örneklerindendir. Üzerinde 1289 (1872) tarihi bulunan kemerli kapı bir dehlizle arkadaki avluya geçit verir. Buradaki esas kütüphane binası dışarıya kemerlerle açılan bir bodrum üstüne oturtulmuştur. Bu şekilde, üstteki kütüphanenin altında hava cereyanı sağlanmış oluyordu. Ancak yakın tarihlerde hatalı bir davranışla bu kemerler örülerek kapatılmış ve burası M. Zeki Pakalın'ın ailesi tarafından bağışlanan kitaplara tahsis edilmiştir. Kütüphanenin girişindeki mihraplı küçük mekân ise bir namazgah olarak düşünülmüştür. Aynalı tonozla örtülü büyük bir sofanın üç tarafı tonozlu beş hücre ile çevrilmiş olup bunlar sedirlerle tefriş edilmiş okuma yerleri idi. Bunlardan ortadaki üç tanesi, sofadan iki sütuna oturan üç kemerle ayrılmıştır. Sofanın gerisinde yer alan kitap hazinesinde evvelce yaldızlı kafesli ahşap kitap dolapları mevcuttu, ayrıca ortada da bir dolap vardı. Yakın tarihlerde bunlar yok edilerek bu tarihî kütüphanenin aslî hüviyeti bozulmuştur.
Atıf Efendi Kütüphanesi, şehrin eski sokak topografyasına çok güzel uydurulmuş plan düzenlenmesi, renkli ve hoş görünüşlü dış mimarisi, kitapları koruyacak, rutubeti önleyecek yapı sistemi ile gerçekten dünya kütüphanecilik tarihine geçecek değerde bir eserdir.
BİBLİYOGRAFYA:
Ö. Çetinalp, "Vefa'da Âüf Efendi Kütüphanesi", Devlet Güzel Sanatlar Akademisi-Röle-ve, I, İstanbul 1968, s. 30-31; Behçet Unsal. "Türk-Vakfı İstanbul Kütüphanelerinin Mimarî Yöntemi", VD, XVIII (1984), s. 98, 101, 117; Ahmet Küçükkalfa, "İstanbul Vakıf Kütüphaneleri", Vakıflar, Ankara 1985, II; "Atıf Efendi Kütüphanesi", İsLA, III, 1276-1281.
ffil Semavi Eyice
L
Atıf mehmed bey
(1850-1898) Türk hukuk âlimi.
Ulemâdan olan büyük dedesi Kuyucak-lı Abdurrahman Efendi'ye nisbetle Ku~ yucaklızâde diye tanınmıştır. Dedesi İstanbul Kadısı Mehmed Atıf Efendi, babası Mısır mollası Abdurrahman Nâfız Efendi, annesi de Sadrazam Çelebi Mustafa Paşa ve Şeyhülislâm Feyzullah Efen-di'nin ahfadından Şerife Libâbe Hanım-dır. İstanbul'da doğdu. Gerek baba gerekse anne tarafından birçok âlimin yetiştiği bir aileye mensup olan Atıf Bey, Bezmiâlem Valide Sultan Rüşdiyesi'nde okudu. Zekâ ve kabiliyetiyle dikkatleri çekti. Menlikli Hoca Ahmed Efendi'den Arapça öğrenerek icazet aldı. Ardından gittiği Mısır'da meşhur âlim Şeyh İbrahim es-Sekkâ'dan |ö. 18811 tefsir ve hadis tahsil etti. Daha sonra İstanbul'a döndü. Sahn-ı Semân ve Dârülhadis dahil olmak üzere birçok medresede müderrislik yaptı. Bilâd-ı hamse, Haremeyn ve İstanbul payelerini elde etti. Meciis-i Tedkîkât-ı Şer'iyye âzalığı, Mekteb-i Nüv-vâb Müdürlüğü askerî kassâmlığı, İ'İâ-mât-i Şer'iyye mümeyyizliği, Evkaf müfettişliği ve on yıl Evkâf-ı Hümâyun meclis başkanlığı yaptı. Doğum yeri olan İstanbul'da vefat etti ve Süleymaniye Camii hazîresine defnedildi.
