Öğrenimine Gönen’de başladı, Ayancık ve İstanbul Mekteb-i Osmaniye’de devam etti.
Eyüp’teki Baytar Rüştiyesi’ni bitirdi.
Yüzbaşı Ömer Şevki Bey’in oğludur. Yani asker çocuğudur.
Bu yüzden eğitimine askeri okullarda devam etmiştir.
Bu okullar; Kuleli ve Edirne Askeri İdadi’leridir.
1903’te İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’den mezun oldu.
Hayatı(devamı)
İzmir Zabitan ve Efrat Mektebi’nde bir süre öğretmenlik yaptı.
1908'de merkezi Selanik'te olan 3'üncü Ordu'da görevlendirildi.
1911’da ordudan ayrıldı.
Ama Balkan Savaşı çıkınca tekrar askere alındı.
Sırp ve Yunan cephelerinde savaştı.
Kısa bir süre "Türk Sözü" dergisinin başyazarlığını yaptı. 1914'te Kabataş Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak atandı.
İlk şiiri "Hiss-i Müncemid" "Ömer" imzasıyla 1900'de "Mecmua-i Edebiye"de yayınlandı.
Hayatı(devamı)
İlk öyküsü "İhtiyarın Tenezzühü" 1902'de Sabah gazetesinde yer aldı.
İzmir ve Makedonya'da görevliyken yazdığı şiir, öykü ve makaleler çeşitli dergilerde çıktı.
Askerliğe ara verdiği dönemde ise yazıları "Rumeli" gazetesi ve çeşitli dergilerde yayınlandı.
Selanik'te yayınlanan "Genç Kalemler" dergisindeki yazılarıyla ünlendi.
Derginin ikinci dizisinin ilk sayısında Nisan 1911'de yayınlanan "Yeni Lisan" başlıklı yazısı "Milli Edebiyat" akımının başlangıç bildirgesidir.
Yazılarında, yalın, halkın konuştuğu ve anladığı bir dil kullanmak gerektiğini savundu.
Türkçe'nin kendi kurallarına uygun yazılmasını, Arapça ve Farsça sözcüklerden arındırılmasını istedi.
Hayatı(devamı)
Milli Edebiyat akımının öncülüğünü Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem'le birlikte sürdürdü.
1. Dünya Savaşı yıllarında "Yeni Mecmua"da yayınlanan öyküleriyle ününü iyice yaygınlaştırdı.
Öykülerini kişisel deneyimlerine, tarihsel olaylara ve halk geleneklerine dayandırdı.
Günlük konuşma dilini kullanması, öykülerine canlı ve etkileyici bir özellik verdi.
Ölümünden sonra 1926’da öykülerini önce Ali Canip Yöntem derledi.
Ardından Ahmet Halit Kitabevi 1936’da bir derleme yaptı.
1950’den sonra Şerif Hulusi, öykülerini yeniden gözden geçirip 10 cilt halinde yayınladı.
Eserleri
Ömer Seyfettin’in Şiirleri (1972)
(Şiir)
Ashâb-ı Kehfimiz (1918)
Efruz Bey (1919)
Yalnız Efe (1919, 1988) (Roman)
Harem (1918)
Yüksek Ökçeler (1922, 1988)
Gizli Mabed (1923, 1988)
Eserleri(devamı)
Asilzâdeler (1938)
İlk Düşen Ak (1938, 1980)
Mahcupluk İmtihanı (1938, 1982 bir oyun da içerir)
Dalga (1943, 1952)
Nokta (1956)
Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1958)
Beyaz Lale (1938)
(Hikaye)
Eserleri(devamı)
Milli Tecrübelerden Çıkarılmış Ameli Siyaset (1912)
Yarınki Turan Devleti (1914)
Türklük Mefkuresi (1914)
Türklük Ülküsü (1975)
(İnceleme)
Hikayecilik Anlayışı
Duru bir Tükçe
20. yy da yaşama şuuru ve gerçekçilik
Mazi ve kahramanlık hasreti
Buruk bir mizah
Bu dört özellik, Ömer Seyfettin’in daha sonra yazacağı bütün hikayelerde kendisini çok çeşitli değişikliklerle gösterecektir.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Yirmici yüzyılda yaşama şuuru ve gerçekçilik:
Ömer Seyfettin, mesleği dolayısıyla Rumeli’de bulunur.
