ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
DİNİ DANIŞMANLIK VE REHBERLİK
ANABİLİM DALI
MECİTÖZÜ VE ÇEVRESİNDE YAŞAYAN ALEVİLERİN SOSYAL VE DİNİ YAŞAM AÇISINDAN İNCELENMESİ
Dönem Projesi
Hazırlayan
Kürşat ARINIK
Danışman
Prof. Dr. Erkan PERŞEMBE
Samsun, 2015
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
DİNİ DANIŞMANLIK VE REHBERLİK
ANABİLİM DALI
MECİTÖZÜ VE ÇEVRESİNDE YAŞAYAN ALEVİLERİN SOSYAL VE DİNİ YAŞAM AÇISINDAN İNCELENMESİ
Bitirme Projesi
Hazırlayan
Kürşat ARINIK
Danışman
Prof. Dr. Erkan PERŞEMBE
Samsun, 2015
BİLİMSEL ETİK BİLDİRİMİ
Hazırladığım Tezsiz Yüksek Lisans Bitirme Projesinin ilk oluşum aşamasından sonuçlanmasına kadarki süreçte bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet ettiğimi, proje içindeki tüm bilgileri bilimsel ahlak ve gelenek çerçevesinde elde etiğimi, proje yazım kurallarına uygun olarak yaptığım her alıntıya kaynak gösterdiğimi ve yararlandığım eserlerin kaynakçada gösterilenden oluştuğunu taahhüt ederim.
…./…../2015
Kürşat ARINIK
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı Geçen Eser
bkz. : Bakınız
C. : Cilt
Çev. : Çeviren
d. : Doğum Tarihi
Hz. : Hazreti
M.E.B : Milli Eğitim Bakanlığı
Md. : Madde(si)
s. : Sayfa
S. : Sayı
TDV : Türkiye Diyanet Vakfı
TDVİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Yay. : Yayın(lar)ı
yy. : Yüzyıl
ÖZET
Türkiye’de ciddi derecede var olan Alevi-Sünni farklılaşması ve bu farklılaşmanın sosyal hayata yansımasının analizine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu farklılaşmanın kaynağını irdelediğimizde, dinin yorumlanma kriterleri ve bu bağlamda insan kitlelerinin taraf olma hazzından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Dinin yorumlanma kriterleri ve kitlelerin taraf olma hazzı, sosyal yaşamda farklılaşma izlerini belirgin bir şekilde gösterse de toplumsal olarak Alevi-Sünni kimliğinin bir arada yaşatılması ortak noktasında birleşmiş olmaları dikkat çekmektedir.
Bu çalışmada Mecitözü ve çevresinde yaşayan Alevi/Bektaşilerin inanç, ibadet ve sosyal kimliklerine ilişkin davranışların ortaya çıkarılması hedeflenmiştir.
Girişte, araştırma konusu, amacı, önemi, ve yöntemi hakkında bilgi verdik.
Birinci bölümde, Mecitözü ve kültürel değerleri, Alevilik/Bektaşilik ve Kızılbaşlık kavramlarını ele aldık.
İkinci ve Üçüncü bölümde Alevi/Bektaşilerin kimliklerine yönelik araştırma yaptık.
Sonuç bölümünde ise, Mecitözü ve çevresinde yaşayan Alevi/Bektaşilerin inanç, ibadet, kimlik anlayışı ve sosyal hayat kimliklerinde farklılaşmaların olduğunu fakat imkânların artmasıyla sosyal ilişkilerin artacağı kanaatine vardık.
Anahtar sözcükler: Mecitözü, Alevilik, Bektaşilik, Kızılbaşlık İbadet, İnanç,
ÖNSÖZ
Günümüzde bilimsel buluşlar ve düşünce alanındaki gelişmeler, insanların kendilerini daha özgür hissetmelerini sağlamasına rağmen din olgusu insanın dikkatini çeken, kişiyi etkileyen önemli faktörlerden biri olmaya devam etmektedir. İnsanlar, kendilerini herhangi bir dine bağlı görmekle beraber, mezhepsel farklılıklar insana yön vermiş kültürel etkileşimler de kaçınılmaz olup dine yansıtılmıştır.
Dini inançlar, yaşanılan sosyal, ekonomik, kültürel ve dinsel süreç, kültürümüzü ve toplumsal yapımızı çeşitlendirmiştir. Bu sosyo-kültürel ve dinsel zenginliği oluşturan unsurlardan birisi de, Aleviliktir.