İlmi, zekâsı ve ahlakıyla herkesin takdirini kazanan Atıf Mehmed Bey, özellikle Hanefî fıkhındaki ihtisası yanında kıraat ilmine, Arap ve Fars edebiyatlarına da vâkıftı. Bazı gazelleri, tarih manzumeleri ve kasideleri de vardır. En önemli eseri Mecelleye yaptığı şerhtir. Me-ceJ/e'yi baştan "Kitâbü'ş-Şirket"in sonlarına kadar şerhettiği bu eseri Fetvaha-ne'de incelenerek takdirle kabul edilmiş ve ilki 1311 (1893) yılında olmak üzere İstanbul'da defalarca basılmıştır (bk. Özeğe, ili, 1043-1044). "Kitâbü'ş-Şirket"in son kısımları Atıf Bey'in talebelerinden Bekir Sami Efendi tarafından tamamlanmıştır. Diğer eserleri ise Arazi Kâ-nunnâme-i Hümâyûnu Şerhi (İstanbul 1319, 1330) ile ilim tahsil ettiği hocaların silsilesine dair el-İmdâd bi-ma'rifeti uluvvi'l-isnâd adlı risâlesidir (İstanbul 1310, 27 sayfa).
BİBLİYOGRAFYA :
Osmanlı Müellifleri, I, 388; Özeğe, Katalog, I, 66; III, 1043-1044; Eşref Edib. "Atıf, Kuyu-caklızâde Mehmed Âüf Bey", İTA, I, 646-650; "Atıf, Kuyucakhzâde Mehmed", İBA, I, 266-267. m
İH Hasan Güleç
61
Atıl
(bk. MÜHMEL).
ATIYA, Aziz Suryal
(1898-1988)
Haçlı seferleri
ve Ortadoğu tarihî üzerindeki çalışmalarıyla tanınan Mısırlı âlim.
l_ . J
Kıptî bir ailenin çocuğudur. Nil'in Dimyat koluna birkaç mil mesafede el-Âişe köyünde doğdu. Tahsil hayatını Kahire'-de tamamladıktan sonra İngiltere'ye gitti ve Liverpool Üniversitesi'nde Haçlı seferleri üzerine ilk eserini yazdı. 0 tarihe kadar sekiz Haçlı seferinin dışında tutulan, birleşmiş Avrupa kuvvetlerinin XIV. yüzyıl ve sonrasında Osmanlılar'a karşı açtıkları seferlerin aslında Haçlı seferlerinin uzantısı olduğu yolundaki tezi büyük ilgi gördü. İngiltere'den sonra Almanya'ya geçerek 1938'e kadar Bonn Üniversitesi'nde kaldı ve diğer önemli Avrupa üniversitelerinde de dersler verdi. II. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Mısır'a döndü. Kahire ve İskenderiye üniversitelerinde tarih okuttu. 1953 yılı sonlarına kadar Mısır'da kaldığı bu devrede araştırma ve çalışmalarını Tûrisînâ'-daki St. Catherine Manastırı'nda bulunan Kopt yazmaları üzerinde yoğunlaştırdı. Burada tesbit ettiği belgelerin mikrofilmlerini alarak önce İskenderiye'de, sonra Amerika'da kurduğu Kopt Araştırmaları Merkezi'nde ilim âleminin istifadesine sundu. Amerika'nın çeşitli üniversitelerinde ders verdikten sonra Utah'a yerleşti (1959) ve Utah Üniversitesi'nde Ortadoğu üzerine önemli bir araştırma merkezi kurdu. Burada, kendisinin de mensubu olduğu Mısır Hıristiyanlığı'nı bütün cepheleriyle tanıtmayı amaçlayan ve 4000 madde olarak planladığı Kopt Ansiklopedisi (The Coptic Encyclopaedia)
projesi üzerine çalışmaya başladı. 1991'-de yayımlanacak olan bu ansiklopediyle ilgili çalışmalar tamamlanmak üzereyken 14 Eylül 1988'deöldü.
Eserleri. Doğu ve Batı kaynaklarını asıllarından inceleyebilmesi ve bunları karşılaştırmaktaki büyük başarısı, sahasında otorite olmasını ve kitaplarının çeşitli dillere tercüme edilmesini sağlamıştır. En önemli eserleri şunlardır: The Crusade of Nicopolis (London 1934, Türkçe tercümesi E. Uras, Niğbolu Haçlılar Seferi, Ankara 1956]; The Crusade in the Later Middie Ages (London 1938; New York 1965); Le Monastere de St. Cathe-rina du Mont Sinoi (Kahire 1950]; The Arabic Manuscripts and Scroîls Mic-roîilmed at the Library ol the Monas-tery of St. Catherine, Mount Sinai (Baltimore 1955, Arapça tercümesi C. Nesîm Yûsuf, el-Fehârisü't-tahlîliyye li-mahtû-tâti Jüri Sînâ el-cArabiyye, İskenderiye 1970] ; The Crusade, Historiography and Bibliography (Bloomİngton 1962); Crusade, Commerce and Cuîture (Bloo-mington 1962); Modernization in the Arab World: The Eastern Christian Churches (Cairo 1962); History of Eastern ChüsUanity.(London 1968); History of the Coptic Church (Cairo 1968); A Fourteenth Century Encycîopaedist İTom Alexandria. Critical and Analiti-cal Study of al Nuwairy al fskanda-rani's "Kitab al-Ilmam' [Utah 1977).
