Böyle kollektif bir ihanet, veya ihaneti görmeme ve görmek istememe, önder ve önderin temsilcisi olduğu toplumsal güçler ilişkisi bağlamında ele alındığında, sorun ayakları üzerine koyulduğunda ortaya ne çıkar?
Önderler, temsilcisi oldukları güçlerin eğilimlerini önceden sezip, onu bilinçli bir şekilde ifade edip uygulamaya geçirenlerdir. Eğer bir önder, temsilcisi olduğu güçlerin eğilimlerine ters düşerse, (bu ters düşme önderin ya da dayandığı güçlerin konumlarındaki değişmeler nedeniyle olabilir), etkisini ve prestijini yitirir; önder ve güçler arasında bir kopuş, bir kırılma olur. Böyle bir şey olmadığına göre, ve ihanet iddialarının dediğini doğru kabul edip, ortada ihanet denecek kadar farklı bir çizginin bulunduğunu var saysak bile, Öcalan'ın yaptığı, önderi olduğu gücün eğilimlerini önceden sezip onlara bilinçli bir ifade vermektir. Yani Öcalan, ihanet ettiği için, PKK'yı ve HADEP'i destekleyen Kürt kitlesi de ihanet içinde değildir, O kitle ihanet ettiği için, o kitlenin eğilimlerini en iyi görüp ifade eden lideri de ihanet etmektedir. Ve bu ihanetiyle liderlik niteliklerini, yani, önderi olduğu toplumsal güçlerin eğilimlerini önceden sezme ve onlara bilinçli bir ifade verme yeteneğini, kanıtlamaktadır.
Bu durumda tekrar başa dönmüş oluruz. Ortada Öcalan'ın ihaneti değil, eğer bir "ihanet"ten söz edilecekse; Kürt Ulusal Hareketinin esas kitlesinin ve en büyük örgütünün bir ihaneti söz konusudur; Öcalan'ın yaptığı sadece bu "ihanet"ten sonra da o güçlere önder olmaya devam etmektir. Yani onların eğilimlerini ifade etmektir o bu ihanete bilinçli bir ifade vermektedir bütün gerçek önderler gibi.
Elbette böyle milyonlarca kişiyi kapsayan değişiklikler "ihanet" düzeyinde tartışılamayacağından; o "ihanet" denen politikaya yol açan toplumsal eğilimleri ve o politikayı tartışmak gerekir.
Eğer Öcalan'ın ifade ettiği politika, bir kişinin politikası olarak kalsaydı, bir ihanetten söz edilebilirdi belki, ama ortada en büyük iki Kürt örgütünün savunduğu ve başarısı için güçlerini seferber ettiği bir politika var. Düne kadar PKK ve Öcalan düşmanlığı yapanlar mı tek uyanık ve iyi niyetli? Yıllardır en dinamik Kürt örgütlerinin gerillalığını, yöneticiliğini, militanlığını, sempatizanlığını yapanların, PKK ve Öcalan düşmanlarından daha az uyanık ve iyi niyetli olduklarını düşünmemiz için bir neden yok.
Ciddi politika yapmak isteyenler bu politikaları tartışır. Bu politikalar nelerdir? Hedefleri nedir? Hangi güçlere dayanmayı hedeflemektedir. Ne gibi örgüt ve mücadele biçimleriyle başarıya ulaşmayı planlamaktadır? Sorular bunlardır.
O halde, tartışmayı doğru kulvara çekelim. Bırakalım Apo ihanet mi ediyor, korkudan Kürt hareketini sattı mı gibi, son derece sübjektif yaklaşımları bir yana. Objektif olarak düne kadar Kürt Ulusal Hareketini desteklemeye devam eden kitlenin bugün de desteklemeye devam ettiği bu yeni politikanın ne olduğu ve doğru olup olmadığı tartışılmalıdır. Bu politikanın doğru olup olmadığını tartışabilmek için, bu politikanın ne olduğunu belirlemek gerekiyor. Ama bu politikanın ortaya atıldığı özel koşullar nedeniyle, politikanın özüne varabilmek için, onun ifade edildiği, taktik, diplomatik, ideolojik biçimlerden de soyutlamak gerekiyor. Bundan sonraki bölümlerde bunu deneyelim.
Karşılıklı Kullanma
İhanet teorisi, politikanın ifade ediliş biçimi ve koşulları bakımından da bütün olguları kapsayıcı ve açıklayıcı olamaz. Yine aynı mantığı izleyerek bunu göstermeye çalışalım. Yani diyelim ki, Öcalan şu veya bu nedenle teslim olmuştur ve Türk devletinin her istediğini yapmaya hazırdır.
Ancak bu teslim olan kişi, yani Öcalan, sıradan bir kişi değildir. Dünyadaki en güçlü ve canlı ulusal hareketlerden birinin ana örgütünün kurucusu ve yöneticisi; bu ulusal hareketin önderi, hatta o ulusun bayrağıdır. Kaçırılması, onu Kürt ulusunun bayrağı da yapmıştı. Her Kürt ona yapılanı kendine yapılan olarak algılıyor ve öyle davranıyordu. Öcalan'ın en sert muhalifleri bile böyle davranıyordu.