O yıllarda,o toprakların Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmakta olduğunu görür.
Asırlar boyu Türk idaresinde yaşamış olan kavimlerin olduğunu.
Ve o kavimlerin yabancı devletlerin kışkırtması sonucu Tük düşmanı haline geldiğini görmüştü.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Yirminci yüzyılın şartları değişiktir.
Osmanlı Devleti,batının teknik medeniyetine ulaşamaz.
Bu tekniği orduya sokamadığı için, askerlikte de geriler.
Ömer Seyfettin bu gerilemenin sebebini milli şuurun noksanında bulur.
Bütün kavimler şu veya bu sebeple kendi milli şuurlarına sahip olmuşlar.
Fakat Türkler suni bir insaniyetçilik anlayışı ile kendi milliyetlerini bile unutmuşlardır.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Bu gerçekçilik Ömer Seyfettin’e bir ideal vermiştir ve bu Türkçülüktü.
Yıkılış halindeki Osmanlı Devleti’nin mozaik yapısında Türklük için yegane kurtuluş yolu Türklük şuurunun uyanması,kendi milli varlığına sahip çıkmasıdır.
“Primo Tük Çocuğu”,“Nakarat” gibi hikayelerinde bu uyanış anlatılır.
Türklüğe yabancılaşıp, damarlarında Türk’ten başka kan bulunduğuna inanıp Türklükten uzaklaşanlarda da “Bir Kayışın Tesiri ”gibi hikayelerinde dile gelir.
Yazar, önceki iki hikayesinden farklı olarak bunlarda mizahi tonu ağır tutar.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Yazarın durumu gülünç göstermesi,Türklüğünü inkar eden kansızlara karşı duyduğu nefreti mizahla örtmesine bağlıdır.
Ömer Seyfettin için edebiyat, hayat demektir ve hayat karmakarışıktır.
İçinde birbirine zıt çok çeşitli durumları bulundurur.
Ömer Seyfettin hayatın bu karışıklığı hikayelerinde, çok canlı hayat sahneleri halinde vermiştir.
Bu nedenle hikayeleri günümüzde de zevkle okunur.
Bu hikayelerde ,Türklük şuuru,manasız korkular ve kıskançlıklar başta olmak üzere çeşitli beşeri duygular işlenir.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Mazi ve Kahramanlık hasreti ve hayranlığı:
Ömer Seyfettin’in eserlerini verdiği yıllar 1908-1920 ihtilal ve savaş günleridir.
Bir asker olarak o,cephede savaş sahnelerini yaşamıştır.
Askerlikten ayrıldıktan sonra, cephe gerisinde savaşın sebep olduğu facialara da şahit olmuştur.
Ömer Seyfettin,1917’de Yeni Mecmua’da yayımladığı hikayelerinde,mazi ve kahramanlık hasretini dile getirir.
Bunlar “Ferman”, “Kütük”, “Vire”, “Teselli”, “Pembe İncili Kaftan”, “Başını Vermeyen Şehit”, “Teke tek”, “Kızıl Elma Neresi?” ve “Topuz” dur.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Konusunu tarihten almış olan bu hikayelerinden “Teselli” de şöyle bir cümle geçer:
“Fakat harp, yalnız cesaret miydi? Asıl tedbir lazımdı.”
Bu cümle, bize “Kütük” ve “Vire” hikayelerindeki harp hilelerinin sebeplerini açıklar.
Savaş ,bu hikayelerde işini bilenler sayesinde zevkli bir spor haline döner.
“Pembe İncili Kaftan” da devletin vakarını kendi gururunda temsil eden kahraman.
“Ferman” da canını devlete adamış şahsiyet.
“Başını Vermeyen Şehit” de iman ve cesaret.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
“Teketek” de sadakat.
“Topuz” da devletin vakar ve gücü.
“Kızıl Elma Neresi?” de ordunun hükümdara mutlak itaati işlenir.
