Milletleri derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan çoğunlukla manzum şekilde olan edebî eserlere "destan" denir.
Destanlar henüz aklın ve bilimin toplum hayatına tam anlamıyla hâkim olmadığı ilk çağlarda ortaya çıkmış sözlü edebiyat ürünleridir. Destanlar ve destansı öyküler, ilk çağlardan beri, dünyanın her yerinde, gelenekleri sonraki kuşaklara aktarmak için kolektif olarak yaratılmış edebî biçimlerdir.
Ergenekon Destanı Nedir?
Ergenekon efsanesi veya destanı, Türklüğün yeniden dirilişini anlatan binlerce yıllık birsözlü edebiyat ürünüdür. Ergenekon ise, bu destanda rivayet edilen yere verilen addır. Bugünlerde ismi bir hukuk davasına verilmiş olduğu için televizyonlarda sıkça duyulan Ergenekon, aslında Türkler için kutsaldır; çünkü ulusumuzun yeniden ortaya çıktığı bir dönüm noktasıdır.
Ergenekon, Türklerin 12 hayvanlı takviminde yılbaşı olarak kutlanmaktadır ve bu tarih bugün kullandığımız takvime göre 21 Mart‘a karşılık gelmektedir. Tam bu tarihte, Yenigün (Nevruz) Bayramı’nın kutlanıyor olması, sizce bir tesadüf müdür? Kuşkusuz buTürk bayramı, ulusumuzun yeniden ortaya çıktığı güne ithafen “Yeni Gün” bayramı olarak adlandırılmış ve binlerce yıldır kutlanagelmiştir.
. 14. yüzyılda Reşidüddin Hamedani'nin kaleme aldığı Cami’üt-Tevarih adlı eserinin Birinci kitabı: Moğol tarihinin Birinci Bölüm: Türk ve Moğol kabilelerinin tarihiinde Moğolların yaratılış destanı olarak anlatılan efsane, 17. yüzyılda Şiban'ın torunlarından ve Hiva Hanlığının hanı olan Ebu'l Gazi Bahadır'ın kaleme aldığı Şecere-i Türkî adlı eserde de Moğolların yaratılış destanı olarak anlatılır, bazı kaynaklara göre ise bir Türk destanıdır. Bahsi geçen iki tarihî kaynakta Nekuz (Nüküz) ve Qiyan (Kıyan) adlı kardeşler ile onların eşleri Tatarlar tarafından yenilince önce Ergene Kon adı verilen dar ve sarp bir yere gitmiş, 400 yılda sülalesi çoğalıp oraya sığımaz olunca Ergenekon'dan çıkmıştır. Ergenekon'dan çıktıkları zaman yol göstericilerinin Börteçine olduğu düşünülmektedir.Başka kaynakçalara göre ise Ergenekon bölgesinde yaşayan göktürk milletine o bölgenin sahibi olan ülke tarafından baskı yapılmış.Ergenekonluların bulundukları bölgeden çıkmak imkansızmış.Çünkü etrafları dağlarla çevriliymiş.Ergenekonlular buradan çıkmak için büyük bir ateş yakıp bu dağları eritmiş ve kurtulmuşlardır.
. 14. yüzyılda Reşidüddin Hamedani'nin kaleme aldığı Cami’üt-Tevarih adlı eserinin Birinci kitabı: Moğol tarihinin Birinci Bölüm: Türk ve Moğol kabilelerinin tarihiinde Moğolların yaratılış destanı olarak anlatılan efsane, 17. yüzyılda Şiban'ın torunlarından ve Hiva Hanlığının hanı olan Ebu'l Gazi Bahadır'ın kaleme aldığı Şecere-i Türkî adlı eserde de Moğolların yaratılış destanı olarak anlatılır, bazı kaynaklara göre ise bir Türk destanıdır. Bahsi geçen iki tarihî kaynakta Nekuz (Nüküz) ve Qiyan (Kıyan) adlı kardeşler ile onların eşleri Tatarlar tarafından yenilince önce Ergene Kon adı verilen dar ve sarp bir yere gitmiş, 400 yılda sülalesi çoğalıp oraya sığımaz olunca Ergenekon'dan çıkmıştır. Ergenekon'dan çıktıkları zaman yol göstericilerinin Börteçine olduğu düşünülmektedir.Başka kaynakçalara göre ise Ergenekon bölgesinde yaşayan göktürk milletine o bölgenin sahibi olan ülke tarafından baskı yapılmış.Ergenekonluların bulundukları bölgeden çıkmak imkansızmış.Çünkü etrafları dağlarla çevriliymiş.Ergenekonlular buradan çıkmak için büyük bir ateş yakıp bu dağları eritmiş ve kurtulmuşlardır.
