lamalar verilmektedir. İran edebiyatının İslâmî devresinde edebî sanatlar hakkında yazılmış halen bilinen en eski ve çok mahdut sayıdaki Farsça edebî mensur eserlerden biri olan Tercümânü'I-belâda, meşhur şair Ferrûhî'ye isnat edilmekte ve yalnız ismen bilinmekte idi. Ateş eserin bir nüshasını bularak (Sü-leymaniye Ktp., Fâtih, nr. 543) müellifi hakkında tekrarlanagelen rivayetin mahiyetini ve Râdûyânfnin hüviyetini ayrı ayrı ele almış ve hicrî V. yüzyılın sonlarında veya sonraki yüzyılın başlarında telif edilebileceği neticesine vardığı Tercümânü'I -belâğa'yı tahlil ederek benzeri eserlerle ilgi ve münasebetleri üzerinde durmuştur. 3. Vesiletü'n-necat {Meulid), (Ankara'1954). Süleyman Çelebi mevlidinin bu neşrinde Ateş, notlar ve açıklamalarının bir kısmını bu tarz eserlerin doğuş ve inkişafına, Süleyman Çelebi'ye ve eserine ayırmıştır (s, 1-88], Bu çalışma ile Türk edebiyatının bu şaheseri ilk defa ilmî bir araştırma mevzuu olmuş yine ilk defa eserin tenkitli metni neşredilmiştir (s. 91-147], Bu neşre en eski nüshalardan birinin faksimilesi de ilâve edilmiştir. 4. Cami' al-ta-vârih, II. cilt, dördüncü cüz, Sultan Mah-mud ve Devrinin Tarihi (Ankara 1957], II. cilt, beşinci cüz, Selçuklular Tarihi (Ankara 1960). Eser Reşîdüddin Fazlul-lah'ın Câmifu't-tevânh"min zikredilen kısımlarının tenkitli neşridir. Bu neşir hakkında çıkan bir tenkide cevaben yazdığı makale Ateş'in metin tesisi mevzuunda en güzel yazılarından biridir ("Camic al-tavârih tenkidi münasebetiyle", TTK Belleten, XXV/97 [1961], s. 29-61; Farsça trc. "Der bâb-ı nakd-i Cami11 al-tevârîh", Mecelle-i Dânişkede-i Edebiy-yat, 1340 hş./1961, yıl 8, sayı 23, s. 1-36). 5. Risâla fi mâhiyat aî-'işk (İstanbul 1959). İbn Sînâ'nın risalelerinin tenkitli metnini ve Türkçe tercümesini ihtiva eder. 6. Şehriyâr ve Haydar Baha'ya Selâm (Ankara 1964). Eserin birinci kısmında ünlü Azerî şair Muhammed Hüseyin Şehriyâr tanıtılır ve ikinci kısımda sanatkârın en çok tanınan eseri yer alır. 7. İstanbul Kütüphanelerindeki Farsça Manzum Eserler Katalogu (İstanbul Üniuersitesi oe Nuruosmaniye kütüphaneleri; İstanbul 1968)- Vefatından sonra çıkan kitap halindeki bu son çalışmasının geniş çerçeveli bir tasavvurun ilk cildi olduğu anlaşılmaktadır. Bu eser benzeri çalışmaların en mükemmel örneklerinden biri olup Farsça yazmalar bakı-
mından ehemmiyeti bilinen adı geçen kütüphanelere!eki metinlere dayanan bir İran sür tarihi mahiyetindedir.
Tercüme ettiği kitaplar arasında ise şunlar vardır: 1. Fârâbî, İlimlerin sayımı [/hsâs al-'ulüm] (İstanbul 1955i; 2. Râvendî, Rahat-üs-südûr ve âyet-üs-sürûr (l-ll, Ankara 1957, 1960).
