GİRİŞ
Bugün içinde yer aldığımız kurumlar,insan hayatına ve piyasalara düzen sağlama görevini yerine getiren bir tür araç gibi gözükmektedir.Kurumlar ,karşılaşılan koşullar nispetinde sürekli bir değişim içindedir.Tarih boyunca insanoğlu hem yaşadığı toplumda hem de yaptığı işte hep daha iyi nasıl yaparım düşüncesinde olmuştur.Örgüt kuramları da insanoğlunun bu arayışı içinde sürekli bir gelişme içerisinde olmuştur. İnsanoğlu ilk çağlarda besin arayışı ile göçebe bir hayat yaşamaktaydı.”Saban” keşfedilince ,insanoğlu toprağı işlemeye başladı ve yerleşik hayat kurdu.Yerleşik hayat ile beraber insan toplulukları yönetim ihtiyacı doğdu.Yönetim ihtiyacı ile beraber insanoğlunun bunu daha iyi nasıl yaparım sorusuna cevap arayışı başlamıştır.Bu çalışmamızda ,bugün örgüt kuramları içinde üzerinde en çok çalışma yapılan Yeni Kurumsal Kuram ‘a kadar yapılan çalışmalar ile ilgili bilgiler verip Yeni Kurumsal Kuram ile ilgili bilgileri sizlerle paylaşacağız. Bir doktora öğrencisi olan Michael Hendron (Teksas Üniversitesi Yönetim bölüm öğrencisi),Yönetim Akedemisinin 2004 yılında ABD ‘nin New Orleans kentinde düzenlenen yıllık toplantısında ,Örgüt /Yönetim kuramı grubuna önerilen bildiriler üzerine yaptığı analiz,40 farklı konuda gönderilen toplam 1075 bildiri içinde 92 (%8.5) bildiri ile kurumsal kuramın en çok çalışılan kuram olduğunu göstermektedir.Koşul Bağımlılık (%1.3),Populasyon ekolojisi (%1.7), Kaynak Bağımlılığı (%1.3) ,İşlem Maliyeti (% 0.7) oranlarında çalışılmıştır.Ayrıca bu analizde Kurumsal Kuram ,diğer konularla en fazla çalışılan konu olma özelliğini taşımaktadır.Bu sonuçlar elbetteki örgüt kuramı alanında paradigmatik bir kopuşun işareti olarak değerlendirilemez.Ancak bu sonuçlar ,2004 yılı itibari ile ABD de en çok ilgilenilen örgüt kuramı olduğunu göstermektedir(Özen 2007),
ÖRGÜT KURAMLARI
Kuram;var olan bir şeyi belli bir varsayım ve sistematik bir düşüncede açıklanmasıdır.Açıklanan şeyden bağımsız olarak genel ilkelere dayanarak varsayım yada düşünceler sistemidir.(Oxford sözlük).
Kuram,hayatımızda önemli bir role sahiptir.(Keynes,t.y.)Kavramları bilmemenin gizli tehlikeleri vardır.Kuramların hayatımızı nasıl etkilediğini bilmemiz gerekiyor.Örgüt kuramlarındaki gelişmeleri doğru anlayabilmek ve açıklayabilmek yönetim ve örgüt alanındaki evrimin nasıl gerçekleştiğini anlamak ile mümkün olacaktır.Bugün yönetim ve örgüt bilimsel alanındaki bilgiler büyük ölçüde bu alanları besleyen diğer bilim dallarından ayrılmış ve alana ait temel kavramlar ve bilimsel bilgi oluşmuştur.(Tüzün, 2012).
Örgütleri anlama konusunda bize yardımcı olacak pek çok bakış açısı ve bilim alanı vardır.Bunlar içinde kıymetli olanlardan biride örgüt kuramıdır.Örgüt kuramı yalnızca tek bir bakış açısıyla ölçülemeyecek kadar zengin bir alandır.Özellikle 1970’ lerin sonundan itibaren araştırma ve ilginin giderek yoğunlaştığı ve psikoloji,sosyoloji, ekonomi,felsefe ,tarih ve edebiyat gibi sosyal bilimlerin pek çok konusuyla yoğun ilişkileri olan bir alandır.(Taşcı,2013)
“Örgütleri anlamak dünyayı anlamaktır” cümlesi ilgi çekicidir.(Baum ve Rowley 2002,s.1).Yaşantımızın her alanında çok sayıda örgütün varlığını bildiğimiz halde ,çeşitlilikleri ve karmaşık yapıları nedeniyle onları ve faaliyetlerini anlamak ,tanımlamak ve açıklamak zor bir iştir.
Örgüt kuramı,görece yeni fakat özelikle 1970’ lerin sonundan itibaren araştırma ve ilginin giderek yoğunlaştığı bir alandır.Örgüt kuramı sosyal bilim anlamında henüz çok genç bir alan olmasına karşın ,sosyal bilimler alanındaki temel tartışma konularını ,düşünce okullarını ve yaşanan değişimleri neredeyse bütünüyle yansıtan hızla gelişmiştir.Örgütler, üyelerinin farklı beklentileriyle şekillenen hedeflerine ulaşmak için çeşitli biçimlerde bir araya gelmiş ,çevresel faktörlerin etkisi altında varlığını sürdürmeye yönelik çabalar gösteren sosyal yapılardır.(Leblebici ve Salancik,1989;Scott,2003) Bu çerçevede her örgüt;örgütlenme biçimleri, hedef ve stratejiler ,üyeler,teknolojik imkanlar,büyüklük ,çevre ve kültür gibi boyutlardan oluşmaktadır.(Scott,2003).