Ayrıca İbn Memmâtî'nin Kitâbü Ka-vânîni'd-devâvîn'i (Kahire 1943) ile Mu-hammed b. Kasım en-Nüveyri el-İsken-derî'nin Kitabü'l-îlmâm fîmâ ceret bi-hi'1-ahkâm ve'1-umûh'l-makdiyye fî vak
BİBLİYOGRAFYA :
Aziz Suryal Atıya. ei-Fehârisü't-tahiTtiyye li-mahtatâti Tûri Sînâ el-cArabiyye (trc. C. Nesîm Yûsuf), İskenderiye 1970, Giriş, s. 1-9; P. E. Walker. "Aziz S. Atıya: A Biography", Me-dieval and Middie East Studies in Honor of Aziz Suryal Atıya (ed. S. A. Hanna), Leiden 1972, s. 5-8; a.mlf., "A Bibliography of the Books and Articles of Professor A2İ2 Suryal Atıya", a.e., s. 9-15; A. R. Olpin, JIDr. Aziz S, Atıya and Utah", ae, s. 16-19; D. T. Smart, "The Coptic Encyclopaedia Project", The Middie East Center Neıvsletter, Salt Lake City 1986; "ed-Doktor cAzîz fî sütûr", MMMA (Kahire), XX1I/1 (1976), s. 169-171.
ffl! Mahmut H. Şakiroğlu
71
ATIYYE
{bk. ATA).
J
ATIYYE el-AVFÎ
Ebü'l-Hasen Atiyye b. Sa'd
b. Cünâde el-Aufî el-Cedelî
(ö. 111/729-30)
Kûfeli muhaddis ve müfessir, tabiî.
Doğduğu zaman babası, o sırada Kû-fe'de bulunan Hz. Ali'ye gitti ve bir oğlunun dünyaya geldiğini söyleyerek ona ad koymasını rica etti. Hz. Ali de, "Bu Allah'ın bir atıyyesidir" diyerek adını Atıy-ye koydu. Gençlik ve tahsil dönemi hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Ebû Saîd el-Hudrî, Ebû Hüreyre, İbn Abbas, İbn Ömer, Zeyd b. Erkam ve İkrime gibi sa-hâbîlerden hadis tahsil etti. Kendisinden de oğulları Hasan ve Ömer ile A'meş, Haccâc b. Ertât, Muhammed b. Abdur-rahman b. Ebü Leylâ ve Mutarrif b. Tarif gibi önemli şahsiyetler rivayette bulundular.
Hadis konusundaki güvenilirliği tartışılmıştır. Ahmed b. Hanbel ve Nesâî onun zayıf olduğunu, Ebü Hatim ve Yahya b. Maîn ise zayıf olmakla beraber hadislerinin değerlendirmeye tâbi tutmak maksadıyla yazılabileceğini söylemişler, Bu-hârî el-Edebü'1-müfred'inde, Ebû Dâ-vûd. Tirmizî ve İbn Mâce de sünenlerin-de onun rivayetlerine yer vermişlerdir. Hakkında söylenenlerin tamamı dikkate alınınca onun zayıf bir râvi olduğu anlaşılmaktadır. Hocası Kelbî'nin künyesi Ebü'n-Nadr olduğu halde ona kendiliğinden Ebû Saîd künyesini vermesi ve ondan duyduğu tefsirle ilgili bilgileri diğer hocası Ebû Saîd el-Hudrî'den nakle-diyormuş intibaını vererek tedlîs* yapması, güvenilirliğini kaybetmesinin başlıca sebeplerinden biri olmalıdır. Siyasete de karışmış olan Atıyye, Hz. Ali taraftarı olarak İbnü'l-Eş'as'ın maiyetinde Haccâc'a karşı savaştı. İbnü'l-Eş'as yenilince İran İçlerine kaçtıysa da yakalandı. Haccâc, Muhammed b. Kasım es-Se-kaff'ye Atıyye'yi sorgulamasını, Hz. Ali'ye lanet ettiği takdirde serbest bırakmasını, aksi halde 400 kırbaç vurduktan başka saç ve sakalını da kazıtmasını emretti. Atıyye, Hz. Ali'ye hakaret etmediği için Haccâc'ın istediği şekilde cezalandırıldı. Daha sonra Horasan'a geçti. Ömer b. Hübeyre'nin İrak valisi olması üzerine ondan izin alarak Kûfe'ye döndü, vefatına kadar orada yaşadı. Onun Hz. Ali'yi bütün ashaba üstün tutan bir Şiî olduğu da söylenmektedir.