1990’lı yılların başlarında Türkiye Alevilerinde, kamuoyunun tanık olmaya başladığı gündem oluşturma hareketi günümüze kadar süreç içerisinde hızını kaybetmeden devam etmektedir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığı süreciyle uluslararası aktörlerin konuya müdahil olması ile Alevilik inançları eksen alınarak yeni bir tanım ortaya koyulmaya çalışılmaktadır. Aleviliğin bir inanç ve bu inancın ekseninde bir araya gelen inanç topluluğu olması konusunda genel bir kabul olmasına karşın Aleviliğin bir mezhep, tarikat ya da din olgusu içerisinde yer alması hala bir karmaşa içerisinde süre gelmektedir.
“Mecitözü ve Çevresinde Yaşayan Alevilerin Sosyal ve Dini Yaşam Açısından İncelenmesi” adlı bu çalışmanın alanındaki araştırmalara katkı sağlayacağı umulmaktadır.
Çalışmam esnasında rehberliği ve hoşgörüsü ile desteğini hiçbir zaman esirgemeyen danışman hocam Prof. Dr. Erkan PERŞEMBE ’ye saygılarımı sunarım.
Tezimin hazırlanma aşamasında bilgi ve birikimini benimle paylaşan, eşim Ayşegül ARINIK’a ayrıca teşekkür ederim.
Kürşat ARINIK
Eylül / 2015
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR 4
ÖZET 5
ÖNSÖZ 6
GİRİŞ
Projenin Amacı ve Önemi
Günümüzde Türkiye’de azımsanmayacak derecede nüfusu olan Aleviliğin Mecitözü’ndeki uğramış olduğu sosyal ve dini değişimler ve bu değişim etkilerinin günümüzdeki Alevilik anlayışına yansımalarını inceleyip, Türkiye Aleviliğindeki yerini tanımlamayı amaçladık.
Çorum’da Alevi nüfusun yoğun bir şekilde görülmesi itibariyle karmaşık bir yapının bulunması, bu yapıda farklı sosyal kimlik özelliklerinin sosyal hayata etkileri, özellikle 1980 Çorum olaylarındaki Alevi-Sünni gerginliğinin Alevi vatandaşların üzerindeki etkilerinden günümüze kadar devam eden sosyal dokunun etkilenmişliği, sosyal etkileşim üzerine Alevi-Sünni ilişkileri ve bu durumun Mecitözü’nde yaşayan Aleviler üzerindeki etkileri önem arz etmektedir
Projenin Yöntemi
Bu araştırma, tanıtıcı araştırma yöntemi1 olarak adlandırılan metotla yapılmıştır. Bu yöntem, her türlü doküman veya yazılı belge ve bilginin değerlendirilmesi esasına dayanır. Metot, adını doküman ve kayıtların incelenmesiyle yeni olay ve ilkelerin öğrenilmesindeki araştırma eylemlerinden almaktadır. Bu araştırma yöntemi, genellikle insan bilimleri alanında önemli bir bilgi toplama yöntemidir.2
Söz konusu yörede Alevilerin dini inanç ve yaşantılarını ortaya koymayı amaç edindiğinden, alan araştırması özelliği de taşımaktadır.
Çalışmamızda Aleviliğin dini ve sosyal yönüyle yerel hayata etkisi ele almaya çalıştık.
İçerik olarak araştırmanın yoğunlaştığı alan Çorum Mecitözü ilçesi ve köylerindeki Aleviliktir.
BİRİNCİ BÖLÜM
TARİHİ YAPI VE ARAŞTIRMANIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ
-
Mecitözü İlçesinin Tarihi ve Coğrafi Yapısı
Mecitözü, tarih boyunca birçok uygarlıkları üzerinde barındırmış, tarihi çok eskilere dayanan bir ilçedir.
Yapılan kazılardan anlaşıldığı kadarıyla İlçe toprakları üzerinde yaşam İ.Ö.4000 yıllarında başlamıştır. Bu bilgilere Kuşsaray köyü (sonradan Çorum Merkeze bağlanmıştır.) ve Elvançelebi Beldesinde yapılan kazılarda elde edilen kalıntılardan ulaşılmıştır. Bu kazılardan çıkarılan kalkolitik dönem (İ.Ö.4000) ve Tunç çağına (İ.Ö.3000-2000) ait buluntular Çorum ve Ankara’daki Müzelerde sergilenmektedir.
Mecitözü toprakları üzerinde; Kalatlar, Hititler, Pers İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Danişmendliler, Anadolu Selçuklu Devleti, Beylikler ve Osmanlı İmparatorluğu hüküm sürmüştür.
