları güçlükler dolayısıyla, en samimî dileklerimi Kadınefendi Hazretleri'ne ve pek muhterem ailelerine sunmama izin vermenizi ve en derin saygı ve tazimlerimin kabulünü rica edcrim.


İmza : Harrington

Efendiler, bu son mektup, üzerinde durulmaya değer nitelikte değildir. Bundan başka, General Harrington' un, İstanbul'daki askerî memurumuza yazdığı mektup ile ekinde yazılanlar üzerinde görüş belirtmeyi de gereksiz bulurum.




ASİL BİR MİLLETİ UTANILACAK BİR DURUMA DÜŞÜREN SEFİL

Kamuoyunu gerçek durumla karşı karşıya bırakmayı tercih ederim. O zaman, Saltanat'ı atadan oğula geçirmek gibi yanlış bir usulün sonucu olarak, büyük bir makam, tantanalı bir ünvan kazanabilmiş birsefilin, gururu çok yüksek asil bir milleti nasıl utanılacak bir duruma düşürebileceği kendiliğinden anlaşılır.


Gerçekten de, her ne sebeple ve ne şekilde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyetini ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdi bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir milletin başında olduğunu düşünmek ne hazindir! Şükre değer bir durumdur ki, bu alçak, mirasına konduğu Saltanat makamından millet tarafından atıldıktan sonra, alçaklığını sonuna kadar getirmiş oluyor. Türk milletinin bu işte önce davranması elbette takdire değer.
Âciz, âdi, duygu ve anlayıştan yoksun bir yaratık, kendisini kabul eden herhangi bir yabancının koruyuculuğuna sığınabilir; ancak, böyle bir yaratığın bütün Müslümanların Halifesi sıfatını taşıdığını ifade etmek elbette doğru değildir. Böyle bir düşünce tarzının doğru olabilmesi, öncelikle, bütün Müslüman milletlerin esir olmaları şartına bağlıdır. Halbuki, dünyada gerçek böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihimiz boyuncahürriyet ve istiklâle sembol olmuş bir milletiz! Değersiz hayatlarını ikibuçuk gün daha fazla ve sefilce sürükleyebilmek için, her türlü düşkünlüğe katlanmakta bir sakınca görmeyen halifeler oyununu da sahneden kaldırabildiğimizi gösterdik. Böylece, devletlerin, milletlerin biribirleriyle olan ilişkilerinde, şahısların, özellikle bağlı bulundukları devlet ve milletin zararına da olsa şahsî durumlarından ve kendi hayatlarından başka birşey düşünemeyecek pespavelerin herhangi bir önemi olamayacağı şeklindeki bilinen gerçeği bir defa daha ortaya koymuş olduk.
Milletler arasındaki ilişkilerde mankenlerden yararlanma yönteminerağbet etme devrine son vermek medenî dünyanın samimî bir dileği olmalıdır.

ABDÜLMECİT EFENDİ'NİN BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NCE HALİFE SEÇİLMESİ

Saygıdeğer Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi' nce kaçak Halife'nin halifeliği kaldırıldı. Yerine. sonuncu halife olan Abdülmecit Efendi seçildi. Meclis'çe, yeni halife seçilmeden önce, seçilecek şahsın da padişahlık sevda ve davasına katılarak, herhangi bir yabancı devlete sığınması ihtimalini ortadan kaldırmak gerekiyordu. Bunun için İstanbul'da bulunan görevlimiz Refet Paşa' ya, Abdülmecit Efendi ile görüşerek ve hattâ elinden Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hilâfet ve saltanatla ilgili kararını tamamen kabul ettiğini bildiren bir belge alarak göndermesini yazdım. Bu yazdıklarım yapılmıştır.