İstanbul ve bühassa Anadolu'da Ankara, Konya, Bursa, Edirne, Manisa, Tire, Afyon, Çorum, Yozgat, Amasya, Samsun, Tokat, Kastamonu ve havalisi gibi yerlerdeki kütüphanelerde yaptığı araştırmaların neticeleri olarak yazdığı makalelerde, bu kütüphanelerde muhafaza edilen ve ilim alemince tanınmayan birçok eserin yegâne nüshasını, bazılarının taşıdıkları hususiyetler bakımından ehemmiyetli nüshalarını devamlı surette tanıtmıştı (bu makaleler hakkında etraflı bilgi için bk. Nihad M. Çetin, "Ahmet Ateş", Oriens, XXI-XXII, 14-15; tanıtılan nüshalar hakkında bk. Yusuf Demirkol, bibliyografyada gösterilen eser; M'da ve UDMİ'de çıkan maddeleri hakkında bk. Çetin, ŞM, VI!, s. 9-22].
Ahmet Ateş'in bunlardan başka başta İslâm Ansiklopedisi olmak üzere Türkiyat Mecmuası, Şarkiyat Mecmuası, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, TDAY-Belleten ve Tarih Dergisi'nöe birçok araştırma mahsulü makale ve kitap tanıtma yazısı yayımlanmıştır. Bunlar arasında özellikle "Metin Tenkidi Hakkında" {TM, 1942, VİI-V11I, s. 253-267] adil makalesi, Türkiye'de modern metotlarla metin neşri çalışmalarında bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Ateş'in kitap ve makalelerinin kronolojik bir listesi de yapılmıştır (bk. Çetin, ŞM, Vlî, s. 9-22).
BİBLİYOGRAFYA:
Yusuf Demirkol, İstanbul Kütüphanelerinde Prof. Ahmed Ateş'in Tavsif Ettiği Yazmaların İndeksi, İstanbul 1969, İstanbul Şarkiyat Araştırma Merkezi Ktp., Tez nr. 136; Nihad M. Çetin, "La Vie et l'CEeure d'Ahmed Ateş (1911-1966)", REI, XXXVI/1 (1968), s. 157-164; a.mlf., "Zindegî vü Âşâr-ı Ahmed Âteş" (trc. İsmet Hekimi], Râhnümâ-yı Kitâb, Xlll/11-12, Tahran 1349 hş./1971, s. 737-747; a.mlf., "Ahmed Ateş", Oriens, XXI-XXl[[, Leiden 1968-69, s. 622-630; a.mlf.. "Ahmed Ateş, Hayatı ve Eserleri", ŞM, VII (1972], s. 1-24 ve burada gösterilen yerler; Hâdî Âlimzâde. "Âteş", DMBİ, I, 95-97. i—i
MU Nihad M. Çetin
ATEŞ, Osman Hulusi
(bk. HULUSİ EFENDİ, Osman).
L J
ÂTEŞ-i RUMİ
Eskiden
bir savaş silâhı olarak kullanılan yanıcı, yakıcı ve patlayıcı bir madde.
Daha çok Bizanslılar"ca kullanıldığı için bu adla meşhur olmuştur. İlk önce Çinliler tarafından bulunduğu ve Çin'den yayıldığı hakkındaki kanaat ise daha yaygındır. Bizanslılar'ın ilâhî bir güç olarak kabul ettikleri, terkibi yüzyıllarca bir sır gibi saklanan bu ateşin esasının o çağlarda kullanılan güherçile olduğu, bunun kükürt ve zift maddeleriyle karışımına neft yağının eklenmesiyle de mayi haline getirildiği daha sonra anlaşılmıştır. Su üzerinde dahi yanabilme özelliğinden dolayı "âteş-i bahrî" adıyla da anılmıştır. "Grejuva ateşi" de denilen bu ateşin birleşimine kömür tozu ilâve edilerek bu maddenin bir bakıma barutun basit bir şekli olduğu söylenebilir.