Ünlü tarihçi Abdi Zade Hüseyin Hüsameddin’in “Amasya tarihi” ( Cilt 1 ) adlı yapıtında Mecitözü’nün adı ve kurulduğu yer şu şekilde açıklanmaktadır; “Merkezi, Avkat Köyü civarında iki tepenin düzce olan sırtlarında yerleşmiş olan Mecitözü Kasabası Avkatlı oğlu Hacı Ali Ağanın adına nisbet “Hacı Köyü” diye anılmaktadır.
Mecitözü Kasabası’nın yeri; Danişmendliler zamanında Anadolu Beldeleri kadısı olan, Abdülmecid–i Herevinin malikanesi olduğundan 1136 tarihiden beri buranın “Mecitözü” diye meşhur olduğu eski vesikalardan anlaşılmıştır.
Mecitözü Kazasında oturmakta olan Türklerin ekseriyeti Bayındır ve Kayı aşiretlerindendir. Ayrıca Tatarlar ve Çerkezlerde bulunmaktadır. Merkezi olan kasaba önce bir köy halinde idi. Avukatlı–zade el Hacı Ali Ağa, 1728 tarihinden itibaren bu köyde oturarak, büyük bir nüfuz ve itibar elde etmiştir. Bu zat burada bir cami-i şerif, bir hamam, bir mektep ve kendine ait büyük bir konak yaptırmıştır. Daha sonra torunu da caminin önüne bir medrese inşa ettirmiştir. Böylece köyü kasaba haline getirmişlerdir.
Mecitözü 1874 yılında kaza haline getirilmiş ve buraya Kaymakam tayin edilmiştir. 1889’da bir iptidai mektebi yapılmış ve bu mektep 1894’te Rüştiye Mektebine çevrilmiştir. Mecitözü bu tarihlerde tabur merkezi de olmuştur. İlk tabur komutanı olan, Binbaşı Karslı Ahmed Şükrü Bey; bir hamam ve kıraathane açtırmıştır. Kaymakam İskilipli İsmail Kemal Bey de 1894’te yeni bir hükümet konağı ve bir saat kulesi yaptırmıştır.
İlçedeki en önemli tarihsel yapı Elvançelebi Beldesi’nde bulunan Aşık Paşanın oğlu Elvan Çelebi tarafından 1352 yılında yaptırılan Elvan Çelebi türbesidir.
Uzun yıllar Sivas Vilayeti , Amasya Sancağına bağlı olan Mecitözü Kazası 1916 yılında Ankara Vilayetinin Çorum Sancağına bağlanmıştır.
Cumhuriyetin ilanından sonra 1935 nüfus sayımına göre 2 nahiyesi (Ortaköy ve Cemilbey) ve 215 köyü bulunup, toplam nüfusu 39.145’tir. Daha sonra Ortaköy ve Cemilbey nahiyeleri bazı köylerle birlikte İlçeden ayrılmıştır. Günümüzde İlçeye bağlı 54 köy vardır. 2014 yılı TÜİK verilerine göre İlçenin toplam nüfusu 16.233’ tir.
İlçe Merkezi kuzeyinde Avkat Dağları, güneyinde Çıkrık Dağları ve Kırklar Dağı ile çevrili açık bir ova yamacında kurulmuştur. Deniz seviyesinden yüksekliği 750 metredir. Kuzeyde Amasya İli Merzifon İlçesine 24 km, Doğuda Amasya İline 22 km, Güneydoğuda Amasya İli Göynücek İlçesine 28 km. Güneyde Ortaköy İlçesine 36 km, Batısında Çorum İl Merkezine 104 km sınırı mevcut olup, toplam 942 km2 yüzölçümü kapsamaktadır.3
1.1.1.Çorum’un Mecitözü’nde Âşık Paşa Oğlu Elvan Çelebi Zaviyesi
1.1.2.Yeri ve hakkında bilinenler
Çorum'un doğusunda, Çorum-Zara-Amasya yolu üzerinde Mecitözü kazası4 kuzeyinde Elvan Çelebi veya Tekke köyünde bugün Elvan Çelebi camii denilen bir eski zâviye ile yanında türbesi bulunmaktadır. Bu eser, kasabanın girişinde düzlüktedir. Daha geride, mahalle arasında harap bir de hamam vardır ki, halk bunun da Elvan Çelebi zaviyesi manzumesinin bir parçası olduğunu söylemektedir.