Atıyye el-Avfî'nin bir tefsiri bulunduğu ve Hatîb el-Bağdâdî gibi bazı âlimle-
rin onu rivayet etme icazetine sahip olduğu kaynaklarda zikredilmektedir. Ayrıca Taberî'nin. Tefsirimde ondan 1560 yerde söz etmesi (Sezgin, I, 30), günümüze kadar gelmeyen bu eserin ilmî değeri ve önemi konusunda bir fikir vermektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
İbn Sa'd, et-Tabakât, VI, 304; Buharı, et-Tâ-rfhu'l-kebîr, VII, 8-9; İbn Kuteybe, el-Ma'ârlf (Ukkâşe), s. 518, 624; el-Cerh uc't-ta'dîl, VI, 382-383; İbn Adî, el-Kâmil, V, 2007; Zehebî, Mîzânü'l-i'tidâl, III. 79-80; a.mlf., A'lâmü'n-nübelâ", V, 325-326; İbn Hacer, Tehztbü't-Teh-zlb, VII, 224-226; Sezgin. GAS, I, 30; W. Mont-gomery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül DeurUtrc. E. Ruhi Fığlalıl, Ankara 1981, s. 60.
ttl İsmail L. Çakan ATIYYE b. ESVED *
(ö. 75/694)
Hâricîler'in önde gelenlerinden, Ataviyye kolunun reisi.
Benî Hanîfe kabilesindendir. Sicistan ve Horasan'da Hâricîliğin yayılması için büyük gayretler gösterdi. Yezîd b. Mu-âviye'nin hilâfeti sırasında, Ezârika'nın reisi Nâfi' b. Ezrak'la birlikte Emevîler'e karşı isyan etti. Ancak Nâfi' b. Ezrak'ın, kendilerinden olsalar bile, Hâricîler'in bulunduğu yere hicret etmeyerek Eme-vî yönetimi altında yaşamayı kabullenenleri (kaade*) tekfir etmesi, muhaliflerinin kadın ve çocuklarının Öldürülmesini helâl sayması üzerine Ezârika'dan ayrılarak kendisi gibi düşünen bazı Haricî reisleriyle birlikte Yemâme'ye gittiler. Yolda ordusuyla birlikte Ezârika'ya katılmak isteyen Necde b. Âmir'le karşılaştılar ve kendisini Ezârika'nın doğru yoldan ayrıldığı noktasında ikna ederek tekrar Yemâme'ye dönmesini sağladılar. Böylece Necde'yi Ezârika'ya katılmaktan vazgeçirip emîrü'l-mü'minîn ilân ettiler ve kendisine biat ettiler.
Daha sonra Uman'da Abbâd b. Abdullah'a karşı gönderilen Necedat ordusunun kumandanlığına tayin edilen Atıy-ye kesin bir galibiyet elde ederek Ab-bâd'ı öldürdü; asayişi temin için aylarca burada kaldı. Ancak Uman dönüşü, Atıyye b. Esved ile Necde b. Âmir arasında bazı ihtilâflar çıktı. Meselâ Nec-de'nin kara ve deniz seferi yapan birliklere farklı tahsisat vermesi, bilgisizlikleri yüzünden bazı haramları işleyenlerin
mazur sayılacaklarını ileri sürmesi gibi hususlar, başlıca ihtilâf konularını teşkil ediyordu. Atıyye, Necde ile anlaşamaya-cağına kanaat getirince daha önce savaştığı Uman'a döndü. Fakat Uman'da şartlar değiştiği için fazla kalamadı ve deniz yoluyla Kirman'a geçti. Burada hâkimiyet kurarak kendi adına para bastırdı. Üzerine gönderilen Emevî kumandanı Mühelleb'in ordusu karşısında tutunamayıp önce Sicistan'a, daha sonra Sind'e kaçtiysa da Kandâbîl'de Mühelleb'in askerleri tarafından yakalanarak öldürüldü.