18 Kasım 1922 günü, İstanbul'da Refet Paşa' ya bir şifreli telgrafla verdiğim talimatta başlıca şu noktaları belirtmiştim : "Abdülmecit Efendi, Halife-i Müslimîn ünvanını kullanacaktır. Bu ünvana başka bir sıfat ve kelime eklenmeyecektir. İslâm dünyasına duyurulmak üzere hazırlayacağı bir bildiriyi, sizin aracılığınızla önce bize şifre olarak bildirecektir. Bu bildiri, onaylandıktan sonra yine şifre ile ve sizinaracılığınızla kendisine bildirilecek, ondan sonra yayınlanacaktır. Bu bildiri metninde başlıca şu noktalar yer alacaktır :
a) Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kendisini halifeliğe seçmesinden dolayı memnun olduğu açıkça söylenecektir.
b) Vahdettin Efendi' nin hareket tarzı etraflı olarak ele alınıp kötülenecektir.
c) Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun 10. maddesine kadar olan hükümleri, uygun bir biçimde açıklanarak ve önemli olan ifadeleri olduğu gibi tekrarlanarak Türkiye Devleti'nin, Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükûmeti'nin kendine has niteliğinin ve idare şeklinin Türk halkı ve bütün İslâm dünyası için en yararlı ve en uygun rejim olduğu belirtilip tespit edilecektir.
d) Türkiye millî halk hükûmetinin geçmişteki hizmetlerinden veyararlı çalışmalarından övücü bir dille bahsedilecektir.
e) Bu bildiride, belirtilen noktalar dışında, siyasî sayılabilecek birnokta ve düşünce söz konusu edilmeyecektir.
19 Kasım 1922 tarihli açık bir telgrafla da, Abdülmecit Efendi' ye : "Türkiye Devleti'nin hâkimiyetini kayıtsız şartsız millete veren Teşkilât-ı Esasiye Kanunu gereğince, yürütme gücü ve yasama yetkisi kendisinde belirmiş ve toplanmış bulunan, milletin tek ve gerçek temsilcilerinden kurulu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım 1922 tarihinde oybirliği ile kabul ettiği gerekçe ve ilkeler çerçevesinde ve Yüce Meclis'in 18 Kasım 1922 tarihli oturumunda halifeliğe seçilmiş olduğunu bildirdim.
19 Kasım 1922 tarihli bir şifreli telgrafla Refet Paşa, çektiğimiz telgraflara cevap veriyordu. Abdülmecit Efendi : "imzasının üstünde Halife-i Müslimîn ve Hâdimü'1-Haremeyn ünvanlarının bulunmasının ve Cuma selâmlığında hil'ât giymesinin ve Fatih' inki gibi bir sarık sarınmasının mümkün ve uygun olacağı görüşünüileri sürmüş. İslâm dünyasına yayınlayacağı bildiri metninde, Vahdettin Efendi hakkında bir şey söylemeyeceğini bildirmiş. Bildiri İstanbul gazetelerinde yayınlanırken, Türkçesi ile birlikte Arapçaya çevrilmiş ve metninin de yayınlatılması görüşünü ortaya atmış.
Refet Paşa' ya, 20 Kasım 1922 günü makine başında verdiğim cevapta, "Halife-i Müslimîn" ünvanıyla birlikte "Hâdimü'1-Haremeyni'ş-şerifeyn" ünvanının kullanılmasını da uygun bulduğumu söyledim. Cumatöreninde Fatih' in kıyafetine girmesini uygunsuz buldum. Redingot veya istanbulin giyebileceğini, askerî üniformanın elbette söz konusu olamayacağını bildirdim. Yayınlanacak bildiride, Vahdettin' in adısöylenmeden eski halifenin manevî şahsiyetinin ve zamanında düşülen kötü durumun dile getirilmesinin gerekli olduğunu bildirdim.

ABDÜLMECİT EFENDİ, BABASININ ADI DOLAYISIYLA DA OLSA "HAN" ÜNVANINDAN VAZGEÇEMİYOR

Refet Paşa'dan, 20 Kasım I922'de aldığım şifreli telgrafın birinci maddesinde, Refet Paşadiyordu ki, Abdülmecit Efendi' nin 29 Rebiülevvel tarihli yazısının altında "Halife-i Resûlullah Hâdimü'1-Haremeyni'ş-Şerifeyn" ünvanının altında "Abdülmecid Bin Abdülazîz Han" ) imzası kullanılmıştır.