Âşık Paşa'nın torunlarından Derviş Ahmed Âşıkî (1393-1481), bu tekkeden bahseder. Musa Çelebi tarafını tuttuğu için Tokat kalesine kalebent edilen akıncı beylerinden Gazi Mihaloğlu Mehmed Bey, Osmanlı Paşalarının şefaati ile affedilerek çıkarıldığında Elvan Çelebi tekkesine uğrar ve buradan Âşık Paşa oğlunu yanına alarak, Ulubad köprüsü başında Sultan Murad ile "Düzmece" denilen Mustafa arasındaki mücadeleye katılırlar.5 Bu küçük not, Elvan Çelebi tekke ve zâviyesinin 1422 de mevcut olduğuna ve aynı sülâleden Derviş Ahmet Âşıkî'nin burada yaşadığına bir işarettir. Macaristan'da Şebeş (almancası : Mühlenbach) li Georg adında birisi, Türklere esir düşerek 1436-1458 yılları arasında Anadolu'da bir Bey'in hayvanlarına bakmıştır. Sonraları Avrupaya dönerek Dominiken papazı olan ve Roma'da ölerek Santa Maria sopra Minerva kilisesine gömülen bu Macar, XV. yüzyılın sonlarına doğru lâtince olarak bir kitap yazmıştır. Tractatus de moribus condictionibus et nequicia
Turcorum başlıklı bu kitabın 15. Bölümünde Anadolu'daki bazı büyük ziyaretleri anlatır. Herhalde Orta-Anadolu'nun muayyen bir bölgesinde yaşadığından adlarını verdiği velî'ler sayılıdır ve bu listeye bir de Şeyh Paşa'yı ekler6. Elvan Çelebi'nin XV. yüzyılda Anadolu'da bir yabancının dahi alâkasını çekecek kadar tanınmış bir Eren sayılması dikkate değer. Fakat bu yetersiz bilgiler XVI. yüzyılda daha tam bir hal almakta ve tesadüfen buradan geçen yabancı bazı seyyahlardan burası hakkında daha tafsilâtlı bilgi edinmek mümkün oluyor. 1553¬1555 yılları arasında İstanbul'da bulunan Alman, Hans Dernschwam (1494-1568), İran'a karşı sefere çıkmış olan Kanunî Sultan Süleyman ile görüşmek üzere, Elçi, flaman asıllı Ogier Ghislen de Busbeek (Bus-beck)'in maiyeti ile 1555 yılı Mart ayında İstanbul'dan Amasya'ya gittiğinde, yolu üzerinde bulunan Elvan Çelebi köyüne de uğrarlar7.
Hans Dernschwam, XVI. yüzyıldaki Türk medeniyeti ve tarihine dair pek değerli bilgilerle dolu seyahatnâmesinde, 5 Nisan günü saat 6’da Çorum'dan ayrıldıklarını ve saat 11’e doğru Elvan Çelebi adındaki köye vardıklarını yazar. Dernschwam'a göre : ‘’Dervişlere barınak olan bir tesisten dolayı buraya Tekke derler. Rumların kaliguri yani keşişleri gibi burası dervişlere mahsus bir nevi manastır ve inziva yeridir bu. Elvan Çelebi denilen köyde ahşap bir mescid vardır. Biz de bunun yanında konakladık. Buraya dervişler, duvarlarından anlaşıldığı gibi eski yapılardan söktükleri taşlardan itinasız kagir bir ibadet yeri yapmışlardır". Seyyah bunun arkasından binanın tam bir Türk yapısı mı, yoksa eski bir Hıristiyan yapısı mı olduğu hususunda şüphelerini ortaya koyar ve yol hatıraları ile birlikte bu tekkenin bir krokisini de ekledikten sonra, bu kroki ile tanıtılan binanın muhtelif kısımları hakkında bilgi verir.
Kanunî Sultan Süleyman devrinde bir yabancı seyyah tarafından görülen, oldukça etraflı surette tarif edilen ve hattâ bir de krokisi çizilen Elvan Çelebi zâviyesi hakkında, aynı elçilik heyetinin başkam olan Elçi, flaman asıllı Ogier Gislen de Busbeek (? -1592) de izahat verir. Kurtköy üzerinden Çorum'a vardıklarını, buradan da Tekke köye uğradıklarını yazar8. Bu Tekkeköy Elvan Çelebi tekkesi köyü olmalıdır, Busbeek bu hususta aynen Dernschwam'i tekrarlıyarak şu açıklamayı yapar : "Burada meşhur bir Türk tarikatı müessesesi vardır. Bunun mensuplarına derviş diyorlar. Bu dervişler bize "Chederle" (Hıdır İlyas olacak) nâmını verdikleri bir kahramana dair birçok şeyler anlattılar. Bu gayet cesur bir adam imiş. Bizim St. Georg'umuzla aynı zat olduğunu söylüyorlar ve bizim evliyaya atfettiğimiz hareketleri onlar da buna atfediyorlar. [Busbeck St. Georg=Hıdır İlyas hakkındaki halk efsanelerini uzun uzadıya anlatır] Camiin içinde gayet temiz bir suyu bulunan, fevkâlâde güzel mermerden bir çeşme vardır. Dervişler bu suyun Hızırın beygirinin idrarından fışkırdığına bizi inandırmak istiyorlar". Bunun arkasından Busbeek yeni bazı efsaneleri anlatır. Derschwam ve Busbeek'in yazdıklarından anlaşıldığına göre, XVI. yüzyılda, hiristiyanların Georgios efsanesi Hızır İlyas adıyla islâmlaşmış olarak Elvan Çelebi'de yaşıyor ve burada bir takım hurafelere inanılıyordu.