Ancak Göktürklerin yaratılış destanıyla olan benzerlikleri gerekçe göstererek Türklere ait bir destan olduğunu iddia eden araştırmacılar da mevcuttur.[4][5] Ayrıca Talât Sait Halman ise, bozkurt efsanesinin genişletilmiş bir versiyonudur; mitolojik bir varlık olan bozkurtun koruması sayesinde soylarının tükenmesi tehlikesinden kurtulan ve yine bozkurtun sayesinde geçit vermez dağlarla çevrili Ergenekon vadisindan kaçan bir Türk topluluğunun öyküsünü anlattığını iddia etmektedir.[6] Diğer görüşlere göre ise Türkler ve Moğollar arasında benzer şekilde anlatılan efsaneler sözkonusudur.[7] Efsane kimi zaman Nevruz ile de ilişkilendirilmiştir.[
Birinci rivayet; Ebü’l-Gâzi Bahadır Han tarafından yazılan Secere-i Türki’nin rivâyeti
(Türk illerinde Göktürk oku ötmiyen, Göktürk kolu yetmiyen bir yer yoktu. “Bütün kavimler birleşerek” Göktürklerden öç almaya yürüdüler. Türkler çadırlarını, sürülerini bir yere topladılar; çevresine hendek kazdılar, beklediler. Düşman geldi. Vuruş başladı. On gün vuruştular. Göktürkler üstün geldi.)
…
Bir gün bütün iller hanları ve beyleri av yerinde konuştular. Göktürklere hile yapmazsak işimiz yaman olur, dediler. Tan ağarınca baskına uğramış veri gibi ağır yüklerini, kötü mallarını bırakıp kaçtılar.
Türkler “Bunların vuruşma güçleri gitti, kaçıyorlar.” deyip arkalarından varıp yetiştiler.
(Düşmanlar) Göktürkleri görünce birden geri döndüler. İkisi vuruştular. Düşmanlar galip geldi. Göktürkleri öldüre öldüre çadırlarına geldiler. Çadırlarını, mallarını öyle aldılar ki bir ev bile kurtulmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler. Küçükleri kul edinip herkes birini alıp gittiler.
(Göktürk hanı) İl Han’ın oğulları çoktu. Savaşta hepsi öldü. Kıyan adlı bir küçük oğlu vardı. O yıl evlendirmişti. İl Han’ın Tukuz adlı bir de yeğeni vardı. Bu ikisi bir yerdeki kişilerin eline düşmüşlerdi. On gün olduktan sonra bir gece ikisi kadınlarıyla birlikte atlanıp kaçtılar. Yurda geldiler. Düşmandan kaçıp gelen dört maldan (deve, at, öküz, koyun) çok buldular. Eğer ile varalım desek dört taraftaki illerin hepsi bize düşman. İyisi odur ki dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip (oturalım) deyip dağa doğru sürülerini sürüp gittiler.
(Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar.) O da öyle bir yoldu ki bir deve, bir at bin güçlükle yürürdü; eğer ayağımı yanlış bassa parça parça olurdu.
(Vardıkları) yerde akarsular, çeşmeler, türlü otlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar (vardı). O yeri görünce Tanrı’ya şükür kıldılar. Hayvanlarının kışın etini yediler. Yazın sütünü içtiler, derisini giydiler.