Âteş-i Rûmî'yi, Bizans imparatorlarından Konstantin Pogonatos'un hükümdarlığı zamanında Mısırlı veya Baalbek-li Kallinikos adlı biri Bizans'a getirmiş (652) ve silâh olarak kullanılmasında öncü olmuştur. Mucidinin de yanlış olarak bu kişi olduğu zannedilmiştir. Halbuki ateşin IV. hatta II. yüzyıllarda varlığı biliniyordu. Rum ateşi Bizanslılar tarafından ilk defa, Halife Muâviye zamanında İstanbul'un fethi için gönderilen Süfyân b. Avf kumandasındaki İslâm ordularına 1674), daha sonra da İstanbul'u kuşatan Ruslar'a ve yine müslüman kuvvetlerine karşı kullanılmış ve tesirli olmuştur. Bizanslılar'ın ilâhî bir sır gibi saklama gayretlerine rağmen Araplar tarafından Çinliler'den öğrenilen bu ateşin daha da geliştirilerek "neft-i kâzıf" veya
"harrâka" adları altında Haçlı seferleri sırasında kullanıldığı görülmüştür. Bundan dolayı Avrupalılar bu silâha "Arap ateşi" adını vermişlerdir. Rum ateşinin kullanımı XIV. yüzyıldan sonra Anadolu'da da yayılmış, Timur İzmir Kalesi'ni bu ateş sayesinde alabilmiştir. Bizanslılar bu ateşi son olarak 1453'te Osman-lılar'ın İstanbul'u kuşatmaları sırasında kullanmışlardır.
Rum ateşinin fındık büyüklüğünden fıçı büyüklüğüne kadar birçok çeşidi vardı. Bunlar büyüklüğüne ve yerine göre ok ucuna bağlanarak veya mancınıkla, topun icadından sonra ise toplarla atılmıştır. Şişeler içinde hazırlananları İse günümüzdeki el bombaları gibi kullanılırdı. Surlara tırmananlara karşı büyük kaplarla burçlardan aşağı boşaltılan bu ateş Araplar'ın eline geçtikten sonra havai fişeklerle ve mancınıklarla atılmıştır. İstanbul'un fethinden sonra, Osmanlı Türkleri tarafından topun geliştirilmesiyle ikinci planda kalan âteş-i Rûmî Avrupa'da bir süre daha varlığını sürdürmüş, XIX. yüzyılda ise tamamen tarihe karışmıştır.
BİBLİYOGRAFYA:
C. Zeydan, Târthu't-temeddüni'l-İslâmî, Kahire 1958, I, 200-201; G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi ftrc. Fikret Işıltan), Ankara 1981, s. 116, 146, 187, 258, 274; Pakalın. I, 107-109; C. Zenghelis. "Le feu gregeois et les armes â feu des Byzantins", Byzantion, VII, Bruxelles 1932, s. 265-286; TA, IV, 133; Efdalüddin, "Âteş-i Rûmî", İTA, 1, 634-638.
Kİ Abdülkadir Özcan
AteşbAz-i velî
Yûsuf b, İzzeddin (ö. 684/1285)
Mevlevîliğin ünlü simalarından.
Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Mevcut bilgiler, menkibevî de olsa yaşadığı yıllar ve Mevlevî kültüründeki yeri hakkında fikir verecek durumdadır. Mevlânâ'nın babası Bahâeddin Veled ile Horasan'dan geldiği veya kafileye Kara-man'da katıldığı rivayet edilmektedir. Horasan'dan geldiği yolundaki görüş daha kuvvetlidir. Yûsuf b. İzzeddin'e "ateşle oynayan kişi" anlamına gelen Farsça ateşbaz unvanının verilmesi şu menkıbeye dayanır: Bir gün, mutfakta odun kalmadığını arzetmek üzere Mevlânâ'nın huzuruna girer. Mevlânâ'nın latife olarak,
57
"Kazanın altına ayaklarını sokarak kazanı kaynat!" demesi üzerine öyle yapar; ayak parmaklarından çıkan alevlerle aşı pişirir. Kerametin açıklanmasını istemeyen Mevlânâ, "Hay ateşbaz, hay!" der. Böylece Yûsuf bu olaydan sonra "Âteş-bâz" unvanıyla anılmaya başlar.
Âteşbâz-ı Velî'nin türbesi Konya'da Meram yolu üzerinde Aşkan (Âşıkân "âşıklar") tepesi yakınlarındadır. Selçuklu türbe mimarisinin özelliklerini taşıyan yapının muntazam kesme taştan inşa edilmiş gövde kısmı içeriden kare, dışarıdan sekizgen planlıdır. Üstü ise ehramî bir külah ile örtülü olup Arapça kitabesi güneydeki "niyaz penceresi"nin üzerindedir. Türbenin civarına. Sultan Veled'in kızı Arîfe Şeref Hatun'un oğlu Muzaffe-rüddin Ahmed Paşa torunlarından Çelebi Abdüssamed tarafından bir zaviye yaptırılmış ve vakıflar kurulmuştur. Zamanla harap olan bu zaviyenin yerine bugünkü tekke, postnişin Vâhid Çelebi tarafından 1897 yılında inşa ettirilmiştir.