Her ne kadar Necde b. Âmir'le ihtilâfa düştüğünde Kirman ile Sicistan'daki ikameti sırasında kendisine tâbi olanlar "Ataviyye" diye anılmışsa da Atıyye'nin Haricîler İçinde kendisine has görüşlere sahip olduğu tesbit edilememiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
Taberî, Târîh (Ebül-Fazl), V, 566; Eş'arî. Ma-fcğ/ât(Abdü]hamîd), I, 92-93; Bağdadî, el-Fark (Abdülhamîd), s. 88; İsferâyînî, et-Tebşîr, s. 30; Şehristânî, el-Müel (Kîlânî), I, 123; İbnü'1-Esîr,
ei-Kâmii, IV, 203, 205. m
Iffil Mustafa Oz
ATIYYE b. KAYS
(
Ebû Yahya Atıyye b. Kays el-Kilâbî (ö. 121/739)
Dımaşklı kıraat âlimi, tabiî.
Kelâî, Hımsî ve Dımaşki nisbeleriyle de anılır. Hicretin 7. yılında doğdu. Übey b. Ka'b, Abdullah b. Amr, Abdullah b. Ömer, IMu'mân b. Beşîr ve Muâviye b. Ebû Süf-yân gibi sahâbîlerden hadis öğrendi. Kur'ân-ı Kerîm'i arz* yoluyla Ümmü'd-Derdâ'ya okudu. Hemşehrisi ve yaşça kendisinden küçük olan meşhur kıraat âlimi İbn Âmir'in vefatından sonra Dı-maşk kâri* i oldu. Kendisinden arz yoluyla kıraat okuyanlar arasında Saîd b. Abdülazîz ve Ali b. Ebû Hamele gibi mu-haddis ve mukrî*ler vardır. Güvenilir bir kıraat âlimi olması sebebiyle halk, ellerinde bulunan Kur'an nüshalarındaki muhtemel istinsah hatalarını düzeltmek üzere onun etrafında toplanırlar, bu nüshaların imlâsında onun kiraatini esas alırlardı. Ebü Hâtim'e göre rivayeti makbul sayılabilecek bir derecede idi. Oğlu Sa'd Abdullah b. Alâ b. Zebr, Abdurrah-man b. Yezîd b. Câbir gibi muhaddis-ler kendisinden rivayette bulunmuşlar, İmam Müslim ile dört Sünenin sahipleri kitaplarında onun rivayetlerine yer vermişlerdir.
Âbid, zâhid ve mücahid bir âiim olan ve ordunun Kur'an muallimi olarak da bilinen Atıyye. Ebû Eyyûb el-Ensârî ile birlikte İstanbul'un muhasarasına da katıldı. 114 yıl gibi uzun ve bereketli bir ömür sürdükten sonra 121'de (739) vefat etti. 110 (728) yılında vefat ettiği de ileri sürülmüştür.
BİBLİYOGRAFYA:
İbn Sa'd, et-Tabakâl, VII, 460; Halîfe b. Hay-yât, et-Tabakât (Zekkâr), II, 798; Buharı, et-Tâ-rîhu'l-kebîr, VII, 9; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', V, 324-325; İbnü'l-Cezerî, Ğayeiun-nihâye, I, 513-514; İbn Hacer, Tehzîbü'L-Tehzîb, VII, 228-229. i-]
ttl Abdullah Aydemir
ATIYYE b. SAÎD
\ - t^ -. I
Ebû Muhammed Atıyye b. Saîd
b. Abdillâh el-Endelüsî
(ö. 407/1016)
Endülüslü sûfî, hadis hafızı ve
kıraat âlimi.
L J
Tunus şehirlerinden Kafsa'ya nisbetle Kafsî diye de anılır. İlim tahsili için uzun seyahatler yaparak Şam, Irak, Mısır, Horasan ve Buhara gibi belli başlı ilim merkezlerini dolaştı. Endülüs muhaddisi İb-nü'I-Bâcî, Horasan fakihi ve muhaddisi Zahir b. Ahmed'den hadis okudu. Endülüs'te Ebü'i-Hasan Ali b. Hasan b. Ali el-Antâkî'den, Mısır'da da Ebû Ahmed Abdullah b. Hüseyin es-Sâmirrden İlm-i kıraati öğrendi. Bu seyahatler sırasında istinsah ederek veya satın alarak biriktirdiği kitapların ancak develerle taşınabilecek kadar çok oiduğu rivayet edilir. Gittiği yerlerde halkın takdir ve hayranlığını kazanan Atıyye'ye meşhur sûff Ebû Abdurrahman es-Sülemî'nİn bazı müridlerinin intisap ettiği ve bu yüzden Sülemrnin onu kıskandığı söylenir. Fireb-rî'nin talebesi İsmail b. Muhammed b. Hâcib'den bizzat dinlediği Şahîh-i Bu-hâri'y) Mekke'de rivayet ederken râvi-ler hakkında verdiği geniş bilgiler, talebelerini derin ilmine hayran bırakmıştır.