Elvan Çelebi zâviyesi hakkında, Kâtib Çelebi (1608-1657) tanınmış coğrafya eseri olan Cihannümâ'sında şu kısa bilgiyi verir9; "Ço-rurndan bir merhale Şark'da, Şeyh Elvan tekkesi vardır. Azim ziya-fethânedir ve misafire riâyet ederler". Osmanlı İmparatorluğunda boydan boya dolaşan Evliya Çelebi de yine aynı XVII. yüzyıl içlerinde 1057 (=1647) de Erzurum'dan İstanbul'a dönerken uğradığı Çorum'dan bahseder. Anlaşıldığına göre, Evliya Çelebi Çorum'a başka bir yoldan inmiş ve Elvan Çelebi'den geçmemiştir. Burası hakkında sadece şu kısa bilgiyi verir10: "Bu Çorum kurbinde Şeyh Elvan Çelebi bin Âşık Paşa ziyaretgâhı vardır. Kendisi Orhan Gazi meşâyihindendir. Birçok telifâlı vardır". Evliya Çelebi zamanında dahi, burası daha önce olduğu gibi artık bir ana kervan yolu üzerinde değildir. Ana menzil yolu biraz daha yukarıdan, Osmancık-Gümüş Hacı köyü-Merzifon üzerinde Amasya'ya bağlandığından, Amasya'ya giderken Elvan Çelebi' den geçen seyyahlar oldukça nâdirdir.
1.2.KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1.2.1Alevilik
Alevilik İslam Düşünce tarihinin en karmaşık konularından biridir, Bu karmaşıklığın başında Aleviliğin tanımı meselesi gelmektedir. Kavramın içerdiği anlam bakımından, farklı düşüncelerin ortaya konduğu görülmektedir. Nitekim konu olduğu alana göre daralmakta ya da genişlemektedir. Alevî kelimesi, soy’a işaret ettiği zaman sadece Hz. Ali’nin soyundan gelenleri ifade eder. Bu sözün dar anlamında Hz. Ali’nin soyu ile kurulan münasebet kültürden kültüre değişmektedir. Örneğin, İran da Alevî denildiği zaman soyu Ali’den gelen demektir.11 Türkiye de ise Alevî denildiğinde öncelikle Hz. Ali’yi seven ve onun soyunun yolundan giden kişi olarak algılanır.12 Hz. Ali ile soy münasebeti ancak Dede’ler yolu ile kurulur. Dede’ye büyük saygınlık kazandıran bu ilişki “seyyid” kavramı ile karşılanır.13 Alevî kavramına burada yüklenen anlamdan yola çıkarsak, Alevîlik, İslâm'ın Ehl-i Beyt sevgisinin öne çıkarılmış şeklidir.14 Ya da Alevîlik, Hz. Ali sevgisi etrafında teşekkül etmiş bir dinî zihniyettir.15
Alevi kelimesi Arapça’da, “Ali’ye mensup” “Ali’ye ait” anlamlarına gelirken, İslam tarihi ve tasavvuf edebiyatında ise “Hz. Ali’yi sevmek, saymak ve her konuda ona bağlı olmak anlamlarında kullanılmıştır.’’16 Bu tanımlardan hareketle Hz. Ali’yi seven, sayan ve ona bağlı olan herkese “Alevi” denir. Sözlük anlamının dışında “Alevi” tabiri, Hz. Ali’yi en üstün sahabe olarak gören ve Hz. Muhammed’den sonra onun, Allah’ın ve Hz. Peygamberin tayini ile halife olması gerekliliğini kabul edenlerdir.17 İşte Hz. Ali’nin ve onun soyunun adına ayrı bir fırkalaşma hareketi bu noktada baş göstermeye başlamıştır.
İslam Mezhepleri Tarihi’nde ise Alevi kavramı çok genel bir anlamda, Şia ile eş anlamlıdır. Buna göre Alevi, Hz. Ali’nin, Hz. Muhammed’den sonra devlet başkanlığına Allah ve Hz. Peygamber tarafından tayin edildiğine inanan, İmametin kıyamete kadar Fatıma’dan olan soyunda veya Haşimilerde olduğunu savunan toplulukların müşterek adı olmuştur. Bu nedenle Şii gruplara da Alevi denilmektedir. Fakat bunların tamamı siyasi ve dini bir zümreleşmenin adı olmuştur.18 Sevgi ve saygının ötesinde siyasal bir fırkalaşmaya dönüştüğü görülmektedir.