(Vardıkları) yerde akarsular, çeşmeler, türlü otlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar (vardı). O yeri görünce Tanrı’ya şükür kıldılar. Hayvanlarının kışın etini yediler. Yazın sütünü içtiler, derisini giydiler.
O yere Ergenekon adını koydular.
Burada bu ikisinin çocukları çoğaldı. Kıyan’ın evladı çok oldu. Tukuz’unki ondan daha az oldu. Kıyan’ın çocuklarına Kayat dediler. Tukuz çocuklarına iki ad koydu. Bir nicesine Tukuz dediler, bir nicesine Türülken dediler. Çok yıllar bu iki kişinin çocukları Ergenekon’da kaldılar. Enine boyuna uzayıp yayıldılar.
Dört yüz yıl sonra Ergenekon’da kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki sığmadılar. Bu sebepten bir yere oturup toplanıp konuştular. Dediler ki: “Atalarımızdan işittik. Ergenekon’un dışında geniş yerlerde güzel yurtlar olurmuş. Bizim yurdumuz eskiden o yerde imiş. Dağların arasından yol izleyip bulalım. Göçüp çıkalım. Her kim bize dostum derse onunla görüşelim.” dediler.
Hepsi bu sözü beğenip çıkmaya yol izlediler, bulamadılar.(O zaman) bir demirci dedi (ki): “Burada bir demir madeni var. Yalın kata benziyor. Şunun demirini eritsek bir yol olurdu.” Varıp o yeri gördüler. Bu sözü de beğendiler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın üstünü, arka yanını, beri yanını (böylece) doldurduktan sonra yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yerde kurdular. (Ateşleyip) körüklediler.
Tanrı’nın gücü ile ateş kızdıktan sonra demir dağ eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar bir yol oldu. O günü, o ayı, o saati belleyip dışarı çıktılar. O günden beri Göktürklerde adet olmuştur. O günü bayram sayarlar. Bir parça demiri ateşe atıp kızdırırlar. (Önce) Han bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra Beyler (de öyle yapar, bu günü mukaddes bilirler.)
(Ergenekon’dan çıktıkları zaman) Göktürklerin padişahı Kayan soyundan Börte Çene idi. Börte Çene bütün illere elçi gönderip Ergenekon’dan çıkıp geldiklerini bildirdi. (Bunu) bazıları iyi gördüler, bazıları kötü gördüler.
(Göktürkler eski düşmanlarıyla savaştılar. Yendiler. Böylece dört yüz yıl sonra kanlarının öcünü aldılar.
Kısaca Ergenekon Destanı:
Kısaca Ergenekon Destanı:
Göktürkler'in türeyişini anlatan bir Türk destanıdır. Genel olarak, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon Ovası'nda yeniden türeyip tekrar eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla çarpışmalarını anlatır.
DESTANIN KÖKENİ
Önce sözlü olan efsane daha sonra çeşitli kaynaklarda bahsedilerek yazılı hale getirilmiştir. Tamamı hakkında fikir birliği olmadığı ve yazılı metinlerde kısa özet şeklinde olduğu için "Ergenekon Efsanesi" şeklinde de isimlendirilmektedir. Ergenekon Destanı olarak bilinen öykü, iki ana kısımdan oluşmaktadır:
bir bozkurdun yardımı ve korumasıyla soyun devamlılığının sağlanması;
geçit vermez dağlarla çevrili bir vadiye yerleşilmesi ve daha sonra buradan çıkılması.
İlk öykü üç ayrı Çin vakayinamesinde Türklerin türeyiş öyküsü olarak anlatılmıştır. İkinci öykünün özeti yine Çin kaynaklarında yer almıştır. Reşidüddin Hamedani'nin Cami’üt-Tevarih'i ve ikincisi ise Ebul Gazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türkî isimli eserleri gibi XIII-XVII. yüzyıl arasında yazılmış çeşitli eserlerde, efsanede yer alan vadiye "Ergenekon" adı verilmiştir; ancak bu kaynaklarda efsanenin kahramanı Türkler değil, Moğollardır.