Mevlevîlik'te mutfak "aşhane" olduğu gibi daha önemlisi, Mevlevîliğe intisap niyazında bulunan kişilerin temel eğitimlerinin yapıldığı yerdir. Mevlânâ zamanında bu Önemli görevi "Ateşbaz-e Velî" Yûsuf b. İzzeddin yerine getiriyordu. Sonraki dönemlerde bu unvan bu göreve tayin edilen kişiler için kullanılmıştır.
Mevlevîhanelerdeki özel ocağa "Âteşbâz-ı Velî ocağı" denir. Önemli günlerde aş burada pişirilir, ayrı bir yerde saklanan gümüş renkli "Âteşbâz-ı Velî kazanı". İşi bitince yıkanarak özenle yerine kaldırılırdı. Mevlevî dergâhlarında mey-dân-ı şerifte serili beyaz postun adı "ateşbaz postu"dur. Bu makama teslimiyet, "Mevlevîliğe ikrar vermek", "çileye soyunmak" demektir. Sâliklerin mü-rebbisi olan "âteş-bâz türbedarfnın âyin sırasında semahanedeki yeri postnişin ve tarikatçı dedenin hizasında idi. Meşî-hatnâmeler çok defa "ateşbaz şeyhi" ile gönderilirdi. Kazan ve tencerelerin açılışında olduğu gibi yemekten sonraki "gül-
58
bank"ta Âteşbâz-ı Velî de zikredilir. Mevlevîlik'te onun makam ve mevkiine daima büyük saygı gösterilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
Sâkıb Dede. Seftne, s. 211, 212-213; AbdOl-bâki Gölpınarlı, Meulânâ'dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1953, s. 205, 290, 331, 332. 333, 396, 415, 416; a.mlf., Mevlevi Âdap ue Erkânı, istanbul 1963, s. 7, 126; Konyalı, Konya Tarihi, 3. 587; N. ClĞment Huart. Mevleuîler Beldesi Konya (trc. Nezih Uzell, İstanbul 1978, s. 141 -143; Hasan Özönder, Konya Velîleri, Konya 1980, s. 115-123; Hakkı Önkal. "Konya'da Âteş-bâz-ı Velî Türbesi", İİFD, sy. 1 (1975], s. 223-238. m
İH Hasan Ozönder
ÂTEŞKEDE
_
Lutf Ali Beg Azer'in
(ö. 1195/1781) şuarâ tezkiresi.
Farsça yazan 845 şairin biyografisini ihtiva eden eser, 1174 (1761) yılında yazılmaya başlanmıştır. Tezkirenin tamamlanma tarihi ise, belli değildir. Ancak eserde şairler için verilen ölüm tarihle-
rinden en sonuncusu 1193 (1779) olduğuna göre bu tarihten sonra tamamlandığı söylenebilir. İran'ın Afgan istilâsından (1709) güney eyaletlerinde düzeni sağlayan Kerim Han Zend'e kadar süren karışıklık dönemi hakkındaki elli yıllık tarihinden bahseden bir önsözün ardından, şairlerin mensup oldukları bölge ve şehirlere göre tertip edilmiş olan Âteşkede, "micmere" (mangal) adlı iki ana bölümden meydana gelmiştir. Lutf Ali Beg'in kendisinden önceki dönemlerde yaşamış şairlerin hayatlarına dair bilgi verdiği ilk micmere "şu'le", "ahger" ve "fürûğ" adlı üç ait bölüme ayrılmıştır. Şu'le alt bölümünde İslâm dünyasının şair olan hükümdar, şehzade ve emîrle-rjnden; ahger alt bölümünde İran, Turan ve Hindistan şairlerinden; fürûğ alt bölümünde ise kadın şairlerden bahsedilmektedir. Tezkirenin bu kısmında verilen bilgilerin çoğu Takl-i Kâşî'nin Hu-lâşatül-eş'âr ve zübdetü'l-efkâr adlı eserinden alınmıştır. Müellifin çağdaşı yetmiş kadar şairin biyografisini ihtiva eden ikinci micmere "pertev" adı verilen iki alt bölüme ayrılmıştır. Birinci pertev
Afganiılar'in İran'ı istilâsı ve sonraki olaylar hakkında bir girişten sonra çağdaş şairlerin biyografilerini, ikinci pertev ise müellifin otobiyografisini ve şiirlerinden yaptığı seçmeleri ihtiva eder.