Sika* bir hadis hafızı olan Atıyye b. Saîd'in muhtelif eserleri olduğu kaydedilmekte ve semâ* hakkındaki kitabında semâı caiz gördüğü için Kuzey Afri-kalılar'ca tasvip edilmediği belirtilmektedir. Hz. Peygamber'in miğfer giydiğine dair hadisin tarik'lerini bir araya getirdiği birkaç cüzlük bir eserinden de söz edilmektedir. 407'de (1016) Mekke'de vefat eden Atıyye'nin 403, 408 ve 409'-da öldüğüne dair de rivayetler vardır.
BİBÜYOGRAYFA:
Hatîb, Târthu Bağdâd, XI!, 322-323; Humey-dî, Cezüetü'l-muktebis, Kahire 1966, s. 319-322; îbn Beşküvâl, eş-Şılâ, II, 447-449; Zehebî, Tez-kiretü'l-hüffâz, III, 1088-1089; a.mlf., A'lâmü'n-hObelâ*'; XVII, 412-414; a.mlf., Ma'rifetü'l-kur-m. Millet Ktp., nr. 2500, vr. 132h.
\m M. Yaşar Kandemir ATIYYE-i SENİYYE
( .uL_« *Aa£. )
Padişahlar tarafından
çeşitli kimselere verilen
hediyeler için kullanılan bir tabir.
L J
Atıyye (çoğulu ataya) "bahşiş ve ihsan" mânasına gelmektedir. Genellikle padişahlar tarafından nakit olarak verilen hediyeler için kullanılır. Önceleri şairlere, sanatkârlara, saray mensuplarına, ulemâ ve meşâyihe in'am, tasadduk, ihsan gibi adlarla verilen hediyeler de muhtemelen atıyye ile aynı anlamı taşır. Padişahlar belli günlerde saray halkına, çeşitli vesilelerle devlete hizmeti geçen kişilere yahut marifet sahibi kimselere, bir işte fevkalâde başarı gösterenlere, hatta taziye maksadıyla bazı önemli şahıslara, yabancı elçilerin maiyetindeki-lere elbise ve kumaş gibi hediyeler yanında para keseleri de ihsan ederler ve bunlara "atıyye-i seniyye" denirdi. Cülus münasebetiyle askere "atâyâ-yı cülûsiy-ye" adıyla bahşiş dağıtılırdı. Yeni yıl münasebetiyle dağıtılan paralara da "muharrem atıyyesi" adı verilirdi. Ayrıca hac mevsiminde Hicaz'a gönderilen paralar için de bu tabir kullanılırdı. Her sene Mısır'dan Mekke'ye gönderilmesi âdet olan akçeler "atıyye-i câize-i hümâyun" olarak adlandırılırdı. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasında hizmeti geçenlere yeni görevler verilirken nakit para da ihsan edilmişti. Bunlardan kul kethüdası Hasan Ağa'ya mîr-i mîrân rütbesiyle 50.000 kuruş, sak-soncubaşıya yirmi beş kese atıyye verilmiş, bu ihsanlar Teşrifatçı Necib Efendi tarafından dağıtılmıştı. 1849'da eski sadrazamlardan Rauf Paşa'nın Bebek'teki yalısının tamir masrafı için kendisine padişah tarafından 250 kese atıyye-i seniyye ihsan edilmişti. II. Abdülhamid de huzur derslerinde bulunan hocalara çeşitli hediyeler yanında nakit atıyyeler de verirdi. Mübarek gecelerde nöbetle davet ettiği tarikat şeyhlerine bohçalar içinde hediyeler, dervişlere de atıyye olarak para keseleri dağıttırır, camide, huzurunda vaaz eden şeyh efendilerin koyunlarına "atıyye çıkınlan" koydurur, mevüdhanla-ra da para keseleri verdirirdi.