Alevilik kavramı Yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla başlayan süreçte dönemin siyasal olaylarının Bektaşi tekkelerini etkilemesiyle farklı boyut kazanmıştır. Bu döneme kadar Anadolu’da yaşayan Ehli Beyt ve Hz. Ali sevgisi etrafında toplanan topluluklar için Bektaşi, Kızılbaş, Kalenderi, Rafızi gibi isimler kullanılmıştır.19 Cumhuriyetin ilanıyla birlikte tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla Bektaşi ve Kızılbaş tekkeleri de kapatılmış, bu grupların Alevi yani Hz. Ali takipçileri ortak paydasında toplanmaları daha belirgin bir hale dönüşmüştür.
Alevi ve Alevilik kavramına giydirilen anlamlar tarihi süreçte, farklı dönem ve coğrafyalarda ayrı bir anlam kazandığı gibi ülkemizde de bu farklılıkları görmek mümkündür. Bu farklılıkların temel sebeplerinin kendini Alevi olarak ifade edenlerin Aleviliğe yükledikleri farklı anlamları, Aleviliği görmek istedikleri gibi tanımlamaya çalışan ideolojik, siyasi çevrelerin ve Aleviliğin ne olduğu konusunda kapsamlı araştırmaların eksikliğinden kaynaklanan bilgi eksikliği ile meydana getirilen çalışmaların etkisine kadar, nihayet haklarında öngörü, yanlış bilgi ve duyumlardan başka hiçbir bilgiye sahip olmayan Sünni kesimin oluşturduğu etkilere dayandığı anlaşılmaktadır.20 Bir çok siyasal olayın farklı sosyal ve dinsel gruplar tarafından değişik şekillerde algılanması, Hz. Ali algısında önemli farklılaşmalara yol açmıştır. Hz. Ali’yi çok seven topluluklardan başka, onun peygamberliğini, hatta ilahlığını bile iddia edebilen gruplar ortaya çıkmıştır. Kerbela olayıyla birlikte güçlü bir Emevi karşıtlığına da dönüşen Şia hareketlerinin, birçok değişik inanç ve form dünyasıyla birlikte Alevilik üzerinde de önemli etkenler bulunduğu düşünülebilir.21 Yani Alevilik, farklı inanç ve kültürlerden etkilenerek senkretik (karışık) bir yapı kazanan, ancak daha sonra İslami bir görüntü ile yaşama aktarılan inançlar bütünüdür.22 Görüldüğü gibi Alevilik kavramı gelişen süreçte birçok etkenden etkilenerek günümüze kadar tartışılır bir konu haline gelmiştir.
1.2.2.Kızılbaşlık
Kızılbaş kavramının ortaya çıkması ve bu kavramın bir inanç grubunu işaret edecek şekilde kullanılması hakkında farklı görüşler vardır. Kızılbaş kavramını İslâm tarihi ile açıklamak isteyen grupta olanların görüşleri, ekseriyetle halkın anlatı geleneğinden oluşmuş, geleneksel Alevîliğin değer yargılarını da oluşturan düşüncelerdir. Rivayete göre, Hz. Peygamber’in katıldığı bir savaşta, Hz. Peygamber’in, ok darbesiyle bir dişi kırılır ve düşer. Bunu gören Hz. Ali, Hz. Peygamber’in mübarek dişini alır, kaybolmasın diye kendi başına çakar ve böylece muhafazaya alır. Hz. Ali’nin başı kanar ve bütün başlığını kırmızıya boyar. Bu olaya atfen Kızıl börk giyilmiştir.23 Kızılbaş isminin ortaya çıkışı ve kızıl taç giyme geleneği ile ilgili başka farklı rivayetler de mevcuttur. Bunlardan bazıları şöyledir: “Hz. Ali Kufe’de camide namaz kılarken İbn-i Mülcem tarafından başından kılıçla yaralanmış, başındaki bez akan kanlarla kızıl taca benzemişti”24 “Hayber muharebesinde Hz. Ali başına kırmızı bir sarık sarmıştı.”, “Sıffın Muharebesinde, Muaviye askerlerinden ayırt etmek için Hz. Ali askerinin başına kırmızı sarık bağlamış, kendisi de sarmıştı.25 Bu anlatılar halkın itikadi tasavvurunda yaratılmış olup, aslı yoktur. Geleneksel Alevîlikte anlatıldığı gibi, Kızılbaş adının İslâm’dan kaynaklandığını söylemek mümkün görünmemektedir. Türklerin millî kıyafet olarak kullandıkları başlık ya da börkün boy adı olarak kullanılması yanında Türk kültür tarihinde renklerin de önemi vardır. Türkler geleneksel olarak mavi, beyaz ve kırmızı renge ilgi duyarlar. Fakat kırmızı dediğimiz kızıl / al renk diğerlerinden farklı olarak kutsal motifler içerir.26