Burada devlete bağlılık ve inançlarından asla taviz vermeyen kahramanlar çizer.
Bu şahsiyetler, devrin özlediği şahsiyetlerdir.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Yeni savaşlar yeni kahramanlar yetiştirmektedir.
“Kaç Yerinden” ve “Çanakkale’ den Sonra” adlı hikayelerinde hem savaş kahramanları hem de onların mücadelesini görmüştür.
Ve hayatla barışan ve canlanan insanları anlatır.
“Aleko Bir Çocuk” da ise Yunan Papaz’ın içteki düşmanlığını, hayatı pahasına önleyen kahraman bir Tük çocuğu anlatır.
“Cesaret” ve “Düşünme zamanı” adlı hikayelerinde kahramanlığa yükselememiş yiğitleri gülünç duruma düşürdüğü gibi, başka hikayelerinde de bazı kabadayı tipleri çizmiştir.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Duru Bir Türkçe:
İlk hikayesinde kullandığı duru, sade Türkçe zamanla Ömer Seyfettin’in üzerinde ısrarla durduğu hayati bir mesele olur.
O,1911’de “Yeni Lisan” hareketini başlatan makalelerinde milli birlik ve milli dil arasındaki münasebete dikkat çeker.
Gençleri heyecanlı bir dil ülküsüne çağırır.
Osmanlı’yı yıkmak isteyen kavimlerde milliyetçilik şuuru uyanmıştır.
Ve bu kendisini dilde göstermektedir.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Osmanlı’dan ayrılanlar önce Türkçe konuşmayı yasaklamışlardır.
Ömer Seyfettin’in hemen her yazısında tekrarladığı bir cümle vardır:
“Her milletin bir lisanı vardır. Türklerin lisanı da Türkçedir.”
Dil, milli birliğin temelidir.
Osmanlı Devleti yapısı icabı milliyetçi değildi.
Ayrıca, güçlü olmanın verdiği müsamaha ile tebaasına Türkçe öğretmemişti.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Ömer Seyfettin, ordudaki günlerinde Balkan Savaşı yenilgisi nedeniyle yazdığı notlarında kendisini sonsuz bir kötümserliğe kapatır.
Bu karamsarlığın sebebi askerlerin Türkçe bilmemeleridir.
Şöyle der:
Bölüğün yarısından ziyadesi Türkçe bilmiyor.
Tabur Babil kulesi gibi.
Ne alanın satandan, ne satanın alandan haberi var.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Bu satırlarda da Ömer Seyfettin’ in edebiyatçı şahsiyetine şekil veren unsurları bulmak mümkündü.
Dil, vatan, ülkü ve bunlara sahip insan.
“Türkçeye Karşı Enderun'ca” adlı yazısında şöyle der:
Milliyetimiz nasıl Türklük, vatanımız nasıl Türkiye ise lisanımız da Türkçedir.
Türkçe bizim manevi ve mukaddes vatanımızdır.
Fakat bizim dilimiz unutulmaya yüz tutmuştu;biraz daha uyanmasaydık tarihten silinip gidecektik.”
Devlet çökmektedir ama millet vardır.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Osmanlı’nın yıkılacağını görenler ve Türk milleti’nin varlığının şuurunda olan milliyetçiler canlı millet varlığının yeni bir devlete vücut vereceğini bilirler.
Ömer Seyfettin işte bunlardandır.
Hatta “Mehdi” adlı hikayesinde milletlerin kurtarıcılarını beklediklerini işler.
Çöküşün sebebi iyi teşhis edilmelidir.
Ömer Seyfettin’e göre çöküşün nedeni dilden uzaklaşılmasıdır.
İmparatorluğun karışık unsurları ayrılma sevdasındayken Tüklerin yaşama şansı Ömer haklı olarak dilde bulur.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Ömer Seyfettin’deki gelişmiş milliyetçilik anlayışı onun asker oluşuyla yakından ilgilidir.
“Lisan öyle bir vatandır ki;bozulursa artık ne millet kalır ne devlet” der.
Bu onun yazarlığı bir çeşit askerlik gibi gördüğünün ifadesidir.