Bu çalışmamızda örgüt kuramları içinde önemli bir yere sahip olan ,belki de bugün en önemli yere sahip olan Yeni Kurumsal Kuram üzerinde duracağız.Bunu çalışmadan önce örgüt kuramlarındaki gelişmeyi kısaca bakmamız gerekecektir.Bir kuramı tartışırken ,bu kuram öncesi neler konuşulmuş,neler yazılmış öğrenmek gerekmektedir.Nasıl bir bina inşaa ederken önce temel atar daha sonra üzerine binayı yavaş yavaş yaparsanız,örgüt kuramında bir konuyu tartışırken ,bugüne kadar neler yapılmış onlara bakmak gerekir.
KLASİK ÖRGÜT KURAMI
Yönetim düşüncesinin gelişimiyle ilgili çalışmalarda 1950’ li yıllara kadar ilk dönem idari,sosyolojik ve psikolojik kökenlere dayanan üç temel yapıda toplanmıştır.(Tüzün, 2012)İdari kökeni temsil eden görüşler temelde örgütlerin rasyonel yönetileceği söylemi üzerinde durur.İş yapmanın en iyi yolunu ararken iş yapmanın ilkelerinin geliştirilmesi gerektiğini, savunur.İdari köken olarak tanımlanan bu dönemde Taylor,Fayol,Gilberth,Gantt,Gulick,Mooney Urwick ve Rickey gibi “uygulamacı “isimler öne çıkmıştır.Uygulamacılar tarafından yapılan çalışmalarda temelde örgütlerde etkililik ve verimlilik artışı için gereken ilkeler araştırılmıştır.Taylor,ilk defa işleri detaylarına kadar ayırmış ve analiz etmiş,dönemin şartlarına göre inanılmaz verimlilik artışı sağlamıştır.(Taylor,1911).Çoğunlukla işletmenin verimliliğini azaltan konuları inceleyen Fayol kumanda birliği,adalet,bireysel çıkarın genel çıkara uyması,otorite,disiplin,istikrar ve inisiyatif gibi işletmeleri kurtaracak yönetim ilkelerini bularak bunları not ediyordu.(Fayol,1916).Bu araştırmacıların ortak özelliği yönetici olmalarıdır.Bu dönemde bilgi üretmenin amacının daha çok uygulamaya yönelik olduğu görülmektedir.Max Weber’in (1947) Amerika’da izleyicisi olarak örgütlerin yapısal çözümlenmesine odaklanan “sosyolojik “köken (örneğin,Selznick,1949;Gouldner,1954) ,idari kökeni oluşturan araştırmacıların insan unsurunu pasif saymalarına karşı geliştirdikleri duruşla,örgüt verimliliğini ve etkililiğini belirlemede insan davranışının etkili olduğunu savunmuş ve buna yönelik çalışmalar yapmışlardır. Sosyolojik kökenin Kuzey Amerika’daki temsilcileri olan Selznick, Gouldner gibi isimler fikirlerini, Alman iktisatçı ve sosyolog Max Weber’i izleyerek geliştirmişlerdir.(Üsdiken ve Leblebici, 2001). Weber’in bürokrasi modelinin temelinde de etkinlik ve verimlilik arayışları olmakla birlikte, onun görüşlerinin sadece uygulamaya dönük bir bilgi sunduğu söylenemez. Weber, bürokratik örgütlenme biçiminin neden tarihin o döneminde Kuzey Avrupa’da ortaya çıktığını ekonomik, sosyolojik ve politik bağlam temsil eden modernleşme ve rasyonelleşme süreçleri içinde anlamaya çalışmışlardır. Bu yönüyle, örgütleri açıklamak ve anlamak amacı taşıdığı için bu dönemdeki diğer yaklaşımlardan ayrılır. Ve denebilir ki örgüt kuramı alanının oluşumuna belki de en önemli katkıyı sağlamıştır.(Sargut ve Özen ,2007). Üçüncü konu ise “psikolojik” kökendir.Psikolojik köken ,idari kökenli araştırmacıların rasyonellik anlayışından beslenmiş ancak farklı bir perspektifle örgüt içindeki rasyonelliğe yaklaşmışlardır. Psikolojik kökenin temsilcisi Roethlisberger, Dickson, Mayo, Barnard gibi isimler Taylor ve Fayol’un yönetim ilkelerine temel oluşturan hedefleri yani etkinlik ve verimlilik arayışlarını sürdürmüşlerdir.Ancak bu hedeflere ulaşmada insanın rolüne odaklanırlar.”Örgüt yapısı içinde insan sadece rasyonel davranışlarmı sergiler?” sorusunu ele alan araştırmaların sonuçları şöyle özetlenebilir(Koçel 2010):
• Bireylerin birbirinden farklı olan becerileri ve kapasitelerinden yararlanabilmek için örgüt içi insan ilişkilerine eğilmek gerekir,
• insan örgüte sadece biyolojik bir mekanizma ve fizyolojik bir güç kaynağı olarak gelmez, psikolojik ve sosyal özelliklerini de beraberinde getirir,
• insanların tüm davranışları bir nedene dayanır,
• insan diğer üretim faktörlerinden farklı olarak yeni şeyler bulabilir,
• Örgüt sosyal bir sistemdir,
• insan ve örgüt arasında karşılıklı bağımlı bir ilişki vardır.
NEO KLASİK ÖRGÜT KURAMI
1930’ lu yıllarda davranışçılar yönetim alanında yeni varsayımlar ve söylemler ortaya koymuşlardır.Yeni bir yönetim anlayışı olan Neo-klasik yönetim düşüncesini geliştirmişlerdir.Örgüt kuramında Neo klasik örgüt kuramının açık bir tanımı yoktur.Neo klasik örgüt kuramı klasik örgüt kuramına getirdiği eleştiriler özelliklede örgüt üyelerinin insani yönünü minimize eden yaklaşımı idari birimler arasındaki koordinasyon ihtiyaçları ,iç ve dış çevre ilişkileri ve örgütsel karar alma sürecine yönelik eleştirileri ile tanımlanmaktadır.Neo klasik örgüt kuramı yazarları çalışmalarının büyük bölümünü 2.dünya savaşı öncesinde yapmışlardır.Klasik örgüt kuramına yönelik eleştirilerine rağmen yerini alacak bütüncül bir kuram geliştirememişler ve daha çok klasik örgüt kuramına eklemeler yapmışlardır.Klasik ve Neo-klasik yönetim akımlarının temel hedefi; tüm örgütlere, her zaman ve her yerde uygulanabilecek bazı genel ilkeler geliştirmek olmuştur. Etkililik, verimlilik, karlılık vb. göstergelerle ifade edilebilen örgütsel performans,klasik yönetim akımına göre biçimselleşme uzmanlaşma ve eşgüdüm derecesine bağlıyken neo-klasik yönetim akımına göre, örgütteki bireylerin örgütsel kararlara katılımına bağlıdır. Ancak örgütlerin yapıları üzerinde 1950’lerin sonundan başlayarak gerçekleştirilen bilimsel araştırmaların sonucunda; tek ve evrensel bir örgütlenme modelinin var olmadığı sonucu ortaya çıkmıştır. Herberd Simon(1946) ,Neo klasik örgüt kuramları içinde kesinlikle en etkileyici olandır.1946 yılında yayınlanan makalesinde H.Fayol,Gullick gibi genel yönetim ilkeleri belirleyen araştırmacıları tutarsız ,kendisi ile çelişen ve yöneticilerin karşılaştıkları sonuçlar açısından pratik olmayan ilkeler ortaya koymakla eleştirmektedir.(Simon,1946).
Neo klasik okul örgüt kuramının gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.Araştırmacıları klasik teorinin basite indirgeyen mekanik yönelimli dominant yaklaşımını entelektüel ve amprik çalışmaları ile eleştirmişlerdir.Takip eden dönemin çalışmalarının önünü açmışlardır.Neo klasik örgüt kuramcıları örgütleri denizin ortasında izole adalar gibi var olmadığını ,çevreleri ile ilişkili olduğunu açıklamaktadır.(Selznick,1948). Örgütleri rasyonel biçimde tanımlamanın ve tasarlamanın mümkün olabileceğini belirtmekle beraber bu örgütsel çabaların rasyonel olmayan yönü ile başa çıkamayacağını belirtmektedir.Klasik örgüt kuramcılarından farklı olarak örgütlerin amaç ve beklentileri örgütün formal ihtiyaçları ile örtüşmeyen bireylerden oluştuğunu belirtmektedir.Bu dönemde ayrıca bir gelişme daha olmuş ve” Hawthorne Araştırmaları” olarak bilinen araştırmaların sonuçları açıklanmıştır.Bütün bu gelişmeler sonunda işletmelerde “insan” unsuruna daha yakından bakan ,organizasyonları sadece “tam ayarlı olarak çalışan bir makine” olarak görmeyen ,organizasyonların teknik ve maddi unsurlara ilaveten insan unsuru ile oluşan bir yapı (bir anlamda sosyo-teknik birim) olduğunu ileri süren görüşlerden oluşan bir akım ortaya çıkmıştır.Bu akım başlangıçta “Beşeri İlişkiler Yaklaşımı” olarak adlandırılmış,daha sonra klasik teorinin ayrıntılı olarak ele almadığı insan unsurunu ele aldığı için ,bir anlamda klasik teorinin tamamlayıcısı olarak Neo klasik yaklaşım olarak adlandırılmıştır.(Koçel,2010).
Klasik okul yukarıdan aşağıya doğru bir karar alma mekanizması savunur.Neo klasiklerde çalışanın sosyolojik ve psikolojik durumu öne çıkarılarak çalışanların fikirlerinin alındığı aşağıdan yukarıya karar alma mekanizmasını savunur.Neo klasikçiler karar almanın küçük gruplarda daha etkili olduğunu savunmuşlardır.1950 li yıllardan itibaren Durumsallık teorisini savunanlar her ikisininde uygun olacağı durumların oluşabileceğini söylemeye başladılar.Donaldson (1996), Daha önceki yaklaşımların temel fikri olan “en iyi organizasyon yapısı “oluşturmak ve her yerde geçerli uyulması gerekli yönetim ilkeleri geliştirmek yerine ,bu yeni bakış açıları doğrultusunda geliştirilen yaklaşımlar her yer ve zaman için geçerli en iyi bir organizasyon yapısı olmadığı ,yönetim ve organizasyon ile ilgili konuların içinde bulunulan ortam(durum,çevre) koşullarına bağlı olduğu temel fikrini esas almıştır.Bunun sonucu olarak da organizasyon yapıları ,kullanılacak yönetim teknikleri ve uygulamaları ile organizasyon içindeki davranış süreçlerinin çevre koşulları ,kullanılan üretim teknolojileri ve işletmelerin büyüklükleri ile arasındaki ilişkiler yoğun bir şekilde araştırılmaya başlamıştır.Miles (1978).
DURUMSALLIK (KOŞUL BAĞLILIK ) KURAMI
Klasik yaklaşım organizasyon yapısının belirlenmesinde belirli ilkelerin uygulanmasına önem verirken ,Durumsallık (Koşul Bağlılık) yaklaşımı, organizasyon yapısını çeşitli içsel ve dışsal koşullar arasındaki ilişkilere göre şekil alan bir yapı olarak görmektedir.(Sargut 2007). Yani durumsallık yaklaşımına göre, organizasyon yapısı bir bağımlı değişkendir.Carlisle (1976). Bu nedenle her yer ve koşulda geçerli bir tek en iyi organizasyon yapısı yoktur. En iyi durumdan duruma değişecektir.Durumsallık yaklaşımının bu fikri ,klasik ve Neo klasik yaklaşımların değerini ve yararını ortadan kaldırmaz.Aksine durumsallık yaklaşımı ,daha önceki yaklaşımları uygun bir çerçeve içine koyarak onları daha yararlı hale getirecektir.(Koçel 2010).Durumsallık teorisinin temel varsayımlarından birisi de belirsizlik düzeyi düşük olan görevlerin daha merkezi bir anlayışla basit ,hızlı ve koordinasyonu kolay bir şekilde yapılacağıdır.Belirsizlik artınca kontrolün gevşetilmesi katılımı sağlayan mekanizmaların geliştirilmesi gerekir.Bunun sonucunda yapısal olarak karmaşıklık,maliyetler artar ama ödül olarak da yenilik artar.
Durumsallık yaklaşımının diğer bir özelliği de organizasyonu bir sistem olarak ele almasıdır.(Wooton 1977). Organizasyon yapısı ve organizasyon içinde kullanılan çeşitli süreçlerle (liderlik ,motivasyon gibi)organizasyon içi ve dışı faktörler arasındaki ilişkiyi araştıran böyle bir yaklaşımın organizasyonu sistem olarak ele alması doğaldır.Durumsallık yaklaşımı bir yandan organizasyon içindeki alt sistemlerin kendi aralarındaki ilişkiler ,bir yandan da bu alt sistemlerin dış çevredeki unsurlarla ilişkileri üzerinde durmaktadır.
GENEL SİSTEM TEORİSİ
1950’ li yıllarda amprik dünyadaki genel ilkeleri tartışmaya yardımcı olacak sistematik bir yaklaşım ihtiyacı doğmuştur.Bu ihtiyaç genel sistem teorisini doğurmuştur.Genel sistem teorisi her şeyi açıklamayı amaçlayan tek bir teori olma durumunda değildir.Genel sistem teorisi, platonik kurumsal bir dünya ile uygulama dünyası arasında gidiş gelişler yapmasına imkan veren bir teoridir.Boulding (1956) ‘e göre,her şeyi açıklayan bir teori yanlış yönelimlidir.Genel sistem teorisi bugün karmaşıklık kuramının açıklamaya çalıştığı yeni örgütsel formlarının gelişmesi ,kendi kendine organize eden sistemler ,kaos gibi kavramları inceleyen bir dil oluşturmuştur.Boulding (1956) makalesinde ,bilimdeki aşırı uzmanlaşma ve farklı disiplinlerdeki iletişim eksikliği ele alınmıştır.Bu ikilemin üstesinden gelecek şekilde ,bir karmaşıklık hiyerarşisi içinde ,teorik sistem ve yapıların düzenini ve kavramların hepsini kapsayan bir dilin kullanılmasına ilişkin bir yol öne sürülmüştür.Genel sistem teorisine ,Ludwig von Bertalanfly,Talcot Parsons,C. West Churcman,Alfred emerson ,Anatol Repoport gibi önemli isimlerde katkı koymuştur.
Her problemi parçalara ayırarak analiz etme düşüncesinin yetersiz kaldığını düşünenlerden birisi de Ludwig Von Bertalanfly (1950) olmuştur. Aristo felsefesini benimseyen Bertalanfly bu anlayışla “Genel Sistem Kuramı”nı öne sürmüştür.Buna göre;
“Canlıların temel özelliği organizma olduğu için ,geleneksel görüşün öne sürdüğü parçaların ve süreçlerin tek tek ele alınması düşüncesi,yaşamsal olayları açıklamada yetersiz kalmaktadır.Bu bakış ,parçalar ve süreçler arasındaki koordinasyon hakkında bilgi vermemektedir.Bu bakımdan biyolojinin en önemli görevi bütün organizma seviyesinde biyolojik sistemlerin kanunlarını keşfetmek olmalıdır.Kuramsal biyoloji için bir temel yapı bulma girişimleri dünya resmi içindeki esas değişimi işaret etmelidir.Biz araştırma yöntemi olarak da düşünülen bu bakışı ,”organizmik biyoloji” ve “organizmanın sistem kuramı” açıklaması çabası olarak da adlandırmaktayız.(Çetin ve Şeşen,2012).İfade edilen “organizma “ kavramı ,sosyal gruplar ,kişilik veya teknolojik aletler gibi “düzenlenmiş varlıklar” olarak değiştirilirse sistem kuramının planı olarak karşımıza çıkar.Sonuçta organize bir bütünlüğü anlayabilmek için hem bütünün parçalarını ,hem parçalar arasındaki ilişkileri , hem de bütünün çevreyle olan etkileşimlerini ele almak gerekmektedir.Diğer bir deyişle parçalardan daha çok parçalar arası ilişkiler ile parçalar ve bütünün çevreyle olan etkileşimleri önemlidir.Bu ilişkiler veya etkileşimler ,sistemi bir bütün olarak yaklaşım olarak ancak sistem düşüncesiyle açıklanabilir.Bu anlayışla sistem yaklaşımı bir analiz yaklaşımı değil ;bir sentez yaklaşımıdır.(Çetin ve Şeşen ,2012).
Uygulamalı bir biyolog olan Bertalanfly ‘ın bu görüşü ,biyoloji literatürüne yeni bir bakış açısı sunarak yaygın biçimde kabul görmüş ve Genel Sistem Kuramı için bir dönüm noktası olmuştur.
KAYNAK BAĞIMLILIĞI KURAMI
1967 yılında James Thompson’ la başlayan ve daha sonra Aldrich ,Pfeffer ve Salancik öncülüğünde geliştirilen Kaynak Bağımlılığı Kuramının ana fikri şudur:Organizasyonlar faaliyetlerini ve yaşamlarını sürdürebilmek için çevresinden aldıkları girdileri kullanırlar.Girdi ,işletmenin mal veya hizmet üretmek için kullandığı her türlü malzeme, enerji bilgi, yetenek, beceri, işgücü, para, vs yi ifade eder.(Koçel,2010) . Kaynak bağımlılığı kuramını Pfeffer ve Salancik (1978) geliştirmiş olmakla birlikte ,kuramın temeli Thompson’a (1967) dayanmaktadır.Thompson (1967). kaynakların örgüt dışından örgüt içine akışını ve bu akış sırasındaki belirsizliği örgütsel seviyede incelemiş ve kurama ışık tutan ve gelişimine katkı sağlayan bulgulara ulaşmıştır.Buna göre;örgütler için tam rasyonellik söz konusu olamaz ,örgütlerin kaynaklara ihtiyaçları vardır ve bu ihtiyaçlardan kaynaklanan bağımlılıklar problemler oluşturmaktadır.Pfeffer ve Salancik (1978),organizasyonların dış çevreye bağımlılığını ve dış çevreden kaynaklanan belirsizliği nasıl azalttıkları konusunda açıklayıcı bilgiler vermişlerdir.Buna göre işletmelerin dış çevreye bağımlılığını azaltmak için aşağıdaki seçenekleri kullanırlar:
a)Birleşme /Dikey entegrasyon
b)Ortak girişimler ve diğer örgütler arası ilişkiler
c)Yönetim kurulu üyeleri
d)Politik faaliyetler
e)Yönetici yetiştirme
Kaynak Bağımlılığı Teorisi ,işletmeleri dışarıya bağımlı açık bir sistem olarak görür.(Pfeffer ve Salancik,1978)’e göre organizasyonların davranışlarını anlamak o davranışın dış bağlamını anlamayı gerektirir.Bu da organizasyonun ekolojisidir.Kaynak bağımlılığı teorisi,dış çevrenin organizasyonların davranışlarını etkilediği ve sınırlandırdığını göz önünde bulundurmakla birlikte ,yöneticilerinde dış çevreden kaynaklanan belirsizlik ve dış çevreye bağımlılığı azaltacak şekilde hareket edebileceklerini açıklamaktadır.Yöneticilerin bu yöndeki davranışlarını açıklayan merkezi kavram “güç” kavramıdır.Organizasyonlar diğer organizasyonların kendilerine karşı kullandığı gücü azaltmayı ,kendilerinin başka organizasyonlar üzerindeki gücünü artırmaya çalışırlar.
Hiçbir işletme kendi kendine yeterli değildir.Yaşamını sürdürebilmesi için çevresi ile değişim içinde bulunması gereklidir.İşletmenin ihtiyaç duyduğu kaynakların önemi veya kıtlık derecesi ,bu işletmenin çevresine olan bağımlılığının nitelik ve kapsamını belirler.Kaynak ihtiyacı ,organizasyonları çevrelerine bağımlı hale getirir.Hatta organizasyonun ne yapacağını dış çevresindekiler belirler.organizasyonlar kritik nitelik taşıyan bu bağımlılığı güvence altına almak için dış çevredeki organizasyonlarla(bunlar müşteri,tedarikçi,rakip vs olabilir) çeşitli şekillerle işbirliği yaparlar.(Koçel 2010)
Kaynak bağımlılığı kuramı, her ne kadar örgütsel alanın açıklanmasında başarılı olsa da olumsuz yönde eleştiriler almaktadır.Özellikle bazı bulgular kuramın mükemmel olmadığını göstermektedir.Bu bağlamda kuramın bazı sınırlılıkları ve eksik yanları bulunmaktadır.Kurama yönelik bazı araştırmacılar tarafından (Davis ve Cobb,2009)ortaya konmuş ve sınırlılıklar ve eksiklikler ifade edilmiştir.
YENİ KURUMSAL KURAM
Yeni kurumsalcılık olarak da adlandırılan kurumsal kuram, 1970 yılı öncesine uzanmakla beraber (Gouldner,1954;Selznick,1949; Zald, 1970) yönetim ve organizasyon alanında 1970 lerin bu yana yaygınlık kazanarak ilgi odağı haline gelmiştir.(Dimaggio ve Powel,1983; Meyer ve Rowan ,1977; Meyer ve Scott,1983; Mizruchi ce Fein,1999;Scott,2008; Zucker ,1983,1987).Kurumsal kuram ,örgütlerin yapı ve uygulamalarını anlamada önceki kuramlardan oldukça farklı bir bakış açısı sunmaktadır.Kurumsal kurama göre ,örgütleri yaşamlarını devam ettirebilmeleri sadece etkili ve verimli olmalarına bağlı değildir;kurumsal çevre içinde ne derece kabul gördükleri de önem arzetmektedir.Kurumsal kuram ,genel olarak ,örgütsel düzenlemelerin şekillenmesinde sosyal ve kültürel çevrenin üzerinde durarak yerleşik kural ,değer ve normların etkisine dikkat çekmektedir.(Danışman ve Çakar 2012).Kurumlaşma ,sosyal ,ekonomik ve politik nitelik deki olayların incelenmesinde kullanılan bir yaklaşımdır.Kurumlar nasıl oluşur,toplumsal özellikler ile kurumlaşma arasındaki ilişkiler ,organizasyonların yapı ve işleyişleri ile kurumsal olmaları gibi konular bu yaklaşımın incelediği konulardır(Koçel 2010).Kurumsal kuram çalışmalarının 1970’ lerin sonlarından günümüze gelene dek önemli, bir ivme kazanması ,”eylemi” vurgulayan örgüt kuramları ile “yapıyı “ vurgulayanlar arasındaki geleneksel ayrılıkları (Child,1972; Burrell,ve Morgan ,1979; Astley ve Van de Ven,1983) başarılı biçimde giderme potansiyeline bağlamaktadır.Kuramın temel tezi, örgütlerin yapı ve süreçlerinin içinde bulundukları kurumsal çevreye uyumları sonucunda biçimlendiğidir.Kurumsal çevre ,modernleşme süreciyle birlikte örgütlerin dışında ve üzerinde oluşmuş,ussallaştırılmış yapıları,normları ,inançları ve efsaneleri içeren bir çevredir.Örgütlerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için ,sadece teknik anlamda verimli olmaları yetmemekte ,bu çevredeki kurumlara uyarak kendilerini meşru kılmaları gerekmektedir.Sonuçta ,aynı “örgütsel alanda” yaşayan örgütler ,kendilerine özgü ussal gerekliliklerden bağımsız olarak benzer kurumlara uymak zorunda olduklarından ,yapısal açıdan eşbiçimli hale gelmektedirler.Bu teoriler dizisi ,her örgütün faaliyet çevresindeki teknik ve ekonomik (teknoloji,Pazar,strateji,büyüklük gibi)bağlamsal koşullara ussal biçimde uyumlanarak oluşturduğu yapıyla ,etkili ve verimli bir biçimde yaşamını sürdürebileceği tezini savunan baskın koşul bağımlılık kuramına ciddi bir meydan okumadır(Sargut,2007).
Kurumsal kuram ,örgütlerin yapı ve süreçlerinin teknik çevreden ziyade kurumsal çevrenin özelliklerine göre şekillendiğini savunmaktadır.(Meyer ve Scott,1983).Teknik çevrede ,örgütlerin etkinliğini ve verimliliğini arttırıcı işlem ve faaliyetler önemli iken kurumsal çevrede örgütler ekonomik verimlilik çıktılarına göre değil ,örgütsel yapı ve süreçlerinin toplumsal olarak kabul görmesine göre değerlendirilir.Bu açıdan kurumsal çevre sosyal olarak genel kabul gören ve hatta efsaneleşen örgütsel yapılar hizmetler ,teknikler,politika ve kurumları kapsar.(Meyer ve Rowan,1977).
Kurumsal çevrede zaman içinde toplumsal olarak belirli örgütsel yapılar ve uygulamalar diğerlerinden daha iyi kabul edilir.Bu şekilde herkes tarafından örnek alınarak uygulanan örgütsel ve yapı ve uygulamalar diğerlerinden daha iyi kabul edilir.Bu şekilde herkes tarafından örnek alınarak uygulanan örgütsel yapı ve uygulamalar meşru ve varlığı tartışılmaz hale gelir.Böylece ,uygulamada örgüte yarar sağlamasa da kullanımda olması sembolik bir anlam taşıması itibariyle önem arz etmeye başlar.Örneğin ,bir şirketin kalite yönetimi konusunda bünyesinde bir birim oluşturması kurumsal çevre tarafından olumlu karşılanacaktır.Ancak bu yeni birimin o örgüte olumlu bir etkide olup olmadığı sorgulanmayacaktır.Çok sayıda firmanın bu şekilde hareket etmesi örgütsel alandaki uygulamaların yaygınlaşmasına ve aynılaşmasına yol açacaktır.(Dimaggio ve Powell ,1983).
Kurumsal iktisat terimini ilk kez Walton Hamilton , 1919 yılında Amerikan İktisatçılar Birliği için hazırladığı bir makalede kullanmıştır.Tanımda Hamılton (1919:132) ,iktisat teorisinin temelini kurumların oluşturduğunu ,vurgulanması gereken temel noktanın denge değil ,süreç olduğunu ileri sürmektedir(Kama, 2011 ).Rekabet ,mülkiyet ve fiyat mekanizmaları hem kendi içlerinde hem de birbirleri ile etkileşimli bir değişim süreci göstermektedir.Avusturya Okulu ile eski kurumsal okul arasındaki yakın ilişkiler önemlidir.Avusturya okulunun en önde gelen isimlerinden Menger,bireylerin genel refahına hizmet eden bazı kurumların (para,dil ve piyasalar)nasıl ortak bir akıl olmadan oluşabildiğini sorgulamıştır.(1883:146)Kama (2011), Çalışmalarında ,bazı insanların belirli davranış kalıplarını izleyerek fayda sağladığının anlaşılması ile söz konusu davranışların başkaları tarafından da taklit edildiğini belirtmiştir.Böylece tekrar edilen davranış kalıpları ortak refaha hizmet eder hale gelmektedir.Günümüz kurumsalcıların esin kaynağı büyük ölçüde Avrupa sosyoloji geleneğinin önemli isimlerinden birisi olan Max Weber’dir.Weber bir yandan kurumsalcıların öne sürdükleri şekilde ekonominin tarihsel olarak incelenmesini ,diğer yandan da tarihsel sistemlerden soyutlama yolu ile kurumsal modeller üretilerek genel önermelere varılmasını savunmuştur.(Scott,2008:13). Weber’i n takipçilerinden Parsons(1937,1951) Aynen Weber gibi sosyal eylemi açıklamak için öznel ve nesnel yaklaşımları birleştirmeye çalışmıştır.(Scott,2008:14).Kurallara dayalı yapıların sosyal aktörlerden bağımsız olarak toplumda var olduklarını ve bireylerin bunlara olan yönelimlerinin analiz edilmesinin önemini belirtmiştir.Kurumsallaşma bireylerin eylemlerinin belirli toplumsal değer yargılarının ve bu kurallara olan yönelimleriyle ve bu kuralların içselleştirilmesiyle ortaya çıkmaktadır.Bu anlamda değerler kurumların içine gömülüdür (Smith,2005 :54).
Kurumsal kuramın öncü isimlerinden Selznick (1949) öncelikle kurumsal örgütlerin nasıl tanımlanmaları gerektiği üzerine odaklanmıştır.(Burrell ve Morgan ,1979).Ona göre ,örgütler görünürde formel olarak akılcı yapılar şeklinde tasarlanmalarına rağmen pratikte formel olmayan örgüt yapısının onları zorladığı biçimlere girmeyi kabul etmemektedirler.Aynı zamanda ,örgütün içinde bulunduğu kurumsal çevreden gelen baskılar örgütlerin resmi ve sosyal yapısını etkileyerek verimlilik ve etkililik odaklı akılcı anlayışdan sapmasına neden olabilmektedir.(Burrell ve Morgan,1979:153).Buradan hareketle ,Selznick,(1949) örgütleri,bir tarafta ,belirli amaçlara ulaşmak için tasarlanmış ,verimlilik ve etkililik odaklı ,akılcı eylemlerin göstergesi olan mekanik aygıtlar ,diğer tarafta ,çevrenin getirdiği baskılardan ve üyelerinin sosyal özelliklerinden etkilenerek değişimlere ve gelişmelere uyum sağlayıcı organik sosyal sistemler olarak görmektedir.(Scott,2008:21;Burrell ve Morgan,1979:153).
Benzer çevresel koşullar örgütleri benzer kurumsal baskılar ile karşı karşıya getirmektedir.Bu kurumsal baskılara uyum gösterme eğilimindeki örgütlerde ,yapılarını eşbiçimli(isomorphic) olarak düzenleme eğilimi göstermektedir
DiMaggio ve Powell (1983),örgütsel eşbiçimselliğin (institutional isomorphism) ya da benzeşmenin gerçekleşebileceği üç mekanizma belirlemiştir: zorlayıcı eşbiçimsellik (coercive isomorphism), taklidi eşbiçimsellik (mimetic isomorphism) ve normatif eşbiçimsellik (normative isomorphism). Zorlayıcı eşbiçimsellik organizasyonların devlet ya da diğer düzenleyici organlara bağımlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Organizasyonlar ve profesyonel çalışanlarının devlet ve düzenleyici organlarının kanunlar, yönetmelikler ve tüzüklerle oluşturduğu yasal düzenlemelere uyması sonucunda organizasyon yapıları ve uygulamaları benzeşir. Normatif eşbiçimsellik büyük ölçüde profesyonelleşmeden kaynaklanmaktadır. DiMaggio ve Powell (1983), meslek gruplarının üyelerini sosyalleştirerek belirli davranış kurallarını yaydığını, meslek üyelerinin söz konusu davranış kurallarına uymasını kariyer boyu eğitim, davranışların izlenmesi ve disiplini sağlayan uygulamalar ve törensel kutlamalarla sağladığını belirtmektedirler. Hukuk, muhasebe, tıp gibi meslekler bu mesleklere örnek gösterilmektedir. Organizasyonlar ve profesyonel çalışanları faaliyet alanlarıyla ilgili profesyonel meslek ve ilgili meslek kuruluşlarının oluşturduğu normatif baskılar sonucunda benzer davranışları sergilerler. Bu nedenle muhasebe şirketlerinin tercih ettiği organizasyon yapılarını ve uygulamalarını profesyonel cemiyetler belirlemektedir. Taklidi eşbiçimsellik ise, daha çok belirsizlik durumlarında ortaya çıkar. Böyle durumlarda yöneticiler daha başarılı olduğunu düşündükleri ya da meşruiyetini onayladıkları diğer organizasyonların uygulamalarını benimserler.
DiMaggio ve Powell’ın(1983), çalışması iki açıdan önemlidir. Birincisi, bu çalışma organizasyonların iş çevresi ile kurumsal çevresi arasındaki ayrımı keskinleştirmektedir. Organizasyonların kurumsal çevresindeki devlet ve ilgili organları ile profesyonel meslek kuruluşları onları uygun davranış biçimlerini ve uygulamalarını tercih etmeye zorlamaktadır. İkincisi, organizasyonların davranışlarına ve uygulamalarına yön veren kurumların kendisi de dış etkilere açıktır. Dolayısıyla dinamik bir yeniden inşa söz konusudur.
Kurumsal kuram ile birlikte örgüt araştırmalarında tek örgüt ya da teknik çevre üzerinde odaklanmak yerine örgütün içinde olduğu sosyal ve kurumsal çevre üzerinde odaklanmanın örgütsel düzenleme ve uygulamaları anlamada daha açıklayıcı nitelik taşıdığı anlaşılmıştır.Kurumsal kuramın katkısıyla ,bugün,örgütlerin hem akılcı hem de akılcı olmayan unsurlarının karşılıklı bağımlılığından oluşan bir ortamdan oluştuğu yaygın bir şekilde kabul görmektedir.Scott,(2008), Buna göre,örgütler dünyasında hem akılcı karar verme ve akılcı eylem hem de kurumsal değer anlayış ve kalıplar karşılıklı bir bağımlılık içindedir.Kurumsal değerler ,anlayışlar ,çıkarlar,alışkanlıklar ve duygular rasyonel gereklerle birlikte bir sosyal davranışın bütününü oluşturmaktadır.(Scott,2008).Kurumsal alandaki toplumsal olarak inşaa olan inanışlar ,kurallar ,normlar ,örgütsel aktörlerin çeşitli düzeydeki anlayış ve etkilerini içeren çekişme süreçleri ve bazen de devlet müdahelesi hep birlikte varlığını sürdürmektdir.(Danışman ve Çakar 2012:263).Son yıllarda pek çok yazar (Czarnawska,2008;Philips ve Malhotra ,2008;Suddaby,2010) kurumsal kuramın köklerine atıfta bulunarak kurumsal alanın oluşumunda ve bununla ilgili anlam sistemlerinin kurgulanmasındaki bilişsel süreçlerin araştırılmasının önemini vurgulamaktadır.Böylece kurumsal kuramda örgütlerin yapı ve uygulamalarını şekillendiren yerleşik kural ,değer ve normlar derinlemesine anlaşılabilecektir.Gelinen noktada ,kurumsal kuram örgütsel düzenleme ve uygulamaları anlamada en fazla yararlanılan kuramlardan birisi haline gelmiştir.Özellikle 1990’ lı ve 2000’ li yıllarda örgütleri kurumsal kuram bakış açısıyla analiz eden çalışmalarda ciddi bir artış olmuştur.Bu çalışmalar ile bir tarafta ,kurumsal eşbiçimlilik sürecinin ve meşrulaşma arayışının nasıl gerçekleştiği üzerinde durmaya devam ederken ,diğer tarafta örgütsel aktörlerin kurumsal süreç ve baskılara nasıl tepki verdiği ,belirli bir alanın oluşumunda ve yapılanmasında kurumsal aktörlerin nasıl rol oynadığı ,örgütsel meşruluğun kaynaklarını nelerin oluşturduğu ,meşruluk arayışında dil ve retoriğin nasıl kullanıldığı ,kurumsal değişimin nasıl gerçekleştiği gibi konuların açıklığa kavuşturulmaya çalışıldığı görülmektedir(Danışman ve Çakar,2012).
SONUÇ:
Günümüzde örgüt ve işletme alanında yaşanan bu değişimler örgüt çalışmalarına duyulan ihtiyacı daima canlı tutmaktadır.Örgüt ve işletmelerin sınırlarının değişen yapıları ,çalışan-örgüt ilişkilerindeki hareketlilikler ,yönetsel otoritenin kullanımındaki güçlükler ,örgütsel demografide farklılıklara dayalı olarak ortaya çıkan hızlı değişimler örgüt araştırmalarına duyulan ihtiyacın artmasına neden olmaktadır.Tüm bu gelişmeler kapsamında ,örgütlerin ve örgütsel davranışın anlatılabilmesi ve anlaşılabilmesi kapsamında yapılagelen çalışmaların katkıları önemsenmekle beraber ,örgüt araştırmalarında henüz ele alınmamış konuların ve kuram parçacıklarının var olduğunu kabul etmek ,örgüt araştırmalarının daha sağlıklı bir zeminde gelişebilmesi için önemli bir yaklaşım olarak durmaktadır.Hayat devam ettiği sürece ,ticaret devam edecek,hayat devam ettiği sürece yönetim devam edecek,bütün bunlar devam ettiği sürece yeni örgüt teorileri gündeme gelecektir.
Dostları ilə paylaş: |