Kırmızı dilimize sonradan yerleşmiştir, kızıl/al yerine kullanılmasına rağmen al rengine yüklenen anlam kırmızıya yüklenmemiştir. Örneğin ‘kırmızı bayrak’ değil ‘al bayrak’, ‘kırmızı kan’ değil ‘al kan’ kullanıla gelmiştir. Türkler, al yahut kızıl rengi, Tanrısal renk, kutsal renk kabul ettikleri için, eski Türk inancına göre, Tek Tanrı veya Gök Tanrı’nın gökte olduğunun tasavvuru ile başlarına giydikleri börkün, Tanrı’ya karşı olan kısmı, yani tepe kısmında genellikle kızıl yahut al renk kullanmışlardır. Türkler, kutsallık verdikleri kızıl rengi bu şekilde kullanarak Tanrı’ya tazimlerini bildirmiş oluyorlardı. Bu giyimlerinden dolayı da onlar, kızıl börklü yahut Kızılbaş diye anılmışlardır.27
Kızıl/al renklerinin bu itikadi değerlerinin daha sonra siyasî bir anlam içererek kullanılması Safeviler dönemine rastlar. Bu dönemde Kızılbaşlık bir boy ve ‘bodun’ a değil, ilk Safeviler’in takipçisi olan köy topluluklarını ve aşiretlerini ifade eden bir kavrama dönüşmüştür.28 Melikoff, Kızılbaş adını Safevi döneminden başlatmak ister. Ona göre, Kızılbaş adı Şah İsmail’in babası olan Şeyh Haydar (1460-1488) zamanında ortaya çıkmıştır. O zaman, İlk Safeviler’in kırmızı bir serpuş giyen taraftarlarını adlandırmada kullanılan ve başlangıçta siyasî bir ad olan bu deyim, ilk Safeviler’in dinî propagandaları sonucu, temelde On iki İmam inancına bağlı kalmakla birlikte, tecelli, tenasüh inançları ve bizzat mahzar-ullah olan Ali’nin tecessümü sayılan Safevi hükümdara tapınış ile birleşerek aşırı Şiiliğin bütün ayırıcı niteliklerini ortaya koyan Türkmen bir Şiilik biçiminin adı olmuştur.29 Dini propaganda neticesinde, Kızılbaşlık, siyasî anlamının yanında inancı niteleyen anlam kazanmasına rağmen, Safeviler’in tarih sahnesinden çekilmesiyle kavramın siyasî yönü zayıflamış inanç yönü ise Kızılbaşlık kavramını tarif etme de kullanılagelmiştir.
XVI. Yüzyılda Safevi devleti ile başlayan siyasî konjonktürün etkisi ve Celâli isyanları olarak bilinen dinî-sosyal başkaldırma hareketleri dolayısıyla “dinsiz, âsi”, anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Kızılbaş, Osmanlı belgelerinde “Zındık” ve “Zındık âsi”30 ve yine tahkir anlamında Râfıza31 şeklinde geçmektedir. Kavram, XIX. Yüzyıldan itibaren bu küçültücü anlamından dolayı yerini Alevî terimine bırakmıştır.32
Aleviliğe ve Sünniliğe mensup olan birçok kişi dinin temel esasları olan Allah, Peygamber ve Ahiret inancını ikrar etmekte dini pratiklerin edasının eksikliği konusunda aynı durumda oldukları görüldüğü halde, toplum içerisinde Alevi olanı tamamen dinsiz ya da ona yakın ifadelerle, sünni olanı ise ondan daha üstün bir kategoriye koymanın Alevi-Sünni antagonizmasını provoke eden dini bir önyargı olup, aynı zamanda sosyal bölünmelere yol açan bir etkene dönüştüğü görülmektedir.33
1.2.3.Bektaşilik
Ahmet Yesevi Ocağından, Horasan erenlerinden olan Hacı Bektaş Veli’ye nispetle ortaya çıkan bir tarikat34 olan Bektaşilik, Alevilik kavramı ile birlikte kullanılagelmiştir. Konu alanında uzmanlaşan araştırmacılara göre de doğrusu budur ve bu iki kavram birbirinden ayrılamaz. Fakat sosyolojik temellerde toplumun dinamiklerinde farklılaşmalar ortaya çıktığından Alevi ve Bektaşiliği sosyolojik temelde ayrı ayrı incelemekte fayda göreceğimize inanıyoruz.