Efendiler, yaptığımız uyarıyı iyi karşıladığını bildirmiş olan Abdülmecit Efendi, "Halife-i Müslimîn" yerine "Halife-i Resîılullah" ve babasının adı dolayısıyla "Han" ünvanlarını kullanmaktan kendini alamamıştır. Birtakım düşünceler ileri sürdükten sonra da, Vahdettin'le ilgili demeçten vazgeçtiğini, çünkü başkasının kötü işlerini dile getirmek şeklinde bile olsa, bu türlü demeçlerin kendi prensip ve karakterineağır geleceğinin aşikâr olduğunu bildirmiş. Bu nokta telgrafın ikincimaddesinde yer almıştı, Telgrafın üçüncü maddesi, benim Meclis Başkanı sıfatıyla kendisine, halifeliğe seçildiğini bildiren telgrafıma yazdığı cevap niteliğinde idi. Bu cevapta : "Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne diye, doğrudan doğruya şahsıma hitap eden bir başlık kullanılmıştı. Dördüncü maddede, İslâm dünyasına duyuracağı bildiri suretivardı. Bu bildirinin yazıldığı İstanbul'un "Dârü'1-Hilâfetü'1-Âliyye" olduğu da özenle belirtilmişti.
21 Kasım 1922 tarihli bir telgrafta : "Halife-i Resulûllah yerine dahaönce de bildirdiğimiz gibi Halife-i Müslimîn denilecektir" dedik. Kendisine, halife seçildiğini bildiren telgrafımıza vereceği cevabın şahsıma değilTürkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na yazılmasını hatırlattık. Yazılarında siyasî ve genel konularla ilgili kelimelerin bulunduğunu, bunlardan kaçınılması gerektiğini bildirdik.
Efendiler, önemsiz ayrıntılar gibi sayılması pek mümkün olan buaçıklamalarımla işaret etmek istediğim asıl nokta şudur : Ben, şahıs hâkimiyetine dayanan saltanatın kaldırılmasından sonra, başka ünvanla aynı nitelikle bir makamdan ibaret olması gereken hilâfetin de ortadan kaldırılmış olduğunu kabul ediyordum. Bunun, elverişli bir zaman ve fırsatta açıklanmasını tabiî buluyordum. Halife seçilen Abdülmecit Efendi' nin bu gerçekten büsbütün habersiz olduğu iddia edilemez. Özellikle ,kendisinin Halife ünvanıyla saltanat sürmesinin imkân ve şartlarını hazırlayıp sağlayabileceklerini hayal edenlerin varlığı düşünülürse, Abdülmecit Efendi' nin ve tabiî taraftarlarının saf ve gafil oldukları zannına kapılmak hiç de doğru olamazdı.


HALİFE OLACAK ZATIN SIFAT VE YETKİSİ NE OLACAKTI

Şimdi, arzu buyurursanız, Halife seçimi dolayısıyla Meclis'in 18 Kasım 1922 günlü gizli oturumlarında geçen görüşmelerle ilgili kısa bir bilgi vereyim :


Meclis'te konuyu pek ciddî ve önemli sayanlar vardı. Özellikle hoca efendiler, kendi ihtisasları ile ilgili bir konu bulduklarından çok dikkatli ve uyanık idiler. Bir halife kaçmış. .. Onu makamından indirmek ve yenisini seçmek... Sonra, yenisini İstanbul'da bırakmayıp Ankara'ya getirmek. . . Milletin ve devletin yakından başına geçirmek. . . Kısacası, Halife' nin kaçması yüzünden Türkiye'de ve bütün İslâm dünyasında karışıklık çıkmış veyahut çıkacakmış... Onun için tedbirler alınmalı imiş... şeklinde düşünceler, endişeler ortaya atılıyordu.
Bazı konuşmacılar da halife olacak zatın sıfat ve yetkisinin ne olacağını tespit gereğinden söz ediyorlardı.
Görüşme ve tartışmalara ben de katıldım. Konuşmalarımın çoğu, ileri sürülen düşüncelere cevap niteliğinde idi. Söylediklerimin özü şu cümlelerde toplanıyordu :
Bu konu fazlasıyla tartışılıp tahlil edilebilir. Ancak, tartışma ve tahlillerde ne kadar ileri gidersek, konuyu çözüme bağlamakta da o kadar güçlük ve gecikmelere uğrarız. Yalnız, şu noktaya hepinizin dikkatini çekerim. Bu Meclis, Türk halkının Meclisidir. Bu Meclis'in sıfat ve yetkileri yalnız ve ancak Türk halkının ve Türk vatanının varlığı ve kaderi ile ilgili ve onlar üzerinde etki yapabilir. Meclisimiz, kendi kendine bütün İslâm dünyasını içine alan bir güç ve kudrete sahip olamaz Efendiler! Türk milleti ve onun temsilcilerinden kurulmuş bulunan Meclis'imiz kendi varlığını, halife ünvanını taşıyan veya taşıyacak olan bir zatın eline veremez ve vermeyecektir Efendiler! Bundan dolayı İslâm dünyasında karışıklık varmış veyahut olacakmış. Bunların hepsi anlamsız ve yalan sözlerdir. Kim söylemişse yalan söylemiştir, yalan söylüyor."
Bu sözüme itiraz eden bir zata cevap verdim ve açıkça dedim ki :
- Sen yalan söyleyebilirsin, yaratılışın buna elverişlidir!
Efendiler, ortalığı gürültüye vermenin gereği olmadığını açıkladıktan sonra, dedim ki : "Bizim dünya gözündeki en büyük güç ve kudretimiz, yeni şekil ve mahiyetimizdir. Hilâfet makamı esaret altında olabilir. Halife ünvanını taşıyanlar, yabancılara sığınabilirler. Düşmanlar ve halifeler elele verip her şeyi yapabilecek bir işbirliğine girişebilirler. Fakat yeni Türkiye'nin rejimini, politikasını ve kuvvetini hiç bir şekilde sarsamazlar .