Dünya kütüphanelerinde birçok nüshası bulunan (bk. Storey, 1/2, s. 871 vd., ayrıca İÜ Ktp., FY, nr. 499, 612, 619) Âteş-kede'mn henüz tam bir ilmî neşri yapılmamıştır. Eser Kalküta (1249/1833) ve Bombay'da (1277/1860, 1299/1882) taş basması, Tahran'da (1337 hş./1958) ise eski bir yazmadan ofset olarak Seyyid Ca'fer Şehîdî'nin önsöz ve notları ile yayımlanmıştır. Ancak hepsi de el yazısı nüshalardan taş basması veya ofset suretiyle yapılan bu baskılardan faydalanmak güçtür. Tahran baskısının diğerlerine tercih edilen tek yanı şahıs, .yer ve kitap adlarını ihtiva eden fihristlerinin bulunuşudur. Âteşkede'nin ikinci baskısını hazırlamaya başlayan Hasan Sâdât Nâsırî, şimdiye kadar eserin Irâk-ı Acem'de yetişen şairlerin sonuna kadar olan bölümünü üç cilt halinde yayımlamıştır (Tahran 1336 hş. [1957]; 1338 hş. [1959| ve 1340 hş. |1961|]. Âteşkede'rim hükümdarlar, prensler ve emirlerden bahseden "şu'le" bölümü N. Bland tarafından The Âtaşh-Kadah or Fire-Temple, öy Hajji Lutf AH Beg of Isfahan adıyla ilk defa Londra'da basılmıştır (1841).
Özellikle müellifin yaşadığı devrin İran tarihi için de önemli bilgiler ihtiva eden Âteşkede'nin Türkçe bir tercümesinden söz ediliyorsa da (bk. El2 [îng.l, V, 834; Storey, 1/2, s. 8721 bu doğru olmamalıdır. Zira tercümenin baskı yılı için verilen 1259 (1843) tarihi Âteşkede tercümesine değil, Devletşah Tezkiresi'nin Fehmi Efendi tarafından Sefînetü'ş-şu-arâ adıyla yapılan tercümesine aittir.
BİBLİYOGRAFYA:
Storey, Persian Literatüre, 1/2, s. 871 vd.; Ahmed Gülçîn-i Meânî, TârTh-i Tezkirehâ-yı Fâr-st Tahran 1348 hş./1969, I, 3-17; N. Bland, "Account of ttıe Âtash-Kadah Biographical work on the Persian poeîs, by Hajji Lutf Ali Beg of Isfahan", JRAS, VII (1843), s. 345-392; J. H. Kramers - [J. T. P. Bunjn], "Lutf 'ali Beg", E!2 [İng.l, V, 834; Tahsin Yazıcı, "Lutf-Ali Bey", M, VII, 93-96; DMF, 1, 49; "Âteşkede", DMBİ,
Tahsin Yazıcı
ATEŞPERESTLİK (bk. MECUSİLİK).
—i
ATFE
Hadislerin yazılışı sırasında unutularak yazılmayan ve sonradan
sayfa kenarına veya satır arasına
ilâve edilen kelimeye işaret etmek üzere,
bu kelimenin düştüğü yerden sağa
veya sola doğru çizilen yatay çizgi
(bk. LAHAK).
ATFİYEŞ
(bk. ETTAFEYYİŞ).
ATHÂR-e IRAN
İran'da tarihî değer taşıyan
sanat eserlerini tanıtmak üzere
Fransızca olarak yayımlanan dergi.
İran Eski Eserler Müdürlüğü'nün yıllığı olarak 1936'dan itibaren çıkarılan dergi, İran Millî Eğitim Bakanlığı1 na bağlı bu müdürlüğün başına getirilmiş bulunan Fransız uzman AndrĞ Godard tarafından Hollanda'da Haarlem'de bastırılıyor ve Paris'te Paul Geuthner Yayınevi aracılığı İle dağıtılıyordu. Dergi başlığının altında ayrıca "Annales du Service ArchĞologique de l'Iran" şeklinde bir alt başlık daha bulunuyordu.