Böylesine bir prestiji, manevi otoritesi bulunan bir hareketin önderini ve örgütün yöneticisini ele geçiren için, ortaya muazzam bir fırsat çıkar; çünkü o noktada her şey bir tek insanın direncine kilitlenmiş olur. Bu direnç çökertilirse, karşı tarafa altından kalkamayacağı ağır darbeler vurulabilir; toparlanması zaman alacak moral bozucu etkiler sağlanabilir. Türkiye gibi tecrübeli bir devletin bu olanağı kullanmayacağını düşünmek saflık olur.
Bu durumda karşısında teslim olmuş bir Öcalan bulunan T.C. ne yapabilirdi? Elbette bu durumu kendi çıkarları açısından azami sonuçla değerlendirmenin hesabını yapacaktır. Seçenekler bellidir.
Öcalan kaçırıldığında kim vurduya getirilip yok edilebilir, Kürt ulusal hareketi öndersiz ve bayraksız bırakılabilirdi. (Fiziki öldürme)
Bir zamanların Mollaların TUDEH önderine yaptıkları gibi, Televizyona çıkarılarak orada pişmanlık getirmesi sağlanabilir ve böylece manevi olarak öldürülebilirdi.
Türk devleti, muhtemelen bu opsiyonlar üzerine düşünmüştür ama ister kendi içindeki farklı politikaların çatışmaları; ister uzun vadeli çıkarları nedeniyle bu yola girmemiştir. Girmemesinin nedeni Öcalan'ın konumudur. Öcalan'ın maddi veya manevi olarak öldürülmesinin yol açacağı zararların faydalardan çok olacağının görülmesidir. Öcalan'ı maddi veya manevi olarak öldürmek (Kaldı ki, baskı uygulandığı takdirde, böyle bir baskıya pek ala Öcalan direnebilir ve hesap yanlış da çıkabilirdi.):
a) Kürtler ve Türkler arasında kapanmayacak bir düşmanlığın temelini atacağından;
b) Kürt Ulusal Hareketinin, muhtemelen bölünmüş ve uzun vadede hiç bir güç tarafından kontrol altına alınamadan şiddet yöntemlerine (muhtemelen bu sefer uçak kaçırmalar, Batı'nın şehirlerinde bombalamalar şeklinde) baş vurması adeta kaçınılmaz olduğundan Türk devletinin kendi çıkarları açısından rasyonel ve akılcı olmazdı.
Bu durumda sadece bu nedenlerle bile üçüncü bir alternatif Türk devletinin ve Genel Kurmayının çıkarları bakımından daha akıllıca bir yol olarak ortaya çıkar: Öcalan'ın prestijini ve etkisini Kürtlerin mücadelesini tasfiyede kullanmak. Ama bunun için de Öcalan'ın en azından daha uzunca bir süre Kürt hareketinin önderi olarak kalmasını sağlamak. Öcalan'ın bu tasfiye politikasını uygulayabilmesi için, bunu Kürtler için yaptığı izlenimini vermesini sağlamak. Yani bölünmeyi engelliyerek; (bölünme demek kontrolden çıkma demektir) toptan bir zararsızlaştırmaya ve teslimiyete ulaşmak.
Ancak, Öcalan her ne kadar çok etkili bir liderse de, boşlukta hareket etmez, sözlerinin PKK ve Kürt kitlesi tarafından izlenebilmesi için, ikna edici olması gerekir; aksi takdirde bunlara katılım sağlanamaz ve bölünme kaçınılmaz olur. O halde, kullanmak istediğinize, yani Öcalan'a, bir insiyatif ve hareket alanı sağlamanız gerekir. Ama bunu sağladığınız an, onun da sizi bir şekilde kullanmasını kabul etmişsiniz demektir. Kullanan daima kullanılır, kullanılan da daima kullanır. Yani o andan itibaren, bir uzlaşma söz konusudur.
Hangi nedenle olursa olsun, ortada bir uzlaşma, karşılıklı kullanma söz konusu olduğunda, sorun artık teslimiyet gibi ahlaki ya da psikolojik olarak ve bir kişi boyutunda tartışılamaz; politik olarak; kimin kimi niçin ve nasıl kullandığı; kimin kimi hangi amaçlar için kullandığı noktasından tartışmak gerekir. Daha doğru bir ifadeyle, yapılan uzlaşmanın ne olduğu ve tarafları bu tür bir uzlaşmaya hangi nesnel durumların zorladığı; bu uzlaşmadan tarafların kendi açılarından neyi amaçladıkları gibi sorular ışığında, yani politik olarak ele almak gerekir. O halde bunu yapmayı deneyelim.
Dostları ilə paylaş: |