TÜRK HALKI KAYITSIZ VE ŞARTSIZ HAKİMİYETİNE SAHİPTİR

Türk halkının kayıtsız ve şartsız hâkimiyetine sahip olduğunu bir defa daha ve kesinlikle tekrar ediyorum. Hâkimiyet, hiçbir anlamda, hiçbir şekilde, hiçbir renk ve hiçbir kılavuzlukta ortaklık kabul etmez. Ünvanı ister halife ister başka bir şey olsun, hiç kimse bu milletin kaderine ortak çıkamaz. Millet buna kesinlikle müsaade edemez. Bunu teklif edecek hiçbir milletvekili bulunamaz. Bunun içindir ki, kaçmış olan Halife'nin Halifeliğine son verip, yenisini seçmek ve bu konu ile ilgili bütün işlemlerde belirttiğim görüşler çerçevesinde hareket etmek zarurîdir. Başka türlüsüne kesinlikle imkân yoktur.


Saygıdeğer Efendiler, biraz tartışmalı ve gürültülü olmakla birlikte, yapılacak işlem üzerinde Meclis'te çoğunlukla görüş birliği sağlandı. Ondan sonraki sonuç da yüksek malûmunuzdur.
Saltanatın kaldırılması üzerine, İstanbul'da hükûmet adını taşıyan Tevfik ve İzzet Paşa' larla arkadaşlarının Saray'a istifalarını nasıl verdiklerinden; İstanbul'un yönetimini düzene sokmak için verdiğimiz talimat ve emirlerden de söz ederek yüksek hey'etinizi yormayı yararlı bulmuyorum.

LOZAN BARIŞ KONFERANSI

Lozan Konferansı genel toplantısı 21 Kasım 1922 günü yapılmıştır. Bu konferansta Türkiye Devleti'ni İsmet Paşa Hazret1eri temsil etti. Trabzon Milletvekili Hasan Bey ve Sinop Milletvekili Rıza Nur Bey, İsmet Paşa' nın başkanlığındaki delegeler hey'etini oluşturuyordu.