Hacı Bektaş Veli’nin yaşamı hakkındaki bilgilerimiz çok kısıtlı olmakla beraber, elde bulunan verilerin gerçek ile menkıbeler arasında bazen çok büyük zıtlıklarla örtülü olduğu görülmektedir. Keza Hacı Bektaş Veli’nin hayatı hakkında bilgi veren ve günümüz bilgisi ışığında en eskisi olarak kabul edilen Velayetname’ler onun vefatından yaklaşık iki asır sonra müritleri tarafından daha çok övülme amacıyla35 yazılmış verilerdir.
Melikoff her iki kavramında Türk Halk İslamlığı olgusuna bağlı olmasından kaynaklı olarak birbirlerinden ayrılamayacağını ve Alevilerin de Bektaşiler gibi Hacı Bektaş Veli’den himmet umduklarını belirterek aralarında ki tek farkın sosyal bir fark olduğuna işaret etmiştir. Alevilerin sosyal yaşam kültürü incelendiğinde daha çok göçebe kültürünü devam ettiren, kırsal kesimde yaşamını sürdüren bir yapı sergiledikleri görülürken, Bektaşilerin ise, kent merkezlerine yerleşmiş ve eğitimli çevrelerden oluştuğu36 görülmektedir.
Türkiye’de “Köy Bektaşi’si” ve “Şehir Bektaşi’si” ayrımı yapılmaktadır. Köy Bektaşilerine ‘Alevi’ denildiği halde, şehir Bektaşilerine sadece ‘Bektaşi’ denir.37 Her Bektaşi Alevi olduğu halde her Alevi, Hacı Bektaş Veli’ye hürmet etmesine rağmen Bektaşi değildir.38
1.2.4.Dedelik
Sercem olarak da adlandırılır. Cemi yönetir. Cem’de birinci hizmet sahibidir. Bektaşilerde ise bu hizmeti Baba üslenmiştir.39 Cemdeki görevinin dışında alevi toplumunda sorunları o çözer, toplumu o aydınlatır ve yönlendirir. Topluma doğru yolu göstermek onun görevidir. İnanca göre dede Ali'nin ve dolayısı ile Peygamberin soyundan gelir. Peygamber soyu dışında bir kişinin dedelik yapması olası değildir. Ancak dede olabilmek için Muhammet-Ali soyundan olmak da yeterli görülmez. Dedenin ilmi ile etkin olması gerektiği savunulur. Davranışları ile halka örnek olması gerektiği vurgulanır. Okur-yazar kimse olması istenir, Kur'an'ın buyruklarına uyması gerektiği belirtilir. Yalnız bu vasıfları bulunduran dedenin dedeliğine saygı duyulacağı bildirilir.40 Okuduğu nefesleri açıklar, meydandakilere yolun felsefesini, itikatlarını ve tarihini anlatır. Dedenin sözleri saygıyla dinlenir.
İnsanlara örnek olması, halk ile ilişkilerinin üst düzeyde olması, eğitime önem vermesi ve Kuran-ı Kerim’in emirlerini yerine getirmesi, toplumun farklı kesimleri arasında iyi ilişkilerin kurulmasını temin edebilmesi dedenin öncelikli vasıfları arasındadır.
II. BÖLÜM
ARAŞTIRMANIN BULGULARI
Çalışmanın bu bölümünde uygulama sonucunda elde edilen bulgular doğrultusunda araştırmamızda yer alan katılımcıların olgusal kimlikleri ve Alevî/Bektaşilerin, kimlik anlayışı ve sosyal hayat kimlik tutumları ile ilgili analizlere yer verilecektir.
2.DEMOGRAFİK BULGULAR
2.1.Cinsiyet
İnsan doğduğu andan itibaren kendini sosyal bir ortamın içerisinde bulur. Kendini diğerlerinden farklı biri olarak algılayabildiği çocukluk yaşlarından itibaren doğduğu bu sosyal ortamı algılar ve algıları dâhilinde tepkiler vererek sosyal eylemler gerçekleştirir. Bireysel ve toplumsal anlamda benzer durumlarda kadın ve erkek farklı kimliksel tepkiler verebilmektedir. Dolayısıyla araştırmamızda ki katılımcıların tutum ve davranışlarını ortaya koymasında cinsiyet faktörünü göz ardı edemeyiz.
Dostları ilə paylaş: |