“Nakarat” adlı hikayesinde bir müfreze komutanının,komitecileri ararken bir köyde konaklamaları esnasında bir güzele aşık oluşu;bu güzelin uzaktan söylediği bir şarkıyı aşk namesi sanışı;aslında bu şarkının “İstanbul’u alacağız” ifadelerini taşıdığını öğrenince duyduğu ızdırap anlatılır.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Sanat, Hikayecilik Gücü
Ömer Seyfettin’in hikaye yazma tekniğini çok iyi bilmektedir.
Konusu günlük olaylar ,hatıralar ile tarih, masal ve efsaneden alan inanılmaz bir gerçekçilik ve gözlem gücü ile anlatılan hikayelerinde Ömer Seyfettin’in bakış açısı Türk Milliyetçiliği’dir.
Sanatkarlar cephesinin özelliklerini şöyle toplamak mümkündü:
O, iyi bir gözlemcidir.
Gözlem,dış hayatın okuyucuda gerçekçilik vehmi uyandıracak şekilde hikayelerine aktarılmasını sağlar.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
O, genellikle vaka hikayeleri yazar.
İnsanları belirli bir durum veya olay içinde gösterir.
İnsanlar arasındaki fikir çatışmalarını eserlerinde epik ve dramatik yönden birleştirerek ele alır.
Dramatik boyutu verirken insanlarda dehşet uyandıran bir durum ortaya koyar.
Okuyucu bu dehşet anını uzun süre hatırlar.
Bunların en tipik olanı “Topuz” ve ”Diyet” tir.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Ömer Seyfettin hikayelerini daha da unutulmaz hale getirmek için mizaha baş vurur.
Bu onun hem hikaye tekniğinin bir özelliğidir,hem de mizacının bir cephesini verir.
Çocukluk hatıralarından kalma hikayelerinden Ömer Seyfettin’in biyografisine ait bazı özellikler tespit edilebildiği gibi yazar ibret alınmaya değer olaylarını da anlatır.
Onun hikayelerinde vaka ne olursa olsun çarpıcıdır.
Bilerek veya bilmeyerek bir çocuğun sebep olduğu facialar işlenir.
Kendi başına komik olan, zararsız bir olay, başkalarının hayatında yarattığı sonuçlar yüzünden facia haline dönüşü.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
“Falaka” adlı hikayesinde,hocanın hapşıran eşeğini,ettiği lüzumsuz bir yemin yüzünden falakaya yatırması, gülünçtü.
Fakat bunun sonucunda hocanın görevden alınması,ihtimal aç kalması,buna sebep olan yazara:
“Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı” yükler.
Yazar bu hikayesini “fakat bunun gibi,hayattaki her gülünç şeyin altında görünmez bir facia yok mudur?” cümlesiyle bitirir.
Sanatkarların ölümünden sonra genellikle basmakalıp bir ifade kullanılarak, daha pek çok değerli eser vereceği yaşta öldüğü söylemek adettir.
Hikayecilik Anlayışı(devamı)
Fakat Ömer Seyfettin için bu söz gerçeğin ta kendisidir.
O henüz 36 yaşında iken ölmüştü.
Kısa süren yazarlık hayatında büyük bir birikim kazandığını.
Süratle eserler verdiğini.
Ve kendisinin büyük bir eser yazmak için hazırlandığını görüyoruz.
Ömer Seyfettin arkadaşı Ali Canip’e yazdığı bir mektupta:
Büyük şehirden uzaklarda bir yere yerleşip,büyük eserlerini yazmaktan söz eder.
Eğer ecel aman verseydi,bu hayalini mutlaka gerçekleştirecekti.
Yazdıkları Ömer Seyfettin’in edebiyatımızdaki sağlam yerini almasına yetmiştir.
Beyaz Lale
KONU:
Balkan Savaşı sırasında, Bulgar asıllı bir binbaşı tarafından, Türk köylerinde özellikle kadın ve kız çocuklarına yapılan işkenceler bütün gerçeğiyle gözler önüne serilmiştir.
Ayrıca buradaki Türkleri vaftizleyip Hıristiyan yapıldıktan sonra nasıl öldürdükleri anlatılmaktadır.