Hey'etimiz, Kasım 1922 başlarında Lozan'a gitmek üzere Ankara' dan ayrıldı.
Efendiler, iki dönemden ibaret olup sekiz ay devam eden Lozan Konferansı ve sonucu dünyaca bilinen bir husustur.
Bir süre Ankara'da Lozan Konferansı görüşmelerini takip ettim. Görüşmeler hararetli ve tartışmalı geçiyordu. Türk haklarını tanıyan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu pek tabiî buluyordıım. Çünkü, Lozan barış masasında ele alınan meseleler yalnız üç dört yıllık yeni devreye ait ve onunla sınırlı kalmıyordu. Yüzyılların hesabı görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karışık ve bu kadar kirli hesapların içinden çıkmak, elbette, o kadar basit ve kolay olmayacaktı.
Efendiler, bilindiği üzre, yeni Türk Devleti'nin yerini aldığı Osmanlı Devleti, Uhud-ı Atîka adı altında birtakım kapitülasyonların esiri idi. Hristiyan halkın birçok hakları ve ayrıcalıkları vardı. Osmanlı Devleti, Osmanlı ülkesinde oturan yabancılara karşı yargı hakkını uygulayamazdı; Osmanlı vatandaşlarından aldığı vergiyi, yabancılardan alması engellenmiş bulunuyordu. Devletin varlığını kemiren ve kendi sınırları içinde yaşayan azınlıklarla ilgili tedbirler alması mümkün değildi.
Osmanlı Devleti, kendisini kuran temel unsurun, Türk milletinin, insanca yaşamasını sağlayacak tedbirleri alma bakımından da engellenmişti; memleketi imar edemez, demiryolu yaptıramazdı. Hattâ okul yaptırmakta bile serbest değildi. Bu gibi durumlarda yabancı devletler hemen işe karışırlardı.
Osmanlı hükümdarları ve çevresindeki yakınları debdebe ve gösteriş içinde yaşayabilmek için memleket ve milletin bütün servet kaynaklarını kuruttuktan başka, milletin her türlü çıkarlarını feda etmek, devletin haysiyet ve şerefini ayaklar altına almak suretiyle birçok dış borçlar yapmışlardı. O kadar ki, devlet bu borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmiş, dünya gözünde "müflis" sayılmıştı.


OSMANLI DEVLETİ'NİN DÜNYA GÖZÜNDE HİÇBİR DEĞERİ KALMAMIŞTI

Efendiler, mirasçısı olduğumuz Osmanlı Devleti'nin dünya gözünde hiçbir değeri, fazileti ve haysiyeti kalmamıştı. Devletlerarası hukukun dışında tutulmuş, sanki, himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmiş gibi kabul ediliyordu.


Geçmişteki hoşgörürlüğün ve yapılan yanlışların sorumlusu biz olmadığımıza göre, yüzyılların birikmiş hesapları bizden sorulmamak gerekirken, bu konuda da dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşmüştü. Milleti ve memleketi gerçek istiklâl ve hâkimiyetine sahip kılmak için, bu güçlüğe ve fedakârlığa da katlanmak bizim üzerimize yüklenmişti. Ben, mutlaka olumlu bir sonuç alınacağından emindim. Türk milletinin varlığı için, istiklâli için, hâkimiyeti için ne pahasına olursa olsun elde etmeye ve sağlamaya mecbur olduğu hakların dünyaca tanınacağından asla şüphem yoktu. Çünkü, gerçekte bu haklar, kuvvetle, liyakatle fiilî ve maddî olarak elde edilmişti. Konferans masasında istediğimiz, zaten elde edilmiş olan bu hakların usulünce ifade ve onaylanmasından başka bir şey değildi. İsteklerimiz, açık ve tabiî haklarımızdı. Bundan başka, haklarımızı kazanmak ve korumak için kudretimiz de vardı; kuvvetimiz de yeterliydi. En büyük kuvvetimiz, en güvenilir dayanağımız millî hâkimiyetimizi kavramış, onu fiilî olarak halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimizi fiilen ispatlamış olmamızdı.
İşte bu düşüncelerle, konferansın gidişini soğukkanlılıkla takip ediyor ve ortaya çıkan tersliklere gereğinden fazla önem vermiyordum.

HALKIN İÇİNDE BULUNDUĞU PSİKOLOJİYİ, DÜŞÜNCE EĞİLİMLERİNİ BİR DAHA İNCELEMEK İÇİN HALKLA YAKINDAN TEMASA GEÇMEK

Efendiler, saltanatın kaldırılması ve hilâfet makamının yetkisiz kalışı üzerine, halk ile yakından temasa geçmek, halkın içinde bulunduğu psikolojiyi, düşünce ve eğilimlerini bir daha incelemek önem kazanıyordu. Bunun dışında, Meclis, son yılına girmiş bulunuyordu. Yeni seçim dolayısıyla, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni siyasî bir parti durumuna getirmeye karar vermiştim. Barış gerçekleşince, cemiyet teşkilâtımızın, siyasî bir partiye dönüşmesini gerekli buluyordum. Bu konuda da doğrudan doğruya halk i1e görüşüp konuşmayı yararlı sayıyordum. Zaferden sonra eğitimle uğraşmaya başlamış olan ordumuzu da yakından görmek istiyordum. İşte bu maksatlarla Batı Anadolu'da bir gezi yapmak üzere, 14 Aralık 1923 tarihinde Ankara'dan hareket ettim,