İlk fasikülü 1936'da yayımlanan derginin her yıl iki fasikülden oluşan bir cilt halinde çıkarılması tasarlanmıştı. 1938'e kadar sadece üç cildi çıkmış, uzun bir aradan sonra 1949'da yayımlanan IV. cildi ile yayımı sona ermiştir. İlk sayının başında yayımcısı A. Godard, derginin yeni araştırmalara zemin hazırlamak gayesiyle çıkarılmakta olduğunu ve bunun için mümkün olduğu kadar bol çizgi, fotoğraf, kitabe kopyası, kısa açıklama metinleri ve çok lüzumlu sonuçlarla tarihî notlar yayımlayacağını açıklamış ve arkeolojiyi karıştırmaktan başka bir işe yaramayan teorilerden kaçınacağını belirtmiştir.
İlk sayıda P. Pelliot, M. Bementh Smith gibi yabancıların da makaleleri bulunmakla beraber, yazıların büyük bir kısmı A. Godard tarafından yazılmış, bazı sayılar tamamen onun veya Maxime Si-roux'un kaleminden çıkmıştır. Bazı sayılarda Takî Mustafavî, Mehdî Behrâmî, Yedda Godard, Behmen Kerîmî gibi imzalar da görülmektedir.
Oldukça itinalı basılmış, bol resimli ve çizimli bu ilmî derginin İran'daki sanat
eserlerinin tanıtılması hususunda büyük hizmeti olmuştur. Makaleler İran sınırları içinde çeşitli bölgelerde, hatta bazıları erişilmesi son derecede zor yerlerde bulunan, gerek Sâsânî döneminde gerekse İslâmiyet'in yerleşmesinden itibaren yapılan mimari eserleri, planları, süslemeleri ve kitabeleri, haklarında kaynaklarda bulunan bilgilerle araştırıcılara sunmaktadır. Dergide mimari dışında kalan konularla ilgili olarak pek az makale yayımlanmıştır.
W Semavi Eyice
Atıf efendi
(ö. 1155/1742)
Osmanlı defterdarı
ve kendi adıyla anılan
kütüphanenin kurucusu.
Babasının adı Mustafa olduğundan Atıf Mustafa Efendi olarak da bilinir. İstanbul'da Soğanağa mahallesinde dünyaya geldi. İlk tahsilinden sonra maliye mesleğine girdi. Başarılan sayesinde kısa zamanda devrin defterdarı İzzet Alî Pa-şa'nın dikkatini çekerek defterdar mektupçusu oldu. 1737 yılında defterdâr-ı şıkk-ı evvel (başdefterdar) tayin edildi. Bu ilk defterdarlığı, Avusturya ile yapılan savaş ve idari mekanizmadaki bozukluklar yüzünden buhranlı yıllara rastladı. Atıf Efendi ordunun malî işlerini yürütmek üzere Niş'e kadar gitti, fakat sadrazam Yeğen Mehmed Paşa tarafından kusurlu görülerek 1738'de görevinden alındı. Ancak ertesi yıl İvaz Mehmed Paşa'nın sadâreti zamanında ikinci defa başdefterdar lığ a getirildi ve savaş sırasında başarılı hizmetlerde bulundu. Belgrad'ın geri alınmasından sonra şehre ilk girenler arasında o da vardı. İki buçuk yıla yakın süren bu ikinci defterdarlığından 1741 Eylülünde ayrılarak hacca gitti. Döndükten sonra üçüncü defa başdefterdarlığa getirildi. 25 Temmuz
59
1742 tarihinde sıtmadan öldü. Mezarı Karacaahmet Mezarlığı'nda, Miskinler Tekkesi civarında Şerifkuyusu'ndadır.
Atıf Efendi Osmanlı Devleti'nin değerli maliyecilerindendir. Onun zamanına kadar malî Ödemeler hicrî takvim esasına göre yapılıyordu. Böylece her otuz üç yılda bir yıl fazla ödeme yapılıyor, bu ise hazine giderlerinin önemli miktarda artmasına yol açıyordu. Nitekim bu hususa Atıf Efendi'nin seleflerinden Defterdar San Mehmed Paşa da temas etmiş ve bu uygulamadan yakınmıştır (bk. Öz-can, s. 189-190). Atıf Efendi bu konuda sunduğu bir takrirle (metni için bk. Cevdet, VI, 373-377) Osmanlı maliyesinde âdeta bir reform yapmıştır. Buna göre maaş ve ücretlerin muharremden değil, 1152 (1740} yılında marttan jtibaren ve şemsî yıl hesabına göre verilmesi öngörülmüş ve uygulanmaya başlanmıştır. Böylece malî işlerde daha önceki yıllarda yetkilileri meşgul eden ve devleti zarara sokan önemli bir mesele halledilmiştir.
Aynı zamanda şair olan Atıf Efendi genellikle Nâbî tarzında didaktik şiirler kaleme almış, Türkçe, Arapça ve Farsça manzumeler yazmıştır. Türkçe şiirlerinin toplandığı bir divanı vardır (Atıf Efendi Ktp., nr. 2087). Atıf Efendi ayrıca hat sanatındaki maharetiyle de tanınmıştır. Nesih ve sülüs yazıları Ağakapılı İsmail Efendi ile onun oğlu Mustafa Efendi'-den öğrenmiştir. Siyâkat ve özellikle divanî gibi zor yazı türlerinde daha sonra gelenleri taklide mecbur bırakacak kadar maharet sahibi idi. Şehremini civarında harap halde bulunan Nazmîzâde Mescidi'nİ yıktırıp Halvetî tekkesi haline getirmesi, onun bu tarikata intisap etmiş olabileceğini gösterir. Hoşsohbet, güleryüzlü, faziletli ve yardım sever bir kişi olan Atıf Efendi'nin en büyük hayratı kendi adını taşıyan kütüphanesidir. Günümüzde de faydalanılan bu vakıf eser, kurucusunun ilme ve eğitime verdiği değerin güzel bir örneğini teşki! etmektedir.
Atıf Efendi'nin üç oğlu vardır. Vakfiyesinde bunlardan sadece Mehmed Emin Efendi'nin adı geçer. İkinci oğlu Ahmed Efendi maliyeden yetişmiş, başmuhase-beciliğe kadar yükselmiş ve 1787'de ölmüştür. Öteki oğlu Ömer Vahîd Efendi de genç yaşta defterdarlık dairesine girmiş, kısa zamanda ilerleyerek birkaç defa başdefterdariık yapmış, reîsülküttâb-lık ve nişancılık görevlerinde bulunduktan sonra 1783'te vefat etmiştir. Vahîd
60
Efendi de babası gibi hattat ve şairdi. Bu aileden daha sonra kazasker ve şeyhülislâm da çıkmıştır.
BİBLİYOGRAFYA:
Atıf Efendi, Divan, Atıf Efendi Ktp., nr. 2087, vr. 10"; Cevdet, Târih, VI, 150-157, 373-377; Atıf Efendi Kütüphanesi Vakfiyesi, Atıf Efendi Ktp., nr. 2858, vr. 4J; Subrıî, Târih, İstanbul 1197, s. 102, 126, 149, 160, 177, 200, 204, 213; Râmiz. Âdâb-ı Zurefâ, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3873, vr. 70ab; Müstakimzâde, Mecellel.il'n-ti'ısâb, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 628, vr. 308h; a.mlf., Tuhfe, s. 543-544; Vâsıf, Târih (İlgürel), I, 207-208; Fatîn, Tezkire, s. 268; iimiyye Salnamesi, s. 594-595; Ergun, Türk Şairleri, I, 149-150; M. Zeki Paka-Iın, Mâliye Teşkilâtı Tarihi, Ankara 1977, II, 189-203; a.mlf., "Âüf Mustafa Efendi", İTA,l, 644-646; AbdüJkadir Özcan. Defterdar Sarı Mehmed Paşa-Zühde-i Vekâyiât, Tahlil ue Metin (doktora tezi, 1979), !Q Ed.Fak, Tarih Seminer Kitaphğı, nr. 3276, s. 189-190.
Kİ Abdülkadir Balgalmış
L
Atıf efendi,
(bk. İSKİLİPLİ MEHMED ATIF EFENDİ).
Atıf efendi kütüphanesi
İstanbul Vefa'da XVIII. yüzyılda kurulan vakıf kütüphanesi.
Defterdar Atıf Mustafa Efendi, önce 1146 (1733) ve 1153'te (1740) hazırlattığı vakfiyelerle kütüphanenin gelir kaynaklarını temin etmiş, 1153-1154(1740-
1741) yıllarında düzenlediği birkaç vakfiye ile de kütüphanenin kuruluşunu gerçekleştirmiştir.
Kütüphanenin personeli ve işleyişiyle ilgili Receb 1154 (Eylül 1741) tarihli vakfiyeden öğrendiğimize göre, Atıf Efendi Kütüphanesi'nde üç hâfız-ı kütüb, bir şeyhülkurrâ, bir suyolcu, bir mücellit ve bir marangoz görevlendirilmişti. Kütüphanenin yanında yaptırılan evlerde oturmaları şart koşulan hâfız-ı kütüblerin haftada beş gün sabahtan akşama ka-dargörev başında bulunmaları istenmekteydi. Hâfız-ı kütüblere, kütüphaneciliğin dışında, kütüphanede cemaatle kıldırılacak namazlarda imamlık, müezzinlik gibi ek görevler de verilmişti. Kütüphane vakfiyesinde günlük 12 akçe ücret alacak bir şeyhülkurrâ da tayin edildiği belirtilmekte, ancak kütüphanede düzenli bir eğitim yapılacağını gösteren başka herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.
Atıf Efendi Kütüphanesi'nde değerli eserlerden meydana gelen zengin bir koleksiyon mevcuttu. Atıf Efendi'nin kayınbiraderi Darphâne-i Amire Başkâtibi Hacı Ömer Efendi'nin 1119 (1707) yılında vakfedip ölümüne kadar Soğanağa'-daki evinde saklanan kitapları da 1156'-da (1743) bu evin satılması üzerine Atıf Efendi koleksiyonuna katılmıştır. Şeyhülislâm Veliyyüddin Efendi de 117S (1761) tarihinde bu kütüphaneye 150 eser vakfedip hâfız-ı kütüblerinin de ücretlerine
bir miktar zam yapmış, fakat daha sonra (1182/1769] bu vakıftan vazgeçmiş ve bu kitapları Beyazıt Camii'nin sağ tarafına bitişik olarak yaptırdığı kütüphanesine koydurmuştur. M. Zeki Pakalın'ın ailesi tarafından 1973 yılında bağışlanan zengin kitap koleksiyonu da bu kütüphanede ayrı bir bölüm olarak muhafaza edilmektedir. Bugün Atıf Efendi Kü-tüphanesi'nde toplam 2775 yazma eser bulunmaktadır.
Atıf Efendi Kütüphanesi'nde birçok eserin tek veya nâdir nüshalarının yanında önemli sayılabilecek sayıda müellif hattıyla yazılmış veya nleşhur âlimler tarafından istinsah edilmiş kitaplar da mevcuttur (bu tür eserlerin bir değerlendirmesi İçin bkz. Sezgin, s. 139-144).
BİBLİYOGRAFYA:
Atıf Efendi Kütüphanesi Vakfiyesi, Atıf Efendi Ktp., nr. 2858; VGMA, nr. 735. s. 241-257; ismail E. Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi II: Kuruluştan Tanzimata Kadar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri, Ankara 1988, bk. İndeks; Fuad Sezgin. "Âüf. Efendi Kütüphanesinin Vakfiyesi", TDED, VI (1955i, s. 132-144.
lifti İsmail E. Erünsal
D Mimari. Atıf Efendi Kütüphanesi, kütüphane binası ile meşruta evleri olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. Vefa ve Sarı Bayezid caddeleri kenarındaki üç meşruta evin yüksek dış cepheleri üç kat halinde olup en üst katların konsollara oturan çıkmaları bulunmaktadır. Kesme taş ve tuğla şeritler halinde yapılan bu cephenin renkli bir görünümü vardır. Ayrıca sokakların kavsine ustalıkla uydurulan bu hareketli cephe, İstanbul'un eski Türk ev mimarisinin günümüze kadar gelebilmiş nâdir
Dostları ilə paylaş: |