Amaçları özgür bir Bulgar toplumu yaratmaktır
İÇERİK:
İÇERİK:
Balkan Savaşından sonra bazı Türk köyleri bozguna uğramıştır.
Bulgar asıllı binbaşı Radko Balkaneski’ nin bunda çok büyük payı olmuştur.
Bu binbaşı Galatasaray Sultanisini bitirmiş,iyi tahsil görmüş bir kişidir.
Serez’ de bulunan Türkler oldukça zengindiler.
Bu binbaşının amacı buradaki Müslümanların kaçamayanlarını toplamak, ilk önce işkence ile kasalarındaki ve bankalarındaki paralar alınıp, bu paralar Bulgar mekteplerine verilecektir.
Daha sonra Türkler vaftizlenip Hıristiyan yapıldıktan sonra öldürülecekti.
ANAFİKRİ :
ANAFİKRİ :
Balkan Savaşı sırasında, halk çok kötü işkencelere maruz kalmakta, eli kolu bağlı olması ve hiç kimseden manevi destek alamaması nedeniyle, zorla nasıl Hıristiyanlaştırılıp öldürülmesidir.
Kaşağı
KONU:
Kardeşine iftira atıp, onun ölümünden sonra vicdan azabıyla yanıp tutuşan bir çocuğun dramı anlatılmaktadır.
ANAFİKRİ:
ANAFİKRİ:
Yalan söylemek kötü bir alışkanlıktır.
Forsa
KONU:
Esaret altında yaşayan bir kişinin başından geçen maceralar.
İçerik:
İçerik:
Yaşlı bir Osmanlı gemici düşmanlara esir düşer.
Esareti boyunca umudunu hiç kaybetmez.
Hep, bir gün Osmanlı gemilerinin gelip kendisini kurtaracağını ümit eder.
Esaretinin son günlerinde iyice yaşlandığı için onu yalnız bir adaya bırakırlar.
Bir gün ufukta Osmanlı gemilerinin adaya yaklaştığını görür.
Üstelik gelen geminin kaptanı kendi öz oğludur.
ANAFİKİR:
ANAFİKİR:
Umut, kaybedilmemesi gereken en güzel duygulardan biridir.
AT
İlk hikayesi olan “At” ı 1908 yılında Tenkit Mecmuası’nda yayımladı.
Bu ilk hikayesinden başlayarak sanatkarlığını ve sonraki hikayelerinde de tekrarlayacağı dünya görüşünü ve özelliklerini ortaya koyar.
Ömer Seyfettin bir asker olarak yetişmiştir.
Prensiplere sadakat, meseleler karşısında açık seçik ve kesin tavır alma ve kararları uygulama gibi özellikleri mesleği dolayısıyla kazanmıştır.
Bunda sert bir asker olan babasının da tesiri vardır.
KONU:
KONU:
Ömer Seyfettin bu ilk hikayesinde Vardar kıyılarında atını dört nala süren bir biniciyi anlatır.
Bu binici aslında yazarın kendisidir.
Binici, atını dört nala sürerken süratin verdiği duygu ve hayallere kapılır
ANAFİKİR:
ANAFİKİR:
Mazi ve kahramanlık hasreti
Kızılırmak'a
Ah, ey Kızılırmak! Ağlıyor musun? Dalgaların coşmuş, bilmiyor durmak, Çöktü yüzbin ocak, anlıyor musun? Ben geldim başına, isterim sormak:
"Yüzlerce yıl evvel üstünden geçen Türklerin başına nedir bu gelen? Yasasız kalmışlar serserilikten Kaçmak isterlerse yol verme, sen ak!
"Yüzlerce yıl evvel üstünden geçen Türklerin başına nedir bu gelen? Yasasız kalmışlar serserilikten Kaçmak isterlerse yol verme, sen ak!
Ak, boğulsun kaçan, acıma ona. İster misin yurda baykuşlar kona? Geçmek lazım ise yok mudur Tuna? Geriye bırakma, ak Kızılırmak!"
Ak, boğulsun kaçan, acıma ona. İster misin yurda baykuşlar kona? Geçmek lazım ise yok mudur Tuna? Geriye bırakma, ak Kızılırmak!"