Eskişehir'den başlayarak, İzmit, Bursa, İzmir ve Balıkesir'de, halkı uygun yerlerde toplayarak uzun sohbetlerde bulundum. Halkın, bana, diledikleri gibi serbestçe sorular sormasını istedim. Sorulan sorulara cevap olmak üzere, altı saat, yedi saat süren konferanslar verdim.
Saygıdeğer Efendiler, hemen her yerde halkın anlamak istediği hususlardan dikkati çeken noktalar şunlardı :
Lozan Konferansı ve sonucu, millî hâkimiyet ve hilâfet makamı, bunların durumları ve ilişkileri; bir de kurmak niyetinde olduğum anlaşılan siyasî parti...
Lozan Konferansı görüşmelerini, her yerde, özetleyerek olduğu gibi anlatıyordum. Olumlu sonuç alınacağı hakkındaki inancımı da belirterek milletin endişesini gidermeye çalışıyordum.

MİLLİ HAKİMİYET İLE HİLAFET MAKAMININ DURUMLARI VE İLİŞKİLERİ

Halkın, millî hâkimiyet ve hilâfet makamının durumları ile bunların ilişkileri konusunda merak ve endişeye kapılmakta hakkı vardı. Çünkü, Meclis 1 Kasım 1922 tarihli kararıyla, şahıs hâkimiyetine dayanan devlet şeklinin 16 Mart 1920 tarihinden başlayarak ve ebedî olarak tarihe karıştığını ilân ettikten sonra, birtakım Şükrü HocaIar Müslüman kamuoyu şüphe ve üzüntülere düşmüştür diyerek hareket ve faaliyete geçtiler. Bunlar : Hilâfet demek hükûmet ('93) demektir. Hilâfetin hak ve görevlerini yok etmek hiç kimsenin, hiç bir meclisin elinde değildir dâvâsını ortaya atmışlardı. Meclis'in, milletin ortadan kaldırdığı şahıs saltanatını, hilâfet makamında devam ettirmek ve Padişah'ın yerine Halife'yi geçirmek sevdasına düşmüşlerdi.Gerçekten de gerici bir grup, Afyonkarahisar Milletvekili Hoca Şükrü imzasıyla İslâm Hilâfeti ve Büyük Millet Meclisi adıyla bir broşür yayınladı. Bu broşürün, Ankara'da 15 Ocak 1923 tarihinde yayınlandığı ve bütün milletvekillerine dağntıldığı bana İzmit'te bildirildi. Broşürün üzerine sadece 1339 ( 1923 ) yılı yazılmıştı. Fakat, broşürün daha ben Ankara'da iken hazırlanıp bastırıldığı ve benim Ankara'dan ayrılış tarihim olan 14 Ocak 1923 gününün ertesixLde ortaya çıkarıldığı anlaşılmıştı.Şükrü Efendi Hoca ve arkadaşları, Halife Meclis'in, Meclis Halifenindir safsatasıyla, Millet Meclisi'ni Halife'nin danışma kurulu ve Halife'yi Meclis'in, dolayısıyla devletin başkanı gibi göstermek ve kabul ettirmek istemişlerdir.