Padişahlar tarafından çeşitli vesilelerle verilen bu hediyeler, ilim ve fikir adamlarıyla şair, edip ve sanatkârların teşviki, devlet hizmetinde liyakati görülenlerin mükâfatlandırılma sı bakımından Osmanlı kültür, ilim ve siyaset hayatında önemli bir rol oynamıştır.
BİBLİYOGRAFYA:
BA, Mısır Mühlmmesi, nr. 8, s. 22, hüküm 88; Teşrifatîzâde Mehmed. Defter-i Teşrifat, İÜ Ktp., TY, nr. 8892, vr. 109°, 139a; Râşid. Târih, II, 312; Teşrîfat-ı Kadîme, s. 5; Cevdet Tanrı, XII, 169; Atâ Bey, Tarifi, I, 214, 239, 240, 277; Lutfî. Târih, IX, 16; Pakalın, I, 110-111; İsmail E. Erünsal, "II. Bâyezid Devrine Aid Bir în'â-rnât Defteri", TED, sy. 10-11 (1981), s. 301-341. [71
ttl Viîridun Emecf.n
ATÎK
Kabe ve Hz. Ebû Bekir hakkında
kullanılan bir sıfat.
L. _
İfade ettiği mânaya göre çoğulu itâk, utekâ ve utuk şekillerini alan atîk kelimesi sözlükte "güzel, soylu, hür, şerefli, eski" mânalarına gelmekte ve Kur'ân-ı Kerîm'de Kabe anlamında kullanılan "el-Beyt'in sıfatı olarak geçmektedir (bk. el-Hac 22/29, 33). Bir hadîs-i şerifte ifade edildiği üzere, Kabe zorbaların zulmünden kurtarıldığı için (bk. Tirmizî, "Tefsir", 23), Hasan-ı Basrî'den gelen rivayete göre yeryüzünde kurulan mâbedlerin en eskisi olduğu için (bk. Âl-i İmrân 3/96), Saîd b. Cübeyr'e göre ise şerefi ve yüksek itibarı sebebiyle "el-Beytü'1-atîk" diye anılmıştır. Kabe'yi yıkmak maksadıyla Mekke'ye kadar gelen ve Ashâb-ı fil diye bilinen Ebrehe ordusundan zarar görmeyip korunması, tarih boyunca hiç kimsenin hükmü altına girmemesi de ona bu sıfatı kazandırmıştır.
Atîk lakabının Hz. Ebû Bekir için kullanılması, Peygamber'in ona, "Sen Allah'ın cehennemden azat ettiği (atik) kimsesin" (Tirmizî, "Menâkıb", 16) diye iltifat etmesiyle başlar. Her ne kadar yüzü güzel olduğu veya annesi tarafından böyle vasıflandırıldığı İçin Ebû Bekir'in atîk diye anılmış olabileceği ileri sürülüyorsa da kızı Âişe tarafından rivayet edilen Tirmizî hadisi birinci görüşü teyit etmektedir.
Atîkin çoğul şekillerinden biri olan itâk kelimesini Abdullah b. Mes'ûd, Mekke'de nazil olan el-İsrâ, el-Kehf, Meryem, Tâ-hâ ve el-Enbiyâ sûreleri hakkında ve "eski, önce" mânasında el-itâku'1-üvel şeklinde kullanmıştır (bk. Buhârî, "Fezâ'ilü'l-
Kur'ân", 6). Bir diğer çoğu! şekli olan utekâ ise Mekke'nin fethedildiği gün öl-dürülmeyip serbest bırakılan Kureyşliler hakkında Hz. Peygamber tarafından kullanılmış, diğer kabilelerden serbest bırakılanlara ise tulekâ* denilmiştir (bk. Müsned, IV, 363], Bu kelime ayrıca Atîk el-Bekrî, Atîk b. Abdülazîz el-Harbî, Atîk b. Ebü'1-Fazl b. Selâme, Atik b. Hişâm gibi muhaddislerin adı olarak da bilinmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Lisânü'l-'Arab, "catîk" md.; Tâcü'l-'arûs, "catîkrr md.; Kamus Tercümesi, "catîk" md.; VVensinck, Mu'cem, "'atîk" md.; Müsned, IV, 363; Buhârî, "Feza'üü'l-Kurbân", 6; Tirmizî. "Tefsir", 23, "Menâkıb", 16; İbtl Kesîr, Tefsîr. V, 414; Elmalllu Hak Dini, V, 3400-3401.
mi İsmail L. Çakan
ATİK AL! PAŞA
(Ö. 917/1511)
Osmanlı veziriazamı.
L J
Aslen Saraybosna'nın Drozgometva ko-yündendir. Devşirme olarak Enderun'da yetişti, Hadım lakabıyla da tanınan Ali Paşa bir süre Bâbüssaâde ağalığı yaptıktan sonra önce sancak beyiliği. ardından da Karaman beylerbeyiliğinde bulundu (1482). Bu sırada içteki çeşitli siyasî karışıklıklarla uğraştı, Özellikle Cem Sultan ve Karamanoğlu Kasım Bey'e karşı başarı ile mücadele etti. Daha sonra Rumeli beylerbeyi olan Ali Paşa, Boğdan voyvodasının Akkirman'ı almaya teşebbüs etmesi üzerine ona karşı gönderildi. Ali Paşa Eflak beyini ve kuvvetlerini yenerek Boğdan'a girdi. Boğdan Prensi Stefan Çel Mare karşı koyamayacağını anlayınca Lehistan'a iltica etmek zorunda kaldı. 1483'te Vezîriâzam Davud Paşa'nın maiyetinde Memlûk seferine katıldı, çevredeki kalelerin zaptedi I meşinde başarılı oldu. Bu sırada asker arasında görünen hastalık ve bitkinliğe rağmen savaşa devam ederek Memluk askerlerini bozguna uğrattıktan sonra Ka-raman'a çekildi (1492), Memlükler'le barış imzalanmasının ardından, Venedikli-ler'in Mora kıyılarını tehdidi üzerine Davud Paşa ile birlikte Modon ve Koron'u almakla görevlendirildi ve yol boyunca Navarin, Zenşiyo kalelerini savaş yapmadan ele geçirip Osmanlı topraklarına kattı (1500). Bu sefer sırasında Leontari Önlerinde II. Bayezid ile buluştu, ancak kış yaklaştığı için padişah geri döndü. Bu durumdan faydalanan Venedikliler Navarin'i geri aldılarsa da Kemal Reis'in
donanma ile yardıma gelmesi üzerine Ali Paşa şehri Venedikliler'den tekrar almaya muvaffak oldu (1501], Bu fetihten sonra Mora'da ticaret çok gelişmiş, o sırada İspanya'da büyük sıkıntı içerisinde olan müslümanlardan bir kısmı Mora'ya yerleşmiştir.
Ali Paşa 1501'de Mesih Paşa'nın ölümü üzerine veziriazam oldu. Bu ilk sadâreti iki yıl kadar devam etti ve 1503'te görevden alındı. 1506'da ikinci defa bu makama tayin edilen Ali Paşa 1511'de şehid düşünceye kadar sadârette kalarak devlet işlerini başarıyla yürüttü. Hatta II. Bayezid birçok konuda idareyi ona bıraktı. Bu dönemde şehzadeler arasındaki taht mücadelesi ve Şiîiik faaliyetleri onu en çok meşgul eden konular oldu. Şehzadeler meselesinde büyük şehzade Korkut'a ve en küçük şehzade Selim'e karşı Ahmed'i destekledi. Şehzade Korkut'un Antalya'da sancağı civarında bulunan sadâret has* lan yüzünden aralarında ihtilâf çıkmış, Ali Paşa'nın bu haslar konusunda diretmesi Korkut'un birkaç adamıyla birlikte Mısır'a kaçmasına sebep olmuştur. Ancak Ali Paşa'nın Korkut'un haslarını iki katına çıkarması üzerine Mısır'dan dönmesi sağlanmıştır. Ayrıca babasından hükümdarlığı zorla almak isteyen Şehzade Selim'i 1511 "de Çorlu'da mağlûp etmiştir. Diğer taraftan Şahkulu hareketinin mevziî olmaktan çıkıp doğrudan doğruya devleti meşgul eden bir mesele haline gelmesi üzerine hareketi bastırmakla görevlendirildi. Asker arasında çıkan ihtilâfları ortadan kaldırarak Şahkulu üzerine yürüyen vezîriâzam, Sivas-Kayseri arasındaki Gökçay mevkiinde Şahkulu ile karşılaştı. Bu mücadele sırasında Şahkulu öldürülüp askerleri dağıtıldı ise de âsiler üzerine tedbirsizce yürüyen Ali Paşa Şahkulu'nun askerleri tarafından çember içine alındı ve İsabet eden bir okla şehid düştü (2 Temmuz 1511). II. Bayezid Ali Paşa'nın ölümüne çok üzüldü.
Dostları ilə paylaş: |