HALİFE OLAN ZATI ÜMİTLENDİRECEK BAĞLILIK GÖSTERİLERİ

Efendiler, Halife bulunan zatı ümitlendirecek bazı bağlılık ğösterileri de dikkati çekiyordu. Gizli olarak yapılan bağlılık gösterileri ise, bizim dışardan tahmin ettiklerimizden daha fazla imiş. Bu konuda bir fikir vermiş olmak için, o sıralarda İstanbul ve Trakya'da görevli memurumuz ve temsilcimiz olan Refet Paşa'nın, o günlerde, Halife'ye Konya adındaki bir atı sunması dolayısıyla, kendi kardeşi ve aynı zamanda yaveri Rifat Beye yazdığı bir şifreli telgrafla, bu telgrafa Halife'nin başyaveri vasıtasıyla verdiği cevabı olduğu gibi bilginize sunacağım : Şifre Rifat Bey'e 5.1.1923 Konva'yı Halife Hazretleri'ne sunmak için getirmiştim. Yalnız şimdi ne durumda olduğunu görmedim. Cesaret edemiyonım. İstanbul'da iyi bir hayvan bulunmayacağını anladığım için, Halife Hazretleri'nin başyaverlerinden de hayvan satın alınması hususunda acele etmemelerini rica etmiştim. Hayvanm Halife Hazretleri tarafından beğenilmesini Tanrı'nın bir lütfü sayıyoruın. Büyük bir cür'etkârlık olacağını bilmekle birlikte, İstiklâl Savaşı'nın tarihî bir hâtırası olduğu için,eski sadık bir askerin gazâ yadigân olarak sunduğu Konya'nın Halife Hazretleri tarafından lûtfen kabulünü ve Halife Hazretleri'nin en içten gelen bağlılık duygulanrıyla ellerini öptüğümün Halife Hazretleri'ne duyurulmasına aracı olmalarını Başyaver Şekip Bey'den rica ederim.Konya'yı ve bu şifreyi Şekip Bey'e hemen teslim ediniz. Refet T.1.1923 Trakya Fevkalâde Temsilcisi Refet Paşa Hazretleri'ne Saygıyla arz ederim : Pek sayın kardeşiniz Rıfat Bey'in teslim ettiği yüce şahsınızdan gelen telgrafı Halife Hazretleri Efendimiz'e arz ettim. Peygamber vekili olan Halife Hazretleri, gerek bir defa daha ifade buyurulan içten bağlılık duygularından gerek kendilerine sunulan Konya adındaki hayvandan dolayı pek hoşnut ve müteşekkir kaldılar. Aziz vatanımızın istiklâlini korumak gibi pek kutsal ve yüce bir gayenin elde edlimesine çalışan büyük siınalar arasında seçkin bir yeri olan yüksek şahsiyetlerinin de yiğitlik ve fedakârlık gösterdikleri er meydanlarından bİrinin adıyla anılan bu sevimli ve güzel ata sahip olmakla iftihar ettiler, Yüce Cebrail, kâinatın şerefi Peygamberimiz Hazretleri'ne (S.A.S.)'in peygamberliği bildirdiği gibi, zâtıdevletiniz de Halife Hazretleri'ne Peygamberin vekili olduğunu bildirdiğinizden dolayı, yüksek şahsiyetiniz, kendilerine bütün ömürlerinin en mutlu ve kutsal bir olayını her zaman hatırlatacaktır. Yüksek şahsiyetlerinin bu aziz hâtıraya kanşmış olmalan dolayısıyla, sık sık ve içten gelen bir sevgi ile hatırlanacaklan zaten belli iken, bir de her gün, alışıldığı üzere tatlı Sabâ Rüzgârı (95) gidişli bu ata binildikçe, yüksek şahsiyetlerinin değerli hâtırası yeniden anılacak ve canlanacaktır. Şu satırlarla, Halife Efendimiz'in gerçekten tertemiz ve değerbilir duygulanna ne dereceye kadar tercüman olabildiğimi kestiremem. Bunu başaramadıysam. eksiğimi, Batı,devletlerine, Halife Hazretleri'nin bizzat göstermiş ve ifade buyurmuş olduklan babaca sevgi ve okşayışlar daha önceden telâfi etmiştir, kanaatıyla avunmaktayım. Bu vesileyle ve sonuÇ olarak size, Tanrı'nın gölgesi ve Peygamber'in vekili Halife Hazretleri'nin özel selâmlannı ve hayır dualarını bildirmek ve müjdelemekle şeref duyar, üstün saygılanmın kabulünü ricaederim, Efendim fiazretleri. Şekip Hakkı Başyaver (Bu yazışmaları ve karşılıklı sevgi gösterilerini, biz ancak hilâfetin kaldırılmasından ve Halife'nin soyuıvdan gelen kimselerin memleketten çıkarılmasından sonra tesadüf eseri olarak öğrenebildik.)


Yüklə 3,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin